10 Ağustos 2014 Pazar

Dagor Dagorath (Savaşların Savaşı) - Sekizinci Bölüm: Numenor Boruları

    Balrogların kanat çırpışları uzaklardan duyulabiliyordu. Öfkeleri tüm Ñoldor’un üzerine çökmek için geliyordu sanki. Maedhros amansızca kılıcını savurarak bir bir orkları biçerken bir elinde silmarili parlıyordu karanlığı dağıtmak istermişçesine. Ork başları etraflarına düşüyor, troller çığlık çağlılığa başka yönlere kaçışıyor, babası ve kardeşiyle karanlığın ordusuna cehennemi yaşatıyordu Maedhros.
    Kılıcını savurmaya devam ederek ilerledi üç Ñoldo. Maedhros hiç bu kadar iyi hissettiğini hatırlamıyordu daha önce. Hiç bu kadar mutlu olmamıştı sanki. Botları toprak zemini döverken ve kılıcı ölüm saçarken etrafına kan kokusu burnunun direklerini yakıyordu adeta. Birkaç doğulu insan başsız bir şekilde önüne doğru uzanırken Maglor da ustalıkla kılıcını savurarak ilerlemeye dikkat etti. Maedhros ona doğru baktığında tam solundan birinin geldiğini gördü ve bağırdı. “Dikkat et!”
    Maglor tam vaktinde kılıcını soluna doğru savurdu ve hamleyi savuşturdu. Orkun canını almasıysa bir göz kırpmasından bile kısa sürmüştü Maedhros’un. Fëanor’un en büyük oğlu kızıl saçları karanlığın altında rüzgarla savrulurken balrogların sıcaklığını buradan bile hissetti ve en az on tanesinin yakınlarına konduklarını gördü. Balrogların lordu kendini fazlasıyla belli ediyordu. Kara kılıcını savurduğunda pek çok Ñoldor etrafa dağıldı çığlıklar atarak. Fëanor silmarilini havaya kaldırdı ve o vakit kaldırdı. “Gelin buraya! Şimdi intikam vaktidir!” diye haykırdı. “Eru’nun gönlümde yaktığı ateşe ilk elden tanık olun!”
    Balroglar insan olsun, elf olsun, cüce olsun, ork olsun kim varsa önlerine katıp hiç ayrım yapmadan oraya buraya savururken Fëanor oğullarına baktı ve bir kahkaha attı. “Haydi oğullarım! İntikam vakti gelmedi mi?”
    Kılıcını havaya kaldırıp onlara doğru koşan Fëanor’un ardından baktı Maedhros ve Maglor, sonra da birbirlerine bakıp gülümsediler ve çok geçmeden babalarının ardından koştular. Gothmog pez bir sesle bağırıp kükrerken kılıcını savurdu ve Fëanor başarıyla kurtularak Balrogların lorduna doğru saldırıya geçti. Maedhros’un karşısına da bir balrog geçti ve Maglor’la sırt sırta verdiler, etraflarını balroglar sarmıştı. İşte o anda kısa bir boru öttü ve balroglardan biri yere yığılarak tozları kaldırı. Balrogun kanatlarının üstünde biri ve sırtında biri duruyordu. Gururla selam verdi Fingon ve Turgon Fëanor oğullarına. Başka bir balrog üzerlerine gelerken Maedhros ve Maglor da kahkaha attılar ve karışlarındaki balroglarla teke tek bir dövüşe giriştiler.
    Silmarilin ona kattığı gücü açıklayacak sözcük bulamıyordu Maedhros. Sanki yenilenmiş gibiydi. Çektiği tüm acıları unutmuş ama onların sağladığı yararlar kalmış gibi gözüküyordu. En güçlü olduğu anlarda bile bu kadar güçlü değildi. Belki de bunun silmariller alakası yoktu. Ailesiyle bir araya geldiği için mutluydu. Ñoldor tek yumruk, tek yürek olduğu için mutluydu. Silmariller tarafından affedildiği için mutluydu belki de. Kılıcını savurup balrogların kırbaçlarından ve kılıçlarından kaçarken içindeki biriken öfkeyi boşalttı adeta üzerlerine. Önce eğildi kılıç üzerine gelirken. Kılıç başının üzerinden geçip gitti, sonra bir diğer balrog yukarıdan savurdu kılıcını, bu sefer yana sıçradı Maedhros ve kılıç yeri titretti. Hızlı davranıp Balrogun koluna sıçradı ve hızla yukarı doğru koşarak boynuna kılıcını sokuverdi. Balrog acı içinde çığlıklar atarak yere düştüğünde Maedhros çoktan yere sıçramıştı ustalıkla ve Balroglara adeta meydan okuyarak bakıyordu artık. Sol eliyle kılıcını savurmaya alışıktı, bu yüzden sağ eliyle tutuyordu silmarili. Uzun zaman kılıcını tek elle savurmuştu ve iki eliyle savurduğu halinden çok daha amansızdı artık. Gerçekten de düşmanları onun şu an Thangorodrim’e zincirlendiği güne lanet ediyor olmalılardı. Yiğit Fingon kılıcıyla harikalar yaratırken, Gondolin Kralı Turgon Glamdring’ini cesurca savururken, Húrin baltasıyla ölüm saçarken ve Tuor onun ardında orklara ölümü tattırken diğer Balroga saldırdı Maedhros. Bu sefer kendinden daha bir emindi. Fëanor Gothmog’tan kaçınarak diğer Balrogları bir bir devirirken kahkahalar atıyordu Yıldızlar Altında Savaş’ta olduğu gibi. Ama o günkü gibi delice kahkahalar değildi bunlar. Fëanor’un savaş naralarıydı. Maedhros o an babasının içinde yanan ateşten nasibini aldığını için mutlu oldu ve fırtına gibi çullandılar kardeşiyle Balrogların üzerlerine. Silmarillerin kudreti ve Ñoldor’un becerisi birleştiğinde, uzaktan borular duyulduğunda on iki balrog cesedi tepe olmuş yatıyordu boylu boyunca ve Finwë’nin en büyük oğlu cesurca dövüşüyordu Gothmog’la. O sırada sağ taraftan iki balrog daha göründü ve savaştığı kişileri tanıdı Maedhros anında. Fingolfin, Finrod ve Gil-galad amansızca çarpışıyorlardı iki balrogla. Fingolfin bir tanesini tek başına cesurca oyalıyordu, derken bacağına hamle yaptı ve Morgoth’u bile yaralayan kılıcı Ringil Balroga çığlıklar attı, yere düşen Balrog Fingolfin’in kılıcının son kez tadına baktı. Fingolfin bu sefer yeğeni ve torununun imdadına koştu. Üçü birlikte dehşet saçtılar ve Balrog çok geçmeden cansız bir biçimde yere düşüverdi.
    Maedhros ve Maglor birbirlerine bakıp gülümsediler ve etraflarındaki orkları biçerek babalarına yardım etmek için hazırda beklediler. “Haydi Atar.” diye düşündü Maedhros. “Onu yenebilirsin.”
    Arkalarından bir kükreyiş duyduklarında ikisi de dondu kaldı ama hızlı düşünüp iki yana kaçıştılar ve toprak kolayca delinir ve küçük küçük taş parçaları etrafa saçılırken borular duyuldu doğudan. Herkes dikkat kesildi ve savaş o anlığına durduğunda tüm gözler doğuya çevrilmişti. Tepeden aşağı iniyordu Numenor sancakları. Çarşaf gibi yüzüyorlardı gökyüzünde. Yıldızışığı ejderhalarca kapatılmışken silmarillerin ışığı daha güçlüce parladı, Maedhros kutsal mücevhere baktı ve gülümsedi.

    Borular herbir yanı tir tir titretirken, Ñoldor beylerinden uzakta, Varda hüzünle baktı savaşın cereyan ettiği yere. Valier ister istemez savaşın gerisinde kalmıştı ve Varda tüm gücüyle yardım ediyordu çarpışan askerlere. Kederliydi kalbi. Şimdi koskoca Numenor orduları çıkıp gelmişti doğudan, kendilerine mezar olan Ölümsüzler Mağarası’ndan. Belki de son umutları gidivermişti böylece. Kim bilirdi...
    Yıldızlarını göreve çağırdı Varda, gözlerinden tek tük gözyaşları dökülürken.  Karanlık yenilecekse ışık şarttı, Morgoth Zamansız Boşluk’a atılacaksa ışıkla boğulmalıydı karanlık. Karanlık cömertti, sabırlıydı. Işık ne kadar güçlü parlarsa gölge de o kadar olurdu aslında. Belki de ışığın her zaferinde asıl kazanan karanlıktı… Ama karanlığın kalbinin derinliklerinde en büyük zayıflığı yatardı.
    Karanlığı yenmek için tek bir mum yeterliydi.
    Yıldızlar tüm güçleriyle parıldarken uzaktan silmarillerin ışığı gözlerine ilişti Varda’nın. Tüm güçleriyle parlarlarken üç Ñoldo da güçlüce savuruyorlardı kılıçlarını. Finwë’nin çocuklarının ruhları beyaz bir alev olmuş yanıyordu sanki. Ne karanlık, ne büyü, ne çatılmış kılıçlar; hiçbir şey geçemiyordu önlerine. Numenorlular hızla yaklaşırken borularının sesi daha da güçlüce duyuldu ve aralarında iki yüz metre kalana kadar yer titredi sanki.
    Varda dikkat kesildi oraya doğru. Her iyi askerin kalbinde bir karamsarlık olduğunu fark etmişti. İşte o sırada ordunun en önünde koşan birini fark etti Varda. Yanında Ar-Pharazon adıyla bilinen son Numenor kralı duruyordu, öbür yanında Tar-Aldarion kılıcını çekmiş haykırarak orduların üzerine koşuyordu. Bu tarafa gelmelerini bekliyordu Varda ama öyle olmamıştı. Çünkü iki Numenor kralının ortasında savaşa doğru cesurca koşan adam Elros’tu. Elros Tar-Minyatur… Numenor’un ilk kralı.
