31 Temmuz 2015 Cuma

Gölge ve Dalgaların Savaşı - Dördüncü Bölüm: Taurë-nuin-Giliath

Dördündü Bölüm: Taurë-nuin-Giliath

    Sessizlik ormanda yayılırken, ağaçlar yıldız ışığına geçit vermeye başladı ve toprakla beraber tüm çimen ve çiçekler maviye boyandı. Çıplak ayaklarıyla yumuşak toprağın üzerinde ilerleyen biri vardı. Dingin ve sessizdi. Sessizliğin keyfini çıkarmaya çalışıyordu ama kafasında çok fazla şey dönüyordu. Endişeliydi çoğunlukla, ruhu nefes almayı deniyor ama başaramıyordu. Canı derin bir şekilde yanıyor ama kalbindeki gölge bir türlü kalkmıyordu.
    Gölgeler uzanıyordu her bir taraftan, sanki herbiri onu yakalamaya çalışıyordu. Üzerinde ateşlerden bir gözün varlığını hissediyordu ve sağ elinin parmakları adeta cehennem ateşi gibi yanıp tutuşuyordu.
    Adımlarına devam etti, bembeyaz elbisesi toprağa narin narin değerken. Yüzü sert bakıyor, masmavi gözleri ormana, güneye doğru bakıyordu. Yakında bu güzel maviliğin bozulacağını biliyordu ve canı yanıyordu bu yüzden. O kadar uğraşıp didindiği bu şeylerin yok olacağını biliyordu ve elinden hiçbir şey gelmeyecek olması kalbini daha da çok yakıyordu.
    Etrafına bakındı ve kimseyi görmese de varlıklarını hissetti. Herkes ağaçların tepelerine çıkmış, güçlü yaylarına sarınmıştı. Bir kısmı da uzaklarda bir yerlere yerleşmiş, Gölge’nin kendilerine uzanacak ellerini kesmek için mızraklarıyla hazır bekliyorlardı. En iyi yerleri seçmişti hepsi ama sonsuzluk gibi üzerlerine gelecek gölgeleri nasıl durdurabilirlerdi ki? Belki başlarında Morgoth’un uşağı olmasa bir zafer umudu taşımak mümkün olabilirdi, yıldızların ışığı altında gölgeler o kadar güçlü olur muydu? Hayır, düşündü sarı saçlı Elf. Altın saçları yıldızın ışıklarına adeta uyum sağlamış maviye dönüşen bir parıltıyla cevap veriyordu Elbereth’in biricik yavrularına. Saçları uzaktan bir elmas kadar güzel görünüyordu, altın bile sönük kalırdı yanlarında. Öyle ki o güzel saçları için savaş bile başlatılabilirdi uzak diyarlarda.
    Adımları durdu ve karanlığı daha yoğun bir şekilde kalbinde hissetti. Gözbebekleri büyüdü ve kendi kendine fısıldadı: “Geliyorlar.”
    Arkasına döndü ve yıldızların ışığı altında ölü sessizliğin hakim olduğu Lothlórien’de, askerlerinin yanına gitti Leydi Galadriel; Ñoldor’un Aman’daki Yüce Kralı Finarfin’in güzeliği dillere destan kızı. Ay’dan bile yaşlı olan Galadriel adımlarını hızlandırdı böylece ve kocasını bularak yaklaştıklarını söyledi. O sırada durumun artık vahim boyutlara geldiği kesinleşti. Zaman yaklaşıyordu. Sauron geliyordu.
    Lord Celeborn gözlerindeki endişeyi gördüğünde Sauron’un yaklaşmış olduğunu anladı. “Zamanımız az anlaşılan.”
    Galadriel üzüntüyle salladı başını: “Elimiz kolumuz bağlı bekliyoruz. Hiçbir yerden destek de gelmeyecek. Rohan düştü, Gondor düştü, Erebor saldırı altında. Kim bilir bizim sonumuz nasıl olacak?”
    “Ya batı?” diye sordu Celeborn. “Eönwë bir kez daha belirir mi ufuktan? Daha önce Sürgünler için geldiği gibi?”
    “Batı’ya haberler gitti mi bilemiyorum.” dedi Galadriel. “Istari’nin düştüğünü haber almamış olabilirler henüz. Onlar haber alasıya da çok geç kalmış olabiliriz. Geriye kurtaracakları hiçbir şey kalmaz.”
    “Belki de Lord Círdan çoktan bir gemi yollamıştır. Haberler oraya ulaşmış olmalı.” Celeborn yanıbaşında duran ağaca elini koydu ve keder yüzüne yayıldı.
    “Umabileceğimiz en iyi şey o.” dedi Galadriel yıldızların ışığına bakıp. Uzaklarda en parlak yıldızı seçebiliyordu gözleri. “Eärendil acaba başımıza gelenleri gördü mü?” En parlak yıldızdan hiçbir hareketlenme olmadı. Kutsal Silmaril’in parıltısı bu sefer onları kurtarmayacaktı anlaşılan. Gerçi onun kutsal ışıkları çok daha büyük bir kötülüğün dışarı çıkmasını engelliyordu ama yine de Galadriel’in kalbi huzurla dolmuyordu.
