İkinci Bölüm: Ateş Yağmuru
Sauron zaferinin hemen ardından geride on
beş bine yakın orku Mouth of Sauron’un hizmetinde bırakarak hiç vakit
kaybetmeden elli bine yakın orku ve sekiz Yüzüktayfı’yla beraber Minas Tirith’e
ilerledi. Osgiliath boştu, ıssızdı ve sanki taşlar, binalar bile Sauron’un
varlığını hissetmişçesine solmuştu. Kapkaranlık bir bulut onlara eşlik ediyor,
gecenin karanlığı sonsuza kadar devam edecekmiş gibi bir his veriyordu.
Minas Tirith gözler önüne girdi, hala
savaşın kalıntıları Pelennor Çayırları’nda Cadı-kral’la beraber yatıyor
olmalıydı. Ork orduları efendilerinin gerisinde, gururla ve korkuyla
yürürlerken, Pelennor Çayırları’ndaki her bi ot teker teker soldu sanki.
Orkların adımları her gürlediğinde Çayırlar boyunca, büyük bir karanlık dalgası
sanki onlara eşlik etti. Güneşin yavaş yavaş batıp yerini uzun gölgelere
bırakması gibi ilerledi Morgoth’un hizmetkarı, arındaki lejyonlarıyla. Her
adımlarında Muhafız Kulesi daha da yaklaştı ve adımları her atıldığında Sauron
zaferine elini daha da çok uzattı.
Minas Tirith’in cümlekapısı Cadı-kral’ın
büyüsü ve Grond’un darbesiyle paramparçaydı hala. Yerine derme çatma bir şeyler
dikmeye çalışmış olsalar da Karanlık Lord sadece gülebilirdi hazırlanan savunma
için. İşte o an Pelennor Çayırları Savaşı’nın tam bir mağlubiyet olmadığını
fark etti. Gondor’un nasıl da düşüşe yaklaştığını görüp sevinç duydu. Kalede ne
kadar askerin ya da kimlerin kaldığını bilmiyordu.
Ama karşısında durabilecek kimse yoktu.
Duramadılar da.
Sauron’un o saldırıyla ilgili hatırladığı
şeyler azdı. Düşen insan cesetlerini hatırlıyordu. Dehşetle bakan gözbebekleri.
Bolca kan... Bolca çığlık... Kaçışan askerler hatırlıyordu, Sauron’u gördükleri
için delirmenin eşiğine gelenlerden arkasına bile bakmadan koşanlara kadar.
Karanlıklar Efendisi kimseye acımadı, kimseye merhamet göstermedi. Tek tek
canını aldı gördüğü bütün insanların; bütün, kendisine özgür diyen varlığın.
Hepsi Sauron’un kölesiydi. Canları ona aitti.
Ak Ağaç’ın yakılmasının emrini verdiğinde
hala canlı olan esirlerden bir feryat yükseldi. Acıyla haykırdılar, orkların
elinden kurtulmak için didindiler, savaştılar, mücadele ettiler. Sauron onları
umursamadı bile. Isildur’un bundan binlerce sene önce çaldığı fidenin
yanışından zevk duyuyordu sadece. Yanan ağacın kokusu buram buram etrafa
yayılıyor, ateşin alacalı görüntüsü tüm bahçeyi sarmaya başlıyordu. Sauron
artık sıkıldığını fark ettiğinde, komutanlarından birine emir verdi, sesini çok
yükseltme gereği duymamıştı: “Her şeyi yakın.”
Arkasına dönüp merdivenlere doğru yürürken
kaçmaya çalışanlar olduğunu haber aldı ve derhal peşlerine düşmesi gerektiğini
anladı. Kaçanların çoğu soylulardı. Vekilharç’ın yaşayan tek oğlu Faramir ve
Rohan Kralı’nın kız kardeşi, Éowyn... Onların kaçmasına müsaade edemezdi.
Derhal arkasına yeterli sayıda ork alarak
orklarının verdiği bilgilere göre peşlerine düştü. Batıya doğru gitmişlerdi ve
Sauron’un düşündüğüne göre kuzeye dönüp Gri Limanlar’a doğru ilerleyeceklerdi.
Beyaz Dağları takip ettiler. Önden gönderdiği ork birlikleri yakından takip
ediyor ama kesinlikle saldırmıyordu. Sauron onların her hareketini biliyordu.
