“Sauron birbiri ardına zaferler kazandı.” dedi mavi
renkli pelerini rüzgarda savrulan Ecthelion. “Herkes onlardan bahsediyor ve
Orta-Dünya’nın hiç olmadığı kadar karanlık olduğunu söylüyorlar.”
Güneye indiklerinden bu yana birkaç gün geçmişti.
Ossë’nin ordusu güneye tam gücüyle inip Sauron’la karşılaşacaksa, neyin nerede
olduğunun bilinmesi gerekiyordu. Bu yüzden Maglor, Ecthelion ve yirmi adamı
keşif görevi için harekete geçmişlerdi. Ossë’nin ordusundaki en iyi savaşçılar
bu yirmisiydi kuşkusuz. Maglor ve Ecthelion Birinci Çağ’ın Elfleri’ydi ve
Maglor, Fëanor’un oğlu; Ecthelion ise Balrogların lordunun katiliydi.
Yanlarındaki yirmi adam da Öfke Savaş’ından kurtulup gelenlerdi, o yüzden hepsi
Ecthelion’ın dediklerine sırıttılar.
“Hiç olmadığı kadar demek.” dedi Maglor. “Bir de
Sauron’un efendisini görselerdi ne düşünürlerdi acaba?” Yere tükürdü.
“Yıldızların laneti üzerinde olsun Morgoth’un!”
“Öfke Savaşı’nın başlarında, Orta-Dünya kıyılarına
indiğimizde görmeleri lazımdı buraları.” dedi askerlerden biri. Adı
Celeblith’di. “Hayatım boyunca Valinor’da yaşamıştım. Güneş’in doğmasından
yetmiş sene sonra doğdum ve beş yüzüme yaklaştığım sırada Eärendil geldi. Sizin
nasıl şeyler yaşadığınızı tahmin edemem Lord Maglor, Lord Ecthelion. Kral
Finarfin doğumumdan önce olan olayları babamla bir sohbetleri sırasında
anlatmıştı. Daha küçüktüm. Siz en başından beri o karanlığın içinde yürüdünüz.
Orta-Dünya’ya geldiğimizde Gondolin’in öyküleri hala dillerde dolanıyordu.
Ñoldor karanlığın içinde yaşıyordu ve hayatımı Tirion’da geçiren biri olarak,
elimdeki kılıca her ne kadar güvensem de kıyıya ilk ayak basışımı hala
unutamam. Bulutları hatırlıyorum lordlarım. O karanlık bulutları, ejderhaların
nefesini, gölgeyi ve umutsuzluğu hatırlıyorum. Kral Finarfin’in elini omzuma koyup
bana güven verişini de öyle. Babamın keza kollarında ölüşünü de öyle.”
Ecthelion ve Maglor onun hikayesi için üzüldüler ve
kederin sessizliği aralarına çöktü. Bir şey söylemenin anlamı yoktu, çünkü
hepsi çok büyük acılar çekmişlerdi, zaten Celeblith de bunları teselli
aradığından söylemiyordu. Çoktan altı bininci yaşını geçmiş bir Elf teselli
aramazdı. Üstelik lordların yaşadıklarını kendi yaşadıklarıyla da
kıyaslamıyordu.
“Şimdiki gölge, o zamankinin ufak bir yanılsaması sadece.
Barad-dur, Angband’ın ancak soluk bir kopyası olabilir.”
“Angband’ı gördün değil mi?” diye sordu Maglor, anıları
üzerine çökerken. “O şeytani yüzünü, bitmek bilmeyen duvarlarını ve etrafını
saran karanlığını?”
Başını salladı Celeblith. “Eärendil, Ancalagon’u
düşürdükten sonra Lord Eönwë’yle birlikte Angband’a ilk girenlerden biriydim.
Kırk yıllık savaşın benim gibi hayatı günlük güneşlik geçen birinin üzerindeki
etkilerini az çok tahmin edebilirsiniz sanırım. Teleri gemilerinden indiğimiz
zaman hissettiğim şeylerle, Angband’ın kapıları önünde hissettiğim şeyler
birbirinden o kadar farklıydı ki. Gördüğü ve hissettiği karanlık tarafından az
daha yutulmak üzere olan basit bir askerden, Morgoth’un tüm kötülüklerini
sadece kendi kılıcıyla silebileceğine inanan gerçek bir Ñoldo’ya dönüştüm.
İnanın övünmeye çalışmıyorum ama Sirion geçidinde yaptığımız savaşlar kılıcımı
da kalbimi de bilememi sağladı. Angband’ın kapılarından geçerken Kral Fingolfin
gibi Morgoth’a tek başına meydan okuyabileceğimi hissediyordum, pek çok
arkadaşım gibi. O gün hepimiz öyleydik.”
“Ruhu Mandos’un yanında huzur bulsun.” dedi Maglor ileri
bakarak. “Amcam bir Elf’in olabileceği en üst noktadaydı kuşkusuz.”
Bir ağaç dalına çarpmamak için onu bükerek yoluna devam
eden Celeblith Maglor’a doğru baktı omzunun üstünden. “Onu görebilmeyi
isterdim. Onun ve Kral Fingon’un hikayeleri savaşta bize katılan bir avuç
Ñoldor tarafından sık sık anlatılırdı. Sürgünler’in arasında onun kadar güçlüsü
olmadığını söylüyorlardı.”
Maglor başını salladı. Ani Alev Şavaşı’nı hatırladı bu
kez de. Glaurung’un alevini tekrar teninde hissedince ürperdi. “Ringil’i
savuruşu görülmeye değerdi. Beleriand’ın Baharı’nda büyük bir turnuva
düzenlemiştik.” Maglor uzun zamandır bu anıları hatırlamıyordu.
Gülümseyebildiğine şaşırdı. “Hithlum o sıralar savaşta gördüğünüz gibi değildi.
Angband’ın yakınlarında olmasına rağmen o kadar yeşil ve güzeldi ki. Üstelik
Ard-galen de henüz bozulmamıştı, Morgoth’un alev nehirleri daha üzerlerinden
geçmemişti. O turnuvada ağabeyim de vardı. Ñoldor’un en güçlüleri orada
savaştılar. Ben daha ilk turda Kral Fingolfin’le eşleşip elendim. Nelyo ise
dostu Fingon’u yenip finalde Kral Fingolfin’le eşleşti. Ağabeyim gözümde hep en
iyi kılıç kullanıcılarından biri olmuştu, o gün de bunu kanıtlamıştı ancak
Kral’la dövüşleri uzun sürse de yenilmekten kurtulamamıştı. Ringil’in buz gibi
görüntüsü ve masmavi parıltısını hala hatırlarım. Ağabeyimin Sercëníre’si o
güne kadar dövülmüş en iyi kılıçlardan biriydi ama Ringil... işte o çok
başkaydı Celeblith.” Bir an için durdu. “Sana neden Celeblith adını vermişler?”
Celeblith simsiyah saçlıydı, ancak adı “gümüş kül”
anlamına geliyordu. Celeblith gülümseyerek lorda baktı. “Doğduğumda doğal
olarak babamın adını taşıyordum ancak mutlu bir çocukken, bir gün etraftan
kayboluvermişim. O sıralar Valmar’daymışız, açıkçası hatırlayacak yaşta
değildim. Beni sonunda bulduklarında Ağaçlar’ın mezarında bekliyormuşum.
Telperion’un külleri saçımdaymış, Laurelin’in küllerine bakıyormuşum. O zaman
annem ağlayarak sarmış beni, babam da bu ismi seçmiş bana. Gümüş ağacın külleri
saçımda olduğu için.”
“Güzel bir isim.” dedi Maglor. “Ağaçlar’ın ardından
isimlendirilmek büyük bir onur olmalı.”