    Gözcülerden biri gelip selam durdu Galadriel ve Celeborn’un önünde: “Geliyorlar. Sayıları... Binlerce efendim.”
    Galadriel başını sallayıp yerine dönmesini emretti ve kocasıyla beraber yerlerini aldıklarında orkların savaş çığlıklarını duymaya başladılar. Tüm güçleriyle haykırıyordu Sauron’un hizmetkarları... Orman boyunca sesleri yankılanıyor, ağaçların dallarına ve rüzgarın esişine karışıp yok oluyordu çığlıkları. Kötücül bağırışları yüzünden Elflerin yüzleri buruşuyor Galadriel kulaklarının acıdığını hissediyordu. Parmaklarındaki ısı giderek artıyor, canı daha çok yanıyordu. Demek ki yaklaşıyordu Tek Yüzük ve Efendisi. Nenya’yı kurtarmanın hiçbir yolu olmadığını biliyordu Galadriel ve takmaya devam ederse Sauron’un etkisi altına girebileceğinin de farkındaydı. Hızlı bir karar vermek zorundaydı. O an, Celebrimbor’un hayatta olmasını diledi niyeyse. Belki o, bir şekilde ele geçirilirse Tek Yüzük’ü yok edecek kadar yetenekli bir demirciydi. Ondan yetenekli olan bir tek Fëanor vardı zaten Ilúvatar Çocukları arasında. Maalesef ikisi de Mandos’un Salonları’ndan çıkıp gelemezlerdi ve Kıymet Dağı da çok uzaklardaydı...
    Kalbi tekrar kederle doldu Galadriel’in. Orkların adım adım yaklaşmasını dinlerken Frodo’yu, Sam’i, Pippin’i ve Merry’yi düşündü. O ufaklıklar için üzüldü ve Hobbitlerin geri kalanı için de. Burası düştükten sonra orklar Rivendell’e, Kuyutorman’a ve Erebor’a gideceklerdi. Ama Lórien’in leydisi emindi ki, Sauron az daha Yüzük’ünü yok etmeyi başaran Hobbitlerin memleketini de unutmazdı. Her yeri ateşler içinde görebiliyordu Galadriel.
    Birkaç ay önce Kardeşlik buraya geldiğinde Frodo’nun gördüklerini düşündü. Olası gelecekleri. Bunun olabileceğini düşünmemişti Galadriel. Bu kadar karanlığa gömülebileceklerini bilmiyordu. Gölgenin bu kadar güçlenebileceğini tahmin etmemişti.
    Elrond’a haber gönderebilseydi keşke. En azından batıya kaçma imkanları olabilirdi. Ama ya Sauron çoktan Gri Limanlar’a bile gittiyse? Ya o zaman ne olacaktı?
     Borular öttürüldüğünde mızraklar hep birlikte ileri doğru çevrildi ve keskin gözler ormanın üzerinde dolaştı. Etraf alabildiğine karanlıktı. Sadece yıldızların ışığı düşüyordu aralarına.
    Galadriel o sırada kararını verdi ve parmağından çıkardı Nenya’yı. Uzun zamandır takıyor güzeller güzeli yüzüğünü ama artık vakti gelmişti parmağından çıkarmasının. Aksi takdirde gölgeye düşebilirdi. Karanlık onu ele geçirebilirdi.
    Çığlıklar her yanlarını ele geçirdiğinde öncü savunmaların oklarını salışları geldi kulaklarına. Okların yaylarından kurtuluşları mükemmel bir uyumla oldu ve çıkan ses ormandaki ork çığlıklarına karıştı. Düşen orkların seslerini duyabiliyorlardı adeta. Okların kötücül ete saplanışı ve lanetli çığlıkları Galadriel’in kulaklarını daha da çok acıtmaya başlamıştı. Orklar kısa sürede karşılık vermeye başladılar ve savaş tüm hızıyla bir fırtına gibi tüm Lórien’e yayılmaya başladı. Tüm arazi avantajlarına rağmen Tek Yüzük’ün kudreti, yıllar içinde Nenya’nın burada oluşturduğu her şeyi mahvediyordu ve Elflerin kalplerine korku salıyordu.
    İlk savunma hattını aştığı anlaşılan orklar tüm hızlarıyla saldırdılar Calas Galadhon’a. Tüm güçleriyle. Önlerindeki karanlık lord bir bir saldırıları savuşturup ormanı yakarak ilerledi. Asla acımıyordu ve asla esir almıyordu. Büyüleri ormanı bir yangın yerine çevirirken yıldırımlar her bir yandan kükrüyor, orkların çığlıkları Elflerin acılarını daha da deşiyordu.
