18 Ekim 2015 Pazar

Ñoldor'dan Hikayeler - Bölüm VII: Gece Çöküyor

Bölüm VII: Gece Çöküyor

    Formenos Varda’nın yıldızlarının güzelliğiyle aydınlanırdı her gece. Telperion’un gümüş ışıkları Formenos’un güçlü duvarlarına çarpar, Laurelin’in narin ve sıcak dokunuşlarını beklerdi. Devasa kale heybetli bir Vala misali kuzey tepelerinde uzanır, yüksek kuleleri ve duvarlarıyla göz kamaştırırdı. Yine öyle bir geceydi ve yaşlı kral avluya yürüyordu. Kalenin duvarları, rüzgarların soğuk esintisi arasında ve yavaş adımlarla ilerliyordu. Uzun siyah saçları, en yaşlı Elflerden biri olmanın asaletiyle omzundan aşağı dökülüyor, kırmızı-siyah geçişli kıyafetiyle soğuktan güzelce korunuyordu.
    Yaşlı Kral’ın kalbi huzursuzdu. Adımları sanki zar zor atıyor, tüm Formenos üzerine geliyordu. Nedenini bilmiyordu bunun. İlk uyanıp gökyüzündeki yıldızları gördüğünden beri böyle bir belirsizlik içersinde olmamıştı. Tata’yı hatırlıyordu ağaçların arasında yanlarında gelirken. Yıldızları izliyorlardı o sırada soğuk nehrin kıyısında. Hava serin olmasına rağmen mükemmeldi ve hiçbiri üşüdüğünü hissetmiyordu. Yıldızları izliyorlardı sessizce, etraflarındaki her şeyden daha ilginç gelmişti onlara, özellikle de Yaşlı Kral’a. Yıldızların şarkısını dinlemek o an yaptığı ve belki de bugüne kadar yaptığı en güzel şeydi. Narin mırıltıları ve suyun sakin akış sesinin arasında ilk uyananlar öylece beklemiş ve Tata gelince ona katılmışlardı.
    Koyun her yeri güzel çiçeklerle ve yemyeşil çimlerle doluydu. Yaşlı Kral o kokuyu iyi hatırlıyordu ve Nahar’ın toynaklarından çıkan sesleri de öyle. Kişnemesini daha sanki dün duymuş gibiydi. Yıldızların altında titreşen bembeyaz bir ışık gibi gelmişti Nahar ve Avcı. Yaşlı Kral onu görür görmez nasıl da bir aydınlıkla ve onları düşünen bir kalple geldiğini anlamıştı. O yüzden halkı tarafından seçilmiş olmak da ona ayrı bir gurur vermişti.
    Ağaçları ilk gördüğü zamanı da hatırlıyordu Yaşlı Kral. Batı’nın Efendileri’ni ilk gördüğü anı da. Yıldızların Kraliçesi’nin güzelliğini, Toprağın Kraliçesi’nin asaletini ve Rüzgarların Efendisi’nin duruşunu ilk defa gördüğü anı asla unutamayacaktı. Ağaçların ışığını gördüğü andan itibaren farklı biri olmuştu ve kutsanmış gibi hissetmişti.
    Hala daha kutsanmış gibi hissediyordu.
    Bir an yolculukları geldi aklına ve eski dostu Elwë’nin başına neler geldiğini tekrar merak etti. Onu geride bırakarak buralara kadar gelmesi hala kalbinde bir yaraydı Yaşlı Kral’ın.
    O uzun yolculuğun sonunda aradıkları mutluluk ve huzura erişmişlerdi ancak bugünlerde tekrar o huzuru kaybettiğini hissediyordu.
    Cuivienen’deki suların berrak seslerini ve rüzgarların o el değmemiş ağaçları arasındaki mırıltısını duymak, belki de ihtiyacı olan tek şeydi. Yüreğine nedense oraların özlemi düşmüştü.
