29 Haziran 2015 Pazartesi

Gölge ve Dalgaların Savaşı - İkinci Bölüm: Ateş Yağmuru

İkinci Bölüm: Ateş Yağmuru

    Sauron zaferinin hemen ardından geride on beş bine yakın orku Mouth of Sauron’un hizmetinde bırakarak hiç vakit kaybetmeden elli bine yakın orku ve sekiz Yüzüktayfı’yla beraber Minas Tirith’e ilerledi. Osgiliath boştu, ıssızdı ve sanki taşlar, binalar bile Sauron’un varlığını hissetmişçesine solmuştu. Kapkaranlık bir bulut onlara eşlik ediyor, gecenin karanlığı sonsuza kadar devam edecekmiş gibi bir his veriyordu.
    Minas Tirith gözler önüne girdi, hala savaşın kalıntıları Pelennor Çayırları’nda Cadı-kral’la beraber yatıyor olmalıydı. Ork orduları efendilerinin gerisinde, gururla ve korkuyla yürürlerken, Pelennor Çayırları’ndaki her bi ot teker teker soldu sanki. Orkların adımları her gürlediğinde Çayırlar boyunca, büyük bir karanlık dalgası sanki onlara eşlik etti. Güneşin yavaş yavaş batıp yerini uzun gölgelere bırakması gibi ilerledi Morgoth’un hizmetkarı, arındaki lejyonlarıyla. Her adımlarında Muhafız Kulesi daha da yaklaştı ve adımları her atıldığında Sauron zaferine elini daha da çok uzattı.
    Minas Tirith’in cümlekapısı Cadı-kral’ın büyüsü ve Grond’un darbesiyle paramparçaydı hala. Yerine derme çatma bir şeyler dikmeye çalışmış olsalar da Karanlık Lord sadece gülebilirdi hazırlanan savunma için. İşte o an Pelennor Çayırları Savaşı’nın tam bir mağlubiyet olmadığını fark etti. Gondor’un nasıl da düşüşe yaklaştığını görüp sevinç duydu. Kalede ne kadar askerin ya da kimlerin kaldığını bilmiyordu.
    Ama karşısında durabilecek kimse yoktu.
    Duramadılar da.
    Sauron’un o saldırıyla ilgili hatırladığı şeyler azdı. Düşen insan cesetlerini hatırlıyordu. Dehşetle bakan gözbebekleri. Bolca kan... Bolca çığlık... Kaçışan askerler hatırlıyordu, Sauron’u gördükleri için delirmenin eşiğine gelenlerden arkasına bile bakmadan koşanlara kadar. Karanlıklar Efendisi kimseye acımadı, kimseye merhamet göstermedi. Tek tek canını aldı gördüğü bütün insanların; bütün, kendisine özgür diyen varlığın. Hepsi Sauron’un kölesiydi. Canları ona aitti.
     Ak Ağaç’ın yakılmasının emrini verdiğinde hala canlı olan esirlerden bir feryat yükseldi. Acıyla haykırdılar, orkların elinden kurtulmak için didindiler, savaştılar, mücadele ettiler. Sauron onları umursamadı bile. Isildur’un bundan binlerce sene önce çaldığı fidenin yanışından zevk duyuyordu sadece. Yanan ağacın kokusu buram buram etrafa yayılıyor, ateşin alacalı görüntüsü tüm bahçeyi sarmaya başlıyordu. Sauron artık sıkıldığını fark ettiğinde, komutanlarından birine emir verdi, sesini çok yükseltme gereği duymamıştı: “Her şeyi yakın.”
    Arkasına dönüp merdivenlere doğru yürürken kaçmaya çalışanlar olduğunu haber aldı ve derhal peşlerine düşmesi gerektiğini anladı. Kaçanların çoğu soylulardı. Vekilharç’ın yaşayan tek oğlu Faramir ve Rohan Kralı’nın kız kardeşi, Éowyn... Onların kaçmasına müsaade edemezdi.
    Derhal arkasına yeterli sayıda ork alarak orklarının verdiği bilgilere göre peşlerine düştü. Batıya doğru gitmişlerdi ve Sauron’un düşündüğüne göre kuzeye dönüp Gri Limanlar’a doğru ilerleyeceklerdi. Beyaz Dağları takip ettiler. Önden gönderdiği ork birlikleri yakından takip ediyor ama kesinlikle saldırmıyordu. Sauron onların her hareketini biliyordu.