    Artık vakit yaklaşıyordu ve savaş hiç olmadığı bir dehşetle ilerlerken ilk orklar görünüre girdi. Anında oklar yağdı üzerlerine ve bir bir yere düştüler. İlk dalganın arkası kesilmedi ve orklar bir sel gibi ilerlerken ok yağmuru onları tutamayacak bir seviyeye gelmeye başladı. Mızraklılara takıldılar bu sefer de. Gümüş kadar güzel mızraklar, ay sayıda olsalar da orkların önüne bir set çekti ve dalgalar bir süreliğine de olsa durakladı. Galadriel yüzüğünü kullanamıyordu, kullanmaktan korkuyordu. Bu sebeple orada dikilmekten başka bir şey de yapamıyordu. İkinci Çağ boyunca Yüzük’ü takmaktan korkmuştu, ancak Sauron düştükten sonra takmaya cesaret edebilmişti. Ya şimdi ne yapacaktı?
    Lord Celeborn kılıcını çekip kendi birlikleriyle ork seline doğru hareketlenirken Leydi Galadriel de katıldı onlara Birinci Çağ boyunca Kraliçe Melian’dan öğrendiği ve kendi Ñoldor kanından gelen tüm büyü gücünü saçtı ork selinin üzerine. Elbette Nenya olmadan istediği kadar güçlü değildi ama o yine de Finarfin’in kızı, Finwë’nin kanıydı!
    Lothlórien’in direnişi büyük hızla devam etti. Ne de olsa daha önce üç defa savunmuşlardı bu güzel ormanı. Ama bu defa işler tıkırında gitmeyecekti, bunu hepsi kalbinde biliyordu. Ve hepsi bundan nefret ediyordu.
    Öyle bir anda çıkageldi Gölge, ait olduğu karanlığın arasından. Tek bir ışık yayılıyordu artık etrafa ve o da Tek Yüzük’ün altın parıltısına aitti. Başka hiçbir ışık yoktu. Yıldızlar sönmüştü sanki. Yüzük’ün büyüsü ağaçların arasına işliyor, kendisininkinden başka hiçbir ışığa geçit vermiyordu. Orkları yana açıldı, kalan Elfler savaşmayı bıraktı ve gözler sadece Yüzüklerin Efendisi’ni izlemeye başladı. Arkasından gelen sekiz Yüzüktayfı kılıçlarını çektiler ve Sauron devasa gürzüyle birlikte, oluşan çemberin ortasına geldi. Zaman durmuş gibiydi.
    “Sauron...” Galadriel’in bakışları nefret ve aşağılamayla doluydu. Korkuya dair en ufak bir iz bile yoktu. Bir elinde Nenya’yı tutuyordu, ancak takmadığı için Sauron’un etkisinden güvende olduğunu düşünüyordu. Şu an saklayabilmeyi çok isterdi. Uzaklara götürebilmeyi... Valinor’a dönebilmeyi de isterdi. Babasını görmeyi....
    “Leydi Galadriel...” diye karşılık verdi Sauron miğferini çıkartıp Gandalf ve Círdan’a gösterdiği nezaketi, elbette Ñoldor’un Fëanor’dan sonra en kudretlisine de, göstererek. “Ne kadar zaman oldu? Altmış sene mi?”
    Galadriel alaylı sorusuna cevap vermedi ve herhangi bir saldırıya hazır bir şekilde öylece bekledi.
    “Ah, şimdi çok farklı görünüyorsun. Bir de Elflerin yaşlanmadığını söylerler. Gerçekten çok tuhaf. Dol Guldur’da nasıl da kudretliydin oysa ki. Bağırıp çağırıyordun...” Sauron en sinsi gülümsemelerinden birini bahşetti. Annatar adıyla Elflere yaklaştığı o günlerden hatırlıyordu Galadriel bu gülümsemeyi.
    “Ne demiştin bana? ‘Burada hiç gücün yok Morgoth’un uşağı!’ mı?” Güldü hafifçe. “Henüz bedenleşememiş bir ruhu, döküntü bir kaleden kovmak kolay tabii. Tabi efendimin adını böylesine kirletmeniz de hiç hoşuma gitmedi.” Sauron birkaç adım attı. İlginç bir şekilde güzel yüzü ve kara zırhı mükemmel bir tezat oluşturuyordu. Kızıla çalan saçları Lothlórien’in rüzgarlarına kapıldı.
    “Halbuki ona adıyla hitap etmeniz daha çok hoşuna gidecektir.”
    “Neyin hoşuna gittiğinin bir önemi var mı sence? Artık Düşman Gece Kapısı’nın ardında ve orada kalmaya da devam edecek.”
    “Arda’nın Kaderleri’nin Efendisi’ne ve Güç İçinde Yükselen efendime böylesi yakıştırmalar yapmak sana hiç yakışmıyor leydim.” Sauron alaycı üslubunu zevkle koruyor gibi görünüyordu. “Bak ne güzel bir ismi var: Melkor... Güç İçinde Yükselen...”