    Kalbine su serpildi adeta Varda’nın. Numenor ordusu yön değiştirerek karanlığın ordularının arka kısımlarına doğru ilerlemeye başladılar. O sırada Elros’un sesini işitti Varda. Kral, Valar’ın kendisini duyabileceğini umut ediyor olmalıydı. “Ey Dünyanın Güçleri!” diye seslendi Elros koşarken. “Numenorluların yaptığı hatayı affettirmek için buradayız! Yanınızda savaşmamıza müsaade var mıdır?”
    Varda gülerek baktı Manwë’ye doğru. Elinde upuzun kılıcıyla Güçlerin Savaşı’ndan bu yana savaşmayan Manwë Sulimo eşine doğru döndü ve gözgöze geldiler. Bu sefer Manwë’nin sesini duydu Varda. “Hoşgeldiniz.” dedi Manwë sadece. “Affedilmek isteyenler için daima bir af vardır.”
    Sonra durdu öylece ve savaş meydanı boyunca haykırdı. “Selam olsun Numenor’a! Korkmayın ey Arda’nın Özgür Halkları! Numenor’un ilk kralı Elros Tar-Minyatur bize yardım için geliyor! Ardında Tar-Calion ve diğer kutlu Numenor krallarıyla! Heyhat! Onları özlememiş miyiz?”

    Maedhros duyduklarına sevinerek kılıcını daha bir şevkle savurur oldu. Elros ve Elrond’a büyük bir sevgi beslerdi Maglor ve Maedhros, onlar büyütmüşlerdi ikisini de ve onları tekrar görmeyi gönülden arzuladı o an Maedhros. Fëanor o sırada kılıcını savurdu Gothmog’un kırbacından kaçınırken. Eline isabet eden kılıç yüzünden çığlık attı Gothmog ve nefretle savurdu kara kılıcını. Fëanor yana hızla sıçrayrak kılıçtan kurtuldu ve devasa Maia’ya cesurca saldırdı. Bacağına sapladı kılıcını ve hemen arkasına geçerek kılıçtan bir kez daha kurtuldu. Hemen ardından arkasına dönen Balrogların lordu bu sefer korkunç bir kükremeyle saldırdı ama Fëanor’un kılıcı her zaman olduğundan daha keskindi bugün. Maedhros ve Maglor neler olduğunu anlayamadan Gothmog acılar içinde yere çöktü ve pat diye bir ses çıkardı. Fëanor nefretle baktı Morgoth ve Tulkas’ın savaştığı yere. Morgoth’un Grond’u ondan uzakta sayılırdı ve Tulkas yerden yere fırlatıyordu Morgoth’u. Fëanor bu görüntüyle neşelendi ve Numenor’un masmavi denizinin karanlık ordunun arkada tarafına hızla akan şelale misali bindirdiğini fark etti. Ñoldor askerleriyle karşılaştıklarında sevinç nidalarıyla doldu her taraf, orkları temizleye temizleye ilerledi Numenor ve Ñoldor orduları. Maedhros ve Maglor son balrogla savaşırlarken kısa bir boru daha duyuldu arkalarında. Hemen ardından iki atlı belirdi birer yandan ve balrogun üstüne atlayıverdi atların binicileri. Kılıçlarını Balrogun yüzüne saplayarak acı içinde bağırıp düşmesine sebep oldular ve Balrog tam da Maedhros ve Maglor’un önünde yere adeta saplandı. Maedhros ve Maglor iki adamın da birbirlerine benzediğini fark ettiler.
    “Selam olsun ey Fëanor oğulları!” dediler aynı anda. Maedhros ve Maglor gülümsedikten sonra selamlarına karşılık verdiler: “Selam olsun ey Eärendil oğulları!”
    Elros ve Elrond gülümseyerek Balrogun üzerinden yere atladılar ve savaşın çılgınlığı oraları biraz olsun terk etmiş oldu. Sevinçle kucaklaştıktan sonra fazla oyalanmadan orkları temizlemeye devam etmek için koşarak orkların yoğun olduğu bölgelere doğru gitmeye başladılar. Fëanor kılıcını savurdu ileri doğru. “Şimdi ilerleyin Ilûvatar Çocukları!” diye haykırdı. Sesi herkesin yüreğini titretti ve silmariller ışıklarıya cevap verdiler bu bağırışa. “Morgoth’un kellesi düşmeden kılıçlarınızı indirmeyin!”
    İşte o anda bir fırtına aldı başını gitti. Fëanor’un sözlerini desteklercesine rüzgar kıyafetlerini ve saçlarını savurdu. Maedhros babasının yanında koşarken arkalarında bıraktıkları Balrog cesetlerini düşünerek gururlandı ve Ñoldor’un bir araya gelmiş gücünün nelere kadir olduğunu böylece herkesin görmüş olduğunu düşündü.

    Son kez bağırdı Maedhros, “ÑOLDOR İÇİN! ÑOLDOR İÇİN!” diye ve ardındaki Yüce Elfler onun bağırışlarına eşlik etti. Silmarillerin ışığı kanla ıslanan gecenin karanlığını ışıklarıyla selamladı ve durgun gökyüzü adeta düşen savaşçılar için ağıt yakarak yağmuru indirdi üzerlerine. Savaş neredeyse bitmek üzereydi artık.


7 Ağustos 2014 Perşembe

Dagor Dagorath (Savaşların Savaşı) - Yedinci Bölüm: Savaş Başlıyor

    Gökyüzünde ejderhaların alevleriyle aydınlanıyordu Valinor Düzlükleri. Silmaril’ini sanki hala daha Fëanor’a vermemiş gibi savaşıyordu Eärendil ve ardındaki kartal ordusu. “Yüce Eru aşkına.” dediğini duydu Eönwë bir askerin. “O kadar kalabalıklar ki yıldızları göremiyorum.” Ne kadar kalabalık oldukları zaman zaman salınan ejderha alevleriyle belli oluyordu ancak. Maiar’ın her biri kılıcını ya da hangi silahını kullanıyorsa onu kaldırdı, önlerinde heybetle bekleyen Valar’a baktılar sabırla ve savaşın ne zaman başlayacağını merak ederek beklemeye devam ettiler teyakkuz içinde. Henüz bir emir gelmemişti. Gözleri gökyüzüne bakıyordu hepsinin Tulkas hariç. O Melkor’a bakıyordu öfke içinde. Melkor, ya da Fëanor’un ona verdiği isimle Morgoth, da gökyüzündeki hizmetkarlarını izliyordu. Çok geçmeden başını indirdi ve Tulkas’la bakıştılar. Tulkas yumruklarını sıktığı vakit, Morgoth Eönwë’den tarafa da baktı. Eönwë kılıcını göstererek gülümsedi ve bir bakıma meydan okudu. Gazap Savaşı’ndan sonra Morgoth’u zincirleyen bizzat Eönwë’ydi ne de olsa. Morgoth sadece nefret dolu bakışlarla cevap verdi ve elini havaya kaldırdı. O anda Arien’in gözyaşartan çığlıklarını duydu Eönwë, daha fazla yerinde durabileceğinden emin değildi ki o anda efendisi Manwë’nin sesi duyuldu kulaklarında. “Şimdi!”
    Çıkan sesi kelimelerle tarif etmek mümkün değildi. Önce borular duyuldu. Her çeşit elf, insan, cüce borusu çınladı düzlüklerde. Her bir yanda yankılandılar tüm güçleriyle. Deliler gibi üfleniyordu borular. İşte o anda kılıcını kaldırdı Eönwë ve ileri doğru salladı. Bağıran, haykıran, çıldırmış gibi ileri doğru atılan ordunun sesi Orta-Dünya’nın en doğusundan bile duyulmuş olmalıydı. Ayak sesleri, bağrışmalar, sallanan zırhların gürültüsü ve içlerinde yanan ateşle ileri atıldı iyilerin ordusu. En önde Tulkas, karanlıklar efendisine doğru koşmaya başlamıştı. Eönwë de yanına kadar geldi hafif ayaklarıyla. Tulkas’ın öbür tarafında Túrin Turambar vardı ve yıldızların ışığının altındaki Gurthang’ıyla beraber koşuyordu. İleride de orklar koşmaya başladılar. Morgoth’un da onlarla beraber koşuyor olmasına şaşırmıştı Eönwë ama dikkatinin dağılmasına izin vermedi. Balrogları kanatlanıp Ñoldor’un beylerine doğru uçarken şaşırmadığını fark etti Eönwë. Kesilecek bir hesapları vardı ne de olsa.
    En sonunda ordular karşı karşıya geldiklerinde Tulkas atılıverdi Melkor’un üzerine. Melkor Grond’uğunu savurduğunda başarıyla kaçınan Tulkas devasa silahtan ve Melkor’un boynuna yapışarak sertçe ittireverdi arkasından orkların üzerine. İşte o sırada Eönwë üzerine gelen kılıcı fark etti ve eğilerek kurtuldu. Kılıcı savuranın Sauron olduğunu fark etmesi uzun sürmedi. “Mairon.”
    “Seni tekrar görmek güzel Eönwë.”