Isen Nehri’ne geldiklerinde iki kola
ayrıldılar. Bir kısım Gri Limanlar’a doğru yöneldi, diğer kısım ise kuzeydoğu
taraflarına döndü. Sauron doğuya gidenleri umursamadı. Çünkü batıya gidenlerin
ne yapmaya çalıştığını biliyordu. Oradaki Elflerle bağlantı kuracaklardı ve
Valar’dan yardım isteyeceklerdi. Gemiyapımcısı Cirdan’ın çabucak bir gemi
hazırlatacağına kuşkusu yoktu. Ah onun kanını bıçağında görmeyi çok istiyordu.
Zaman hızla akıp geçerken Gri Limanlar
kuzeyde görünüre girdi ve Sauron gülümsedi.
Güneş ışıl ışıldı ileride ama kara bulutlar
onları takip ediyordu. Üstelik bulutların gelip gelmemesi de pek mühim değildi,
ardındaki yüzlerce ork normal orklar değildi, “Uruk”tu onlar; güneşi umursamaz,
korku nedir bilmezlerdi.
Saruman’ın ordusunu hatırladı bir an için.
Kendi uruk melezlerini oluşturmuş ve kuvvetli bir ordu kurmuştu, birkaç bin
insan tarafından yenilmesi talihsizlikti elbette. Gri Limanlar’ın uzun kuleleri
ve güneşin ışığının haşmeti önlerine çıktığında Sauron birliklerini durdurdu ve
ormanların içine girerek yollarını biraz uzattılar. Elflerin baktıklarında
kendilerini görebileceğini biliyordu ama ne kadar az dikkat çekseler o kadar
iyiydi.
Ağaçların arasında ilerleyerek yaklaştı
orklar, sessiz kalmaya çok uğraşmadılar ama aşırı bir gürültü de olmadı. Sanki
tüm Orta-Dünya, Sauron’un karanlığını kabullenmiş bir edayla kasvetle doluydu.
Bu da Sauron’u daha bir güçlü yapıyor, orkları da onun iradesiyle daha kuvvetli
oluyordu.
Gri Limanlar’da onları Cirdan’ın
önderliğinde bine yakın Elf karşıladı.
Orta-Dünya’nın en yaşlı Elf’i, kısa
sakallarıyla en önde durmuştu, kırmızı yakutlarla bezeli bir kabzası olan
kılıcını çekmiş, serbestçe tutuyordu. Diğer eli de boştaydı ve yumruğu
sıkılıydı. Yüzü biraz sert, biraz endişeli bakıyordu. Arkasındaki Elfler sarı
zırhlara bürünmüş, kararlı gözlere gözlerle üzerlerine çökecek olan karanlığı
seyrediyorlardı. Sauron da yüzlerce orkunun önünde durdu ve bir elini
kaldırarak onlara durmalarını işaret etti. Uruk-hai anında olduğu yerde durdu.
Adımlar aynı anda sona erdi. Gri Limanlar’a böylelikle düşen sessizlik tam
anlamıyla mükemmeldi.
“Gemiyapımcısı Cirdan... Uzun zaman oldu.”
“Sauron...” dedi Cirdan iğrenerek.
“Buralara geleceğini düşünmemiştim.” Adeta nefret saçmıştı gözleri, Karanlıklar
Efendisi’nin adını anarken. Sauron kendisinden nefret edilmesinden haz duydu
çünkü o da Cirdan’dan en az onun kendisinden ettiği kadar nefret ediyordu.
“Tüm Orta-Dünya benim toprağım.” dedi
Sauron kalın sesiyle. Miğferini bir kez daha çıkardı. Gandalf’a gösterdiği
nezaketi Cirdan’a da gösterecekti. “Topraklarımı ziyaret etmem bu kadar tuhaf
mı?”
“Dön arkanı ve git!” diye haykırdı Cirdan.
“Burada yerin yok Morgoth’un uşağı!”
“Ah sevgili dostum.” dedi Sauron sırıtarak.
Başını sallayarak turuncu saçlarının saçılmasını sağladı ve gözlerine düşen
kısmı arkaya attı. “Elfler ilk uyandığından beri ayaktasın ve kullandığın dile
bir bak, sana hiç yakışıyor mu?”
“Binlerce yıl önce buraya girmeye
çalıştığında seni nasıl kovduğumu hatırlıyor musun?” diye sordu Cirdan.
Yüzündeki öfkede bir değişim olmamıştı. Korkusunu gizlemeye çalışıyordu. “Yüce
Kral Gil-galad’la nasıl kapımızdan kovulduğunu?”
Sauron başını salladı iki yana. “Hayır,
benim tek hatırladığım Gil-galad’ın Dagorlad’da yatan cansız bedeni ve tek
hatırlayacağım da senin Gri Limanlar’da yatan cansız bedenin olacak.”