    Isen Nehri’ne geldiklerinde iki kola ayrıldılar. Bir kısım Gri Limanlar’a doğru yöneldi, diğer kısım ise kuzeydoğu taraflarına döndü. Sauron doğuya gidenleri umursamadı. Çünkü batıya gidenlerin ne yapmaya çalıştığını biliyordu. Oradaki Elflerle bağlantı kuracaklardı ve Valar’dan yardım isteyeceklerdi. Gemiyapımcısı Cirdan’ın çabucak bir gemi hazırlatacağına kuşkusu yoktu. Ah onun kanını bıçağında görmeyi çok istiyordu.
    Zaman hızla akıp geçerken Gri Limanlar kuzeyde görünüre girdi ve Sauron gülümsedi.
    Güneş ışıl ışıldı ileride ama kara bulutlar onları takip ediyordu. Üstelik bulutların gelip gelmemesi de pek mühim değildi, ardındaki yüzlerce ork normal orklar değildi, “Uruk”tu onlar; güneşi umursamaz, korku nedir bilmezlerdi.
    Saruman’ın ordusunu hatırladı bir an için. Kendi uruk melezlerini oluşturmuş ve kuvvetli bir ordu kurmuştu, birkaç bin insan tarafından yenilmesi talihsizlikti elbette. Gri Limanlar’ın uzun kuleleri ve güneşin ışığının haşmeti önlerine çıktığında Sauron birliklerini durdurdu ve ormanların içine girerek yollarını biraz uzattılar. Elflerin baktıklarında kendilerini görebileceğini biliyordu ama ne kadar az dikkat çekseler o kadar iyiydi.
    Ağaçların arasında ilerleyerek yaklaştı orklar, sessiz kalmaya çok uğraşmadılar ama aşırı bir gürültü de olmadı. Sanki tüm Orta-Dünya, Sauron’un karanlığını kabullenmiş bir edayla kasvetle doluydu. Bu da Sauron’u daha bir güçlü yapıyor, orkları da onun iradesiyle daha kuvvetli oluyordu.
    Gri Limanlar’da onları Cirdan’ın önderliğinde bine yakın Elf karşıladı.
    Orta-Dünya’nın en yaşlı Elf’i, kısa sakallarıyla en önde durmuştu, kırmızı yakutlarla bezeli bir kabzası olan kılıcını çekmiş, serbestçe tutuyordu. Diğer eli de boştaydı ve yumruğu sıkılıydı. Yüzü biraz sert, biraz endişeli bakıyordu. Arkasındaki Elfler sarı zırhlara bürünmüş, kararlı gözlere gözlerle üzerlerine çökecek olan karanlığı seyrediyorlardı. Sauron da yüzlerce orkunun önünde durdu ve bir elini kaldırarak onlara durmalarını işaret etti. Uruk-hai anında olduğu yerde durdu. Adımlar aynı anda sona erdi. Gri Limanlar’a böylelikle düşen sessizlik tam anlamıyla mükemmeldi.
    “Gemiyapımcısı Cirdan... Uzun zaman oldu.”
    “Sauron...” dedi Cirdan iğrenerek. “Buralara geleceğini düşünmemiştim.” Adeta nefret saçmıştı gözleri, Karanlıklar Efendisi’nin adını anarken. Sauron kendisinden nefret edilmesinden haz duydu çünkü o da Cirdan’dan en az onun kendisinden ettiği kadar nefret ediyordu.
    “Tüm Orta-Dünya benim toprağım.” dedi Sauron kalın sesiyle. Miğferini bir kez daha çıkardı. Gandalf’a gösterdiği nezaketi Cirdan’a da gösterecekti. “Topraklarımı ziyaret etmem bu kadar tuhaf mı?”
    “Dön arkanı ve git!” diye haykırdı Cirdan. “Burada yerin yok Morgoth’un uşağı!”
    “Ah sevgili dostum.” dedi Sauron sırıtarak. Başını sallayarak turuncu saçlarının saçılmasını sağladı ve gözlerine düşen kısmı arkaya attı. “Elfler ilk uyandığından beri ayaktasın ve kullandığın dile bir bak, sana hiç yakışıyor mu?”
    “Binlerce yıl önce buraya girmeye çalıştığında seni nasıl kovduğumu hatırlıyor musun?” diye sordu Cirdan. Yüzündeki öfkede bir değişim olmamıştı. Korkusunu gizlemeye çalışıyordu. “Yüce Kral Gil-galad’la nasıl kapımızdan kovulduğunu?”
    Sauron başını salladı iki yana. “Hayır, benim tek hatırladığım Gil-galad’ın Dagorlad’da yatan cansız bedeni ve tek hatırlayacağım da senin Gri Limanlar’da yatan cansız bedenin olacak.”
    O an Sauron artık sohbeti fazla uzatmamak gerektiğini düşündü. Cirdan şehrin bu kadar önüne asker çıkarıp savunma avantajını hiçe saydıysa zaman kazanmaya ve gemilerin gittiğini gizlemeye çalışıyor olmalıydı. Sauron’un kaybedecek zamanı yoktu. Miğferini giydiğinde, Cirdan’ın diyecek bir şeyi varsa da artık söylemeyeceğini biliyordu. Buraya hayatını feda etmeye gelmişti, Sauron da pekala sunulan kurbanı kabul eden cömert tanrı rolünü oynayabilirdi.
    Ordularına emir verdiğinde orkları ileri atıldılar ve Cirdan ile Sauron’u ölümcül danslarında yalnız bıraktılar. Cirdan arkasında birkaç Elf’le beraber Sauron’a hücüm ettiyse de Sauron onlara acımadı, sadece Cirdan ölümcül darbeden kaçınabildi ve diğer yoldaşlarının düşüşünü seyretti.
    Gri Limanlar’a da böylece çöktü karanlık. Gemiyapımcısı Cirdan esir edildi ve bir grup ork tarafından derhal Mordor’a götürülmeye başlandı. Sauron ise orkları arkasında çarpışmaya devam ederken derhal limana doğru haraket etti birkaç ork ile birlikte.
    Cirdan’ın alımlı gemileri yola çıkmaya hazırdı, yedi gemi vardı ve birkaç tanesi çoktan iskeleyi terk etmişti, diğerleri de Sauron’u gördüklerinden dolayı hızlandılar ve iskeleleri terk ettiler. Suya adım attıkları için sevinmeye başladıklarında Sauron onlara güldü içinden. Tek Yüzük’ün gücünü hala hafife alıyorlardı.
    Gemiler, güzel yelkenleri rüzgara kapılmış hareket etmeye başlarken, orklar iskelelere doğru koştular. Son gemi de ayrıldığında gemilerde bir sevinç tufanı koptu, ama bir gözleri hala iskeleye doğru bakıyordu ve Karanlıklar Efendisi suya iyice yaklaşıp öylece ayakta durdu ve gemileri seyretti. Biraz daha sevinmelerine, umutla dolmalarına izin verdi. Her geçen an gemideki Elfler Sauron’un bir şey yapmasını bekler bir halde seyrettiler. Gürzünü beline asan Sauron çok kısa bir an daha onlara bakmaya devam etti. Bazılarının gözlerinin içine kadar baktı. Bir Maia olmanın verdiği kudretle onun da görüşü iyiydi. Elflerin de kara miğferinin ardındaki gözlerine bakmalarına izin verdi. Ve işte o sırada kollarını havaya kaldırdı ve Yüzük, yeni yeni çöken karanlığın arasında ışıl ışıl parladı.
    Çok geçmeden gökyüzünü sanki yıldırımlar deldi ve bulutlar toplanıp ateş kustular gemilerin üzerine. Sauron tepelerine ateş ve kaya yağdırmaya başladı. İlk ayrılan gemi kıç kısmından büyük hasar alsa da pruvasını kurtardığı için ateş yağmurundan kurtuldu ve yoluna ilerlemeye devam etti. Diğer gemiler ise o kadar şanslı değillerdi. Yelkenleri alev aldı, tahtaları cayır cayır yanmaya başladı ve Sauron gemidekilerin feryatlarını büyük bir zevkle dinlerken orkları kahkaha atmaya başladı.
    En uçtaki kaçan gemiye baktı Sauron, aldığı hasarı gördüğü için çok ileriye gidemeyeceğini anladı ve ne yaparsa yapsın artık ulaşamayacağı bir yerdeydi. Gemi zaten dökülüyor gibiydi, bir kısmı alevler altındaydı ve tahtalar sanki geminin her yanından dökülüyordu.
    Diğer gemiler bir bir yanıp denizin dibini boyladılar ve hiçbir Elf sağ çıkmadı.
