8 Ekim 2016 Cumartesi

Star Wars: Soğuk Yıldızlar - Giriş: Sessizlikteki Denge

    Her şey sisler içindeydi. Aynı yıldızları gözlerden saklayan gökyüzü gibi. Hava, bulutların ardından parlayan güneşle beraber turuncu bir renge bürünüyordu, sarı ışıklar sisin içerisinde dağılıp güçsüzleşiyordu. Etrafta sanki sadece sis vardı da başka bir şey asla var olamamış gibiydi. Sessizlik göğün de yerin de kaderi olmuş, uzay boşluğunun dinginliği gibi ses geçirmiyordu sanki. Boşluk ve sessizliğin içinde, adeta sessizlikle bütünmüş gibi bir vızıltı duyuluyordu. Metalik bir vızıltı. Sürekli ve artmayan bir sesti. Azalmıyordu da. Adeta rahatlatıcı bile denilebilirdi. Sanki gürültüyle sessizliğin arasındaki dengeyi anımsıtıyordu, ne gürültülü bir ortam yaratıyordu ne de sessizliği bozuyordu. Bir ses, sessizlikle ancak böyle bütünleşebilirdi. Güneşin ışığına benzer bir parıltı yayılıyordu ama bu parıltı gökyüzünden gelmiyordu. Vızıltının kaynağından geliyordu. Sarı bir ışın bir metre boyunca yayılıyor, bir akarsunun güneşle buluştuğu yer gibi güzellikle parlıyordu. Işın kaynağında metal bir şey vardı ve o metal şeyi de narin bir elin üzerine geçirilmiş bir eldiven tutuyordu. Eldiven siyahtı ve kaliteliydi. Güneşin ve vızıltının kaynağının ışığıyla hafifçe renk değiştirmişti. Sessizlikteki dengenin kaynağı sesini asla değiştirmedi ve elin sahibinin gözleri onu dikkatle inceledi. Ela gözleri sarı ışığa bakarken zorlanıyormuş gibi görünmüyordu. Ses de görüntü de o gözlere ve sahibine yabancı değildi. Elinde tuttuğu şey, kalbinin bir parçasıydı. Bir silahtan çok daha fazlasıydı. Sarı rengi bile ona pek çok şey anlatıyordu ve sesi, kulaklarındaki pası aldığı gibi zihnindeki dinginliği de sağlıyordu.
    Sisler dağılmaya başlarken siyah eldivenli diğer el de metalik şeyi sarmaladı ve ela gözlü kadın bakışlarını gökyüzüne çevirdi. Yıldızları tekrar görebilmenin umuduyla yukarı baktı. Bulutlar hala oradaydı ve umursamazca uçsuz buçaksız şehri selamlamaya devam ediyorlardı. Bir anda vızıltı kesildi ve sarı ışık kaynağı ortadan kayboldu. Sessizlik kazanmıştı ve gürültü o seferlik yenilmişti.
    Ela gözlü kız başını iki yana salladı. Aşağılara inen siyah uçuş elbisesi ve cüppe karışımı en sevdiği kıyafetiyle birlikte hızlı adımlarla yürümeye başladı. Büyük bir platformun üzerinde duruyordu. Hava soğuktu ve elindekini beline astıktan sonra kollarını omuzlarına koyup kendini sardı, bir anda üşümüştü. Hava nasıl da anında soğumuştu öyle. Eldiveninin üzerinden yıldızkuşunu hissedebiliyordu. Kızıl anka kuşunu... Onun sıcaklığı bile içini ısıtmaya yetti ve konsantre olmasına gerek kalmadan artık üşümediğini fark etti. Platformun az ilerisinde devasa bir mekik duruyordu ve sisin ana kaynağını onun güçlü motorları oluşturuyordu. Artık durdukları için sis dağılmaya başlamıştı sonunda ama bulutlar hala yıldızlara engel olmaya devam ediyordu. Mekikten henüz inen olmamıştı ama ela gözlü kadından başka bekleyen kimse yoktu. Koyu kahve saçları sert bir rüzgarla gözlerinin önüne geldi ve kadın rüzgarın geldiği yöne doğru baktı.