    “Sonun onunkine benzeyecek Sauron.” dedi Galadriel soğuk bir edayla. “Buna emin olabilirsin.”
    “Belki şu an karşında dikilmiyor olsam buna inanabilirdim. Ama beni kim durduracak? Batıdaki efendilerinize herhangi bir haber ulaşacağını mı sanıyorsun?” Sauron özellikle Ossë ile ilgili kısmı anlatmamayı seçmişti. “Gemiyapımcısı Círdan şu an Mordor’un zindanlarında çürüyor ve Gri Limanlar’ın alevi yeni yeni sönüyor olmalı. Hiçbir gemi limandan ayrılamadı ve hiçbir Elf Lindon’da sağ kalmadı. Çok sevgili Güçler’inizin bunlardan haberi olması için aradan çok uzun bir vakit geçmesi gerek.”
    Galadriel o sırada zihnine ulaşmayı denedi Sauron’un. Lórien’in Leydisi’nin Sauron’un zihnine bakabilecek kadar kudretli olduğu söylenirdi. Bunun karşılığında ise Sauron, onun zihnine bakamazdı. Tek Yüzük’ün tüm kudretine rağmen Sauron o an rehavet içindeydi ve Galadriel’in zihnine girmesine engel olamadı. Finarfin’in kızı orada Ossë’yi ve dalgalarını gördü. Onun dehşetini ilk elden yaşamış gibi hissetti ve sadece gözlerine baktığında bile Ulmo’nun Maia’sının asla pes etmeyeceğini anlayabilmişti. Eğer Ossë biliyorsa, Valar’ın da bilmesi uzun sürmezdi.
    Finarfin’in altın saçlı kızı, Işığın Leydisi, orada huzur içinde ölebilirdi artık. Sauron, onun yaptığını fark etmişti ve suratı öfkeyle kaplanırken Galadriel gülümsemişti. “Onlar gelecekler.” dedi cesurca. “Eönwë’yi batıda gördüğün günü hatırlıyor musun Sauron? Tek Yüzük’ün seni kurtaramayacak. Elendil’den, Gil-galad’dan ve Isildur’dan kurtaramadığı gibi. Diz çökeceksin, daha önce hep yaptığın gibi!”
    “Bugün sadece tek bir kişi diz çökecek Galadriel ve o da sen olacaksın. Bu defa burada hiçbir gücü olmayan sensin...” dedi Sauron, adeta önceki söylenenleri umursamadan. “Ve öleceksin!”
    İşte öylece başladı Sauron’un büyük saldırısı. Karşısındakiler kendisine ve sekiz Yüzüktayfı’na karşı koyamazlardı. Yüzük’ü altından bir ateş gibi parladı ve Sauron miğferini takıp gürzünü savurdu. Rüzgarlar ona itaat edip Galadriel’e doğru uçuştular.
    Yıldızların söyledikleri şarkılar artık değişti ve kederleri bin kat arttı. Şarkılar ve hikayeler Finarfin’in kızının nasıl da direndiğini anlatırlar Sauron’un büyüsüne. Hem de tüm gücüyle. Alabildiğine ork öldürmüştür o gün Işığın Leydisi ve güzel yeşil çimenler güneşin doğuşu yaklaştığı sırada siyah ork kanına bulanmıştır. Arasında çok az kızıl görünür derler, Elflerin sayısı orklarınkinden çok azdır çünkü. Ama hepsi düşer. Celeborn karısını savunmaya çalışırken olur canından ve Mandos’un Salonları’nın yolunu tutar. Leydi Galadriel aralarında en son sağ kalan olmuştur. Beş bine yakın Elf’ten en son sağ kalan... Ne de olsa en kudretlileridir aralarında.

    Derin yaralarıyla beraber çimlerin üzerinde yatarken Sauron miğferini bir kez daha çıkartmış ve öldürmeden evvel Nenya’yı Galadriel’in yanı başından almıştır. Şarkılar derler ki Galadriel korkusuzca bakmış Sauron’un yüzüne ve Karanlıklar Efendisi leydinin canını alırken tüm orman ölüm sessizliğine boğulmuş ve Elbereth’in tüm yıldızları Leydi Galadriel’in yasını tutmuş...


4 Temmuz 2015 Cumartesi

Gölge ve Dalgaların Savaşı - Üçüncü Bölüm: Derinlerdeki Öfke

Üçüncü Bölüm: Derinlerdeki Öfke

    Maia Ossë dalgaların arasında işittiği çığlığı duyunca irkildi ve derhal kaynağına doğru gitmeye başladı. Dalgaların bizzat kendisine dönüştü ve çok geçmeden oraya vardı.