    “Bakıyorum da dizlerin üzerine çökmüyorsun bu defa.” dedi Eönwë ileri atılırken. Sauron kendi kılıcını koydu önüne ve Eönwë’nin güçlü darbesini engelledi ama kılıçlar hala birbirlerine kenetliydi ve Eönwë tüm gücüyle bastırıyordu. “Özürler dilemeni beklerdim senden.” Zevkle Sauron’un sinirlenmesini izledi ve Yüzüklerin Efendisi geri kaçınarak etrafında döndü ve bir darbe daha indirdi. Eönwë kolaylıkla savuşturdu hamlesini ve ciddileşti. Savaş etraflarında tüm hızıyla devam eder, orklar, elfler, insanlar, cüceler bir bir çığlıklarla can verirken üzerine gelen iki orku biçti Eönwë. Arkasından gelip önüne geçen bir atlı da Sauron’un kılıcının tadına baktı ve at kişneyerek yere çullanıverdi. Eönwë tekrar Sauron’a saldırdı ve kılıçları etraflarına dehşet saçarken düello etti iki Maia. Belki de Maiar’ın en kudretlileri bu ikisiydi. Çok da uzakta olmayan bir yerden Olórin’in bağırışını duydu Eönwë ve karşısında ona benzeyen bir ak büyücü daha gördü. İki Istar dehşet içinde savaşırlarken etraflarına hiçbir canlı yaklaşamıyordu.
    Sauron öfkeyle üzerlerine atılırken tüm savaş alanı Arien’in çığlıklarıyla sarsıldı bir kez daha. Eönwë, yüzüne bakılamayacak bir öfkeyle atıldı Sauron’un üzerine. Yüzüklerin Efendisi kılıcını kendine siper edemeden kolu ve omzu boylu boyunca çizildi ve acı içinde haykırdı. “Arien’in çığlıklarının bedelini ödeyeceksiniz!” diye gürledi Maiar’ın en kudretlisi. Rüzgarlar daha bir kudretli esmeye başlamıştı etrafında. Karanlık yüzünün bir parçası olmuştu sanki, yıldızların ışıklarıyla  güç buluyor gibiydi ve tabii ki intikamın içinde yaktığı o harlanmış alevle. Kılıcı parladı masmavi ve bir büyü patlayıverdi oracıkta. Sauron elini siper etti kendine ve karşı bir büyü savurdu. Havada çarpıştı iki büyü ve dağıttılar birbirlerini. Sauron ayağa kalktığında tekrar büyü yapmaya başladı ve alev fırtınası misali etrafında büyüyen alevler hücum ettiler Eönwë’ye. Eönwë o sırada bir büyü fısıldadı ve takla atarak kurtuldu alevlerden. Boştaki elini havaya kaldırarak hazırladığı büyüyle saldırdı Sauron’a. Mavi bir ışık misali havada ilerledi büyü ve Sauron’un kılıcına çarparak dağıldı.
    O anda Sauron karşısında Eönwë’yi buldu, kılıcını savurdu hızla ve geri çekilmek zorunda kaldı Sauron. O sırada Eönwë’nin arkasındaki bir kralla göz göze geldiler. Onu tanımıştı Sauron. Bir zamanların Cadı-kralı, şimdi iyilerle at sürüyordu. Göz göze geldiler. Sauron ona çok fazla dikkat edemeyeceğini biliyordu, Eönwë önündeyken. Maiar’ın en kudretlisini alt edebilirse, Er Murazor’la da ilgilenecekti.
    Güçlü bir hamlesini karşıladı Eönwë’nin ve bir kez daha büyü yapmaya çalıştı ama Eönwë pek yakınındaydı ve Manwë’nin ulağının omzunun üstünden Er Murazor’un gülümsediğini gördü Sauron, bu onu daha da sinirlendirmişti.
    Yıldız ışığı daha kasvetli bir hal alırken Sauron zor duruma düştüğünün farkındaydı ama Eönwë’nin kudreti karşısında duramıyordu.
    Eönwë, Tulkas ve Morgoth’un tüm güçleriyle bir cehennem kapanı oluşturdukları yere baktı gözucuyla. Valar’ın şampiyonu kahkahalar atarak dövüşüyordu Melkor’la. Melkor Güçler Savaşı’na göre on kat daha iyi dövüşüyordu, güçleri denkti sanki ama Tulkas’ın keyfine diyecek yoktu elbette. Dövüş onun düğünüydü sanki.
    Yıldızlardan çığlıklar yükselirken ve zaman zaman kartallar, zaman zaman ejderhalar gürültüyle savaş alanına dönerken savaştı iyilerin ve kötülerin orduları. Sauron ve Eönwë’nin ölümcül düelloları adeta savaşın tam ortasındaki bir fırtına gibi esmeye devam ederken hiç bitmeyecek olan gece sarmalıyordu etraflarını. Etraflarına kimse yaklaşmaya cesaret edemiyordu. Herbir yanda atlar kişniyor, orklar çığlıklar atıyor, özgür halklardan birer birer varlıklar toprağı öpüyorlardı. Kimi zaman bir kırbacın şaklaması duyuluyor, kan kokusu her yanı sarıyordu. Kan kokusu duymaktan bıkmıştı artık Eönwë. Daha önce hiç bu kadar kan kokladığını hatırlamıyordu. Meşalelerin ışığı altında düello etmeye devam etti Sauron’la. Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu ama kollarında hala güç vardı, en azından Morgoth’un yenildiğini görmeden düşmeyecekti kılıcı yere.
    Sauron ayağa kalkmaya çalıştı son gücüyle. Bir büyü daha yaptı ama Eönwë bundan da kurtuldu ve Sauron ayağa kalktığında saldırdı ona.