    Mekikten küçük bir köprü çıktı ve platforma değdi. O an kadın için o kadar yavaş gelmişti ki sanki köprünün gemiden çıkışına ve yere inişine kadar her saliseyi saymış gibi hissediyordu. İniş köprüsünde biri belirdi, kahverengi bir cüppesiyle ve siyaha doğru çalan rahat kıyafetleriyle güçlü gözüken biriydi. Başında kukuletası olsa da kadın onun kumral-sarı saçları olduğunu biliyordu. Sol yanağındaki yara izi onu ele vermesi için yeterliydi. Kendininkine benzer metalik bir alet, belinde asılı duruyordu ve adamın her adımında bir karamsarlık seziliyordu. Normalde karamsar olunmaması gerekirdi ama bugün kesinlikle karamsar bir gündü.
    Platforma inen adam etrafına bakınmak için kukuletasını çıkardı ve saçlarını kadına göstermiş oldu. Kadın yanılmamıştı. Yara izi olması gereken yerdeydi ama adamın bakışları eskisi gibi değildi. O sıcak, içten bakışların yerinde yeller esiyordu. Sadece umutsuzluk vardı artık. Başka hiçbir şey yoktu. Öfke ve nefrete dair en ufak iz bile görünmüyordu.
    Adam kadına doğru baktı ve onu fark etti. Dudaklarında zoraki birer gülümseme oluştu ikisinin de. İkisi de artık gülemediklerini hissediyorlardı. Kadının bedeni artık ona yaklaşamıyordu ve adam da onu doğru adım atabilecek gibi değildi. İkisinin şu an birbirlerine sarılıp, birbirlerinin omuzlarında ağlaması gerekiyordu. Onlar kaderin bağladığı dostlardı ve hiçbir şey bunu bozamazdı ama... Ama ikisinin de ayakları gitmiyordu birbirlerine.
    Platformun ilerisindeki gözlem kulesinin altından bir kapı açıldı ve birkaç kişi gözüktü. Gelenler beş kişiydi. Soylu gibi giyinmişlerdi ve adeta kırmızı anka kuşuna daha iyi nasıl hakaret edilir, onun yollarını arıyorlardı. Kadın onları açık bir hoşnutsuzlukla süzmeye başlayınca adam da onlara doğru döndü, kadın gölgelere çekildi ve onlar tarafından görülmediğine emin olmak istedi.
    Ne konuştuklarını bilmiyordu ama umrunda da değildi. Gözleri yukarıdan ayrılmıyor, sanki kaybettiklerini tekrar görebilecekmiş gibi bakıyordu bulutlara. Aradan çekilmeleri için yalvarıyordu. Gökyüzünü ve yıldızları görürse onlara tekrar kavuşacağını düşünüyordu. Düşüncelere dalmışken adamın varlığındaki tanıdık hisle birlikte dünyaya geri döndü ve gölgesinin üzerine düştüğü yakıt tankının yanında duran ve hüzünlü gözlerle bakan adama baktı. “Söylemene gerek yok.”
    “Daha atmosfere girdiğimizde biliyordun, değil mi?”
    “Hiperuzaydan çıktığınızda anlamıştım.”
    Adam başını salladı ve ilk defa cesaret edip ona yaklaştı. “Kendini tutma.”
    Kadın başını iki yana sallayarak karşılık verdi, gözleri nemlenmeye başlamış, bastırdığı acı günyüzüne çıkmıştı. “Yapamam.”
    “Yapabilirsin.” dedi adam ona doğru bir adım daha atarak. “Yapman gerekiyor.”
    “Senin de öyle.”
    “Sen yaparsan, ben de yapacağım Padmé.”
    Tekrardan kendine sarılıp kızıl anka kuşundaki huzuru hissetmeyi istedi Padmé ama işe yaramadı. “Kanel.” diye seslendi adama. “Gerçekten öldüler mi?”
    “Üzgünüm.” dedi Kanel ona. “Artık Güç’le bir oldular.”

    Padmé Solo o an kendini Kanel Skywalker’ın kollarına bıraktı ve son hatırladığı şey tüm gücüyle ağladığıydı ve Kanel Skywalker’la birlikte bir aile kaybetmenin ne demek olduğunun acısını paylaşmalarıydı...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder