Beşinci Bölüm: Batı’nın İnsanları
Yeni gelenleri gördüklerinde Aragorn
yanlarına gitmeden evvel kara kılıçlı bir adam aralarından ayrılarak ormana
döndü. Aragorn, yanında oğlu Eldarion’la birlikte yanlarına gitti ve selam
verdi. Atalarıyla tanıştığını fark ettiğinde tuhaf hissetmeden geri durmadı ve
Edain’in Üç Hanedanı’nın liderlerine ve Numenor soyunun başı Tuor’a bakarak gururlandı.
Onlara kendini tanıttı Aragorn ve Edain’in Üç Hanedanı’nın ordularının
toplandığı yere işaret etti. “Sanırım oradakileri benden iyi tanıyorsunuz
efendim.”
“Güçlü, kudretli Edain’in askerlerini
tanımamak mümkün mü?” dedi Huor. Kuşkusuz, Aragorn da bunu biliyordu ki, İlk
Çağ’ın insanlarının kudreti elflerle bile yarışabilecek kadar çoktu. Aragorn
onlara hizmet etmekten onur duyardı. Beşi de ordularının kamplarına doğru
giderken Aragorn oğluyla birlikte kendi kampına döndü. Birleşmiş Krallık’ın sancakları
herbir yanda ışıl ışıl yıldızların ve meşalelerin ışığıyla birlikte parlarken
Kraliçe Arwen Aragorn’un yanına geldi. Aragorn biraz gergin görünüyordu ve
heyecanlıydı doğal olarak. “Uyandığımızdan beri çok zaman geçti ve şimdi burada
ordumla son bir savaşa doğru gidiyorum, yanıbaşımda atalarım ve kaybettiğim
dostlarımla beraber at süreceğim.”
“Rahatla.” dedi Arwen şefkatle ve omzunu
sıvazladı. Eldarion gülümserken ayağa kalktı ve ilerisini işaret etti. “Baba,
gelenler var.” Aragorn tekrar ormanın bittiği yere bakarken kalbi sıkıştı.
Gondor sancakları mıydı gördükleri? Yoksa gözleri kendisiyle oyun mu oynuyordu?
Ya da bir büyü tarafından aldatılıyor muydu? Tüm Gondor ve Arnor ordularının
burada olduğunu düşünmüştü nedense. Öyle bir hataya kapılmıştı ama anlaşılan
son değildi bu. Gelenleri selamladı bir kez daha borular öter ve kuşlar
kaçınırken. En önde yürüyen adamlar tanıdık gelmişti ona ama hangi Gondor kralı
olduğunu nereden bilebilirdi Aragorn? Belki Eldarion’un torunlarından biri bile
olabilirdi karşılarındaki.
“Selam olsun Gondor ve Arnor’un kralı
Aragorn’a!” diye seslendi en öndeki adam. Orduları durup kamp kurmaya başlarken
iki adam Aragorn ve Eldarion’a doğru yaklaştılar. Heybetlilerdi. Soldaki adam
Aragorn’un şu ana dek gördüğü en uzun İnsan’dı ve yanındaki adam da en
yakışıklarınından ve yapılılarından olabilirlerdi. Dúnedain olduklarına kuşku
yoktu. Aragorn atalarından birine bakmanın verdiği kıvançla saygıyla eğildi
adamlar yanlarına kadar gelene dek. “Ve onun oğlu Kral Eldarion’a da selam
olsun!” dedi sağdaki adam. Siyah saçları ve sakalları, meşalelerin ışığıyla
birlikte oynaşıyordu sanki karanlık içinde.
İyice yaklaştıklarında Aragorn’un gözleri
faltaşı gibi alçaldı ve olduğu yerde donakaldı.
“Hakkında çok güzel şeyler duydum.” dedi
sağdaki adam. Başıyla ufak bir selam verdi. “İnsanların kalplerinin benimkinden
daha güçlü olabileceğini bilmek beni çok mutlu etti. Senin gibi sağlam bir
kalbe sahip birinin halkımıza kral olmasını uzaklardan kıvançla ve mutlulukla
seyrettik babamla beraber.”
“Öyle.” dedi soldaki adam. “Kesinlikle
öyle. Dúnedain’a yaraşır bir kralsın.”
“Elendil!” diyebildi Aragorn. Derhal
eğiliverdi atası Elendil ve Isildur’un önünde. Gondor’un ve Arnor’un
krallarının gülümsediğini hissedebiliyordu. Elendil kalkması için omzuna
dokundu. “Kırılan kılıç onarılmış ve taçsız olan kral olmuş yeniden.” Aragorn o
sırada Narsil’in Elendil’in belinde asılı durduğunu fark etti ve güzel
kılıcının asıl sahibinin yanında olduğunu idrak edince kalbi ferahladı. “Hoş geldiniz!”
diyebildi sadece. Yutkundu. Elendil kolunu uzattı ve Aragorn da karşılık verdi
buna ve dirseğine yakın bir yerden atasının kolunu kavradı ve parlayan
gözlerine mutlulukla baktı. “Sizi burada görmek büyük bir onur.”
