Dördündü Bölüm: Taurë-nuin-Giliath
Sessizlik ormanda yayılırken, ağaçlar
yıldız ışığına geçit vermeye başladı ve toprakla beraber tüm çimen ve çiçekler
maviye boyandı. Çıplak ayaklarıyla yumuşak toprağın üzerinde ilerleyen biri
vardı. Dingin ve sessizdi. Sessizliğin keyfini çıkarmaya çalışıyordu ama
kafasında çok fazla şey dönüyordu. Endişeliydi çoğunlukla, ruhu nefes almayı
deniyor ama başaramıyordu. Canı derin bir şekilde yanıyor ama kalbindeki gölge
bir türlü kalkmıyordu.
Gölgeler uzanıyordu her bir taraftan, sanki
herbiri onu yakalamaya çalışıyordu. Üzerinde ateşlerden bir gözün varlığını
hissediyordu ve sağ elinin parmakları adeta cehennem ateşi gibi yanıp
tutuşuyordu.
Adımlarına devam etti, bembeyaz elbisesi
toprağa narin narin değerken. Yüzü sert bakıyor, masmavi gözleri ormana, güneye
doğru bakıyordu. Yakında bu güzel maviliğin bozulacağını biliyordu ve canı
yanıyordu bu yüzden. O kadar uğraşıp didindiği bu şeylerin yok olacağını
biliyordu ve elinden hiçbir şey gelmeyecek olması kalbini daha da çok yakıyordu.
Etrafına bakındı ve kimseyi görmese de
varlıklarını hissetti. Herkes ağaçların tepelerine çıkmış, güçlü yaylarına
sarınmıştı. Bir kısmı da uzaklarda bir yerlere yerleşmiş, Gölge’nin kendilerine
uzanacak ellerini kesmek için mızraklarıyla hazır bekliyorlardı. En iyi yerleri
seçmişti hepsi ama sonsuzluk gibi üzerlerine gelecek gölgeleri nasıl
durdurabilirlerdi ki? Belki başlarında Morgoth’un uşağı olmasa bir zafer umudu
taşımak mümkün olabilirdi, yıldızların ışığı altında gölgeler o kadar güçlü
olur muydu? Hayır, düşündü sarı saçlı Elf. Altın saçları yıldızın ışıklarına
adeta uyum sağlamış maviye dönüşen bir parıltıyla cevap veriyordu Elbereth’in
biricik yavrularına. Saçları uzaktan bir elmas kadar güzel görünüyordu, altın
bile sönük kalırdı yanlarında. Öyle ki o güzel saçları için savaş bile
başlatılabilirdi uzak diyarlarda.
Adımları durdu ve karanlığı daha yoğun bir
şekilde kalbinde hissetti. Gözbebekleri büyüdü ve kendi kendine fısıldadı:
“Geliyorlar.”
Arkasına döndü ve yıldızların ışığı altında
ölü sessizliğin hakim olduğu Lothlórien’de, askerlerinin yanına gitti Leydi
Galadriel; Ñoldor’un Aman’daki Yüce Kralı Finarfin’in güzeliği dillere destan
kızı. Ay’dan bile yaşlı olan Galadriel adımlarını hızlandırdı böylece ve
kocasını bularak yaklaştıklarını söyledi. O sırada durumun artık vahim
boyutlara geldiği kesinleşti. Zaman yaklaşıyordu. Sauron geliyordu.
Lord Celeborn gözlerindeki endişeyi
gördüğünde Sauron’un yaklaşmış olduğunu anladı. “Zamanımız az anlaşılan.”
Galadriel üzüntüyle salladı başını: “Elimiz
kolumuz bağlı bekliyoruz. Hiçbir yerden destek de gelmeyecek. Rohan düştü,
Gondor düştü, Erebor saldırı altında. Kim bilir bizim sonumuz nasıl olacak?”
“Ya batı?” diye sordu Celeborn. “Eönwë bir
kez daha belirir mi ufuktan? Daha önce Sürgünler için geldiği gibi?”
“Batı’ya haberler gitti mi bilemiyorum.”
dedi Galadriel. “Istari’nin düştüğünü haber almamış olabilirler henüz. Onlar
haber alasıya da çok geç kalmış olabiliriz. Geriye kurtaracakları hiçbir şey
kalmaz.”
“Belki de Lord Círdan çoktan bir gemi
yollamıştır. Haberler oraya ulaşmış olmalı.” Celeborn yanıbaşında duran ağaca
elini koydu ve keder yüzüne yayıldı.