    Avludan bir rüzgar esti ve Yaşlı Kral’ın dikkatini çekti. Bakışlarını oraya çevirdiğinde adımlarına son verdi ve iki kara saçlı Elf’in konuştuklarını fark etti. Bunlar iki torunuydu. Kanafinwë ve Morifinwë. En büyük oğlunun ikinci ve dördüncü çocukları. Curufinwë’nin tüm çocukları kendi ismini taşıyordu ve Yaşlı Kral onlara baktıkça gururlanıyor ve kanının devam ettiğini görmek onu mutlu ediyordu. Kendi varlılığın bir yansımasını görür gibiydi. Onların yanına doğru giderken kızıl saçlı, uzun boylu bir Elf belirdi avlunun doğu kapısından. Kardeşlerine doğru yaklaştı. Bu da Curufinwë’nin en büyük oğlu Nelyafinwë’ydi. Üçüncü Finwë. Kısaca Nelyo denirdi ona. Ñoldor’un kraliyet sırasında üçüncüydü ve annesinin saçlarını almış olsa da hatları aynı babasını ve Yaşlı Kral’ı andırıyordu. Saçları aynı Yaşlı Kral’ınkiler gibi kuzguni olsa da Kanafinwë annesine çok benziyordu. Bilge Nerdanel’e. Oğlunun başına gelen en iyi şeye.
    Üçü de Yaşlı Kral’ı görünce selam durdular ve Morifinwë’yle Kanafinwë’nin çıktığı avdan konuştular. Yaşlı Kral onları dinleyerek kalbindeki huzuru tamir etmeye çalıştı, biraz iyi gelse de huzursuzluk asla tam anlamıyla kaybolmadı.
    Sohbetleri derinleşirken bir ses duydular: “Atar. Nelyo.” diye seslendi zarif bir ses onlara. Nelyo ve Yaşlı Kral dönüp baktılar ve Bilge Nerdanel’i, bembeyaz kıyafetleri içinde avlunun batısındaki ağacın altında gördüler. Telperion’un gümüş ışıkları ve yıldızların soluk ışığı ağaç dallarının arasından Nerdanel’in kızıl saçlarına çarpıyordu. “Bir süre gelebilir misiniz? Bir ulak Valmar’dan bir mektup getirdi.”
    Yaşlı Kral, bizzat Nerdanel geldiğine göre durumun önemli olduğunu düşünerek Nelyafinwë ile birlikte Nerdanel’i takip ettiler. Curufinwë’nin çalışma odasına kadar geldiklerinde Yaşlı Kral, büyük oğlunu elinde bir mektupla ayakta beklerken buldu. Mektuba bakıyordu. “Sorun nedir Fëanáro?” Ona bu isimle seslendiğinde kalbinde bir dalgalanma hissetti Yaşlı Kral ve Miriel aklına düştü, bu ismi oğluna Miriel vermişti ama oğlunun konuşmaya başlaması tekrar kendini o ana vermesini sağladı: “Valar beni çağırıyor.” dedi Curufinwë. “Manwë bizzat gelmemi emrediyor.”
    Odanın geniş pencereleri rüzgarı içeri alıyordu ve oda serindi ama Yaşlı Kral zaten sıcağı sevmezdi. Yüzünü mektuptan aldı ve oğluna baktı. “Öyleyse gitmek zorundasın. Arda’nın Yüce Kralı emrediyorsa bize sadece uygulamak düşer.”
    “Siz de davet edilmişsiniz.” dedi Curufinwë.
    Mektubu ona uzattı ve Yaşlı Kral alarak okudu mektubu. Sadece Curufinwë’nin gelmesi emredilmişti. Diğerleri sadece davet edilmişti. Yaşlı Kral mektubu geri verip gülümsedi oğluna. “Ben gitmeyeceğim. Sürgünün devam ettikçe kendimi kral saymıyorum ve görüşmüyorum da halkımla.” Curufinwë baktı ona öylece ve diyecek bir şeyi olmadığını Yaşlı Kral çok iyi anlamıştı. “Sen gitmelisin. İsterlerse diğerleri de senle gelsinler.” Nerdanel’e bakmıştı Yaşlı Kral ilk önce. Kocasıyla aralarının çok iyi olmadığını, biraz uzaklaştıklarını biliyordu. Yine de gözlerindeki endişe kırıntısı ne kadar uzaklaşırlarsa uzaklaşsınlar hala bir yerlerde o evlendikleri çift olduğunu gösteriyordu. Nerdanel’in Curufinwë’nin sürgününe eşlik etmesi bile bunun anlaşılması için yeterliydi aslında.
