9 Ekim 2016 Pazar

Star Wars: Soğuk Yıldızlar - Birinci Bölüm: Dengenin Koruyucuları

    “Tangrene’de olanları duydun mu?” diye sordu Calla. Navigasyon bilgisayarlarının ve mekanik her şeyin çıkardığı ses Trinna’yı o kadar rahatsız ediyordu ki, Calla’ya bakışları oldukça soğuktu. Denon’un parlak görüntüsü sağ tarafından yıldızlarla beraber istasyonu selamlasa da çok sevdiği gezegeni bile neşesini yerinde tutamıyordu. Oysa birkaç sene önce böyle değildiler. Hala neşeli olabiliyorlardı. Uzun Ateşkes dönemi, gerçekten nadir bir olaydı ve Denon’un bundaki rolü oldukça büyüktü. Uzun Ateşkes belki de hatalı bir tabirdi ama Soğuk Savaş döneminde bile varlıklar en azından gülümsemeyi tekrar hatırlayabilmişlerdi.
    Ta ki birkaç sene önce savaş tekrar başlayana kadar.
    “Duydum.” diye onayladı Trinna, Calla’nın sorusundaki ayrıntıyı fark ettiğinde. “Savaştaki tüm Jedilar ölmüş. Cumhuriyet için önemli kişilerdi.”
    “Aralarından biri Skywalker’mış sanırım.”
    “Diğeri de Solo. Galaksideki en büyük aile dramasını yaşatanların ölmesine pek de üzülemeyeceğim açıkçası.” Trinna oturduğu yerden kalktı ve Calla’nın bilgisayar portuna doğru yürüdü. Önündeki ekranlar silahlarla ilgili verileri gösteriyordu. Hepsi dolu ve tam şarjlıydı. Üstat Garrox onları bu istasyona yönetici olarak atadığından beri olduğu gibi.
    “Üstat Garrox üzülmüş olmalı. Skywalker’ı ve oğlunu pek severdi.” Trinna elini Calla’nın oturduğu sandalyenin üst kısmına koyarak ekranları inceledi. Calla ona doğru baktı.
    “Cumhuriyet’le büyük bir derdi yok. Ancak Federasyon’un Cumhuriyet’ten iyi olduğunu düşünüyor.”
    “Cumhuriyet yozlaşmıştı.”
    “Klişe laflar etme Trinna. Federasyon’da işlerin düzgün işlemesinin sebebi tamamen Başkan Nexul. Gezegenlerden gelen temsilci ve senatörleri iyi idare ediyor. Ayrıca savaş zamanı kimlere görev verilmesi gerektiğini de iyi biliyor. Tulian Sollcasen’ın da benzer bir adam olduğunu söyleyebiliriz. Cumhuriyet şu an pek çok şey ama yoz olup olmadığı tartışılır.”
    Trinna gözlerini devirdi. “Federasyon Cumhuriyet’e geri mi katılsın yani?”
    Koltuğunu çevirip ona bakan Calla kaşlarını çattı. “Öyle bir şey kastetmedim. Ancak düşman olmak zorunda değiller.”
    “Kimse değil, evet. Ama illa ki birileri düşman olacak ve birileri de müttefik olacak. Bu tamamen o anki çıkarlara bağlı.”
    Calla başını iki yana sallayıp önüne döndü. “Sen öyle diyorsan.”
    “Galaksiyi olduğu gibi görmen gerek Calla. Aksi takdirde Güç tek başına yeterli olmaz.”
    Trinna yanından ayrılıp koltuğuna doğru dönerken köprünün kapısı açıldı ve uzun, siyah cüppeler içinde üç adam içeri girdi, arkalarında da gri-beyaz geçişli zırhlara sahip, kırmızı işaretlerle süslenmiş Federasyon Komandoları vardı. Dört kişiydiler ve galaksi boyunca adlarını duyurmuş askerlerdi. Onlara “Kırıkmızrak Birliği” denirdi ve zamanında Şansölye Oloruk’u öldüren vurucu takımın içindelerdi.