O an Sauron artık sohbeti fazla uzatmamak
gerektiğini düşündü. Cirdan şehrin bu kadar önüne asker çıkarıp savunma
avantajını hiçe saydıysa zaman kazanmaya ve gemilerin gittiğini gizlemeye
çalışıyor olmalıydı. Sauron’un kaybedecek zamanı yoktu. Miğferini giydiğinde,
Cirdan’ın diyecek bir şeyi varsa da artık söylemeyeceğini biliyordu. Buraya
hayatını feda etmeye gelmişti, Sauron da pekala sunulan kurbanı kabul eden
cömert tanrı rolünü oynayabilirdi.
Ordularına emir verdiğinde orkları ileri
atıldılar ve Cirdan ile Sauron’u ölümcül danslarında yalnız bıraktılar. Cirdan
arkasında birkaç Elf’le beraber Sauron’a hücüm ettiyse de Sauron onlara
acımadı, sadece Cirdan ölümcül darbeden kaçınabildi ve diğer yoldaşlarının
düşüşünü seyretti.
Gri Limanlar’a da böylece çöktü karanlık.
Gemiyapımcısı Cirdan esir edildi ve bir grup ork tarafından derhal Mordor’a
götürülmeye başlandı. Sauron ise orkları arkasında çarpışmaya devam ederken derhal
limana doğru haraket etti birkaç ork ile birlikte.
Cirdan’ın alımlı gemileri yola çıkmaya
hazırdı, yedi gemi vardı ve birkaç tanesi çoktan iskeleyi terk etmişti,
diğerleri de Sauron’u gördüklerinden dolayı hızlandılar ve iskeleleri terk
ettiler. Suya adım attıkları için sevinmeye başladıklarında Sauron onlara güldü
içinden. Tek Yüzük’ün gücünü hala hafife alıyorlardı.
Gemiler, güzel yelkenleri rüzgara kapılmış
hareket etmeye başlarken, orklar iskelelere doğru koştular. Son gemi de
ayrıldığında gemilerde bir sevinç tufanı koptu, ama bir gözleri hala iskeleye
doğru bakıyordu ve Karanlıklar Efendisi suya iyice yaklaşıp öylece ayakta durdu
ve gemileri seyretti. Biraz daha sevinmelerine, umutla dolmalarına izin verdi.
Her geçen an gemideki Elfler Sauron’un bir şey yapmasını bekler bir halde
seyrettiler. Gürzünü beline asan Sauron çok kısa bir an daha onlara bakmaya devam
etti. Bazılarının gözlerinin içine kadar baktı. Bir Maia olmanın verdiği
kudretle onun da görüşü iyiydi. Elflerin de kara miğferinin ardındaki gözlerine
bakmalarına izin verdi. Ve işte o sırada kollarını havaya kaldırdı ve Yüzük,
yeni yeni çöken karanlığın arasında ışıl ışıl parladı.
Çok geçmeden gökyüzünü sanki yıldırımlar
deldi ve bulutlar toplanıp ateş kustular gemilerin üzerine. Sauron tepelerine
ateş ve kaya yağdırmaya başladı. İlk ayrılan gemi kıç kısmından büyük hasar
alsa da pruvasını kurtardığı için ateş yağmurundan kurtuldu ve yoluna
ilerlemeye devam etti. Diğer gemiler ise o kadar şanslı değillerdi. Yelkenleri
alev aldı, tahtaları cayır cayır yanmaya başladı ve Sauron gemidekilerin
feryatlarını büyük bir zevkle dinlerken orkları kahkaha atmaya başladı.
En uçtaki kaçan gemiye baktı Sauron, aldığı
hasarı gördüğü için çok ileriye gidemeyeceğini anladı ve ne yaparsa yapsın
artık ulaşamayacağı bir yerdeydi. Gemi zaten dökülüyor gibiydi, bir kısmı
alevler altındaydı ve tahtalar sanki geminin her yanından dökülüyordu.
Diğer gemiler bir bir yanıp denizin dibini
boyladılar ve hiçbir Elf sağ çıkmadı.
Sağ kurtulan gemi ne yapıp edip o hasarına
rağmen dakikalar boyunca ilerlemeyi başardı ama içindeki Elflerin daha ileriye
gitme umudu yoktu, gemiyi karaya yanaştıramazlardı, çünkü başka gemileri
kalmadığı gibi kıyı şeridinde ilerleyen orkları görmemek mümkün değildi.