“Umabileceğimiz en iyi şey o.” dedi
Galadriel yıldızların ışığına bakıp. Uzaklarda en parlak yıldızı seçebiliyordu
gözleri. “Eärendil acaba başımıza gelenleri gördü mü?” En parlak yıldızdan
hiçbir hareketlenme olmadı. Kutsal Silmaril’in parıltısı bu sefer onları
kurtarmayacaktı anlaşılan. Gerçi onun kutsal ışıkları çok daha büyük bir
kötülüğün dışarı çıkmasını engelliyordu ama yine de Galadriel’in kalbi huzurla
dolmuyordu.
Gözcülerden biri gelip selam durdu
Galadriel ve Celeborn’un önünde: “Geliyorlar. Sayıları... Binlerce efendim.”
Galadriel başını sallayıp yerine dönmesini
emretti ve kocasıyla beraber yerlerini aldıklarında orkların savaş çığlıklarını
duymaya başladılar. Tüm güçleriyle haykırıyordu Sauron’un hizmetkarları...
Orman boyunca sesleri yankılanıyor, ağaçların dallarına ve rüzgarın esişine
karışıp yok oluyordu çığlıkları. Kötücül bağırışları yüzünden Elflerin yüzleri
buruşuyor Galadriel kulaklarının acıdığını hissediyordu. Parmaklarındaki ısı
giderek artıyor, canı daha çok yanıyordu. Demek ki yaklaşıyordu Tek Yüzük ve Efendisi.
Nenya’yı kurtarmanın hiçbir yolu olmadığını biliyordu Galadriel ve takmaya
devam ederse Sauron’un etkisi altına girebileceğinin de farkındaydı. Hızlı bir
karar vermek zorundaydı. O an, Celebrimbor’un hayatta olmasını diledi niyeyse.
Belki o, bir şekilde ele geçirilirse Tek Yüzük’ü yok edecek kadar yetenekli bir
demirciydi. Ondan yetenekli olan bir tek Fëanor vardı zaten Ilúvatar Çocukları
arasında. Maalesef ikisi de Mandos’un Salonları’ndan çıkıp gelemezlerdi ve
Kıymet Dağı da çok uzaklardaydı...
Kalbi
tekrar kederle doldu Galadriel’in. Orkların adım adım yaklaşmasını dinlerken
Frodo’yu, Sam’i, Pippin’i ve Merry’yi düşündü. O ufaklıklar için üzüldü ve
Hobbitlerin geri kalanı için de. Burası düştükten sonra orklar Rivendell’e,
Kuyutorman’a ve Erebor’a gideceklerdi. Ama Lórien’in leydisi emindi ki, Sauron
az daha Yüzük’ünü yok etmeyi başaran Hobbitlerin memleketini de unutmazdı. Her
yeri ateşler içinde görebiliyordu Galadriel.
Birkaç ay önce Kardeşlik buraya geldiğinde
Frodo’nun gördüklerini düşündü. Olası gelecekleri. Bunun olabileceğini
düşünmemişti Galadriel. Bu kadar karanlığa gömülebileceklerini bilmiyordu.
Gölgenin bu kadar güçlenebileceğini tahmin etmemişti.
Elrond’a haber gönderebilseydi keşke. En
azından batıya kaçma imkanları olabilirdi. Ama ya Sauron çoktan Gri Limanlar’a
bile gittiyse? Ya o zaman ne olacaktı?
Borular
öttürüldüğünde mızraklar hep birlikte ileri doğru çevrildi ve keskin gözler
ormanın üzerinde dolaştı. Etraf alabildiğine karanlıktı. Sadece yıldızların
ışığı düşüyordu aralarına.
Galadriel o sırada kararını verdi ve
parmağından çıkardı Nenya’yı. Uzun zamandır takıyor güzeller güzeli yüzüğünü
ama artık vakti gelmişti parmağından çıkarmasının. Aksi takdirde gölgeye
düşebilirdi. Karanlık onu ele geçirebilirdi.
Çığlıklar her yanlarını ele geçirdiğinde öncü
savunmaların oklarını salışları geldi kulaklarına. Okların yaylarından
kurtuluşları mükemmel bir uyumla oldu ve çıkan ses ormandaki ork çığlıklarına
karıştı. Düşen orkların seslerini duyabiliyorlardı adeta. Okların kötücül ete
saplanışı ve lanetli çığlıkları Galadriel’in kulaklarını daha da çok acıtmaya
başlamıştı. Orklar kısa sürede karşılık vermeye başladılar ve savaş tüm hızıyla
bir fırtına gibi tüm Lórien’e yayılmaya başladı. Tüm arazi avantajlarına rağmen
Tek Yüzük’ün kudreti, yıllar içinde Nenya’nın burada oluşturduğu her şeyi
mahvediyordu ve Elflerin kalplerine korku salıyordu.
İlk savunma hattını aştığı anlaşılan orklar
tüm hızlarıyla saldırdılar Calas Galadhon’a. Tüm güçleriyle. Önlerindeki karanlık
lord bir bir saldırıları savuşturup ormanı yakarak ilerledi. Asla acımıyordu ve
asla esir almıyordu. Büyüleri ormanı bir yangın yerine çevirirken yıldırımlar
her bir yandan kükrüyor, orkların çığlıkları Elflerin acılarını daha da deşiyordu.