“Onları da görebilmeyi dilerdim.”
“Çok güzellerdi.” dedi Maglor. “Gerçekten çok
güzellerdi.”
Maglor o kadar çok anının ağırlığı altında kalmıştı ki
kendi bile sayamıyordu. Başını iki yana sallayıp önlerindeki tehdite döndü.
“Sauron en az efendisi kadar kötü ama hakkını yememek
lazım.” dedi Ecthelion. “Zamanında Ñoldor’u da az uğraştırmadı.”
“O günlerinden çok daha güçlü, orası kesin.” diye
belirtti Maglor. “Gerçekten yarattığı karanlık takdire şayan, efendisi Gece
Kapısı’nın ötesinden buralara bakabiliyorsa onunla gurur duyuyor olmalı.”
“Onu yenmeye gücümüz yetecek mi?” Celeblith bunu
sorduğunda açıklık bir alana geldiler ve Maglor bir parmağını kaldırıp sessiz
olunmasını işaret etti. Keskin gözleri ileride pek çok karaltı görmüştü. Derhal
ağaçların arasına geçme emri verdi ve sessizce kılıçların çekilmesi gerektiğini
söyledi. İleride pek çok ork olmalıydı. Ağaçların arkasına geçtiler ve
dinlediler. Gerçekten de ileride orklar vardı ve yaklaşıyorlardı. Maglor doğuda
kalan yüksek yere doğru çekti adamlarını ve yükseltinin ardına gizlenip orkları
izlemeye başladılar. Ayaklarının altında ezilen toprak, adeta her adımda feryat
ederken hava iyice kararmaya başladı ancak etraf yine de güneş alıyordu ve
orklar sorunsuz bir şekilde yürümeye devam ediyorlardı. “Kara uruklar.” dedi
Maglor. “Gondorlu ve Rohanlı dostlarımızın bahsettiği yeni bir ork türü.”
“Güneşte yürüyebiliyorlar değil mi?” diye sordu
Celeblith.
“Aynen öyle.” diye cevapladı Maglor. Orklar iyice
görünüre girmeye başladığında Maglor dikkatle, kendini göstermeden kafasını
çıkardı tepeden ve orklara baktı. Bir anda kanının donduğunu hissetti ve
başından aşağı kaynar sular dökülmüş gibi oldu. Gözlerinin bir çeşit büyüyle
aldatıldığına emin gibiydi.
Ork güruhunun önünde ork olmadığını bas bas bağıran biri
yürüyordu.
Masmavi gözleri Ringil kadar soğuk bakıyordu. Kötücül
havası tüm ormanın içine işliyor, toprak dahi onun varlığını reddediyordu.
Belinde mükemmel bir kılıç asılıydı ama o bile Sauron’un karanlığıyla
lekelenmitşi. Yüzü, ölü mü diri mi belli değildi, bir hayalet gibiydi ancak tam
olarak ölememişti sanki. Bir eli kılıç kabzasının üstündeydi ve işaret
parmağında masmavi bir şey parlıyordu. Maglor onun çok güzel bir yüzük olduğunu
fark etti ama mavi parıltısı bile karanlıktı sanki...
Ecthelion da başını kaldırıp baktı ve Maglor ona
döndüğünde, Ecthelion’un donup kaldığını gördü. Göz bebekleri büyümüş, dili
tutulmuştu. “Bu nasıl mümkün olabilir?”
Karanlık adam orkların önünde yürümeye devam ederken
Maglor ona baktı. “Hayal görüyor olamayız değil mi? Sabah içtiğimiz sudan
olabilir mi?”
Ecthelion tepki vermedi ve adama bakmayı sürdürdü. “Bu gerçekten
olamaz. O... Glorfindel mi?”
“Öyle görünüyor.” dedi Maglor hüzünle. “Parmağındaki de
Elrond’un bahsettiği Yüzük olmalı. Ah Elbereth’in yıldızları!”