Böylece körfezden biraz açılıp kendilerini unutturup belki güneyde karaya
çıkabileceklerinin planını yaptılar ama Sauron’un laneti peşlerini bırakmadı.
Nimthôl adlı genç Elf yıkık dökük olan
gemisine bakarak hüzünlendi ve limanlar az az karşılarıda küçülürken ve
Sauron’un lanetli gözü onları izlerken Orta-Dünya kıyılarında göz gezdirdi.
Gwânfair adlı güzeller güzeli sevgilisi ellerinden tuttu sıkı sıkı ve kendisine
bakması için elleriyle çenesini kendisine. Sarı saçları denizin rüzgarıyla
oynaşırken Nimthôl ona baktı ve gülümsemek için kendini zorladı. “Bundan
kurtulacağız.” dedi ona bakarak. Bir elini yanaklarına götürdü ve okşadı. “Bunu
biliyorsun.”
“Valar’ın ışığı bizimle.” dedi Gwânfair
kafasını çevirip batıya baktığında. “Biliyorum.” Ona güven veren bir bakış
belirdi yüzünde.
Yaralıydı ikisi de. Ateş yağmuru onlar için
pahalıya patlamıştı ve ikisinin de canı yansa da birbirlerine belli
etmiyorlardı.
Ancak kötü bulutlar peşlerini bırakmıyordu
ve Sauron’un lanetli büyüsü anlaşılan yanlarından ayrılmayacaktı. Bir yıldırım
daha çaktı ve gemi isabet aldı, tekrar başlayan yangın Elfleri daha da çok
korkuttu ve tekrar söndürme çabalarına girişmeye başladılar ama alevleri artık
durduramıyorlardı.
Sauron’un büyüsüyle zehirlenmişlerdi sanki
ve gemideki alevler her yanı kapladı.
Alevlerden kaçınmaya çalıştılar Gwânfair ve
Nimthôl, en son alevler ayaklarına kadar gelip gemide gidecek başka yer
kalmadığında pruvanın tepesine çıkıp geminin ucuna kadar gittiler. İşte o an
Gwânfair, dengesini kaybetti ve sırt üstü denize düştü. Nimthôl arkasından
bağırdı ve hızlı tepki vererek balıklama o da suya daldı.
Gwânfair sırtüstü denizde batarken ve kanı
denizin derin sularına karışırken o kısa anda gemiyi ve alevleri gördü sadece.
Her şey bitmiş miydi gerçekten de? Batıya gidemeyecekler miydi? Orta-Dünya’yı
Sauron’un karanlığına mı terk edeceklerdi? Daha da derinlere sürüklendikçe daha
çok bıraktı kendii denize Gwânfair, daha çok denizin oldu. Kanı daha çok
karıştı denize ve etrafı daha kızıl oldu. Geminin alt kısmı gittikçe küçülürken
canının daha az yandığını hissediyordu sanki. Bir anda başka bir karaltı girdi
görüntüye ve sevdiği adamın yüzünü seçebildi hayal meyal. Onu tutmaya çalıştı,
başardı da. Kolundan tutup yukarı doğru yüzmeye başlayacaktı ki, yüzü bıçak
saplanmış gibi acıyla doldu. Gözleri kapandı ve Gwânfair’in kolunu tutan eli
gevşedi ve yavaşça serbest bıraktı. O da sürüklenmeye başladı başıboş bir
şekilde. Gwânfair acı bir şekilde çığlık atmaya çalıştı denizin içinde. Ama
başaramadı... Çığlıklar yükselmedi ağzından. Gözyaşlarının akıp akmadığını
bilmiyordu ama kandan gözyaşı dökeceğine emindi.
Kalbine hançer saplanmış gibi oldu. Ölümü
kabullenmeye daha da hazırdı artık.
O an denizi mavi değil koyu bir kızıl
olarak gördü, tüm umutları Orta-Dünya’nın üzerine çöken gölge misali söndü...
...ve Ossë dalgaların içindeki derin uykusundan
uyanmış gibi, gözlerini açtı.
Notlar:
1- Uruklar en başta Saruman
tarafından değil Sauron tarafından yaratılmışlardır. Saruman’ın Uruklarında
daha farklı bir yöntem kullanılmıştır sadece.
2- Uruk-hai: Uruk-hai tam
kelime anlamı olarak “Ork Halkı” anlamına gelmektedir. Uruk ork demektir. O
yüzden “Uruk-hai anında olduğu yerde durdu.” ifadesi kullanılmıştır.
3- Nimthôl Sindarin’de Beyazmiğfer
anlamına gelir.
4- Gwânfair Sindarin’de Güzel-elli
demektir.