Güneş Valmar’dan akan suların arasından
kristal berraklığında parlıyordu. Şehrin her yanına bulutların arasından sızan
güneş ışığının en narin parçaları düşüyordu birer birer. Bir kale yükselirken
Valmar gökyüzüne doğru, bundan daha muhteşem bir görüntü hayal edemiyordu beyaz
pelerinli büyücü. Vanyar’ın ve Valar’ın şehri, bir nevi Valinor’u başkenti
geniş çimenlerin ortasındaki bembeyaz bir elmas gibiydi. Parlıyor, güneş
ışığını etrafına büyük bir coşkuyla saçıyordu.
Şehre girdiklerinde hiç beklemedikleri bir
manzarayla karşılaştı Gandalf. Eönwë onu Elflerin Yüce Kralı’nın yanına
götürmüş ve Ingwë sevgiyle karşılamıştı Gandalf’ı. Ingwë ve Vanyar, Manwë ve
Varda tarafından en sevilenlerdi. Tamamı Aman’da yaşıyordu Vanyar’ın ve Gazap
Savaşı’na kadar bir kez bile Orta-Dünya’ya dönmemişlerdi ve dönmeyi arzu
edenler bile olmamıştı. Manwë’nin dizi dibinde mutlulukla yaşar ve hayatları
sürüp giderdi böylece. İnsanlardan, cücelerden ve diğer halklardan pek azı bir
Vanya ile tanışmıştı.
“Ey Maiar’ın en bilgesi Olorin!” diye
seslendi Ingwë ona. Ağaçların arasında iki Elf’le birlikte yürüyordu Elflerin
ve Vanyar’ın Yüce Kralı. Sarı, uzun saçları omzundan aşağı dökülüyor, maviler
içindeki kıyafeti ve bilge yüzüyle bir Maia’yı aratmıyordu. Gandalf eğilerek selam
verdi ona ve arkasındaki iki Elf’e. “Hoş geldin! Aman senin hasretini çok
çekti!”
“Ey Ingwë! Vanyar’ın ve Elflerin Yüce
Kralı!”
Ingwë’yle sohbet etme fırsatı bulmak hoşuna
gitmişti Gandalf’ın. Orta-Dünya’daki maceraları hakkında söyleştiler uzun bir
süre. Koyu bir sohbetin ardından Ingwë onu hoş temennilerle uğurladı. Valar’ın
onu görmek istediğini biliyordu ve fazla oyalamak istemedi. “Ama bahçelerimizde
sana her zaman yer vardır, bizi unutma sakın.” dedi Gandalf ve Eönwë’yi
uğrularken. Gandalf da kesinlikle tekrar uğrayacağı sözünü vererek tepeden
güneşle birlikte ışıl ışıl parlayan saraya doğru yürümeye başladı.
Gandalf içini saran büyük bir huzurla
Manwë’nin sarayına doğru çıkan merdivenleri tırmanıyordu. Yanındaki Eönwë’yle
uzun uzun sohbet etmişlerdi ama şimdi ikisi de sessizdi ve basamaklar iki
Maia’yı gümüş gibi parlayan dev bir kapının önüne getirdiğinde Gandalf derin
bir nefes aldı ve asasının yardımıyla son basamakları da tırmanarak kapının
önünde durdu.
“Ne kadar zaman olmuştu?” diye sordu Eönwë
gülümseyerek.
Gandalf Manwë’nin habercisine
baktı ve sonradan bakışları tekrar dev kapıyı süzdü. Güneş ışıkları gümüş
işlemeli kapının sağ köşesinden büyücünün gözlerine yansıyordu. “İki bin seneyi
geçti.”
Kapıdan içeri girdiklerinde
Valar’ı gördü Gandalf ve bir anda iki bin sene öncesine döndü. Orta-Dünya’ya
diğer dört Istari ile gönderilmeden evvel yapılan konuşmalar, verilen emirler
dün gibi aklındaydı hala. Buraya hep diğer dördüyle birlikte, Sauron’un
başarıyla yenildiği haberini vermek üzere geleceğini düşünürdü ama yanılmıştı.
Tek başınaydı ve daha kötüsü Saruman’ı kaybetmişlerdi. Onun ruhu da dolaşıyor
olmalıydı Mandos’un Salonları’nda.
Ulmo hariç Valar’ın hepsi oradaydı. Manwë
her zamanki ihtişamındaydı. Gandalf’ın kelime dağarcığı bile Valar’ın görünümü
anlatmaya yetmez. Bunlar sadece büründükleri suretler olsa bile Ilûvatar
Çocukları için başka bir boyuttaydı. Öyle ki ne Eldar’ın en usta şairleri ne de
başkası Varda’nın güzelliğini ya da Ağaçların Işığı’nı anlatabilmiştir. Aynı
şekilde Silmarillerin “güzel” olduklarından başka bir şey söyleyebilen de
çıkmamıştır aralarında.
Varda her zamanki gibi gökyüzüne dizdiği
yıldızlar kadar ışıltılı ve güzeldi. Tulkas’ın altın sakalları parıldıyor,
kendinden emin duruşu devasa oda boyunca hissediliyordu. Aulë bir o kadar
asaletiyle dikkat çekiyor, güzeller güzeli Yavanna, iki bin sene öncesinden
azıcık bile farklı olmayan yüzü ve saçları ve yeşil elbisesiyle tahtında
kurulmuş oturuyordu.
“Hoş geldin Olorin!” diye seslendi Manwë,
Gandalf’a. Gandalf eğilerek selam verdi hepsine tek tek. Manwë onu tebrik etti
görevindeki başarısından dolayı. Sauron en sonunda gücünü kaybemişti tamamen.
Efendisinin kaderine benzer bir kaderi vardı artık. Bir daha asla bir bedeni
olamayacaktı, kızgın, gaddar bir ruh olarak dolaşabilirdi ancak, hiçbir olaya
müdahale edemezdi. Belki efendisinin saçtığı kötülük tohumları tamamen yok
edilemezdi artık ama eskisi gibi büyüyemezdi de. Morgoth Gece Kapıları’nın
ardından dönmedikçe de ne Sauron güçlenebilir, ne Balrogları tekrar ayağa
kalkabilirdi.
“Güneşin Çocukları’nın devri başladığına
göre, belki de Arda’nın günlerinin sonu da yaklaşıyordur.” dedi Manwë. Ona
açıklanmayan bilgilerden biri de İnsanların kaderi ve dünyanın sonuyla ilgili
şeylerdi. Eru bazı şeyleri de kendine saklamak istemişti. “İlk defa İnsanların
gerçekten tek bir kralı oluyor. Umarlım da Kral Elessar’ın günlerinin sonu
Numenor’unkine benzemesin.”
Gandalf gülümsedi bu söz
üzerine. “Efendim, Elendil’den beri ona en çok benzeyen İnsandır Aragorn.
Tar-Calion’dan çok Tar-Minyatur’e benziyor.”
Ak büyücü bu konuşmanın ardından Hobbitler
ve onların cesaretinden bahsetti. Aulë onu Hobbitleri fark etmesinden ötürü
tebrik etti. Hobbitler bir nevi Valar’ın bile gözünden kaçmıştı aslında. Ama
bir şekilde en gerekli yerlerde ortaya çıkmış, en umutsuz anlarda en büyük
işleri yapmışlardı. Frodo uzun süre Yüzük’ün büyüsüne karşı koymuş, Bilbo
senelerce yanında taşımasına rağmen onu geride bırakabilmişti. Samwise da
olmasa belki Gollum’un ellerinden karanlık lorda geri dönecekti Tek Yüzük…
“Ya Ñoldor’un Hanımı Galadriel? O
huzurumuza çıkmayacak mı?” diye sordu Varda. “Yüzük’le birlikte o da test
edilmişti ve artık affedildi.”
“Çıkacak elbette.” dedi Gandalf. “Kendisini
bıraktığımda babası ve kardeşleriyle hasret gideriyordu.”
“Ñoldor’un kudretlileri…” dedi Aulë,
cücelerin yaratcısı. “Finarfin Hanedanı için kalbimiz hep hüzünle doluydu,
Ñoldor’un yolculuğunun en başından biri. Galadriel’in de evine dönmesiyle
içimiz artık ferah. Özellikle de Sauron’un yenilmesinden sonra.”
“Müdahale etmek zorunda kalabilirdik, eğer
cesur Hobbitler olmasaydı.” dedi Manwë. “Sanırım bu tarz bir başarıyı başka bir
Ilûvatar Çocuğu başaramazdı.” Arda’nın Kralı haklıydı. Gandalf Yüzük Savaşı
sırasında pek çok kez umutsuzluğa kapılmıştı. Frodo’yu ve Sam’i ölüme
yolladığını düşündüğü pek çok vakit olmuştu. Manwë Eönwë’ye baktı. “Başarısız
olsalardı, Eönwë ikinci defa bir batı ordusuna komuta etmek zorunda kalacaktı.”
Gazap Savaşı’nın kahramanı başını salladı
sakince. O ihtimal onun da hoşuna gitmiyordu anlaşılan. “Ama Olorin bizi hayal
kırıklığına uğratmadı elbette.” diyerek sözlerini tamamaldı Manwë.
Gandalf hürmetkar bir edayla
eğilerek selamda bulundu. “Kötülüğün bir daha dönmemesi dileğiyle…”
İşte o sırada Mandos ayağa kalktı ve ilk
kez konuştu. Yüz hatları sert olsa da yüzü ifadesizdi. Grili siyahlı kıyafeti
ve uzun siyah kuşağı hafifçe sallandı ayağa kalkarken. “Kötülük her zaman
oradadır.” dedi. “Ve gün geldiğinde Morgoth da Gece Kapısı’ndan çıkmayı başaracak.
Dünyayı bir kez daha karanlığa bulayacak. Savaşların Savaşı olduğunda, gökle
yer buluştuğunda, silmariller tekrar bulunduğunda ve Hurin’in oğlu tüm Ilûvatar
Çocukları’nın intikamını aldığında son gelecek. Arda tamamen değişecek…” Manwë
ve diğer Valar öyle hızlıca dönüp baktılar ki ona Gandalf olduğu yerde
mıhlandı. Gözleri önünde Mandos bir hüküm vermiş ve korkunç bir kehanette
bulunmuştu.
Valar da iki Maia da sessiz kaldılar o an
için. “Eru böylece veriyor hükmünü.” dedi Varda dehşet içeren bir surat
ifadesiyle. “Kötülük döndüğünde Hurin’in oğlu da Silmariller de geri dönecekse,
bu gerçekten bir son olacak demektir.”
“Fëanor’un mücevherleri kayıptı uzun
süredir.” Yavanna üzüntülü bir tavırla konuşuyordu. “Asla bulunamayacaklarını
sanıyordum.” Ağaçların Işığı’na hasretti Yavanna. Gandalf Fëanor’un
mücevherleri teslim etmeyi reddedişini iyi hatırlıyordu. Divanı hışım içinde
terk edişini, Melkor’a lanet okuyuşunu… Karanlık günlerdi. Morgoth’un
kötülüğüne bulanmış günler.
“Ya İnsanların kaderi hakkında
bilmediklerimiz?” dedi Aulë. “Hurin’in oğlu dönüyorsa, Arda’dan göçüp giden
diğerleri de dönecek mi acaba? Ya Fëanor mücevhlerini geri almak için
dönmeyecek mi? Mandos’un Salonları’nda bekleyecek mi Morgoth tekrar çıkmışken?”
Herkes o anda sessiz kaldı. Belki yarın
hemen olmayacaktı ama Mandos’un dediklerine bakılırsa Gece Kapısı’nı kırmanın
bir yolunu bulacaktı Melkor… Bir şekilde özgür kalacaktı ve o gün geldiğinde
kopacak savaşın büyüklüğü Eönwë’yi bile ürkütüyor olmalıydı. Hatta ve hatta
Tulkas’ı bile. Mandos’un son sözleri herkesi bir daha dehşete düşürdü.
“Güneş ve Ay’a saldıracak karanlık olan.
Ölüler bir bir dönecek yurtlarından. Sadece İlkdoğanlar değil, Takipçiler de
izleyecek bu karanlık yolu. Ve Morgoth’un yüreğine saplayacak ölüm demirini,
Hurin’in oğlu.”
Valar sessizliğe gömülürken güneş sarayın
arkasında batıyordu ve Gandalf, Hüküm Dağı'nın patlamasından beri ilk defa
böyle bir umutsuzluk hissetti. Son kez Aman'a göz kırpan Ateşin Kalbi,
gökyüzünü kızıl bir renge boyadıktan sonra kayboldu.