Artık vakit yaklaşıyordu ve savaş hiç
olmadığı bir dehşetle ilerlerken ilk orklar görünüre girdi. Anında oklar yağdı
üzerlerine ve bir bir yere düştüler. İlk dalganın arkası kesilmedi ve orklar
bir sel gibi ilerlerken ok yağmuru onları tutamayacak bir seviyeye gelmeye
başladı. Mızraklılara takıldılar bu sefer de. Gümüş kadar güzel mızraklar, ay
sayıda olsalar da orkların önüne bir set çekti ve dalgalar bir süreliğine de
olsa durakladı. Galadriel yüzüğünü kullanamıyordu, kullanmaktan korkuyordu. Bu
sebeple orada dikilmekten başka bir şey de yapamıyordu. İkinci Çağ boyunca
Yüzük’ü takmaktan korkmuştu, ancak Sauron düştükten sonra takmaya cesaret
edebilmişti. Ya şimdi ne yapacaktı?
Lord Celeborn kılıcını çekip kendi
birlikleriyle ork seline doğru hareketlenirken Leydi Galadriel de katıldı
onlara Birinci Çağ boyunca Kraliçe Melian’dan öğrendiği ve kendi Ñoldor
kanından gelen tüm büyü gücünü saçtı ork selinin üzerine. Elbette Nenya olmadan
istediği kadar güçlü değildi ama o yine de Finarfin’in kızı, Finwë’nin kanıydı!
Lothlórien’in direnişi büyük hızla devam
etti. Ne de olsa daha önce üç defa savunmuşlardı bu güzel ormanı. Ama bu defa
işler tıkırında gitmeyecekti, bunu hepsi kalbinde biliyordu. Ve hepsi bundan
nefret ediyordu.
Öyle bir anda çıkageldi Gölge, ait olduğu
karanlığın arasından. Tek bir ışık yayılıyordu artık etrafa ve o da Tek
Yüzük’ün altın parıltısına aitti. Başka hiçbir ışık yoktu. Yıldızlar sönmüştü
sanki. Yüzük’ün büyüsü ağaçların arasına işliyor, kendisininkinden başka hiçbir
ışığa geçit vermiyordu. Orkları yana açıldı, kalan Elfler savaşmayı bıraktı ve
gözler sadece Yüzüklerin Efendisi’ni izlemeye başladı. Arkasından gelen sekiz
Yüzüktayfı kılıçlarını çektiler ve Sauron devasa gürzüyle birlikte, oluşan
çemberin ortasına geldi. Zaman durmuş gibiydi.
“Sauron...” Galadriel’in bakışları nefret
ve aşağılamayla doluydu. Korkuya dair en ufak bir iz bile yoktu. Bir elinde
Nenya’yı tutuyordu, ancak takmadığı için Sauron’un etkisinden güvende olduğunu
düşünüyordu. Şu an saklayabilmeyi çok isterdi. Uzaklara götürebilmeyi...
Valinor’a dönebilmeyi de isterdi. Babasını görmeyi....
“Leydi Galadriel...” diye karşılık verdi
Sauron miğferini çıkartıp Gandalf ve Círdan’a gösterdiği nezaketi, elbette
Ñoldor’un Fëanor’dan sonra en kudretlisine de, göstererek. “Ne kadar zaman
oldu? Altmış sene mi?”
Galadriel alaylı sorusuna cevap vermedi ve
herhangi bir saldırıya hazır bir şekilde öylece bekledi.
“Ah, şimdi çok farklı görünüyorsun. Bir de
Elflerin yaşlanmadığını söylerler. Gerçekten çok tuhaf. Dol Guldur’da nasıl da
kudretliydin oysa ki. Bağırıp çağırıyordun...” Sauron en sinsi
gülümsemelerinden birini bahşetti. Annatar adıyla Elflere yaklaştığı o
günlerden hatırlıyordu Galadriel bu gülümsemeyi.
“Ne demiştin bana? ‘Burada hiç gücün yok
Morgoth’un uşağı!’ mı?” Güldü hafifçe. “Henüz bedenleşememiş bir ruhu, döküntü
bir kaleden kovmak kolay tabii. Tabi efendimin adını böylesine kirletmeniz de
hiç hoşuma gitmedi.” Sauron birkaç adım attı. İlginç bir şekilde güzel yüzü ve
kara zırhı mükemmel bir tezat oluşturuyordu. Kızıla çalan saçları Lothlórien’in
rüzgarlarına kapıldı.
“Halbuki ona adıyla hitap etmeniz daha çok
hoşuna gidecektir.”