    O çığlığı aslında kulaklarıyla duymamıştı, sanki kalbinde hissetmişti. Canı çığlığı atanın yandığı kadar yanmış, çığlık tam yüreğinde yankılanmıştı. Dalgaların arasında batmaya yüz tutmuş, alevler içinde bir gemi gördü ve denizin derinliklerine baktığında dibe doğru sürüklenen iki Elf’i fark etti. Kalbi titredi ve anında onları dalgalarıyla sarıp yukarı doğru çıktı, yüzeye varıp tüm hızıyla suyun üstüne sıçradıklarında dalgalarını kullanarak geminin üstündeki ateşleri söndürdü ve Elfleri geminin üzerine çıkarttı.
    Erkek olanın öldüğünü fark ettiğinde çok üzüldü Ossë. Derhal kadının yanına gitti dalgalarından ayrılarak. Geniş ayakları geminin yanmış tahtalarının üzerine değdi ve diz çöktü. Yaşayıp yaşamadığını kontrol etti. Yaşadığını fark edince sevindi. O sırada dalgalar tekrar hareketlendi ve maviliğin arasından Uinen çıkageldi. O da kocasının yanına gelerek gemiye çıktı. Kadının yanına diz çöktü ve endişe kokan gözlerle Ossë’ye baktı. “Çok zamanı yok gibi.”
    “Öyle görünüyor.” dedi Ossë öfke ve keder içerisinde. Derhal güçlerine başvurdu ve kızın ciğerlerindeki suyu temizleyip nefes almasını sağladı. Öksürerek kalan suyu da dışarı atan kız gözlerini yavaş yavaş açtı ve şaşkınlıkla öylece kalakaldı.
    “İyi misin?” diye sordu Uinen nazik bir sesle, ıslak saçlarını okşadı güzel Elf kızının. Gerçekten çok güzeldi. Yemyeşil gözleri, Lorien’in bahçelerine götürüyordu sanki bakanı. Kız zorlukla başını salladı, Ossë eliyle karnındaki yaraya müdahale etti ama yara çok derin olduğu gibi büyülüydü de, elinden geleni yapsa da yaranın durmasına engel olamıyordu sanki.
    “Bunu kim yaptı?” diye sordu Ossë. Kız zorlukla ağzını açmaya çalıştı. Yutkundu, yüzü acıyla buruştu ama sonunda cevap verebildi: “Sauron...”
    Ossë bunu duyduğunda bakışları anında doğuya çevrildi. Orta-Dünya kıyılarına baktı ve duyduklarına inanamadı. “O geri mi döndü?” diye sordu sadece. Kız başını salladı. Etrafına bakınmaya çalıştı. “Nimthôl... O nasıl?..”
    Uinen başını iki yana salladı. “Çok üzgünüm.”
    Kız gözlerini kapattı ve ağlamaya başladı. Gözyaşları birer birer süzüldü yanaklarından ve yanmış tahtaların üzerine damladı. “Onu... onu elimden aldılar mı yani?” Sesindeki feryat, Ossë’nin kalbindeki öfkeyi bir kez daha körükledi, kızın yemyeşil gözlerine baktı ve düşen son damla gözyaşındaki kederi hissetti adeta. Tüm vücuduna yayıldı elem. Öfkesini daha da ateşledi. Elf kızı daha gözlerini kapatamadan Ossë kendini derin dalgalara bırakıp doğuya doğru büyük bir hışımla gitmeye başladı ve Uinen onun aklından sadece Sauron’un geçtiğini anlamakta zorlanmamıştı. Güzel kızın gözlerini kapattı elleriyle ve geminin ufak kayıklarından birini suya indirerek narin bedenini oraya yerleştirip bir akıntı oluşturdu onun için ve derin denizler uzun süre onun yasını tuttu.
    Ossë’nin öfkesini görmüştü Uinen. O yüzden gemen Ulmo’nun yanına gitmeye karar verdi.
    Ossë Gri Limanlar’a öyle bir hızla ulaşmıştı ki, belki Tulkas bile Morgoth’u böyle takip etmemişti zamanında. Dalgaları etrafında döndürdü ve hemen iskelenin başında güm diye ses çıkartarak karaya çıktı. Ne zamandır Orta-Dünya’ya çıkmadığını merak edebilirdi, eğer bu kadar öfkeli olmasaydı. Ağzından tek bir sözcük döküldü:
    “SAURON!”
    Karanlıklar Efendisi geminin batışını izlemek için orada kalmıştı ve hiç beklemediği biriyle karşılaşmıştı. “Ossë...” dedi miğferinin ardından sanki bir fısıtlı gibi.
