Bölüm VII: Gece Çöküyor
Formenos Varda’nın yıldızlarının
güzelliğiyle aydınlanırdı her gece. Telperion’un gümüş ışıkları Formenos’un
güçlü duvarlarına çarpar, Laurelin’in narin ve sıcak dokunuşlarını beklerdi.
Devasa kale heybetli bir Vala misali kuzey tepelerinde uzanır, yüksek kuleleri
ve duvarlarıyla göz kamaştırırdı. Yine öyle bir geceydi ve yaşlı kral avluya
yürüyordu. Kalenin duvarları, rüzgarların soğuk esintisi arasında ve yavaş
adımlarla ilerliyordu. Uzun siyah saçları, en yaşlı Elflerden biri olmanın
asaletiyle omzundan aşağı dökülüyor, kırmızı-siyah geçişli kıyafetiyle soğuktan
güzelce korunuyordu.
Yaşlı Kral’ın kalbi huzursuzdu. Adımları
sanki zar zor atıyor, tüm Formenos üzerine geliyordu. Nedenini bilmiyordu
bunun. İlk uyanıp gökyüzündeki yıldızları gördüğünden beri böyle bir
belirsizlik içersinde olmamıştı. Tata’yı hatırlıyordu ağaçların arasında
yanlarında gelirken. Yıldızları izliyorlardı o sırada soğuk nehrin kıyısında.
Hava serin olmasına rağmen mükemmeldi ve hiçbiri üşüdüğünü hissetmiyordu.
Yıldızları izliyorlardı sessizce, etraflarındaki her şeyden daha ilginç
gelmişti onlara, özellikle de Yaşlı Kral’a. Yıldızların şarkısını dinlemek o an
yaptığı ve belki de bugüne kadar yaptığı en güzel şeydi. Narin mırıltıları ve
suyun sakin akış sesinin arasında ilk uyananlar öylece beklemiş ve Tata gelince
ona katılmışlardı.
Koyun her yeri güzel çiçeklerle ve yemyeşil
çimlerle doluydu. Yaşlı Kral o kokuyu iyi hatırlıyordu ve Nahar’ın
toynaklarından çıkan sesleri de öyle. Kişnemesini daha sanki dün duymuş
gibiydi. Yıldızların altında titreşen bembeyaz bir ışık gibi gelmişti Nahar ve
Avcı. Yaşlı Kral onu görür görmez nasıl da bir aydınlıkla ve onları düşünen bir
kalple geldiğini anlamıştı. O yüzden halkı tarafından seçilmiş olmak da ona
ayrı bir gurur vermişti.
Ağaçları ilk gördüğü zamanı da hatırlıyordu
Yaşlı Kral. Batı’nın Efendileri’ni ilk gördüğü anı da. Yıldızların Kraliçesi’nin
güzelliğini, Toprağın Kraliçesi’nin asaletini ve Rüzgarların Efendisi’nin
duruşunu ilk defa gördüğü anı asla unutamayacaktı. Ağaçların ışığını gördüğü
andan itibaren farklı biri olmuştu ve kutsanmış gibi hissetmişti.
Hala daha kutsanmış gibi hissediyordu.
Bir an yolculukları geldi aklına ve eski
dostu Elwë’nin başına neler geldiğini tekrar merak etti. Onu geride bırakarak
buralara kadar gelmesi hala kalbinde bir yaraydı Yaşlı Kral’ın.
O uzun yolculuğun sonunda aradıkları
mutluluk ve huzura erişmişlerdi ancak bugünlerde tekrar o huzuru kaybettiğini
hissediyordu.
Cuivienen’deki suların berrak seslerini ve
rüzgarların o el değmemiş ağaçları arasındaki mırıltısını duymak, belki de
ihtiyacı olan tek şeydi. Yüreğine nedense oraların özlemi düşmüştü.
Avludan bir rüzgar esti ve Yaşlı Kral’ın
dikkatini çekti. Bakışlarını oraya çevirdiğinde adımlarına son verdi ve iki
kara saçlı Elf’in konuştuklarını fark etti. Bunlar iki torunuydu. Kanafinwë ve Morifinwë.