“Neyin hoşuna gittiğinin bir önemi var mı
sence? Artık Düşman Gece Kapısı’nın ardında ve orada kalmaya da devam edecek.”
“Arda’nın Kaderleri’nin Efendisi’ne ve Güç
İçinde Yükselen efendime böylesi yakıştırmalar yapmak sana hiç yakışmıyor
leydim.” Sauron alaycı üslubunu zevkle koruyor gibi görünüyordu. “Bak ne güzel
bir ismi var: Melkor... Güç İçinde Yükselen...”
“Sonun onunkine benzeyecek Sauron.” dedi
Galadriel soğuk bir edayla. “Buna emin olabilirsin.”
“Belki şu an karşında dikilmiyor olsam buna
inanabilirdim. Ama beni kim durduracak? Batıdaki efendilerinize herhangi bir
haber ulaşacağını mı sanıyorsun?” Sauron özellikle Ossë ile ilgili kısmı
anlatmamayı seçmişti. “Gemiyapımcısı Círdan şu an Mordor’un zindanlarında
çürüyor ve Gri Limanlar’ın alevi yeni yeni sönüyor olmalı. Hiçbir gemi limandan
ayrılamadı ve hiçbir Elf Lindon’da sağ kalmadı. Çok sevgili Güçler’inizin
bunlardan haberi olması için aradan çok uzun bir vakit geçmesi gerek.”
Galadriel o sırada zihnine ulaşmayı denedi
Sauron’un. Lórien’in Leydisi’nin Sauron’un zihnine bakabilecek kadar kudretli
olduğu söylenirdi. Bunun karşılığında ise Sauron, onun zihnine bakamazdı. Tek
Yüzük’ün tüm kudretine rağmen Sauron o an rehavet içindeydi ve Galadriel’in
zihnine girmesine engel olamadı. Finarfin’in kızı orada Ossë’yi ve dalgalarını
gördü. Onun dehşetini ilk elden yaşamış gibi hissetti ve sadece gözlerine
baktığında bile Ulmo’nun Maia’sının asla pes etmeyeceğini anlayabilmişti. Eğer
Ossë biliyorsa, Valar’ın da bilmesi uzun sürmezdi.
Finarfin’in altın saçlı kızı, Işığın
Leydisi, orada huzur içinde ölebilirdi artık. Sauron, onun yaptığını fark etmişti
ve suratı öfkeyle kaplanırken Galadriel gülümsemişti. “Onlar gelecekler.” dedi
cesurca. “Eönwë’yi batıda gördüğün günü hatırlıyor musun Sauron? Tek Yüzük’ün
seni kurtaramayacak. Elendil’den, Gil-galad’dan ve Isildur’dan kurtaramadığı
gibi. Diz çökeceksin, daha önce hep yaptığın gibi!”
“Bugün sadece tek bir kişi diz çökecek
Galadriel ve o da sen olacaksın. Bu defa burada hiçbir gücü olmayan sensin...”
dedi Sauron, adeta önceki söylenenleri umursamadan. “Ve öleceksin!”
İşte öylece başladı Sauron’un büyük
saldırısı. Karşısındakiler kendisine ve sekiz Yüzüktayfı’na karşı koyamazlardı.
Yüzük’ü altından bir ateş gibi parladı ve Sauron miğferini takıp gürzünü
savurdu. Rüzgarlar ona itaat edip Galadriel’e doğru uçuştular.
Yıldızların söyledikleri şarkılar artık
değişti ve kederleri bin kat arttı. Şarkılar ve hikayeler Finarfin’in kızının
nasıl da direndiğini anlatırlar Sauron’un büyüsüne. Hem de tüm gücüyle.
Alabildiğine ork öldürmüştür o gün Işığın Leydisi ve güzel yeşil çimenler
güneşin doğuşu yaklaştığı sırada siyah ork kanına bulanmıştır. Arasında çok az
kızıl görünür derler, Elflerin sayısı orklarınkinden çok azdır çünkü. Ama hepsi
düşer. Celeborn karısını savunmaya çalışırken olur canından ve Mandos’un
Salonları’nın yolunu tutar. Leydi Galadriel aralarında en son sağ kalan
olmuştur. Beş bine yakın Elf’ten en son sağ kalan... Ne de olsa en
kudretlileridir aralarında.
Derin yaralarıyla beraber çimlerin üzerinde
yatarken Sauron miğferini bir kez daha çıkartmış ve öldürmeden evvel Nenya’yı
Galadriel’in yanı başından almıştır. Şarkılar derler ki Galadriel korkusuzca
bakmış Sauron’un yüzüne ve Karanlıklar Efendisi leydinin canını alırken tüm
orman ölüm sessizliğine boğulmuş ve Elbereth’in tüm yıldızları Leydi Galadriel’in
yasını tutmuş...