“O onur bize ait.” dedi Isıildur ve birkaç
adım atmaya başladığında Elendil, Aragorn ve Eldarion onu takip ettiler.
“Kardeşim Anarion nerede kaldı acaba?” diye merak etti Isildur. Elendil
bilmediğini belirten bir ifade takındı. “Gelecektir. Batı’nın İnsanları’nın
hepsi toplanıyor.” Durakladı ve tanımadığı sancaklara bakarken buldu kendini.
“Bunlar…” Aragorn gülümsedi. “Atalarımızın sancakları.” dedi. “Edain’in Üç
Hanesi’nin, Birinci Çağ’ın kahraman insanlarının sancakları.”
“Túrin Turambar buralarda mı acaba?” diye
sordu Eldarion merakla. O da Aragorn kadar uzundu. Sakalları gürdü ama
hepsinden de genç gösteriyordu. “Ya da Beren’i görebilmemiz mümkün olabilecek
mi?”
“Hepsini zaman gösterecek.” dedi Elendil.
“Gelin, bana hikayeleriniz anlatın şimdi.”
Uzun süre söyleştiler ateş başında.
Isildur, Arwen’den Elrond’a dair şeyleri dinlerken vicdan azabını gizlemedi. O
gün, Kıyamet Dağı’nda Ñoldor beyini hayal kırıklığına uğratmıştı ama ona rağmen
bir İnsan’ın bunları tersine yapabildiğine ve Yüzük’e direnebildiğini öğrendiğinde
mutlu olduğunu da gizlememişti. “Pek çok hatalar yaptım.” dedi kederle başını
sallarken.
“İnsan olmanın gereği bu.” dedi Aragorn.
“İnsanların kalpleri karanlığa yakındır. Elfler gibi değiliz ki.”
Isildur ona hak verdiğini belirten bir
şekilde salladı başını. “Yüzük’ü yok edenin Buçukluklar olduğuna inanmak güç.”
“Ben onların görevlerini
tamamlayabileceğine hep inandım.” dedi Aragorn ateşin ısısı yüzüne vururken.
“Onlardan başka Yüzük’e bu kadar dayanabilecek varlıklar olduğunu sanmıyorum
Orta-Dünya’da.”
O sırada karanlığın içinden, bu defa
arkasında ordular olmayan, iki şekil çıkageldi. Karanlık yüzünden yüzlerini
ayırt etmekte güçlük çekiliyordu. Vakur ve gururlu adımlar atıyorlardı. Ordular
kamp kurmuş, kamp ateşlerinin başında kah içkilerini yudumlarken, kah güzel
hikayeler eşliğinde kahkaha atarken bir bir geçti ikisi de onları. Kralların
kamplarını arıyorlardı sanki ama daha çok nereye gittiklerini tam olarak
bilmeden yürüyorlardı. Biri babasını arıyordu içten içe. Diğeri ona eşlik
ediyordu, onu asla bırakmama sözü vermişti ne de olsa. Çok da uzakta olmayan
bir yerde dört adamın ve elf güzelliğinde bir insanın ateş başında
oturduklarını gördü. Adamlar krallara yaraşır kıyafet ve zırhlarla süslenmişlerdi.
Soylu oldukları açıktı. Kadın adamlardan birinin omzuna başını dayamış, uzun
zamandır onun hasretini çekiyormuş gibi görünüyordu. Koyu bir sohbetin
eşliğindeydiler. Elbette adamlardan hiçbiri karanlık kıyafetler içindeki adamın
babası değildi. Aslında böyle krallar da görmemişti adam daha önce. İnsan
oldukları belliydi ama insanların beyleri ne zamandır taç giyiyorlardı? Adam
dünyadan göçüp gittiğinde ne bir insan kralı olmuştu, ne de insanlar Ñoldor’un
hizmetinden çıkmayı akıllarına getirmişlerdi. Kudretli elf beylerine yardımcı
olabilmek için canla başla mücadele ederlerdi.
Kadın adamın elini sıktı ve kukuletasının
ardında gizlenen büyüleyici gözleri bir an için adamınkiyle buluştu. “Onu
bulacağız.” der gibi bakıyordu kadın. Neden sonra adam düşüncelerini anlamış
gibi baktı ona. Kadın da ekledi. “Anneni de öyle.” Sesi bir fısıltıdan fazlası
değildi ama adamın yüreğine su serpilmişti.