En büyük oğlunun ikinci ve dördüncü çocukları. Curufinwë’nin tüm çocukları
kendi ismini taşıyordu ve Yaşlı Kral onlara baktıkça gururlanıyor ve kanının
devam ettiğini görmek onu mutlu ediyordu. Kendi varlılığın bir yansımasını
görür gibiydi. Onların yanına doğru giderken kızıl saçlı, uzun boylu bir Elf
belirdi avlunun doğu kapısından. Kardeşlerine doğru yaklaştı. Bu da Curufinwë’nin
en büyük oğlu Nelyafinwë’ydi. Üçüncü Finwë. Kısaca Nelyo denirdi ona. Ñoldor’un
kraliyet sırasında üçüncüydü ve annesinin saçlarını almış olsa da hatları aynı
babasını ve Yaşlı Kral’ı andırıyordu. Saçları aynı Yaşlı Kral’ınkiler gibi
kuzguni olsa da Kanafinwë annesine çok benziyordu. Bilge Nerdanel’e. Oğlunun
başına gelen en iyi şeye.
Üçü de Yaşlı Kral’ı görünce selam durdular
ve Morifinwë’yle Kanafinwë’nin çıktığı avdan konuştular. Yaşlı Kral onları
dinleyerek kalbindeki huzuru tamir etmeye çalıştı, biraz iyi gelse de
huzursuzluk asla tam anlamıyla kaybolmadı.
Sohbetleri derinleşirken bir ses duydular: “Atar.
Nelyo.” diye seslendi zarif bir ses onlara. Nelyo ve Yaşlı Kral dönüp baktılar
ve Bilge Nerdanel’i, bembeyaz kıyafetleri içinde avlunun batısındaki ağacın
altında gördüler. Telperion’un gümüş ışıkları ve yıldızların soluk ışığı ağaç
dallarının arasından Nerdanel’in kızıl saçlarına çarpıyordu. “Bir süre
gelebilir misiniz? Bir ulak Valmar’dan bir mektup getirdi.”
Yaşlı Kral, bizzat Nerdanel geldiğine göre
durumun önemli olduğunu düşünerek Nelyafinwë ile birlikte Nerdanel’i takip
ettiler. Curufinwë’nin çalışma odasına kadar geldiklerinde Yaşlı Kral, büyük
oğlunu elinde bir mektupla ayakta beklerken buldu. Mektuba bakıyordu. “Sorun
nedir Fëanáro?” Ona bu isimle seslendiğinde kalbinde bir dalgalanma hissetti
Yaşlı Kral ve Miriel aklına düştü, bu ismi oğluna Miriel vermişti ama oğlunun
konuşmaya başlaması tekrar kendini o ana vermesini sağladı: “Valar beni
çağırıyor.” dedi Curufinwë. “Manwë bizzat gelmemi emrediyor.”
Odanın geniş pencereleri rüzgarı içeri
alıyordu ve oda serindi ama Yaşlı Kral zaten sıcağı sevmezdi. Yüzünü mektuptan
aldı ve oğluna baktı. “Öyleyse gitmek zorundasın. Arda’nın Yüce Kralı
emrediyorsa bize sadece uygulamak düşer.”
“Siz de davet edilmişsiniz.” dedi
Curufinwë.
Mektubu ona uzattı ve Yaşlı Kral alarak
okudu mektubu. Sadece Curufinwë’nin gelmesi emredilmişti. Diğerleri sadece
davet edilmişti. Yaşlı Kral mektubu geri verip gülümsedi oğluna. “Ben
gitmeyeceğim. Sürgünün devam ettikçe kendimi kral saymıyorum ve görüşmüyorum da
halkımla.” Curufinwë baktı ona öylece ve diyecek bir şeyi olmadığını Yaşlı Kral
çok iyi anlamıştı. “Sen gitmelisin. İsterlerse diğerleri de senle gelsinler.”
Nerdanel’e bakmıştı Yaşlı Kral ilk önce. Kocasıyla aralarının çok iyi
olmadığını, biraz uzaklaştıklarını biliyordu. Yine de gözlerindeki endişe
kırıntısı ne kadar uzaklaşırlarsa uzaklaşsınlar hala bir yerlerde o
evlendikleri çift olduğunu gösteriyordu. Nerdanel’in Curufinwë’nin sürgününe
eşlik etmesi bile bunun anlaşılması için yeterliydi aslında.
“Ben de gitmeyeceğim.” dedi Nerdanel,
Ñoldor’un prensesi. “Çocuklarımın gideceğini sanmıyorum. Onları bırakamam.
Haksız mıyım Nelyo?” Nerdanel en büyük oğluna baktığında gözler ona çevrildi.
Hepsinden uzun boylu olan Elf önce annesine sonra dedesine baktı. “Arsa’thair
haklı, sen de haklısın Amil. Babamın sürgünü devam ettikçe, ben de ayak atmam
Valmar’a. Yaşlı Kral gülümsedi, torununun içinde babasında yanan alevi
görebiliyordu. Nerdanel’e baktığında bir kez daha gurur duydu ona, oğluna
böylesine güçlü kudretli yedi oğul verecek kadar kudretli bir kadındı. Belki de
Ñoldor’un içinde en kudretlisi bile sayılabilirdi bu yüzden. Yaşlı Kral bu
düşünceyle hafifçe gülümsedi.
“Kardeşlerim de bana katılacaktır.” diye
ekledi Nelyo.
“Seni o yüzden çağırdım zaten.” dedi
annesi. “Kardeşlerin seni takip edecekleri için.”
“Öyleyse karar verildi.” dedi Curufinwë. “İlk
ışıkla yola çıkıyorum.”
“Umalım da Laurelin’in ışıkları bize yol
gösterir.” diye diledi Nerdanel gözleri kocasının omzunun üzerinden dışarı,
uzaklara baktı.
“Silmarilleri de burada bırakıyorum Atar.”
dedi Curufinwë. “Demir bir sandıkta, burada güvende olacaklardır.
Silmarillerimin ışığını görmelerini istemiyorum.”
“Nasıl istersen oğlum.”
Çok geçmeden dağıldılar ve Yaşlı Kral,
Indis’i özlediğini düşünerek uykuya daldı ve şafağa az bir vakit kalana dek
uyudu. Rüyasında yine ilk uyandığı koydaydı ve yıldızları seyrediyordu.
Uyandığında yıldızların henüz gökyüzünü terk etmediklerini gördü. Laurelin
henüz uyanmamıştı. Giyinip avluya doğru indiğinde bir atın hazırlandığını
gördü. Oğlunun olmalıydı. Merdivenleri inerken Nerdanel’in gümüş kemerlerin
altında kalenin kapısına doğru baktığını fark etti. Kollarını kavuşturmuştu ve
endişe içindeydi. Yanına gitti Yaşlı Kral. Nerdanel onu görünce kederli surat
ifadesini dağıtmaya çalıştı ama pek de başarılı olamadı.
“Sanırım kalbin huzursuz kızım?”
“Öyle, Atar.” dedi Nerdanel ona bakarak.
Kayın babası olsa bile onu kendi babası gibi gördüğünü Yaşlı Kral iyi
biliyordu. “Nedenini bilmiyorum.”
“Fëanáro
için mi endişeleniyorsun?” diye sordu Yaşlı Kral.
Nerdanel başını salladı. “İçim rahat değil,
kötü bir şeyler olacakmış gibi hissediyorum.”
“Meraklanma.” diye onu teskin etti Yaşlı
Kral, elini omzuna koydu. O sırada oğlu da elinde eyeri ile avluda belirdi ve
atına doğru yürümeye başladı. “İyi olacaktır. Ama en azından ona veda
etmelisin.”
Kızıl saçlı Elf tekrar salladı başını ve
ona teşekkür ederek kocasına doğru yürüdü. Curufinwë onu fark ettiğinde uzun
zamandır yüzünde görmediği bir şeyi fark etmişti. O da gerçekten eskiden
Nerdanel’le olduğu halini içten içe özlüyor olmalıydı.
Ama işte şimdi Ñoldor Krallığı’nın veliaht
prensi tek başına Valmar’a doğru yol alıyordu.
Nerdanel, ona yaklaşınca Curufinwë öylece
bekledi yerinde, derken sardı karısını kollarıyla. O an, anlaşmazlıklarını bir
kenara attılar ve Nerdanel en azından kalbini ferahlattı. “Ilúvatar’ın ışığı
seninle olsun Fëanáro.” diye fısıldadı Nerdanel onun kulağına. “Bana tek parça
olarak geri dön, olur mu?” Curufinwë onun mükemmel kokusunu içine çekti ve “Döneceğim.”
dedi. “Ilúvatar şahidim ki ondan bile korkmuyorum, bana bir zarar gelmeyecek.”
“O günden beri huzurlu olamadım asla.” dedi
Nerdanel ona sarılmayı bıraktığında. Curufinwë onun belinden tuttu ve Nerdanel
de kocasının güçlü omuzlarına elini koydu.
“Ateşin Tini’ni istediği şeyden kimse
alıkoyamaz biliyorsun melmënya. Geri döneceğim ve iyi olacağım.”
Nerdanel başını salladı ve onu öperek veda
etti. Ardından Curufinwë atına bindi ve Yaşlı Kral ona yaklaştı. Atının
üzerinden ona bakan oğlu gülümsedi ve “Merak etme, Atar. Çabucak döneceğim. Her
şey sana emanet. Onlar da.”
“Merak etme oğlum. Üçü de güvende. Kendine
dikkat et.”
“Sen de öyle.”
Curufinwë arkasına döndü ve açılan kale
kapılarından dışarı çıkmaya başladı, çıkmadan son kez arkasına dönüp babasına
başıyla veda ederek gülümsedi. Yıldızlar yavaşça kaybolmaya başladılar ve
Laurelin tam olarak uyandığında Curufinwë gitmiş ve Yaşlı Kral’ın kalbine bir
huzursuzluk tekrar çöreklenmişti.
Akşam olana kadar zaman çabuk geçti ve
karanlık üzerlerine çok geç olmadan çöktü. Yaşlı Kral bir anda dışarıda atılan
çığlıklar ve tuhaf bağırışmalar duydu. Hızla dışarı fırladığında yedi torununu da
gelinini de, kale burçlarında, rüzgarın ve karanlığın eşliğinde Valmar’a doğru
bakarken buldu. O an Telperion’un gümüş ışıklarının gelmediğini ve Varda’nın
göz bebeklerinin tek başlarına karanlıkla mücadele ettiklerini fark etti.
Gözleri gökyüzüne, ardından da Ağaçların olduğu tarafa döndü. Burçların sonuna
geldiğinde tüm asker ve halkın gözlerinin orada olduğunu fark etti ve Nerdanel’in
gözyaşlarının kale duvarlarını ıslattığını. Şok etkisi hepsini sardı ve neler
olduğunu anlayamadılar. “Işık nasıl olur da gider?” diye sordu Nerdanel. Bir
yandan da kocasını düşünüyordu. Nelyo derhal askerlerden bir bölük ayarlarak
Valmar’a yolladı ve neler olduğunu öğrenmelerini istedi. Yaşlı Kral o sırada o
gördüğü ışıkların nasıl olup da gittiklerini düşünüyordu ve kalbindeki kedere
bir dur demeye çalışıyordu.
Nasıl giderdi Telperion’un gümüş ışıkları,
nasıl olur da Laurelin artık altın ışıklarını saçmazdı etrafa?
Herkes keder ve şok içinde bekleşirken
Yaşlı Kral evine döndü ve yiten ışıklarla beraber kederini içine attı.
Kapısı çalındığında başını kaldırdı Yaşlı
Kral ve kapıya doğru baktı. Ayağa kalmak istemiyordu nedense ama kendini
zorladı ve kapıya doğru yürüdü. Her adımını zorlukla atmıştı sanki. O an
niyeyse oğlunun onun için dövdüğü kılıç çarptı gözüne, kapının hemen
yanındaydı. Hemen beline takıverdi ve bekletmeden kapıyı açtı.
Bir anda karşısında kapkaranlık bir şekil
belirdi. Simsiyah saçlar, simsiyah kıyafetler ve dehşet saçan bir yüz. Az önce
nasıl bir karanlığa ve gölgeye battığı tahmin edilemeyen bir yaratık bakıyordu
ona doğru. Elinde kanlı bir kılıç tutuyordu. Adeta dumanlar tütüyordu üstünden.
Gölge bir anda Yaşlı Kral’ın kalbine çöreklendi ve Karanlık Olan’ın sesi
beyninde yankılandı. “İyi akşamlar Yüce Kral.” diyerek selamladı onu Melkor
Bauglir. Sahte nezaketi, varlığına dair geri kalan her şeyiyle yalanlanıyordu.
Yaşlı Kral’ın eli kılıcına gitti ve
karanlığın gözlerinin içine baktı. “Ne istiyorsun? Geldiğin yere çek git!” diye
bağırdı.
“Gideceğim.” dedi Melkor soğuk bir
ifadeyle. “Ancak istediğim bir-iki şey var.” Boştaki elini havaya kaldırmış ve
parmaklarından ikisini kaldırmıştı, sanki bir şeyi tutuyordu. Sanki bir
mücevheri...
Yaşlı Kral anında kılıcını çekti. Cesurca.
O an hiçbir şeyden korkmuyordu, karşısındaki Arda’nın üzerinde yürüyen en
kudretli canlı olsa da korkmayacaktı. Onun yüreğinde de bir alev yangın yeri
gibi yanıyordu.
“Hayır, istediğini alamazsın!” diye bağırdı
Yaşlı Kral. “Her nereden geldiysen oraya çek git seni korkak! Ancak kaçmayı
bilirsin!”
Melkor kılıcını kaldırdığında Yaşlı Kral
için her şey bitmişti. Kılıcın havayı yararkenki tınlaması havayı yarmış ve
Yaşlı Kral için bir anda etraftaki her türlü rüzgar ve her türlü ses
kesilmişti. Ne ayaklarının altındaki taş zemini hissediyor, ne kıyafetlerinin
tenine değişini fark ediyor, ne de elinden uçup giden kılıcının sesini
duyabiliyordu. Sadece soğuk vardı. Öylelikle yere doğru diz çöktü ve karnında
biriken kırmızılığa baktı. Nasıl da kıyafetiyle uyum sağlamıştı öyle... Elini
oraya götürdü ama hiçbir acı hissetmiyordu. Aklına birden Indis düştü. Onun
altın saçlarını bir daha göremeyeceğini fark etti. Kederlendi. Oğullarını da
göremeyecekti. Asil Fingolfin’i ya da bilge Finarfin’i. Torunlarıyla iyi vakit
geçiremeyecekti. Valinor’un toprakları üzerinde gezinemeyecekti. Ölüm ne demek
biliyordu biricik Miriel’ini kaybettiğinden bu yana ama kendi başına
gelebileceğini düşünmemişti. O oğlu için yaşamayı seçmişti ne de olsa.
Kafasını çevirebildiğinde Melkor’un elinde
demir bir kasa tuttuğunu fark etmişti. Silmarilleri ele geçirmişti. Curufinwë
kim bilir ne kadar öfkelenecekti.
Melkor elinde demir sandıkla birlikte çıktı
Yaşlı Kral’ın evinden ve bir gölge gibi, hızlıca kayboldu. O kadar hızlı
kaybolmasına anlam verememişti Yaşlı Kral ama onun yüzündeki acıyı
görebilmişti. Silmariller elini yakıyor olmalıydı, hem de deliler gibi...
İşte o sırada dengesini kaybetti, gücü
dizlerinden de çekildi ve yere uzandı. Aradan ne kadar zaman geçtiğini
bilmiyordu ama çok geçmeden kulakları bir ses işitti. Yağmur yağıyordu. Gözleri
akan damlaları gördü gökyüzünden. Ama hissetmiyordu. Sadece soğuk vardı.
Çok geçmeden bir ses daha duydu Yaşlı Kral.
Oğlunun acı içinde haykırışını. Onun ölmeye başlayan bedenini tuttuğunu ve
acılar içinde ağladığını gördü. Curufinwë yürekleri dağlayan bir haykırışla
ağlıyordu. Geri kalan Ñoldor da etrafında toplanmaya başladılar ve Curufinwë’nin
yakarışlarına kulak kesildiler. Yaşlı Kral için son gelmişti artık.
‘Ölmek böyle bir şeymiş demek. Affet beni
oğlum. Seni yalnız bırakmak istemezdim...’
Gökyüzü Ñoldor’un biriciği için gözyaşı
dökerken, Formenos’a karanlık çöktü ve yeni kral diz çöktüğü yerden uzun bir
süre kalkamadı ve gözyaşları uzun bir süre onu terk etmedi...
Kutlu topraklarda ilk kan dökülmüştü
böylece, Yaşlı Kral katledildiğinde...
Artık gece çökmüştü. Bir dehşet yerinden
uyanmış ve Curufinwë artık ayağa kalkıp etrafına baktığında öfkeden kimse
yüzünü tanıyamaz olmuştu. Babasının ölü bedenin başında durmuş sadece tek bir
şeyi tekrar etmişti. “Onu yok edeceğim, Atar. İntikamını alacağım. Sana söz
veriyorum.”
Kuşkusuz ki Ateşin Ruhu bu sözü verdiğinde
gece tamamen çökmüş ve yıldızlar bir ağıt yakmışlardı gökyüzünde.