    Cüppeli üç adam ise sadece varlıklarıyla bile güçlü olduklarını hissettirir bir edayla girdiler komuta köprüsüne. En önde içeri giren adamın belinde upuzun bir ışın kılıcı kabzası asılıydı. Trinna daha görür görmez Üstat Totreia’nın masmavi ve çift taraflı ışın kılıcının görüntüsünü hatırlamıştı. Onu savuran eller kesinlikle inanılmaz bir yeteneğe sahipti. Diğer iki adam Üstat Baltir ve Üstat Gonemon’du. En az Totreia kadar güçlülerdi ve ikisinin de ışın kılıçları bellerinde asılıydı.
    Kukuletalarını açtılar. Üstat Totreia hafif uzun siyah saçlı, gür sakallı bir adamdı ve çakır renkli gözleri tatlı sert bakardı. Otuzlarının sonuna yeni gelmişti. Üstat Baltir uzun, sarı saçlıydı ve asil duruşlu bir adamdı, otuzlarına yeni girmişti ama genç yaşına rağmen Federasyon’da da, Cumhuriyet sektörlerinde de kılıç konusunda dengi pek azdı. Üstat Gonemon’un da siyah saçları vardı ve en yakın dostu Üstat Totreia gibi otuzlarının sonlarındaydı. Sık sık tıraş olur ve saçlarını keserdi. Bir keresinde esprili bir dille fazladan kıla sahip olmanın gereksiz ağırlık yarattığını söyleyip Trinna ve arkadaşlarını güldürmeyi başarmıştı.
    Calla ve Trinna anında ayağa kalkarak selam verdiler üstatlarına. Federasyon selamı vermişlerdi. Sağ ellerini, sol omuzlarına koymuşlar ve hafifçe eğilmişlerdi. Bu onların Federasyon’a sadakatleriyle birlikte üstatlarına olan saygılarını da gösteriyordu.
    “Sizi gençleri görmek güzel.” diyerek onları selamladı Üstat Totreia. Genç kadınlar aynı şekilde karşılık verdiler. Totreia köprünün duraçelik camlarına doğru yürüdü ve Denon’un manzarasına baktı. Sonradan dönerek manzarayı arkasına aldı. “Üç standart saat sonra Bothawui’ya gideceğiz üstatlarınızla birlikte. Bothanlarla bazı görüşmeler yapılacak.”
    “Bothanlar bize mi katılacak?” diye sordu Calla hevesli bir sesle.
    Totreia ona bakıp gülümsedi. “Öyle umuyoruz. Ancak kesin bir şey yok. Trinna’dan benimle gelmesini isteyecektim.”
    Trinna ona doğru şaşkın gözlerle bakınca, Totreia tekrar gülümsedi. “Diğer üstatlarımız aslında yolda ayrılacaklar, ben de tek başıma gitmektense yanıma yetenekli bir Şövalye alayım diyorum.”
    Gözleri parıldayan Trinna hevesle başını salladı. “Onur duyarım üstadım. Sizinle bir göreve çıkmak benim için büyük bir keyif olur.” Calla’ya baktığında sarışın kızın gülümsediğini gördü. Hafifçe yanaklarına yayılan çilleri ufak bir gamzenin samimiyetiyle oldukça uyumlu görünüyordu. Yeşil gözlerinde arkadaşı için duyduğu mutluluk hissedilebiliyordu.