    “Ben de gitmeyeceğim.” dedi Nerdanel, Ñoldor’un prensesi. “Çocuklarımın gideceğini sanmıyorum. Onları bırakamam. Haksız mıyım Nelyo?” Nerdanel en büyük oğluna baktığında gözler ona çevrildi. Hepsinden uzun boylu olan Elf önce annesine sonra dedesine baktı. “Arsa’thair haklı, sen de haklısın Amil. Babamın sürgünü devam ettikçe, ben de ayak atmam Valmar’a. Yaşlı Kral gülümsedi, torununun içinde babasında yanan alevi görebiliyordu. Nerdanel’e baktığında bir kez daha gurur duydu ona, oğluna böylesine güçlü kudretli yedi oğul verecek kadar kudretli bir kadındı. Belki de Ñoldor’un içinde en kudretlisi bile sayılabilirdi bu yüzden. Yaşlı Kral bu düşünceyle hafifçe gülümsedi.
    “Kardeşlerim de bana katılacaktır.” diye ekledi Nelyo.
    “Seni o yüzden çağırdım zaten.” dedi annesi. “Kardeşlerin seni takip edecekleri için.”
    “Öyleyse karar verildi.” dedi Curufinwë. “İlk ışıkla yola çıkıyorum.”
    “Umalım da Laurelin’in ışıkları bize yol gösterir.” diye diledi Nerdanel gözleri kocasının omzunun üzerinden dışarı, uzaklara baktı.
   “Silmarilleri de burada bırakıyorum Atar.” dedi Curufinwë. “Demir bir sandıkta, burada güvende olacaklardır. Silmarillerimin ışığını görmelerini istemiyorum.”
    “Nasıl istersen oğlum.”
    Çok geçmeden dağıldılar ve Yaşlı Kral, Indis’i özlediğini düşünerek uykuya daldı ve şafağa az bir vakit kalana dek uyudu. Rüyasında yine ilk uyandığı koydaydı ve yıldızları seyrediyordu. Uyandığında yıldızların henüz gökyüzünü terk etmediklerini gördü. Laurelin henüz uyanmamıştı. Giyinip avluya doğru indiğinde bir atın hazırlandığını gördü. Oğlunun olmalıydı. Merdivenleri inerken Nerdanel’in gümüş kemerlerin altında kalenin kapısına doğru baktığını fark etti. Kollarını kavuşturmuştu ve endişe içindeydi. Yanına gitti Yaşlı Kral. Nerdanel onu görünce kederli surat ifadesini dağıtmaya çalıştı ama pek de başarılı olamadı.
    “Sanırım kalbin huzursuz kızım?”
    “Öyle, Atar.” dedi Nerdanel ona bakarak. Kayın babası olsa bile onu kendi babası gibi gördüğünü Yaşlı Kral iyi biliyordu. “Nedenini bilmiyorum.”
    “Fëanáro için mi endişeleniyorsun?” diye sordu Yaşlı Kral.
    Nerdanel başını salladı. “İçim rahat değil, kötü bir şeyler olacakmış gibi hissediyorum.”
    “Meraklanma.” diye onu teskin etti Yaşlı Kral, elini omzuna koydu. O sırada oğlu da elinde eyeri ile avluda belirdi ve atına doğru yürümeye başladı. “İyi olacaktır. Ama en azından ona veda etmelisin.”
    Kızıl saçlı Elf tekrar salladı başını ve ona teşekkür ederek kocasına doğru yürüdü. Curufinwë onu fark ettiğinde uzun zamandır yüzünde görmediği bir şeyi fark etmişti. O da gerçekten eskiden Nerdanel’le olduğu halini içten içe özlüyor olmalıydı.
    Ama işte şimdi Ñoldor Krallığı’nın veliaht prensi tek başına Valmar’a doğru yol alıyordu.
    Nerdanel, ona yaklaşınca Curufinwë öylece bekledi yerinde, derken sardı karısını kollarıyla. O an, anlaşmazlıklarını bir kenara attılar ve Nerdanel en azından kalbini ferahlattı. “Ilúvatar’ın ışığı seninle olsun Fëanáro.” diye fısıldadı Nerdanel onun kulağına. “Bana tek parça olarak geri dön, olur mu?” Curufinwë onun mükemmel kokusunu içine çekti ve “Döneceğim.” dedi. “Ilúvatar şahidim ki ondan bile korkmuyorum, bana bir zarar gelmeyecek.”
    “O günden beri huzurlu olamadım asla.” dedi Nerdanel ona sarılmayı bıraktığında. Curufinwë onun belinden tuttu ve Nerdanel de kocasının güçlü omuzlarına elini koydu.
    “Ateşin Tini’ni istediği şeyden kimse alıkoyamaz biliyorsun melmënya. Geri döneceğim ve iyi olacağım.”
    Nerdanel başını salladı ve onu öperek veda etti. Ardından Curufinwë atına bindi ve Yaşlı Kral ona yaklaştı. Atının üzerinden ona bakan oğlu gülümsedi ve “Merak etme, Atar. Çabucak döneceğim. Her şey sana emanet. Onlar da.”
    “Merak etme oğlum. Üçü de güvende. Kendine dikkat et.”
    “Sen de öyle.”
    Curufinwë arkasına döndü ve açılan kale kapılarından dışarı çıkmaya başladı, çıkmadan son kez arkasına dönüp babasına başıyla veda ederek gülümsedi. Yıldızlar yavaşça kaybolmaya başladılar ve Laurelin tam olarak uyandığında Curufinwë gitmiş ve Yaşlı Kral’ın kalbine bir huzursuzluk tekrar çöreklenmişti.
    Akşam olana kadar zaman çabuk geçti ve karanlık üzerlerine çok geç olmadan çöktü. Yaşlı Kral bir anda dışarıda atılan çığlıklar ve tuhaf bağırışmalar duydu. Hızla dışarı fırladığında yedi torununu da gelinini de, kale burçlarında, rüzgarın ve karanlığın eşliğinde Valmar’a doğru bakarken buldu. O an Telperion’un gümüş ışıklarının gelmediğini ve Varda’nın göz bebeklerinin tek başlarına karanlıkla mücadele ettiklerini fark etti. Gözleri gökyüzüne, ardından da Ağaçların olduğu tarafa döndü. Burçların sonuna geldiğinde tüm asker ve halkın gözlerinin orada olduğunu fark etti ve Nerdanel’in gözyaşlarının kale duvarlarını ıslattığını. Şok etkisi hepsini sardı ve neler olduğunu anlayamadılar. “Işık nasıl olur da gider?” diye sordu Nerdanel. Bir yandan da kocasını düşünüyordu. Nelyo derhal askerlerden bir bölük ayarlarak Valmar’a yolladı ve neler olduğunu öğrenmelerini istedi. Yaşlı Kral o sırada o gördüğü ışıkların nasıl olup da gittiklerini düşünüyordu ve kalbindeki kedere bir dur demeye çalışıyordu.
    Nasıl giderdi Telperion’un gümüş ışıkları, nasıl olur da Laurelin artık altın ışıklarını saçmazdı etrafa?
    Herkes keder ve şok içinde bekleşirken Yaşlı Kral evine döndü ve yiten ışıklarla beraber kederini içine attı.
    Kapısı çalındığında başını kaldırdı Yaşlı Kral ve kapıya doğru baktı. Ayağa kalmak istemiyordu nedense ama kendini zorladı ve kapıya doğru yürüdü. Her adımını zorlukla atmıştı sanki. O an niyeyse oğlunun onun için dövdüğü kılıç çarptı gözüne, kapının hemen yanındaydı. Hemen beline takıverdi ve bekletmeden kapıyı açtı.
    Bir anda karşısında kapkaranlık bir şekil belirdi. Simsiyah saçlar, simsiyah kıyafetler ve dehşet saçan bir yüz. Az önce nasıl bir karanlığa ve gölgeye battığı tahmin edilemeyen bir yaratık bakıyordu ona doğru. Elinde kanlı bir kılıç tutuyordu. Adeta dumanlar tütüyordu üstünden. Gölge bir anda Yaşlı Kral’ın kalbine çöreklendi ve Karanlık Olan’ın sesi beyninde yankılandı. “İyi akşamlar Yüce Kral.” diyerek selamladı onu Melkor Bauglir. Sahte nezaketi, varlığına dair geri kalan her şeyiyle yalanlanıyordu.
    Yaşlı Kral’ın eli kılıcına gitti ve karanlığın gözlerinin içine baktı. “Ne istiyorsun? Geldiğin yere çek git!” diye bağırdı.
    “Gideceğim.” dedi Melkor soğuk bir ifadeyle. “Ancak istediğim bir-iki şey var.” Boştaki elini havaya kaldırmış ve parmaklarından ikisini kaldırmıştı, sanki bir şeyi tutuyordu. Sanki bir mücevheri...