    Yıldızların ışığı en sonunda çok daha kuvvetle parıldadıklarında uzaklardan bir ses duyuldu. Ne büyücülüğe ne savaşa kulak asıyordu ses, hayaletler denizinin çok yukarısında kanla süslenen geceyi selamlıyordu. Borular, borular, borular! Valinor Düzlükleri boyunca yankılandılar. Donuk sesleri herbir kulağa gitmiş, gözler doğuya dönmüş, kalakalmıştı öylece.
    Ve Numenor, sonunda gelmişti. Sancakları gökyüzünde Manwë’nin rüzgarlarıyla bir dansa başlarken atıların gürültüsü ve savaş naralarıyla doldu her taraf. Sauron gülümsedi bu defa. “Bak kimler gelmiş.” dedi kılıçları birbirlerine kenetliyken. Eönwë sinirle parmaklarını sıktırdı kılıcının kabzasının etrafındaki. Masmavi bir deniz üzerlerine ölüm kusmak için gelirken Sauron’la olan ölüm danslarına noktayı koymanın vakti artık gelmişti. Kılıcını bastırdı ve Sauron’u geriletti. Sauron alevler saçarken etrafına Eönwë kılıcını havada savurarak üzerine atıldı ve o kadar sert savurdu ki kılıcını, derler ki savaş o anlığına durmuş ve Morgoth ve Tulkas’ın gözleri bile ikisinin olduğu yere bakmıştı. Sauron’un kılıcı elinden düşerken ağzından kanlar fışkırdı ve Eönwë soğuk çeliği daha da böğrüne bastırdı Sauron’un. “Ve böylece düşüyor Yüzüklerin Efendisi bir kez daha. Heyhat! Elveda karanlıklar efendisi, elveda!”

    Eönwë kıpkırmızı olmuş kılıcını çıkardığında Sauron yere düştü cansız bir şekilde ve Maiar’ın en kudretlisi önce derin bir nefes aldı ve Yüzüklerin Efendisi’ne baktı. Sessizleşti her yer bir anda. Kulağı tek bir sesi işitmez oldu Eönwë’nin. Ne gülmüştü, ne de kalbi ferahlamıştı. Sadece oralarda bir yerlerde Arien’in gülümsediğini umabiliyordu. “Huzur içinde ol Arien.” dedi gökyüzüne bakarak, gözlerinden bir damla yaş akarak yanağını ıslattı ve toprak zemine düştü. “Bu senin içindi.”


4 Ağustos 2014 Pazartesi

Dagor Dagorath (Savaşların Savaşı) - Altıncı Bölüm: Yüzüklerin Efendisi

Altıncı Bölüm: Yüzüklerin Efendisi

    Valinor Düzlükleri önlerinde uzanırken ve orklar canla başla kamplarını kurmaya çalışırken İlk Çağ’ın Karanlıklar Efendisi tepede ayakta duruyor ve sadece gökyüzüne bakıyordu. Sauron onun planlar yaptığını düşünüyordu. Tek farkı bu defa Angband’da ya Utumno’daki gibi karanlıklar içindeki bir odada kara tahtında oturmuyor, karanlık bir gökyüzünün altında ayakta duruyordu. Ama bu sefer bunu sorun edeceğini sanmıyordu Sauron. Değişmişti Melkor Bauglir, hem de olabileceğinin en iyi halindeydi şu an. Üstadını yalnız bırakıp kamp yerlerini denetlemek için ayrıldı onun yanından Sauron. Bedenine uzun zamandır sahip değildi. Numenor batıp gittiğinden beri. Hatta ruhuna bile sahip değildi belki de Yüzük’ü yok edildiğinden bu yana.
    Ork ordularının artçıları girdi ilk önce görüş açısına. Efendisinin elflerden işkencelerle yarattığı iğrenç ve acınası varlıklardı ama sayılarını ancak milyonlarla ifade etmek mümkündü. Sadece orklara güvenmiyorlardı elbette. Sauron buradan bile ejderhaların atası Glaurung’u görebiliyordu. Heybetle yürüyordu ordunun arasında. Balroglar ateş çemberleri misali ordunun en uçlarında duruyor ve adeta gözcülük yapıyorlardı. Kara Ancalagon çok yükseklerde uçuyor, yanındaki ejderhalarıyla beraber sanki efendilerini korumak istermişçesine daire çizerek uçuyorlardı. Yıldızlara yakın uçuyor olmalıydı Ancalagon, büyüklüğünü ayırt etmek buradan bile mümkün olsa da çok uzaktaydı. Diğer ejderhalar ordunun sağ tarafındaki genişlikte dinleniyorlardı. Üçüncü Çağ’da yaşayan iki ejderhayı ayırt etmişti Sauron’un gözleri. Biri Rohan’a cehennem olan Scatha, bir diğeri Erebor’un felaketi Smaug. Kızıl renkleriyle yıldız ışığının altında düzlükler boyunca uzanmışlardı boylu boylu boyunca. Ah ne kadar da kudretli gözüküyordu karanlığın ordusu. Işığın geri kalanını yutmak istermişçesine güçlü görünüyorlardı. İlk Çağ orkları nispeten kuvvetliydi, üstelik Sauron’un ve Saruman’ın da urukları vardı. Troller vardı ve daha nice çeşit korkunç güçte yaratık. Kurtlar vardı, vampirler… Balroglar ve ejderhalar ordunun sadece ağır toplarıydı ve yaratacakları dehşeti düşündükçe Saruon intikam duygusuyla yanıp tutuşuyordu.