    “Bothawui’ya gittiğimiz sırada, biz Gray Axe’le birlikte hiperuzay noktalarından birinde sizden ayrılacağız, benim Derin Uzay’da bir istasyona gitmem gerekiyor.” dedi Üstat Baltir. “Üstat Ganemon’un da aynı şekilde başka bir istasyona gitmesi gerekiyor, hayati önem taşıyan bazı durumlar var, bunları yolda açıklarız. Ben de yanıma Calla’yı almayı düşünüyordum.” Sarışın kıza bakan üstat, Calla’nın gözlerindeki parıltıyı görünce gülümsedi. “Aynı şekilde Şövalyelerimizden Kherin de bize katılarak Üstat Ganemon’a eşlik edecek.” Trinna ve Calla tekrar birbirlerine bakıp gülümsediler. Calla selam vererek görevi büyük bir zevkle kabul etti. Trinna da Calla da sonunda bu istasyondan ayrılacaklarına sevinmişlerdi. Denon Yörünge Merkez İstasyonu’nun öneminin farkındalardı, Üstat Garrox onları bu istasyona boşuna atamamıştı. Trinna’nın da Calla’nın da yeteneklerine güveniyordu ve savunma açısından böylesine önemli bir istasyonun yetkilerini de kesinlikle Şövalyelere bırakmak istiyordu. Bu yüzden kendilerini Yedi Gümüş Savaşı’nda kanıtlayan iki Şövalye seçmesi mantıklıydı. Yine de hem Trinna’nın, hem Calla’nın istedikleri yerler buralar değildi. Onlar ön saflarda İmparatorluk’a ya da Sith’lere karşı savaşmak istiyorlardı.
    “Güzel öyleyse.” diyerek ellerini birleştirdi Üstat Totreia, hafif bir alkış gibi. “Bir saat içinde sizi hangarda bekliyor olacağım. Topçu gemiler bizi bekliyorlar ve pek tabii Gray Axe ve Saber da.” İki genç şövalye üstatlarını selamladılar ve üç Üstat, Kırıkmızrak Birliği’yle birlikte köprüyü terk etti.
    Trinna onlar çıkarken Kırıkmızrak’taki askerlerin nasıl da kendi varlıklarını gizleyebildiklerini fark ettiğinde bir hayli şaşırdı. Dikkati onlardan üstatlara kaydığı andan beri dikkati tekrar onlara yönelmemişti.
    Bilgisayarın başına doğru yürüdü Trinna. Cüppesini aldı ve sırtına geçirdi. Siyah cüppeleri yüzünden Sith sanıldıkları çok oluyordu ama kıyafetleri genelde tamamen siyahtan oluşmadığı için bu algı çok doğru değildi. Üstelik ışın kılıçları da kırmızı olmazdı. Üstat Garrox, şövalye ve öğrencilerin arasında pek yasak koymazdı ama kırmızı kristalli kılıçlar kesinlikle yasaktı. Trinna da Calla da Corsalum gezegeninde buldukları gümüş kristallerle kılıç yapmışlardı, Birlik içinde bu kristaller epey yaygındı. Jedi Birliği içinde yaygın olan sınavlardan bir tanesine benzer şekilde Trinna, Calla gibi pek çok şövalye kendi ışın kılıcını yapardı. Çünkü kristal, kılıcın olduğu gibi şövalyenin de kalbiydi.
    Calla açık renkli kıyafetlerinin üzerine simsiyah cüppesini geçirdi. Sarı saçlarıyla hoş bir tezat oluşturan görüntüsü, köprüdeki subay ve askerlere selam vererek duraçelik kapının tıslamasının ardından dışarı çıktı. İki Şövalye de heyecanlılardı ve etraflarındaki gri ve çirkin duvarlara, bilgisayarlara ve veri portlarına rağmen mutlu bir şekilde kendilerine ayrılan odalara giderek hızla hazırlandılar. Trinna iki lazer tabancasını beline astıktan sonra, uzay yolculukları ve görevlerde giydiği tarzda, önceki kıyafetinden daha koyu bir kıyafet giydi ve gümüş ışın kılıcının kabzasını da en kolay ulaşabileceği yere astı. Uzun kahverengi saçlarını at kuyruğu haline getirip topladı ve aynada kendine baktı. Koyu mavi gözleri vücudu üzerinde gezindi ve kendi hatlarını beğenerek süzdü. Kıyafetlerini de beğenmişti. Eğer Bothanlarla görüşeceklerse güzel olması, güçlü olması kadar önemli olabilirdi. Siyah cüppesini üzerine geçirerek odadan çıktı ve Calla’nın da hazır olduğunu gördü, koyu sarı-siyah geçişlere sahip bir uçuş kıyafeti-cüppe giymişti. Uzun, kukuletalı Şövalye cüppesini sevmezdi, içinde “çok fazla Jedi” olduğunu söylerdi. Saçlarını o da at kuyruğu yapmıştı ve güzel olduğu kadar güçlü de görünüyordu. Tam da olması gerektiği gibi.