    Yaşlı Kral anında kılıcını çekti. Cesurca. O an hiçbir şeyden korkmuyordu, karşısındaki Arda’nın üzerinde yürüyen en kudretli canlı olsa da korkmayacaktı. Onun yüreğinde de bir alev yangın yeri gibi yanıyordu.
    “Hayır, istediğini alamazsın!” diye bağırdı Yaşlı Kral. “Her nereden geldiysen oraya çek git seni korkak! Ancak kaçmayı bilirsin!”
    Melkor kılıcını kaldırdığında Yaşlı Kral için her şey bitmişti. Kılıcın havayı yararkenki tınlaması havayı yarmış ve Yaşlı Kral için bir anda etraftaki her türlü rüzgar ve her türlü ses kesilmişti. Ne ayaklarının altındaki taş zemini hissediyor, ne kıyafetlerinin tenine değişini fark ediyor, ne de elinden uçup giden kılıcının sesini duyabiliyordu. Sadece soğuk vardı. Öylelikle yere doğru diz çöktü ve karnında biriken kırmızılığa baktı. Nasıl da kıyafetiyle uyum sağlamıştı öyle... Elini oraya götürdü ama hiçbir acı hissetmiyordu. Aklına birden Indis düştü. Onun altın saçlarını bir daha göremeyeceğini fark etti. Kederlendi. Oğullarını da göremeyecekti. Asil Fingolfin’i ya da bilge Finarfin’i. Torunlarıyla iyi vakit geçiremeyecekti. Valinor’un toprakları üzerinde gezinemeyecekti. Ölüm ne demek biliyordu biricik Miriel’ini kaybettiğinden bu yana ama kendi başına gelebileceğini düşünmemişti. O oğlu için yaşamayı seçmişti ne de olsa.
    Kafasını çevirebildiğinde Melkor’un elinde demir bir kasa tuttuğunu fark etmişti. Silmarilleri ele geçirmişti. Curufinwë kim bilir ne kadar öfkelenecekti.
    Melkor elinde demir sandıkla birlikte çıktı Yaşlı Kral’ın evinden ve bir gölge gibi, hızlıca kayboldu. O kadar hızlı kaybolmasına anlam verememişti Yaşlı Kral ama onun yüzündeki acıyı görebilmişti. Silmariller elini yakıyor olmalıydı, hem de deliler gibi...
    İşte o sırada dengesini kaybetti, gücü dizlerinden de çekildi ve yere uzandı. Aradan ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu ama çok geçmeden kulakları bir ses işitti. Yağmur yağıyordu. Gözleri akan damlaları gördü gökyüzünden. Ama hissetmiyordu. Sadece soğuk vardı.
    Çok geçmeden bir ses daha duydu Yaşlı Kral. Oğlunun acı içinde haykırışını. Onun ölmeye başlayan bedenini tuttuğunu ve acılar içinde ağladığını gördü. Curufinwë yürekleri dağlayan bir haykırışla ağlıyordu. Geri kalan Ñoldor da etrafında toplanmaya başladılar ve Curufinwë’nin yakarışlarına kulak kesildiler. Yaşlı Kral için son gelmişti artık.
    ‘Ölmek böyle bir şeymiş demek. Affet beni oğlum. Seni yalnız bırakmak istemezdim...’
    Gökyüzü Ñoldor’un biriciği için gözyaşı dökerken, Formenos’a karanlık çöktü ve yeni kral diz çöktüğü yerden uzun bir süre kalkamadı ve gözyaşları uzun bir süre onu terk etmedi...
    Kutlu topraklarda ilk kan dökülmüştü böylece, Yaşlı Kral katledildiğinde...
    Artık gece çökmüştü. Bir dehşet yerinden uyanmış ve Curufinwë artık ayağa kalkıp etrafına baktığında öfkeden kimse yüzünü tanıyamaz olmuştu. Babasının ölü bedenin başında durmuş sadece tek bir şeyi tekrar etmişti. “Onu yok edeceğim, Atar. İntikamını alacağım. Sana söz veriyorum.”

    Kuşkusuz ki Ateşin Ruhu bu sözü verdiğinde gece tamamen çökmüş ve yıldızlar bir ağıt yakmışlardı gökyüzünde.