“Glorfindel bir Yüzüktayfı mı olmuş yani?” diye sordu
Elflerden biri.
Ecthelion hareketlenecekti ki, Maglor omzundan tuttu.
“Hayır lordum. Onun ne kadar güçlü olduğunu bilmiyoruz. Elrond’un bana
anlattığı kadarıyla, Glorfindel çok daha güçlü olarak dönmüş, senin gibi.
Kendine bir bak, yaptığın fedakarlığın nasıl da yüzüne yansıdığını, bir Maia
kadar parlak ve güçlü olduğunu gör. Glorfindel de aynı şekilde geri
gönderilmişti.” Ecthelion durdu ve öylece bakındı. En sonunda başını salladı
onaylar bir şekilde bu sefer geriye, kuzeye doğru döndü. “O zaman dönüp
diğerlerini uyarmak zorundayız. Yeterince güneydeyiz zaten.”
Maglor işaret etti ve dönüp gitmek üzerelerken bir ıslık
duyuldu. Tam arkasına dönmüş olan Maglor tepeden aşağı baktığında orkların
etraflarına bakıştığını gördü, tam ortalarına ucu tüten bir ok düştü. İşte o
tam o anda tüm orklar oraya odaklanmışken ağaçların aralarından onlarca adam
belirdi, hepsi dikleşip ellerindeki kaliteli yayları orklara doğru tuttular ve
aradan bir saniye bile geçmeden ok yağmuru tüm orkları delik deşik etti.
Okların tiz sesleri ormanda yankılandı.
Glorfindel de delik deşik edilmişti ama hala ayaktaydı.
Elini göğsüne saplayan bir oku diğer eliyle çıkarıp kırdı. Canı yanmışa
benzemiyordu. O an ona kimse yaklaşamadı. Okçular ona korkmadan ok
atabilmişlerdi ama her an giderek artan soğuk ona yaklaşmayı imkansız
kılıyordu. Tayf yavaşça geri çekilmeye başladı. İşte o anda Ecthelion yerinden
fırlayıp bağırdı: “GLORFINDEL!”
Ses orman boyunca yankılandı. Okçular bile dönüp o tarafa
baktılar. Tayf da olduğu yerde durdu ve sesin geldiği yere baktı. Masmavi, ölüm
saçan gözleri Ecthelion’u tanımıştı. Ama pek umursamadığı belliydi. İlerideki
atların yanına gitti Tayf ve kimse ona yaklaşamadığından, Ecthelion ona doğru
koşsa da, hızlıca atın birine dönüp oradan uzaklaşıverdi. Pınar’ın lordu
arkasından seslense de sonuç alamadı ve bağırarak lanetler savurdu. Derin
birkaç nefes alıp sakinleştiğinde, “Altın Çiçek Hanedanı’nın lordu gidiyor
böylece...” dedi, ardından bakarak.
Maglor ve adamları yanına indiler ve okçular da dışarı
çıktı. Hepsi İnsan’a benziyordu ama cidden çok kalabalıklardı. Liderleri olduğu
anlaşılan bir tanesi onlara selam verdi. “Buralarda Elf görmeyi pek
beklemiyorduk!” Siyah saçlıydı ve asil duruşluydu. Maglor onda Elros’un
duruşunun çok ufak bir kırıntısını görmüştü. Kollarını kavuşturması ve
gözlerinin aldığı şekil, Numenor soyundan gelen pek çoğu gibi, onu andırıyordu
ister istemez. Maglor, Elros’un soyundan birini ne zaman görse tanırdı.
“Biz de bu kadar kalabalık insanı bir arada görmeyi
beklemiyorduk!” diye karşılık verdi Maglor. “Kimsiniz?”
“Ben Elphir.” dedi adam, birkaç askeriyle yanlarına
gelirlerken. “Dol Amroth prensi. Kara Kapı’da kaybettiğimiz Prens Imrahil’in en
büyük oğluyum.” Prens Elphir kardeşlerini de tanıttı. Kuzey’e gitme amacı
güttüklerini söyledi, ancak Elphir Ulmo’yla konuşmasından ve kral olma niyeti
olduğundan bahsetmedi. O olaydan sadece kardeşlerinin haberi vardı ve Elphir bu
durumu aynen devam ettirmek istiyordu.
“Sanırım daha şanslı olamazdık.” dedi Celeblith
memnuniyetle. “Kaç kişisiniz?”
“Ordumuz buranın biraz kuzeybatısında kamp kurmuş
vaziyette, olabildiğince gözlerden uzak ve dağınıklar. Tabii tek bir boruyla
aynen kuzeye olan yolculuğumuza devam edecekler. İki bin beş yüz kişiyiz.”
Çok geçmeden yirmi iki Elf ve Dol Amroth ordusu kuzeye
yürümeye başlamıştı. Bir gün boyunca sorunsuz bir şekilde yürüdüler. Ecthelion,
Maglor, Celeblith ve Elphir iyice birbirlerine alıştı ve kaynaştılar. Ossë’nin
ordusunda komutan olacaklarsa birbirlerini tanımaları gerektiğini biliyorlardı.
Karanlık Güçler’e karşı verilecek savaşta, Özgür Halklar tek yumruk olmalıydı.
Dumanlı Dağlar’a yakın bir yolda ilerledikleri sırada,
Maglor bir kez daha orkları fark etti, öncü olarak önden gittiklerinden
otuz-kırk kişiydiler ve Elphir de onlarlaydı. “Yine mi orklar?” diye şikayet
etti Maglor. “Himring’teki günlerimizde bile orklarla bu kadar sık
karşılaşmıyorduk.”
Ecthelion güldü ve kılıcını çekti. “Güneye iniyor
gibiler, sanırım onlarla çarpışmaktan başka seçeneğimiz yok.” Valinor’da
dövülmüş yepyeni kılıcı hoş bir tınıyla kınından çıktı ve hafifçe titreşti.
Ñoldor’un hala yetenekli demircileri vardı ve kılıcın çeliğindeki güzellik bile
Maglor’u eski günlere götürmeye yetti. Hala Ağaçların Işığı’nın parladığı
dönemlere.
“Öyleyse onlara güzel bir tuzak hazırlayalım lordlarım,
ne dersiniz?” diye teklifte bulundu Elphir gülümseyerek. İleride ağaçların
sıklaştığı yeri gösterdi. Ağaçlar tırmanmaya uygundu. Pusu için mükemmel
olabilirdi. Maglor ve Ecthelion Elf gözleriyle orkları incelerken yanlarında
esirler olduğunu fark ettiler. “Esirleri var.” diye belirtti Maglor. “İki kişi.
İnsan ya da Elf. Bu yüzden daha da dikkatli olmamız gerekiyor.”
Hepsi kısa sürede yerlerini aldı ve gürültü etmeden
sessizce beklemeye başladılar. Hepsi dikkatle etraflarına bakınıyordu. Elphir,
Tayf’ın çevresinde uygulanan taktiği önerdi, bu yüzden herkes yay kuşandı.
Birkaç kişinin ise yayı olmadığından iyice ileri uca giderek orkları takip
altında tutacaklardı. Ayrıca ok atışından sağ kalan olursa orkları arkadan da
sarmış olacaklardı.
Orklar iyice yaklaştığında Maglor emri verdi. Yaylar
gerildi ve dikkatle nişan alındı. Esirlerin kaflinenin arkasında elleri bağlı
olarak getirildiklerinden vurulma ihtimalleri yoktu, başlarına kumaş gibi bir
şey geçirildiğinden yüzleri gözükmüyordu. Maglor son kez emir verdiğinde
gerilen yaylar serbest kaldı ve orkların hepsi aynı anda yere düştü. Elphir
taktiğin bir kez daha işe yaradığını görünce gülümseyerek üstünde durduğu
daldan aşağı atladı. Derhal bir askeriyle beraber esirlere doğru koştular,
diğerleri de yavaş yavaş yaklaştılar ve Maglor, orklara ait olmadığı belli olan
eşyaları ayırmaya başladı askerleriyle birlikte. Elphir esirlere seslendi.
“Merak etmeyin iyi olacaksınız.”
“Elbereth’in parlak yıldızlarına şükürler olsun!” diye
karşılık verdi esirlerden biri mutlulukla. Bir kadına aitti ses ve oldukça
güzeldi. Elphir ve askeri iki esirin başındaki kumaşları çıkarttılar.
İkisi de Elf’ti. Elphir’in çözdüğü elf siyah saçlı bir
erkekti ve uzun boylu, asil duruşlu bir adamdı. Elphir’den de kalıplıydı.
Askerinin çözdüğü Elf ise kadın olandı ve gümüş mü gümüş saçları vardı. Dol
Amroth’un kıyılarında uzanan denizler kadar da maviydi gözleri. Elphir ona
baktığı an kör olmuş gibi hissetti, başka bir hiçbir şey göremediğini
düşünüyordu ve kadın minnettar gözlerle önce askerine sonra da Elphir’e
bakarken zaman yavaşlamış gibi geliyordu Elphir’e. “Size ne kadar teşekkür
etsem az.” dedi.
“Gerçekten, çok teşekkür ederiz.” dedi adam da ona.
Elphir gülümseyerek başını salladı, dili tutulmuş gibi geliyordu. “Ben Elphir.”
diyerek tanıttı kendini. “Dol Amroth’un prensi.”
Kadın acıyan bileklerini ovuştururken Elphir’e minnettar
gözlerle baktı bir daha. Hüzünlü bir gülümsemesi vardı yüzünde. “Ben Celeblir.”
dedi kadın. “Tekrar teşekkür ediyorum, size hayatımızı borçluyuz.”
Elphir ona bakakalmıştı ve o masmavi gözlerin
hayallerinde gördüğü gözler olduğuna emindi. Ulmo ne demişti: “Tilion’ın parıltılarından
bir farkı yok saç renginin...” İşte gümüş saçlar ve aynısı olduğundan adı kadar
emin olduğu o güzel yüz ve o gözler... Bu kadın birlikte Fornost’ta taç
giyerken merdivenlere yürüdüğü ve kalbini fetheden kadındı. Elphir beyninden
vurulmuşa benziyordu ama kibarlık gereği adama dönmesi gerektiğini biliyordu. O
da adını söyleyecekti. Tam kafasını çeviremeden arkasından bir ses işitti:
“Celebrimbor? Bu sen misin?” Maglor’un sesi yüksekçe ve
şaşkınlık içinde çıkmıştı. Adam ondan da şaşkın gözükürken Elphir bir anda
hayallerinde gördüğü kadını da unuttu, kral olacağı Fornost merdivenlerini de
öyle. Celebrimbor mutlulukla gülümsedi ve ona doğru gitti: “Ey babamın kardeşi!
Ey, Maglor Geçidi’nin lordu! Ey Güçlü sesli!” diye seslendi Celebrimbor ona. Güç
Yüzükleri’nin yapımcısı ve İkinci Çağ’daki Fëanor Hanesi’nin lordu Gümüş Elli
Celebrimbor, amcası Maglor’a sarıldı ve herkes şaşkınlıkla onlara bakakaldı.
“Ey Eregion lordu! Eğer Elf Yüzükleri’nin yapıcısı! Ey
kardeşimin oğlu! Mandos’tan dönmene sevindim!"
Devamini bekliyoruz kardeş
YanıtlaSilDevamı nerde?
YanıtlaSilYakın zamanda bitirmeye çalışacağım, maalesef araya çok şey girdi :/
Sil