    Adım adım ilerledi ordu boyunca. Orklar kah selam veriyor, kah yerlere kadar eğiliyorlardı Yüzüklerin Efendisi’nin karşısında. Sadık nazgûllarının olmamasına üzülüyordu elbette ama Khamûl buralardaydı. O korkutucu siyah gölge halinde olmasa, doğunun insanları Melkor’un yanlarındaki yerlerini almışlardı. Smaug’a doğru gitti Sauron. Ejderhanın yeri titreterek heybetle doğrulduğunu gördü. Göz göze geldiler. Smaug heybetle baktı. Keskin gözleri, mavi bir alev olmuş yanıyordu. “Selam olsun Yüzüklerin Efendisi’ne.”
    “Ve selam olsun Erebor’un felaketine.” diye karşılık verdi Sauron. “Eski heybetinde olduğunu görmek güzel.” Ejderha fazla hareket etmedi ve hafifçe güldü. Ama bu hafif gülüş bile yerin titremesine sebep oluyordu.
    “Ama sen eskisi kadar korkutucu görünmüyorsun.”
    Başıyla tepeyi işaret etti Sauron. “Efendimiz etrafteyken o biraz zor.”
    “Haklısın elbette.” dedi ejderha. “Erebor’dayken benimle iletişim kurmanı bekledim.”
    “Biliyorum.” diye itiraf etti Üçüncü Çağ’ın karanlıklar efendisi. “Gücümü toplamam gerekiyordu. Ama daha tam toplayamadan Ak Divan’ın müdahelesiyle karşılaştım, ki sen de oklanmışsın.”
    Sinirle gerildi kanatları Smaug’un. “Kara ufak bir okun beni öldürebileceğini kim bilebilirdi ki?”
    “Ufak bir buçukluğun beni yenebileceğine kim inanırdı asıl?” diye karşılık verdi Sauron. İronik bir andı elbette. “Şimdi intikam vakti.”
    Smaug parlak gözleriyle orduya göz gezdirdi. “Kudretli bir liderin eşliğinde, kudretli bir ordu… Kibirlenmenin anlamı yok ama ateşimizin karşısında durabileceklerini sanmıyorum.”
    “Göreceğiz.” dedi Sauron. “Milyonların karşısında durabilecek bir orduları var mı göreceğiz.”
    Sauron onun yanından ayrıldı ve ordunun arasında dolaşmaya devam etti. Kamp ateşlerinin arasında, yıldız ışığının altında, pis kokuların ve derin bir korku ve nefretin içinden yürüdü Sauron. Bağırış çağırış içinde, zamanın kumlarının arasında dolaşıyordu sanki Sauron. Lanetler ediyordu başına gelenlere. Gondor’un insanlarına, Valar’a, buçukluklara, Gandalf’a ve yenilmesinde rol oynayan herkese. Ork kokuları arasında ve troll bağırışlarının içinde Saruman’ı buldu. Ak büyücü Üçüncü Çağ’ın bininci yılından beri benimsediği görünümündeydi tekrar. Saruman hafifçe eğildi Sauron’un önünde. “Bir emir var mı?”
    Başını iki yana salladı Sauron. “Valar sessiz. On beşi birden.” diye yanıt verdi Sauron. “Sanki düşünceleriyle konuşuyorlar. Daha önce yaptıkları gibi.” Kadim Günler’e dair anılar geldi akıllarına. İkisi de Aulë’nin Maia’sıydı zamanında. Sauron en baştan beri Melkor’un hizmetindeydi elbette. Gizliden de olsa. Taa Ainur müziğini icra ederken Eru’nun yanıbaşında, Melkor’un ezgisine kulak vermişti Mairon adını taşırken daha. Onun ezgisinin etkisinde kalmıştı. En baştan beri amacı orada hayal ettiklerini gerçekleştirebilmekti. En başta bunu o ezginin yaratıcısıyla beraber yapabileceğini düşünmüştü ama Valar engel olmuştu. Eönwë tüm gücüyle gelmişti batıdan. Sonra bunu kendi başına yapmayı denemişti. Valar’ın bir Vala olmadığı için ona müdahele etmeyeceğini düşünerek. En fazla beş büyücüyü yollamışlardı. Birini kendi safına çekmişti. Biri kendiliğinden ağaçlarla, ormanlarla ilgilenmeye başlamıştı, ki tahminen Yavanna onu sadece o görev için yollamıştı, diğer ikisi de doğuda kaybolmuş ve başarısız olmuşlardı. Başarılı olan tek bir tanesi olmuştu.
    “Manwë tahtından inecek denir bu günle ilgili.” dedi Saruman. Sauron’la beraber durdular yan yana ve ordularına göz gezdirdiler. “Tulkas ejderha alevinin tadına bakarken Melkor’la güreşebilecek mi bakalım.” diye ekledi Sauron düşüncelere dalmış gibiydi. “Manwë de pişman olacaktır indiğinden tahtına. Onu Boşluk’ta süzülürken göreceğim an için sabırsızlanıyorum.”
    “Hepimiz sabırsızlanıyoruz.” diye katıldı ona Saruman.
    Sauron pelerinin savurarak ileri adım attığında. “Katıl bana dostum.”
    Saruman başını salladı ve peşine düştü. “Eski birkaç dostu tekrar görmek üzücü olacak.”
    “Onları tekrar öldürmek diyorsun herhalde.”
    “Olabilir.” dedi Saruman yanlarından orklar koştururken. O kadar aceleleri vardı ki iki Maia’yı fark etmemişlerdi bile. Saruman dikkatle baktı Sauron’a. “Seni bu halde görmeyeli ne kadar oldu?”
    “Ağaçlar yok edildiğinden beri sanırım.” dedi Sauron. “Gerçi ondan önce de ben efendimizi bekliyordum Angband’da.”
    “Sonra çığlığını duydunuz.”
    Başını salladı Sauron. “Balrogların uçuşu görülmeye değerdi… Ve geri döndüğünde Melkor’un öfkesi. Silmariller elini yakıyordu ama avcunu bir an için açmamıştı. Sonra tacının yapım emrini verdi. Bizzat ben yaptım demirden tacını. Elbette silmarillere dokunmadım, zaten cüret de edemezdim ama eğilerek sundum ona ve eline aldığında silmarillere uygun bir taç olduğunu söyledi. Sonra birer birer yerleştirdi ve tacının ucuna taktı. Kara tahtına oturdu ardından. O kadar karanlığın, kasvetin içinde parlıyordu silmariller. İnanması güçtü Fëanor’un işlerinin şu an elimizde olması. Nasıl da delirmiştir kim bilir. Efendimiz kara tahtında otururken, etrafındaki karanlık delinmişti böylece ama Angband kötülüğünden en ufak bir şey kaybetmemişti. O kasveti hala yorucuydu, karanlığı hala boğucuydu. Glaurung tahtı başında duruyor, bizzat Melkor Bauglir’in elinden et yiyordu. Tahtın çevresi dev metal sütunlarla, türlü türlü işkence aletleriyle ve karanlıkla çevriliydi. Silmarille oluşturduğu tezatı görmeliydin Curumo. Ainur’un Müziği’nde bile öylesine bir şey görmedim ben.”
    Ancalagon’un kanat seslerini hatırladı Sauron o an. Neden bu anının aklına geldiğini düşünürken sesi gerçekten işittiğini fark etti ve devasa ejderhanın yüzlerce yıldızı kapatarak Melkor’un yakınlarına bir yerlere indiğini gördü. Gece kadar karanlıktı Ancalagon. Yıldızları kapatmasa görünmez bile olabilirdi bulutların ardından, onu ele veren teş şey parlak gözleri olurdu. Göz bebekleri kum saatine benzer şekilde kızıl kızıl parlıyordu. Devasa kanatları Melkor’u yutacakmış gibi görünüyordu. Melkor ona dönmedi, düşünceleriyle hizmetkarlarına emir verebiliyordu, şu an onunla konuştuğuna emindi Sauron, efendisini azıcık tanıyorsa. Kara Ancalagon çok fazla durmadan, devasa bir fırtına çıkararak havalandı ve kanat sesleri duyulmaz hale gelene dek yükseldi gökyüzünde. Hemen ardından boşlukta dinlenen Smaug da yeri titretti ve fırtınayı bu sefer ters taraftan estirerek o da yükseldi ejderhaların en kudretlisine doğru.
    Savaş görkemli olacaktı. Şu ana değin görülmüş en büyük savaş. Valinor’un yerle bir olacağına kuşkusu yoktu Sauron’un. Ama savaş o kadar büyüktü ki, ne bir taktik, ne bir strateji, hiçbir şey işe yaramazdı. Her şey askerlerde bitiyordu. En çok kimin ayakta kalacağına bağlıydı savaşın sonucu. Komutanların ne kadar iyi liderler olduklarına, ne kadar iyi cesaret verdiklerine bakıyordu her şey. Ya da orkların efendilerinden ne kadar korktuklarına…
   Yüzük’ü olmasa da kudretli hissediyordu kendini Sauron. Çünkü efendisi sayesinde güçleniyordu ve o da  hiç olmadığı kadar kudertliydi belki de. Kadim Günler’de yaptığı gibi dağları oyacak kadar hem de.

    Hemen ardından Sauron zihninde bir ses işitti. “Hazırlanın.” dedi Melkor’un zihninden yankılanan sesi. “Vakit geldi, Yüzüklerin Efendisi.”