    Ossë, “YAPTIKLARININ BEDELİNİ ÖDEYECEKSİN MORGOTH’UN UŞAĞI!” diye kükredi ve dalgalarıyla beraber üstüne saldırdı. Beklemeden, konuşmadan gereği duymadan; çünkü parmağında Tek Yüzük’ü görmüştü ve bunun anlamını o da biliyordu, Valar’a haber verilmeliydi, Olórin ve diğer Istari başarısız olmuştu. Sauron’u durdumak için bir ordu gerekiyordu artık. Orta-Dünya’nın özgür halkları başarısız olmuş ve artık kurtarılmaya muhtaçlardı. Olórin’in güçlerinin kısıtlanmasına üzülmüştü. Ama kendisinin üzerinde hiçbir zincir yoktu.
    Dönüp Valar’a haber vermesi gerektiğini biliyordu ama eğer Yüzük tekrar ona döndüyse, bunun için artık çok geçti... ‘Bu yüzden Orta-Dünya’yı bu pislikten ben temizlemek zorundayım,’ diye düşündü Ossë. Tekrardan sevdiğini kurtarmak için ölen o Elf geldi aklına ve sevdiği Elf’in o yeşil gözlerinden süzülen yaşlar...
    Dalgaları, Gölge’yi tüm gücüyle vurdu ve Sauron gürzünü kaldırarak bir büyü yaptı, biraz sendeleyip geri gitmiş olsa da devrilmemişti. Ossë bir daha saldırdı. Bu defa Sauron gürzünü savurdu ve gelen dalgalar dağılıp gitti. Ama dalgalar dağılırken bir anda karşısında Ossë’yi buldu. “Şimdi Ulmo’nun Maia’sının gücünü göreceksin! Teslim ol ya da öl Sauron!”
    “Ölen kişi sen olacaksın!” dedi Sauron, Yüzük’ü parmağında parlayıp Ossë’yi vurmak üzereyken. Ossë işte o anda dalgalarının arasından bir kılıç çıkarttı ve Sauron’un gürzünün önüne koydu. İki savaş aletinin çarpışması Gri Limanlar boyunca duyulurken birbirlerinin gözlerine baktılar ve Ossë nefret dolu bakışlarını asla Sauron’un göz bebeklerinden ayırmadı.
    Metaller birbirine sürtünüp ayrıldığında Sauron gürzünü savurdu tekrar bütün gücüyle. Yüzük tekrar parladı ve büyünün etkisiyle rüzgarlar bile yön değiştirip Ossë’ye doğru çarptı. Ossë güzeller güzeli kılıcı Falmalindalë’yi gürzün önüne siper etti ve kendi Maia güçleriyle karşı bir büyü yaptı. Rüzgarlar güçlü miğferlerini yalayıp geçti ve çıkan ses Gri Limanlar boyunca yankılandı. Sauron’un büyüsüne çarpan kendi büyüsü geniş bir şok dalgası yarattı ve yayılan dalga ayaklarının altındaki tahtaların çatırdamasına ve suyun hareketlenmesine sebep oldu. Saldırıyı savuşturan Ossë tekrar dalgalara hükmetti ve iskeleden, yani tam arkasından bir miktar suyu kaldırıp Sauron’a doğru saldırdı. Sauron büyüyle güçlendirilmiş bu saldırıyı Yüzük’ü sayesinde tuttu ve saldırmaya hazırlanırken büyük bir su dalgasının yükseldiğini gördü, Ossë’nin bakışları onu bir nebze olsa da korkutmuştu. Ossë dalgalarla birleşti, ancak formunu korudu ve tüm gücüyle Sauron’a doğru saldırdı dalgalarıyla birlikte. Sauron ellerini havaya kaldırdı ve bulutlar tekrar belirdi gökyüzünde. Ossë’nin saldırısını gürzüyle karşılarken yıldırımlar savunmasına eşlik etti ve her yer gürledi. Tekrar Falmalindalë ve Sauron’un gürzü çarpıştı havada, tüm dalgalar etkisiz bir şekilde yere düşüp yıldırımlar boşa çakarken göküyünde. İkisi de çekmedi silahını ve öylece bastırdılar diğerini pes ettirebilmek için. Ancak savaşlarının sonu gelmeyecek gibiydi.
    İşte o sırada birkaç boru öttürüldü ve ork lejyonları limanlara doğru giriş yapmaya başladılar. Ossë kalabalıklıklarını görünce gardını indirip geri sıçradı ve Sauron ona gürzünü güçlüce savurup güçlü bir büyüyle onu denize geri attı. Orklarına da ona saldırmasını emretti.
    “Bu iş burada bitmedi Ossë!” dedi Sauron arkasını dönüp giderken. “Orta-Dünya’nın karanlıklar içinde kalışını izleyip kederleneceksin!” İskelelerin üzerine ateş ve kaya yağdırdı, her şeyi yerle bir etti ve ordularıyla beraber yola koyuldu.
    Ossë karaya çıktığında gazabı korkunç oldu, dalgaları yükseltti ve orkların üzerine ölüm oldu, artık hangi lanetli kader onları bekliyorsa onla tanıştırdı hepsini. Orkları hallettiğinde Sauron’un gidişini seyretmek zorunda kaldı. Ordularına saldıramazdı. Anlaşılan Sauron da ordularını ona yakın tutmayı istemiyordu. Güzel, diye düşündü Ossë. Öfkemin neler yapabileceğinden haberi var demek.