    İkisinin kollarında da Federasyon’un üçgeni yer alıyordu ve kabartmaları uzaktan kim olduklarını haykırıyordu. Aynı zamanda diğer omuzlarında da birliklerinin daire içindeki kılıç süslemesi yer alıyordu, korkulmaları gerektiğini haykırıyordu. Garrox’un birliğindeki şövalyelerin güçleri hafife alınmamalıydı. Üstat Garrox da, diğer üstatlar ve şövalyeler de bunu pek çok defa kanıtlamışlardı.
    Trinna’nın aklına tekrar Şansölye Olorok’un öldürüldüğü gün geldi. Sith ve Jediların omuz omuza savaştıkları günlerden biriydi. Güç kullanıcılarına saldırıldığı zaman Üstat Garrox’un istediği ortam oluşmuş ve vurucu takım, Kırıkmızrak Birliği’nin de desteğiyle, kırmızıdan maviye her renk ışın kılıçlarını açarak Şansölye ve onu koruyanların karşısında dikilmiş, Şansölye’nin başı omuzlarından ayrıldığında herbiri Jedi Birliği’ni de Sith İmparatorluğu’nu da terk ederek Üstat Garrox’un ekibine katılmışlardı.
    O zamanlar ittifak yapmayı öğrenmiş Jedilar ve Sithlerden kalmamıştı artık etrafta. Skywalkerlar bile bu ittifaktan sayılamazdı pek.
    Trinna Saber’a bindiğinde, geminin subaylarının koyu mavi üniformaları arasında komuta köprüsüne gitti ve Üstat Totreia’yı düşünceli bir şekilde Denon’u incelerken gördü.
    “Üstat?”
    “Ah, Trinna, gel.” Adeta bir rüyadan uyanmış gibi bir sesi vardı.
    Çevrede pek çok rütbeli subay ve görevli, bilgisayarların başında durarak geminin son ayarlarını yapıyor ve durum ekranlarını gözetliyorlardı. Dev duraçelik camın ardından Denon’un müthiş manzarası gibi, Saber’ın güçlü topları ve koyu gri zırhı da görünüyordu.
    “Düşünceli gibisiniz üstat.”
    Totreia önüne doğru dönerken, Trinna yanına gelerek camın önünde durdu. Cam o kadar mükemmeldi ki yansımaları kesinlikle gözükmüyordu. Denon’un ışıkları gözlerini alırken gemi yavaşça kendini hiperuzaya sıçramak için uygun bir pozisyona getiriyordu.
    “Savaş, Trinna.” dedi adam, sesi tekrar uzaklara dalmış gibiydi. “Bu savaş diğerleri gibi olmayacak.”
    “Neden?” Trinna başını üstadına çevirip dikkatle baktı.
    “Çok fazla nefret var. Çok fazla kin.”
    Trinna Üstat Totreia’nın eski Jedi olduğunu hatırladı. Trinna gibi direkt Birlik’in içinde yetişmiş biri değildi. Vurucu takım Olorok’u vurmaya gittiğinde, Üstat Totreia ve Üstat Garrox çok daha önemli bir işle meşgullerdi.