Çimenlerin ardında, kızaran etlerin ve
içkilerin keskin kokuları ve ateşlerin arasında çıtır çıtır yanan odun sesleri
eşliğinde ilerlemeye devam etti adam ve kadın. El eleydiler. Birbirlerini
bırakmayı akıllarından bile geçirmiyorlardı aslında. Kamp ateşinin başında,
kahkahalarla gülen adamların yanından geçtiler. Ama kadının başını omzuna
dayadığı adam onları fark etti ve ayağa kalkarak onları durdurdu. “Siz
kimsiniz?” dedi. Orduların arasından böyle gizemli kişilerin geçmesinden
kuşkulanmıştı doğal olarak. Kadın da ayağa kalktı ve onlara doğru geldi.
Adam kukuletasını çıkardı. Yüzü sanki tıraş
edilmiş gibiydi ama insan olduğu belli oluyordu. Kadın kukuletasını çıkarmakta
tereddüt etti ama kral inceleyen gözlerle ona bakmayı sürdürdü. “Düşmanın
casusları mısınız yoksa?”
Gülümsedi adam. “İnan dostum bizler
düşmanın casusları olabilecek son kişileriz.” Sevdiği kadına doğru döndü.
Başını salladı bir defa. Kadın biraz tereddüt etse de elleri kukuletasına gitti
ve yavaşça çıkardı başından. Saçlarını geriye doğru attı ve simsiyah saçlar
omzundan aşağı doğru zerafetle indi.
Aragorn da Arwen de küçük dillerini
yutmuşçasına bakakaldılar kadına. Yavaş yavaş tüm bakışlar onlardan tarafa
döndü. Elendil, Isildur ve Eldarion da ayağa kalktılar. Kadına bakabiliyorlardı
sadece. Gözleri en parlak silmariller kadar güzeldi sanki. Teni bembeyazdı,
Varda’nın bir kopyası duruyordu sanki karşılarında. Yüzünün güzelliğini tarif
edecek kelime yoktu, silmarilleri tarif edecek kelimeler olmadığı gibi. Aragorn
o an karşısındakinin kimler olduğunu kavramıştı.
“Ben Beren.” dedi adam gülümseyerek.
“Ve ben de Luthien Tinúviel.” dedi kadın
ince bir gülümseme dudaklarını süslerken.
Aragorn ve Arwen gülümseyebildiler
şoklarının ilk devresini atlattıklarında. Aragorn’un onların hikayesine dair
zaman söylediği şarkılar geldi akıllarına. Küçüklüğünde ezberlediği şarkılar,
Arwen için söylediği şarkılar. Arwen’in güzelliği Luthien’inkiyle yarışamıyordu
bile. Maia kanı yüzünden gözleri sanki Ağaçların Işığı’yla parlıyordu
Luthien’in. Zerafet akıyordu duruşundan sanki. Sesi ise bir bülbülinki kadar
güzeldi cidden de. Tüm gözler onlara dönmüştü.
“Sizler sanırım soyumuzu taşıyan
insanlarsınız.”
“Öyleyiz.” dedi Aragorn elini uzatarak.
“Ben Aragorn. Bu da eşim Arwen.”
Beren gülümseyerek elini sıktı Aragorn’un.
“Şarkımızın yeniden vücut bulmuş hali gibisiniz.” dedi. “Arwen’in elf olduğunu
anlamak oldukça kolay.”
“Doğrudur.” dedi Arwen. “Ancak insanların yolunu seçtim. Ben bir
yarı-elfim. Babam Elrond, Elwing ve Eärendil’in oğluydu. Elwing ise oğlunuz
Dior ve Nimloth’un kızıydı. Babam, onu büyüten Ñoldor beylerinin yolundan
giderek bir elf olmayı seçti, kardeşi ise insanların ilk kralı Elros
Tar-Minyatur oldu. Annemse Galadriel’in kızı Celebrian’dır.”
Bu sefer şaşırma sırası Beren ve
Luthien’deydi. Silmaril hırsızının kaşları yukarı kalkmıştı. “Dior’a tahmin
ettiğinden de çok benziyorsun Arwen. Valar bize oğlumuzun acı sonunu
anlatmıştı.”
“Akraba kıyımı.” dedi Arwen kederle. “Ama o
ikincisiydi. Babam ve kardeşi üçüncüsünde ellerine düştüler Fëanor oğullarının
ama onların sevgiyle yetiştirdiklerini söyler babam onları. Elf olmayı seçmesinde
büyük etkenler oldukları şüphesiz. O yüzden Fingon’un oğlu Gil-galad’a hizmet
etmeye devam etti.”
Az daha “Huzur içinde yatsınlar.” diyecekti
Beren ama onların da hayata döndürüldüklerini biliyordu. “Annemi ve babamı
ararken, kanımdan başkalarını bulmak beni mutlu etti. Onları nerede bulabileceğimi
biliyor musunuz?”
Edain sancaklarını işaret etti Aragorn.
Beren başını salladı. “Ateşinizi paylaşmak için geri döneceğim Kral Aragorn.”
“Döneceğiz.” dedi Luthien onun elini
tutarken. “İçimde şarkımızın notaları sizin hikayenizle tamamlanıyormuş gibi
bir his var.” dedi. “Hikayemizi duymuşsunuzdur belki.”
“Sizin şarkınızı çok defa söyledim leydim.”
dedi Aragorn. “Hikayeniz Orta-Dünya’nın dört bir köşesinde bilinir.”
Veda etti Beren ve Luthien böylece. Aragorn
içinin sımsıcak olduğunu, kalbine bir ferahlığın yayıldığını hissetti. Bunca
kahramanı, efsanevi insanı, elfi görmek onu mutlu etmişti. Arwen’le birlikte
ateşin başına döndüler ve Morgoth’un haykırışları ve meydan okuması eşliğinde
son yemeklerini yediler.
Artık o korkunç ses bile korkutamıyordu
kimseyi. Herkes umutla dolmak için bir şeyler buluyorlardı gönüllerinde. Ve
Güçlerin Savaşı’nda bizzat Düşman’la güreşen Tulkas’ın da orada olacağını
biliyorlardı. Hikayelerdeki kudretli mi kudretli elf beylerinin de orada
olacağını biliyorlardı. Sauron’dan bile kudretli olan Eönwë’nin orduların en
önünde Arien’in intikamı için kılıç savuracağını biliyorlardı. Belki Kutlu
Eärendil bile gelirdi göklerden silmariliyle birlikte. Eldar’ın yüce
beyleriyle, efsanevi cücelerle ve İlk Çağ’ın kudretli insanlarıyla
savaşacaklardı böylece.
O sırada Faramir, Éowyn ve Theoden’i gördü
Aragorn. Savaş vaktinin başlangıcını haber vereceklerdi anlaşılan. “Morgoth’un
orduları Valinor’un düzlüklerinde toplanıyorlar.” dedi Theoden. Sarı saçları,
gür sakalıyla hiç olmadığı kadar cesur görünüyordu Rohan Kralı. Yanıbaşında
Ithilien’in Prensi ve Prensesi gururla bakıyorlardı Morgoth’un sesinin geldiği
yere. O sırada arkalarından birinin ayak seslerini duydular. Aragorn o tarafa
baktı ve gelen adamı tanımadığını fark etti. Üzerindeki zırhın sancağını da
tanımıyordu. Selam verdi. “Selam olsun Kral Theoden ve Kral Elessar’a!” dedi
adam. “Valar’ın Morgoth’la karşılaşmak için Valmar’dan Valinor Düzlükleri’ne
indiği haberini aldık. Bekleniyoruz. Savaş vakti yaklaşıyor.”
Bir şekilde hepsine tanıdık gelmişti bu
adam. Aragorn başını salladı. “O halde at sürmenin vakti geldi.” Adam da
karşılık olarak başını salladı.
Tam arkasına dönüp gidecekken Aragorn onu
durdurdu. “Siz kimsiniz?”
Adam döndü arkasına ve gülümsedi.
“Angmar’ın kralı, Elendil’in sancak beyi Er-Murazor’um.” dedi, yüzündeki
gülümseme silinmemişti. “Beni bir zamanların Angmar’ın Cadı-kralı olarak da
tanıyor olabilirsiniz.”
Éowyn’in, Faramir’in, Theoden’in,
Aragorn’un ve Arwen’in yüzündeki ifadeler görülmeye değerdi. Éowyn hayalet
görmüşten beterdi. Theoden sanki tekrar ölüyordu Pelennor Çayırları’nda.
Aragorn şaşkınlıkla bakakalmıştı.
“Tabii o sıralar Sauron’un iradesinin
kölesiydim.” diye ekledi. Sonra yere tükürdü. “O yüzüğü kabul ettiğim güne
lanet olsun. Ama şimdi Sauron’la hesaplaşmamın vakti geldi.” Arkasına dönüp
tekrar yürürken, hepsi arkasından bakıyorlardı şaşkınlık içinde. Angmar’ın
kralı tekrar durdu ve arkasına döndü. “Size çektirdiğim sıkıntılar için de
üzgünüm elbette. Sanırım birinizi öldürmüştüm.” Duraksadı. “Ve biriniz de beni
öldürmüştü.” Tekrar duraksadı. “Bunlar binlerce yıl önceydi tabi.” Theoden ve
Éowyn tek kelime edemediler ve Angmar’ın kralı kahkaha atmamak için kendini zor
tutarak arkasına döndü ve yürümeye devam etti.