    Şimdi ne yapabileceğini düşünmeye koyuldu. Gri Limanlar’dan tüm orkları çekmiş olmalıydı Sauron, ancak Ossë ayrılır ayrılmaz geri geleceklerinden de emindi. Doğuya gidebilirdi, oradaki insanları toplayıp örgütleyebilirdi. Istari en başta bu iş için gönderilmemiş miydi? Üstelik güçlerinin kısıtlandığı da yoktu. Sauron’la başa baş çarpışabilirdi.
    Yıkık iskelelerin arasında Gri Limanlar’da yaşayan Elfleri aradı, savaşın olduğu yerde yaşayan Elfler vardı. Yaralıydılar. Sauron’un Ossë ile olan mücadelesini duyup yaralıları öldürmeye vakit bulamamış olduklarını düşündü Ossë. Karaya çıkışının bir işe yaradığına sevinerek yaralılara yardım etti. Yüzü  aşan sayıda adam yaşıyordu, Ossë bunu bir teselli olarak aldı. Elflerden birini ayağa kaldırdı ve yıkılmaktan kurtulmuş binaların birinin verandasına oturmasına yardımcı oldu. Beyaz mermerli veranda sanki kasvetin ortasında kalmış gibi solmuştu ve askerin kolundan birkaç damla kan ile ıslanıyordu. “Lord Cirdan götürüldü sanırım?” dedi Ossë askerin yaralarıyla ilgilendikten sonra. Asker üzüntüyle başını salladı. “Maalesef öyle efendim. Eğer siz gelmeseniz biz de çoktan ölmüş olacaktık.”
    Ossë başını iki yana salladı, üzüntüden ne diyeceğini bilemiyordu. Cirdan’ın dostluğu çok farklıydı. O çok iyi bir Elf’ti ve esir edilmesine üzülmüştü, ama en azından ölmemişti. Hala onu canlı ve iyi olarak görebileceğini düşündü. Eğer Sauron yenilirse onu kurtarabilirlerdi.
    “Ya şimdi ne yapacağız, hiçbir fikrim yok. Sauron buralara kadar geldiyse eğer...”
    “Gondor düşmüş olmalı.” diye onu tamamladı Ossë kederle. “Çok acı bir kader, ancak öyle görünüyor.”
    “Buraya gelenlerden Minas Tirith’in kuşatmadan kurtulduğunu öğrenmiştik.”
    “Öyle.” dedi Ossë. Ben de kıyıya yakın dalgalardan Elessar’ın Umbarlı korsanları durduruşunu izledim. O adam İnsanlar’ı bir araya getirip Sauron’u yenebilirdi. Yüzük’ü geri alması yazık oldu.”
    “İzninizle bir şey sorabilir miyim?” dedi asker. Anlaşılan yaşlı bir Elf’ti. Ses tonu bilgeydi. Siyah saçları omzundan aşağı kadar iniyordu ve sivri çenesi kanla ıslanmıştı. “Bu şekilde müdahale etmenize izniniz var mıydı?”
    Ossë şaşırmış gözlerle baktı ona. Nasıl böyle bir şeyi bilebilirdi?
    Asker onu anlamıştı ve gülümsedi. “Üçüncü Çağ’ın bininci yılında Istari gelip de karaya çıktığında Lord Cirdan’la beraberdim. Efendi Olórin’in Valar tarafından gönderilen bir Maia olduğunu biliyordum. Karanlık’ı denetlemek için gönderilmişlerdi. Ama siz onun gibi gelmediniz... Siz...”
    “Tüm gücümle burdayım.” diyerek başını salladı ve onu tamamladı Ossë. “Adın neydi?”
    “Aerseron.” dedi ona asker.
    “Haklısın Aerseron. Ayrılmaya çalışan gemilerden suya düşenleri duydum. Onların çığlıklarını kalbimde hissettim. Elbette çoğu zaman denize düşüğ kaybolan olurdu, dagalarım bazen gerçekten öfkeli oluyor; kabul ediyorum. Ama bunun doğallıkla alakası yoktu. Onların ölmesinin sebebi bir gölgeydi. Ben de ona dalgalarımla müdahale ettim. O anlık öfkemle hışım gibi çıktım karaya. Valar’a haber verilmesi gerekiyor aslında. Uinen’in o işi yapacağına kuşkum yok.”
    Aerseron’un gözleri parladı ve dikleşti durduğu yerde. “Denizlerin leydisi? Onun da haberi var yani durumumuzdan?”