    “Cüretimi bağışlayın üstat ancak bu nefret ve kin Büyük Üstat Garrox’ta bile yok mu?”
    Totreia başını salladı ve ufak bir gülümseme bahşetti. “Gizlemiyor da zaten. Sithlerin büyük bir kısmına duyduğu nefreti gizlemeyi de düşünmüyor. Aslında İmparator Kanamon’la ilgili bir konu değil bu. O dönemde Kanamon’u Taris’e saldırmaya ikna eden Darth Trakun’la alakalı. Saldırıyı da o yönetmiş, acımasız saldırısını Bilim Akademisi’ne de o yoğunlaştırmıştı.”
    “Darth Kanamon’la anlaşma bile yaptıklarını duymuştum.”
    “Evet Güç’e karşı ortak sorumluluk gibi bir şeydi o. Yoksa savaşları devam ediyor. Sith İmparatorluğu hala Galaktik İmparatorluk’tan sonra en büyük düşmanımız.”
    “Çok fazla taraf olduğu için mi bu kadar endişelisiniz?”
    “Evet.” dedi Totreia.
    Aralarına kısa bir sessizlik girdiği sırada, hiperuzay sıçraması için geri sayım başladı. Gemi motorlarının sesleri gemi boyunca yankılanırken yıldızlar yıldız şeritlerine dönüştü ve Saber hiperuzaya sıçradı.
    “Denon Federasyonu’na ve ordusuna güvenim tam olsa da bu galaksideki işler hiç belli olmuyor Üstat, siz daha iyi bilirsiniz.”
    “Doğru. Ancak bu savaşın bir özelliği daha var. Her taraf sadık ve akıllı adamlarla dolu. Bu galaksi çok fazla vasıfsız varlığın ayakları altında acı çekti. Bu sefer öyle birisi yok. İmparatorluk’taki askeri cuntanın disiplini kimsede yok ve Amiral Sandlon’un planının ne kadar harika ilerlediğini eminim sen de duymuşsundur. Darth Kanamon’un karizmasını herkes biliyor ve Federasyon’un da Cumhuriyet’in de liderleri uzun zamandır görülmemiş yetenekte adamlar. Hem siyasi hem de askeri liderleri.”
    Trinna gülümsemesini geride tutamadı. “Sizin gibi mi üstat?”
    Totreia ona dönüp küçük bir kahkaha attı. “Hayır Büyük Amiral’den ve Mareşal’den bahsediyordum.”
    “Alçak gönüllüsünüz üstat. Cumhuriyet’e hizmet verirken yaptıklarınızı tüm Birlik biliyor.”
    Totreia dudaklarını büktü gülümseyerek. “Güç benimle. Tek sebebi bu.”
    Trinna uzatmadan ellerini arkasında birleştirerek hiperuzayın alacalı görüntüsünü seyretti. Yolculuk en azından iki gün sürecekti. Üstat Totreia çok geçmeden meditasyon yapmak için komutayı Trinna’ya bırakarak odasına çekildi ve Trinna kendini uzayın siyahlı-mavili alacalı görüntüsüyle yalnız başına buldu.
    Bothanların gezegenine sonunda vardıklarında, gezegenin etrafında birbirlerinden bir güneş ve bir ay kadar uzak gibi görünen iki uzay istasyonu Trinna’nın dikkatini çekti. Saber en yakında istasyon doğru hareket etmeye başladı. Görünüre pek çok, değişik boyutlarda Bothan gemisi girmişti. Üstat Totreia içeri girdiğinde tam teşekküllü bir şekilde hazırdı. Gümüş zırhı göz kamaştırıyordu. Çift taraflı ışın kılıcı belinde asılıydı ve siyah pelerini arkasından süzülüyordu. Trinna hayran olmadan edemedi. “Haydi gidelim Trinna.”