    Sağ kurtulan gemi ne yapıp edip o hasarına rağmen dakikalar boyunca ilerlemeyi başardı ama içindeki Elflerin daha ileriye gitme umudu yoktu, gemiyi karaya yanaştıramazlardı, çünkü başka gemileri kalmadığı gibi kıyı şeridinde ilerleyen orkları görmemek mümkün değildi. Böylece körfezden biraz açılıp kendilerini unutturup belki güneyde karaya çıkabileceklerinin planını yaptılar ama Sauron’un laneti peşlerini bırakmadı.
    Nimthôl adlı genç Elf yıkık dökük olan gemisine bakarak hüzünlendi ve limanlar az az karşılarıda küçülürken ve Sauron’un lanetli gözü onları izlerken Orta-Dünya kıyılarında göz gezdirdi. Gwânfair adlı güzeller güzeli sevgilisi ellerinden tuttu sıkı sıkı ve kendisine bakması için elleriyle çenesini kendisine. Sarı saçları denizin rüzgarıyla oynaşırken Nimthôl ona baktı ve gülümsemek için kendini zorladı. “Bundan kurtulacağız.” dedi ona bakarak. Bir elini yanaklarına götürdü ve okşadı. “Bunu biliyorsun.”
    “Valar’ın ışığı bizimle.” dedi Gwânfair kafasını çevirip batıya baktığında. “Biliyorum.” Ona güven veren bir bakış belirdi yüzünde.
    Yaralıydı ikisi de. Ateş yağmuru onlar için pahalıya patlamıştı ve ikisinin de canı yansa da birbirlerine belli etmiyorlardı.
    Ancak kötü bulutlar peşlerini bırakmıyordu ve Sauron’un lanetli büyüsü anlaşılan yanlarından ayrılmayacaktı. Bir yıldırım daha çaktı ve gemi isabet aldı, tekrar başlayan yangın Elfleri daha da çok korkuttu ve tekrar söndürme çabalarına girişmeye başladılar ama alevleri artık durduramıyorlardı.
    Sauron’un büyüsüyle zehirlenmişlerdi sanki ve gemideki alevler her yanı kapladı.
    Alevlerden kaçınmaya çalıştılar Gwânfair ve Nimthôl, en son alevler ayaklarına kadar gelip gemide gidecek başka yer kalmadığında pruvanın tepesine çıkıp geminin ucuna kadar gittiler. İşte o an Gwânfair, dengesini kaybetti ve sırt üstü denize düştü. Nimthôl arkasından bağırdı ve hızlı tepki vererek balıklama o da suya daldı.
    Gwânfair sırtüstü denizde batarken ve kanı denizin derin sularına karışırken o kısa anda gemiyi ve alevleri gördü sadece. Her şey bitmiş miydi gerçekten de? Batıya gidemeyecekler miydi? Orta-Dünya’yı Sauron’un karanlığına mı terk edeceklerdi? Daha da derinlere sürüklendikçe daha çok bıraktı kendii denize Gwânfair, daha çok denizin oldu. Kanı daha çok karıştı denize ve etrafı daha kızıl oldu. Geminin alt kısmı gittikçe küçülürken canının daha az yandığını hissediyordu sanki. Bir anda başka bir karaltı girdi görüntüye ve sevdiği adamın yüzünü seçebildi hayal meyal. Onu tutmaya çalıştı, başardı da. Kolundan tutup yukarı doğru yüzmeye başlayacaktı ki, yüzü bıçak saplanmış gibi acıyla doldu. Gözleri kapandı ve Gwânfair’in kolunu tutan eli gevşedi ve yavaşça serbest bıraktı. O da sürüklenmeye başladı başıboş bir şekilde. Gwânfair acı bir şekilde çığlık atmaya çalıştı denizin içinde. Ama başaramadı... Çığlıklar yükselmedi ağzından. Gözyaşlarının akıp akmadığını bilmiyordu ama kandan gözyaşı dökeceğine emindi.
    Kalbine hançer saplanmış gibi oldu. Ölümü kabullenmeye daha da hazırdı artık.
    O an denizi mavi değil koyu bir kızıl olarak gördü, tüm umutları Orta-Dünya’nın üzerine çöken gölge misali söndü...
    ...ve Ossë dalgaların içindeki derin uykusundan uyanmış gibi, gözlerini açtı.


Notlar:

1- Uruklar en başta Saruman tarafından değil Sauron tarafından yaratılmışlardır. Saruman’ın Uruklarında daha farklı bir yöntem kullanılmıştır sadece.
2- Uruk-hai: Uruk-hai tam kelime anlamı olarak “Ork Halkı” anlamına gelmektedir. Uruk ork demektir. O yüzden “Uruk-hai anında olduğu yerde durdu.” ifadesi kullanılmıştır.
3- Nimthôl Sindarin’de Beyazmiğfer anlamına gelir.

4- Gwânfair Sindarin’de Güzel-elli demektir.


27 Haziran 2015 Cumartesi

Gölge ve Dalgaların Savaşı - Birinci Bölüm: Gölge'nin Zaferi

Birinci Bölüm: Gölgenin Zaferi

Bir anda karanlık sardı etrafı. Khamul'un çığlının eşliğinde lavlar yükseliyordu Kıyamet Dağı'nın içerisinde, savaşın çığlıkları buraya kadar geliyor, karanlık iyice çöküyordu geceye. Tek Yüzük yeni Nazgul Efendisi'nin ellerinde, Frodo ve Samwise'ın cansız bedenlerinin üzerinden dışarı doğru çıkıyordu. Yüzüktayfı felbeast'ine atlayıp Barad-dur'a doğru uçmaya başladı. Hobbitlerin cansız bedeninin yanında tuhaf şekilli bir yaratık hüzünlü gözlerle uçan fellbeast'i izliyordu.

Nazgul tüm hızıyla uçtu Kıyamet Dağı'ndan Barad-dur'a doğru. Efendisinin emirlerini duyabiliyordu zihninde. Mordor’un her türlü boğuculuğunun arasından sıyrıldı ve tüm hızıyla uçtu. Karanlık Kule'nin girişinde fellbeast'inden indi ve hızla efendisinin ruhunun olduğu taht odasına doğru yürüdü. Tek Yüzük elinde ışıl ışıl parlıyor, adeta tüm parıltısına rağmen karanlık etrafında güçleniyordu. Yüzük, efendisine yaklaştığının farkında olmalıydı. Karanlık odaya girip dizlerinin üzerine çöktü Nazgul efendisi ve Tek Yüzük'ü havaya doğru kaldırdı. Sauron'un karanlık ruhu Yüzük'ün etrafında toplandı ve karanlık Yüzük'ü havaya kaldırırken efendisinden gelen bir emirle derhal geri çekildi Khamul. Karanlık fısıltılar eşliğinde efendisinin ruhunun Tek Yüzük'ün etrafında şekillendiği gördü ve çok geçmeden Yüzüklerin Efendisi Sauron Mairon, bir zamanların Annatar'ı, tekrar bedenleşmiş haliyle kapkaranlık bir şekilde bekledi. Derhal zırhının getirilmesini emretti.

Hizmetkarları zırhları getirirken ve kartallar ork orduları üzerinde gezinip dehşet saçarken Sauron Khamul'a derhal savaşa dönmesini emretti ve zırhını kuşandı.

Barad-dur'da bekleyen yüz askeriyle birlikte o da hizmetkarının peşinden gitti ve ihtişamlı zırhıyla birlikte Son İttifak'taki halinden farkı olmadığının bilincinde olarak, devasa miğferinin ardında gülümsedi. Karanlık onu sarmaladı ve Mordor daha da bir karanlığa gömüldü. Göklerin ardında görünen o tek yıldız bile zehirli bulutların arına saklandı ve Sauron’un ayak sesleri Gorgoroth boyunca yankılandı.

Kara Kapı’nın ardında da karanlık hakimdi, orklarının oluşturduğu karanlığın ortasında ışığın son hüzmeleri de parlıyordu. Karanlıklar Efendisi adım adım yürüdü savaşın kalbine doğru. Orklar arkalarında dönüp baktıklarında ve efendilerini gördüklerinde şaşkınlıkta oldukları yerde kalakaldılar. O an fırtına sustu ve bir kapının kapatılması gibi tüm rüzgarlar durdu sanki.

Orklar titriyordu, İnsanlar ise daha çok. Batı’nın İnsanları sanki batı rüzgarına kapılan yapraklar gibiydi. Üzerlerine Anduin’in en soğuk suları dökülmüş gibi görünüyorlardı. Sauron zırhının izin verdiği ölçüde bir hızla ve tüm korkutculuğuyla yürüdü onlara doğru. Olórin kılıcı Glamdring’i sıkı sıkı kavramış onu bekliyordu. Gözlerinden süzülen birkaç yaş vardı. Yanında Elessar dedikleri Aragorn duruyor, arkasından bir elf ve bir cüce adım adım yaklaşıyorlardı.

“Çok sevgili Hobbitleriniz öldü.” dedi Sauron, tok ve kalın bir sesle. Etrafa öyle bir sessizlik çökmüştü ki, Sauron’un sözcükleri Gondor’a kadar bile ulaşmış olabilirdi. Sauron miğferini çıkardı ve turuncuya çalan parlak saçlarını ortaya döktü ve en sinsi gülümsemelerinden birini bahşetti. “Orta-Dünya’nın tek hakimi artık benim. Hepiniz burada öleceksiniz.”

“Sauron...” diyebildi Gandalf. “Neler olacağını biliyorsun, eğer şimdi teslim olmazsan.”

“Ya neler olacakmış yaşlı bunak? Görünüşün beni iğrendiriyor. Dönüşecek daha iğrenç bir yaşlı bulamadın mı Olórin?” Sauron gürzünü yere doğru serbest bıraktı ama tutmaya devam etti. Miğferi de diğer elinde duruyordu. Gandalf dehşetli bir ifadeyle ona bakmayı sürdürüp devam etti:

“Batı’dan gelecekler Sauron, efendin için geldikleri gibi.” Glamdring’i tekditkar bir şekilde tuttu. Sözleri havada asılı kalmışken, Sauron dudaklarının sadece bir tarafını kaldırarak gülümsedi.

“Ben Yüzük’ümü geri almadan gelmeleri gerekirdi. Ne kadar da yazık oldu.” Miğferini geri taktı, konuşma vaktinin artık bittiğini düşünüyordu. Son sözleri İnsanlar’ın arasında olduğu gibi orkların arasında da dehşet uyandırdı: “Hepiniz öldürmeden önce senden almam gereken bir şey var sevgili Olórin. Güzeller güzeli Narya’yı ortaya çıkarmanın vakti gelmedi mi?”

O an yerle gök birbirine girdi ve orkların çığlıkları Nazgûllarınkine karıştı. Sauron büyük bir hızla orklarıyla beraber İnsanlar’ın üzerine çullandı ve Gandalf Glamdring’iyle savaş pozisyonu aldı. Ancak ona biraz yaklaşmışken Sauron durdu. Ellerini kaldırdı ve Gandalf acı içinde bağırdı.

O sırada ise savaş etraflarında tüm gücüyle cereyan etmeye devam ediyordu. Kılıçların şıngırtısı, İnsanların ve orkların çığlıklarının yarattığı karmakarışık bir cümbüş ve yayılan korkunun kokusu etraflarını sarıyordu.

Sauron çok yavaş adımlarla Gandalf’a doğru yürümeye başladı. Gandalf çektiği acıdan dolayı Glamdring’i düşürdü. Parmağındaki Yüzük parlamaya başlamıştı. Ah Narya, diye düşündü Sauron. Onu eline almanın hayaliyle tutuştu. Bu sefer o kadar yakındı ki...

Gandalf’ın zihnine uzandı. Büyücünün parlak zihnine karanlık olarak yayılmaya başladı. Onu ele geçirmeyi deniyordu. Tüm benliğini. Eğer yapabilirse onu ölüler diyarına yollayacak ve ordan geri getirecekti. Elbette bu Eru Ilúvatar’ın daha önceki müdahalesi gibi olmayacak Gandalf bir tayf olarak yükselecekti. Ama beklediği gibi olmadı. Gandalf’ın zihni karanlığa direndi, anlaşılan cüceler gibi o da teslim olmayacaktı.

Öyleyse yapılacak tek bir şey kalıyor, diye düşündü Karanlık Lord. Yüzük’ü geri almak.

Khmaul’a seslendi zihniyle, Gandalf zor durumdayken ona saldırmasını emretti. Khamul emre itaat etti ve derhal felbeast’iyle üstadının yakınlarına kadar konup aşağı indi. Korkunç çığlığıyla birlikte büyücüye hamle yaptı ve bıçağıyla onu karnından yaraladı. Gandalf acı içinde yere düştü ve adını haykıran pek çok ses duyuldu: “GANDALF!”

Sauron seslere kulak asmadı ve üzerine doğru gelen Elf, Cüce ve arkasındaki sekiz-dokuz İnsan’a gürzünü savurdu, Tek Yüzük güçlüce parladı ve önüne gelen İnsan’a çarpmasının etkisiyle büyüsü yayılarak diğerlerini de etkiledi ve hepsi metrelerce öteye uçtular.  Hiç kimse ona saldırmaya cüret edemezken eğildi yere doğru Sauron, karanlık miğferinin ardından yerde kıvranan büyücüye baktı. Yüzündeki dehşet ifadesi her şeyi anlatıyordu. “Bakalım Eru bu defa seni geri yollayacak mı? Kaybettin, büyücü. Orta-Dünya artık benim, sadece benim! Karşımda kimse duramayacak!” Khamul’dan Morgul Bıçağı’nı aldı ve kalbine sapladı ve parmağından Narya’yı çıkardı. “GANDALF!” diye bir nida onu takip etti ve Elessar ileri atılarak Sauron’a saldırmaya çalıştı. Sauron gürzünü kendine savunma olarak kaldırdı ve Elendil’in kılıcı gürze çarparak tiz bir ses yarattı.

“Elessar.” dedi Sauron. Gülümsese de miğferinin ardından bu belli olmuyordu. Aragorn herhangi bir karşılık vermedi. Böylece ona saldırmaya başladı, Sauron’sa sadece eğleniyordu onunla, dansına ayak uydurdu ve bir bir İnsanlar düşerken Aragorn’a, sarı saçlı taze Rohan Kralı Éomer de katıldı. Sauron, Göz’üyle hepsini görmüştü, hepsini biliyor ve tanıyordu.

Artık sıkıldığını fark ettiğinde elleriyle bir şok dalgası meydana getirdi ve ikisi de şaşkınlıkla geri doğru çekildiler. “Narsil bu defa seni kurtaramayacak.” dedi. “Kimse seni kurtaramayacak.” Ve gürzü bir kez daha ileri atılırken Tek Yüzük tüm gücüyle parıl parıl parladı, efendisine döndüğü için mutluydu ve tüm güç potansiyelini sergiliyordu adeta.

Gürz yıldırım gibi indi Aragorn’un üzerine. Sanki Tulkas’ın yumruğunu yemiş gibi uçtu geriye metrelerce, büyünün etkisiyle Éomer de ona katıldı ve birkaç Rohanlı ve Gondorlu daha. Sauron az ötede iki Hobbit’in cesedini daha gördü ve savaşın neredeyse bittiğini fark etti.


Çember daraldı ve İnsanlar’ın dünyası o gün, oracıkta çöküverdi. Gölge zaferini ilan etti ve Orta-Dünya’nın elinden son ışık da böylece koparılıp alınmış oldu.