     “Var.” dedi Ossë. “Son sağ kalan Elf’in ölümünü beraber seyretmek zorunda kaldık. Onun gözyaşları hala yakıyor yüreğimi.” Yüzünü buruşturdu Ossë. Sert hatları daha bir sertleşti ve yumruklarını sıktırdı. Öyle büyük bir nefretle bakıyordu ki gözlerinin önünde tüm denizler buza dönebilirdi sanki. Aerseron o an karşısında Sauron olmadığı için şükretti.
    “Öyleyse dönecek misiniz?”
    “Hayır.” dedi Ossë kesin bir tavırla. “Valar bir ordu hazırlayasıya çok vakit kaybederiz. Orta-Dünya’da kurtarılacak çok fazla şey kalmaz. Çok fazla kişi ölür ve İnsanlar’ın dönemi asla başlayamaz.”
    “Çok doğru.” dedi Aerseron. “Leydi Uinen’e güveniyoruz öyleyse, Valar’a haber vereceğine ve bizim için geleceklerine.”
    “Uzun sürecektir.” diye karşılık verdi Ossë, eliyle doğuyu ve güneyi işaret etti. “Sauron durmayacak, hızlı hareket edecek. Karşısında durabilecek bir ordu kalmadı. Ne Gondor, ne Rohan. Kral Théoden’in öldürüldüğünü duydum. Kral Éomer de Elessar ile birlikte Kara Kapı’ya gitmiş olmalı.”
    Ayağa kalktı Ossë, batıya, batıda uzanan denize ve denizin üzerinde gezinen hayaletlere baktı. “Size yardım edeceğim. Tüm gücümle. Çünkü Sauron bir Maia. Orta-Dünya’da ona karşı koyabilecek bir güç kalmadı artık. Saruman ihanet etti, Olórin öldürüldü, diğerlerinden haber yok. Ne olacağını bilmiyoruz. O yüzden bir denge gerek. Sauron’un karşısında durabilecek birine ihtiyacınız var.”
    Aerseron etkilenmiş bir şekilde baktı ona. “Haklısınız efendim.” karşılığını verdi. “Öyleyse savaşacağız.”
    “Savaşacağız!” dedi Ossë yumruklarını sıkarak bir tanesini havaya kaldırdı. O sırada Lindonlu sağ kalan Elfler etrafında toplanmaya başladılar. Kiminin kolu sargıydaydı, kiminin başı. Kimi bacağını tutuyordu, kim topallayarak geliyordu yanına. Ama hepsi cesurca bakıyordu Ulmo’nun Maia’sına. Ossë hepsinin gözlerinde Aman’ın ateşini gördüğünü anladı o an. İşte bunlar Cirdan ve Gil-galad’ın halkıydı. Bunlar hakiki Sindar ve Ñoldor’du. Gözlerini kırpmadan Gölge’yle savaşmak için canlarını verirlerdi. Ossë içinden yemin etti önce, sonra bunu Aerseron’a bakarak tekrar etti ama daha çok kendi kendine söylüyordu: “O akan gözyaşlarını unutmayacağım Aerseron.” dedi. “Onları asla unutmayacağım, her damlanın intikamını alana kadar durmayacağım.” Ve yumruklarını kaldırıp güneydoğuya, Mordor’un olduğu tarafa doğru baktı.
    “Duy beni Sauron.” dedi, fısıtlıya yakın bir ses tonu vardı. “Duy beni ve sonunun bu ellerden geleceğini unutma. Orta-Dünya başıboş değil ve asla da olmadı. Ulmo ve Maiar’ı asla geride kalanları unutmadı...”
    Ossë anılara gitti ve efendileri Ulmo’nun Nevrast’ta karaya çıktığı günü anımsadı. Orada Fingolfin’in oğluyla konuşmuş, ona Tumladen Vadisi’ne gitmesini söylemişti. Ulmo daima Sürgünler’i düşünmüştü. Valar arasından unutmayan bir tek oydu belki de. Ne de olsa ondan çok daha önce Ossë, Melkor’la safını birleştirdiğinde onu affetmişti. Arda’nın başına gelen en güzel şeydi belki de gizemli Vala Ulmo. Ossë o günlerin hatırasıyla gülümsedi. Tuor ve Idril’in yolculuğa çıktıkları günü düşündü. Ulmo’nun seçilmişlerinden Tuor’un nasıl da Orta-Dünya’nın kurtuluşunda büyük rol oynadığını...

    Bir kez daha onların anısına ve hatrına yemin etti içinden. Elfler gitmek için hazırlanırken dağlara baktı Ossë ve düşmüş ruhların çığlığını yüreğinde hissetti. Sanki tüm Orta-Dünya ağlıyordu ve acısının dinmesini istiyordu. Ulmo’nun Maia’sı böylece olabildiğince uzayan karanlıktaki gölgelerle baş başa kaldı.

Notlar:
1-Aerseron: Sindarin'de Deniz-seven anlamına gelir. Seron; Quenya'da "dost" anlamına geldiğinden "Deniz-dostu" olarak da Quenya-Sindarin karışımı bir isim olduğu düşünülebilir.