    Hangara gittiklerinde ve bir taşıyıcı gemisine bindiklerinde Trinna’nın ağzı açık kaldı. Arkalarında tüm görkemiyle uzanan gemiyi yeni görmüştü. “Bu... Valor mu?”
    “Evet. Sana söylemedim değil mi? Üstat Garrox da burada.”
    Trinna o sırada Güç’e uzanarak istasyonda göz gezdirdi ve tehlike göremese bile bir karmaşa olduğu kesindi. “Üstat? İstasyonda bazı sıkıntılar var gibi görünüyor.”
    Totreia gülümsedi ve ona doğru manalı bir şekilde baktı. “Bothanlar birkaç gün önce Sithlere katıldılar. Darth Trakun’un da bazı konular için gezegeni ziyaret edeceğini duyduk.”
    “Peki neden hala ateş etmediler?”
    “Saber ve Valor’a ateş edecek kadar aptal olduklarını sanmıyorum.”
    “Sithler burada mı?”
    “Geleceğimiz vakti çok iyi ayarladık. Neyse ki Darth Trakun bir savaş kruvazörüyle değil ufak gemilerle gelmişti.”
    “Yani bu bir diplomasi görevi değil.” Trinna şaşkınlıkla donakalırken taşıyıcı gemisi havalandı ve Saber’ın hangarını terk etti. İstasyona doğru uçtukları sırada taşıyıcının içi karardı, kırmızı ışıklar yandı ve askerlerin silahları şarj olurken metalik bir ses çıkardı. Trinna yutkundu ve Darth Trakun’un karşısına tek çıkmayacağı için Güç’e içinden şükürler etti.
    “Korkunun seni ele geçirmesine izin verme. Korkmak bir yere kadar iyidir, aklını başında tutmanı sağlar ama sakın içine işlemesin.”
    “Bir Sith’ten korkacağım gün henüz gelmedi Üstat.” dedi Trinna, üstadından çok kendisine verilen bir sözdü bu. Darth Kanamon’un kendisi bile gelse korkmazdı, basitçe ölümü kabullenir ve gümüş kılıcını onun kudretle bakan gözlerine doğru çevirirdi.
    Üstat Garrox’un Darth Kanamon’la kişisel bir derdi olmasa da Trinna’nın vardı ve onun öleceği günün görebilmenin hayaliyle tutuşuyordu. Belki de nefret ettiği tek kişi oydu. Darth Kanamon boşa eziyet yapan ve gereksiz yere öldüren biri değildi ancak gerektiğinde neler yaptığını en iyi Trinna biliyordu.
    Anıların üzerine yıkılışından taşıyıcıdaki ışıkların tamamen sönüşüyle sıyrıldı. Derken parlak ışıklar tekrar yandı ve istasyonun içine giren taşıyıcının kapağı ağır ağır açılmaya başladı. Etraf karanlıktı. Taşıyıcıdaki ışıklar da söndü. Karanlık istasyonun hangarını tamamen örttüğünde Trinna Güç’e uzandı ve Totreia’nın gümüş misali parlayan bir ay gibiydi. İleride de bir karanlık vardı. Karanlığın içine dahi çöreklenen bir gölge. Sessiz ve güçlü bir avcı gibi onları bekliyordu.
    Kapı tamamen aşağı indi ve metalin metale değiş sesi her yeri kapladı. Adeta hiç kimse nefes almıyordu. O sırada Trinna’yı şaşırtır bir şekilde yepyeni bir alevin zihninin arkasında filizlendiğini fark etti. Öyle bir ateşti ki sanki tüm gezegeni kavurabilirdi. Nefretle doluydu ama kesinlikle karanlık taraftaki gibi bir gölge değildi.
    Bu kadar güç Büyük Üstat Raisen Garrox’tan başkasına ait olamazdı. Ancak o bu kadar dengeli bir alevle yanabilirdi.
    Başka bir taşıyıcı da hangara girdi ve onun da kapısı açıldı. Trinna artık sessizlikten rahatsız olmaya başladığı sırada tok ve gür bir ses duyuldu. “Ateş açın!”
    Kırmızı bir ışın kılıcı açıldı ve tıslaması tüm odayı kaplarken, gölge, karanlığın içinden harekete geçti. Sith’in hareketini Totreia’nın ileri sıçraması takip etti ve Trinna da arkasından atlarken üç ışın kılıcının art arda açılışının sesi odayı doldurdu.
    Ardından da kıyamet koptu.
    Her tarafta lazerler uçuşmaya başladığında Trinna, üstatlarından Soresu öğrendiği için mutlu olduğunu hissetti. Savaşla kavrulan bir galaksi için en uygun dövüş stili kesinlikle Soresu’ydu. Lazerler bir bir ışın kılıcına çarpıp etrafa kontrollü bir şekilde dağılırken Trinna, “savaş için uygun” bir diğer sanatın canlı gösterisine şahit olacağını fark etti.
    Karanlığın içerisinde gümüş kılıcıyla ileri atılan Raisen Garrox öyle bir tutkuyla Sith’e doğru atıldı ki, oraya giderken savurduğu tüm lazerler sahiplerine dönmüştü.
    İşte Juyo sanatının galaksideki en büyük ustası bu kadar güçlüydü.
    Işın kılıçları çarpıştığında Sith askerlerinin çoğu düşmüştü. Eğer galaksideki en iyi Juyo kullanıcısı Raisen Garrox ise, en iyi ikinci de kesinlikle Üstat Totreia idi. Askerlerin arasına dalışı o kadar mükemmeldi ki Trinna’nın nutku tutuldu. Üstatlarını bu kadar ciddi kılıç kullanırken ilk defa görüyordu.
    Üstat Garrox’un öfkeli bağırışından sonra kılıçlar birbirine çarptı ve iki adam tüm güçleriyle savaşmaya başladılar. Gümüş ve kırmızı kılıçların çarpışması esnasında Trinna son askerleri biçiyordu ve Darth Trakun olduğunu tahmin ettiği adam gittikçe yalnız kalıyordu.
    Çok geçmeden Üstat Garrox çevik bir hamleyle Sith’in kılıcını elinden düşürttü ve Sith kendini yerde buldu.
    “Şu hangarın ışıklarını açın!” dedi Üstat Garrox.
    Üstat Totreia telsizle birine ışıkları açmasını söyledi. Işıklar bir anda geri geldi ve geride bıraktığımız dehşeti apaçık ortaya serdi. Savaş meydanı tanımı buna uyuyordu. Her yerde yanmış silahlar ve kopmuş uzuvlar vardı. Federasyon tarafında olmayıp yaşayan bir tek Sith Lordu kalmıştı.
    “Son sözün var mı?”
    “Yani beni öylece öldürecek misin?” Sith’in sesi beklenilenin aksine oldukça sakindi. Yüzü ifadesizdi.
    “Evet. Tabi önce işkence görmen de fena olmayabilir. Ne dersin?”
    “Kendini öfkene mi kaptıracaksın Garrox?”
    “Kaptırırsam ne olacak?”
    “Karanlık tarafa düşeceksin.” diyerek gülümsedi Trakun.
    Raisen Garrox o an Sith’e dehşet verici bir gülümseme bahşetti. Trinna Güç’e uzanıp onlara doğru baktığında Üstat Garrox da gördüğü tek şey Güç’tü ve ondan gelen kudret. O hiddetin altında sadece kayıpları için yas tutan bir adam vardı.
    Ama karanlık taraftan eser yoktu.
    Gümüş ışın kılıcı Sith’in kafasını biçip geçti ve kopan baş metale çarparak yuvarlandı.
    “Karanlık taraf da yoktur, aydınlık taraf da.” dedi Garrox. Ardından Trinna da Totreia da ona eşlik ettiler: “Sadece Güç vardır.”



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder