Tulkas, büyük bir öfkeyle Melkor’a
saldırdığında karanlıklar efendisi Grondunu indirdi Valar’ın Şampiyonu’nun
üzerine ve Tulkas devasa silahın etkisiyle geriye doğru fırladı ve sertçe yere
düştü. Melkor adım adım gitti üzerine doğru. Yüzünde miktarı yıllarla ifade
edilemeyecek derin bir nefret ve öfke vardı. Gökyüzünün karanlığında ve
yıldızların ışığının altında kanlar içinde yerde yatıyordu Tulkas. İnledi
acıyla. Altın sakalları kızıla boyanıyordu yavaşça. Arda’nın Kaderlerinin
Efendisi yüzünde hiçbir ifade değişikliği olmadan kaldırdı grondunu, Tulkas son
kahkasını atarken. Yüksek bir ses duyuldu o sırada ejderhalar yeryüzüne doğru
dalışa geçerek iyilerin ordusunun üzerine alevlerini saçarken.
Grond tüm gücüyle Valar’ın Şampiyonu’nun
üzerine indi ve Melkor akan kanların siyah palaklığıyla güç buldu adeta
kendinde. Tüm keskinliğiyle sancıyan bacağına rağmen yapabileceği en güçlü
hareketle savurmuştu grondunu. Valar’ın Şampiyonu gözlerini dikti gökyüzüne ve
acı hissediyor mu hissedemiyor mu anlamadan kapandı gözleri Varda’nın
gözbebeklerinin ağıtları eşliğinde. Melkor o an duydu gelen çığlıkları.
Tulkas’ın yenilmesi herkesi şoka uğratmıştı. Adeta savaşmayı bıraktı herkes.
Tüm Ñoldor lordları, tüm insanlar, tüm cüceler… Manwë’yi gördü Melkor’un
gözleri ve çok geçmeden üzerine doğru gelen iki şekli fark etti.
Oromë ve Aulë bir Vala olmanın verdiği tüm
hızla Karanlık Efendisi’ne doğru geliyorlardı.
Melkor’un yüzüne bir gülümseme yerleşti. Grondunu
kaldırdı ve bekledi. Kararlı yüzlerini buradan bile seçebiliyordu Oromë ve
Aulë’nin. Birinin mızrağı, ötekinin çekici adeta intikam çığlıkları atıyordu
Tulkas’ın ardından. Melkor, Manwë’nin yüzündeki kaybı ve kabullenişi gördüğünde
her şeyin bittiğini anladığını gördü. Bitmişti gerçekten de. Valar Ordusu’nun
Karanlıklar Efendisi’nin yenebilmek için tek umuduydu Altın Saçlı Vala.
İki Vala tüm öfkeleriyle Melkor’a
saldırırken Karanlıklar Efendisi ikisinden de başarıyla sıyrılarak grondunu
Aulë’nin sırtına indirmeyi başardı. Aralarındaki dövüş tüm hızıyla sürerken
Tulkas’ın ölümünün yarattığı şok, savaş alanı boyunca dalgalanarak yayıldı.
Yavaş yavaş düşmeye başladı aydınlığın askerleri. İnsanlar, cüceler, elfler
birer birer yitiyordu Valinor Düzlükleri’nde adeta. Herbir çığlık
Arien’inkilere karışıyor, Varda’nın gözbebekleri bile parlamaya korkuyordu
sanki. Tilion haykırıyor tüm kasvetin ortasında ama kanı donan komutanlar ve
Valar hiçbir şey yapamıyordu. Numenor’un ordusunu paramparça ediyordu ejderhalar.
Eärendil düşmüştü gökyüzünden. Ancalagon tüm kudretiyle ateş kusuyordu adeta
Manwë’nin kartallarının üzerine.
O sırada Melkor, iki Vala’yla alay
ediyorken Rohirrim’in cesur atlıları düşüyordu birer. Ñoldor’un kudretli
lordları balrogların ve her türlü iğrenç yaratığın pençelerine düşüyor,
Yüzüklerin Efendisi Sauron ve Melkor’un hizmetindeki tüm Maiar tüm güçleriyle
yükleniyordu Valar’ın Ordusu’nun üzerine.
Grond’un darbesi patladı Aulë’nin
suratında. Cücelerin yaratıcısı feryat edemeden toprağı öperken Oromë öfkeyle
atıldı Karanlık Lord’un üzerine. Mızrağı zırhından geri sekerken Melkor sertçe
indirdi tekrar grondunu. Bu sefer Avcı’nın tam bacağına… Oromë feryat etti ve
yere kapaklandı. Melkor bir tekmesiyle mızrağını alıp uzaklara fırlattığında
Manwë’nin ona doğru yaklaştığını hissedebiliyordu. Yere doğru eğildi hafifçe ve
boynunda tuttu Oromë’nin. “Avcımızın da sonu da geldi böylece.” dedi. Yüzü
ifadesize yakındı adeta. Karanlık gökyüzü kadar ifadesiz ve gölgeliydi. Kara
miğferi yıldızların ışığını bile tutacak kadar koyuydu. Gözleri ışıksız bir
dünya siyah. Oromë’nin son gördükleri bunlar oldu ve Melkor cansız bedenini
fırlatıverdi bir kenara ve zafer haykırışını attıktan sonra, Valar’ın kalanının
etrafında toplanmaya başladığını gördü. Mandos bile oracıkta, Melkor’un
karanlığa yakın bir gizemle durmuş, kapkara kılıcını çekmiş bekliyordu.
Manwë’nin gözlerinde yıldırımlar vardı. Varda ve diğer Valier hüzünlüydü. Irmo
acı çekiyordu. Yavanna her şeyiyle kederli ve öfkeliydi. Melkor beklemeden haykırarak
aralarına saldırdı.
Valier’e kustuğu öfke korkunç olmuştu,
Valar her şeyiyle savaşsa da Melkor’un kudreti katlanarak artmıştı sanki.
Ordusu hortum gibi süpürüyordu Valar’ın Ordusu. Karanlık aydınlığa galip
geliyordu.
Yavanna’nın cansız bedeni de önünde
uzanmaya devam ederken nefes nefese kalmıştı Manwë de Mandos da. Tek hayatta
kalan Valier’in gözleri dehşetle bakıyordu. Varda ayakta bile zor duruyormuş
gibi görünüyordu. Kan kokusu seziyordu burnunda Melkor. O kadar çok Vala’nın
kanı dökülmüştü ki toprak bile inanamıyordu sanki. Melkor bir kahkaha attı.
“Sana söylemiştim kardeşim.” dedi grondunu tehditkar bir şekilde tutarak.
Gardını indirmeyi hiç düşünmüyordu.
“BENİ YENEMEYECEKSİN!” Aralarındaki mesafe
kapanırken Manwë’nin sesi kesilmiş gibiydi. O sırada devasa bir fırtına kopar
gibi oldu. Rüzgar şiddetlendi. Melkor bir an Manwë’nin işi olabileceğinden
şüphelendi ama hemen ardından duyduğu devasa kükreme aksini kanıtladı ve
üzerlerine doğru gelen atlı ordunun biraz yükseğinde dağlar kadar büyük bir
ejderha belirdi. Belki arkasındaki yıldızları kapatmasa orada olduğunu bile
anlamak mümkün olmayabilirdi.
Melkor’un karanlığının en mükemmel eseriydi
o. Kara Ancalagon’du. Ateşler içinde atlı ordunun üzerine dehşetini kustu.
Oklar bir bir üzerine yağıyor olmasına rağmen sanki ufak iğne batıklarıymış
gibi geliyor olmalıydı ejderhaların en kudretlisine. Kanatlarından çıkan
rüzgarlar çevredeki atlıları dağıtıyor. Ancalagon’un Tek Yüzük’ü bile
eritebilecek derecedeki güçlü ateşi cehennemi yeraltından toprağın üzerine
taşıyordu. Çığlıkları duymak iyi geliyordu Melkor’un ruhuna. Gücüne güç
katıyordu. Manwë’nin gözlerinden dökülen gözyaşlarını da gördü başını
çevirdiğinde. “Her şey bitti. Bunu biliyorsun.”
Atlı ordudan kalanlar Valar’ın olduğu bölgeye
çok yaklaşamadan yere kapaklandılar. Yanık izleriyle doluydu her tarafları.
Yaralananların arasından altın saçlı bir muhafız kızı izliyordu yara bere
içinde Valar’ın konuşmalarını. Dünya sanki etraflarında dağılıyor, Valar acı
içinde savaşı kaybederken karanlık güçlendikçe güçleniyordu. Kalbinde bir acı
vardı altın saçlı kadının. Kılıcını savurduğunu vakitleri özleyecekti. Atının
üzerinde, düşman etrafını kuşatmışken, adeta kılıca, zırha bürünmüş bir Valier
gibi, güzel toprakları için savaştığı zamanları… Erkeklerle bir olduğunu
hissettiği anları. Dört Vala’nın konuşması bile ona normal geliyordu şu saatten
sonra. Eli ayağı tutmuyor, ona rağmen canı yanmıyordu. Sanki tüm duygularını
yitirmiş gibiydi. Derken Manwë, Karanlık Efendisi’ne cevap verdi.
“Asla
zaferin tam olmayacak Melkor.”
“Ama onun tam olup olmadığını görmek için,
sen etrafta olmayacaksın.” Melkor ona doğru grondunu savurduğunda Mandos
kılıcıyla aralarına girdi ve karanlık gözleri Melkor’unkilerle birleşti. Kılıcı
ve Grond birbirine kenetlenmişti. Melkor onu geri adım atmaya mecbur ederek
Grondunu savurdu ve üzerlerinden uçup giden Ancalagon’un rüzgarları eşliğinde
Mandos’un göğsüne indiriverdi kılıcını. “Belki de aralarında en çok senden
nefret ettim.” dedi gözlerini kapatan Mandos’a. Manwë ve Varda ayakta durmuş
öylece izleyebiliyorlardı şu an. Sanki kolları savaşamıyordu. Varda o anda diz
çöktü ağlamaya başlayarak. Gözyaşları toprağı ıslatırken Melkor güldü ve
gökyüzüne baktıktan sonra gözlerini Manwë’ye çevirdi. “Ölümünüz hızlı olacak ve
yeni dünyamı göremeyeceksiniz.”
“Ona dünya diyebileceksen…” sözleri döküldü
Manwë’nin ağzından. Dik durdu olduğu yerde, rüzgar etrafta ejderhalar
olmamasına rağmen hızlandı ve şiddeti katlanarak arttı. Melkor, artık Manwë’nin
rüzgarları bizzat çıkardığını anlamıştı. “Haydi Rüzgarın Efendisi!” diye
bağırdı Melkor ona. “Göster bana tüm gücünü! Arda’nın Yüce Kralı’nın
yapabilecekleri bu kadar mı?”
Varda da kalktı ayağa, kurumuş
gözyaşlarıyla. Kocasının yanına geçti ve adeta güçleri birleşti. Melkor üzerine
neyin geldiğini anladı ve altın saçlı kadının uzaktan bakışları ve şaşkınlığı
altında Manwë’nin kılıcı ve Melkor’un yer altı çekici çarpıştı. O an için dünya
tekrar ışığa kavuştu sanki. Varda’nın gözbebekleri tüm güçleriyle ışıldamış,
güneş tekrar Arien’in ardından göğü turluyormuş gibi aydınlanmıştı Arda. Altın
saçlı kadın gözlerini kapatmak zorunda kaldı. O an için düşünebildiği teş şey
ailesine neler olduğuydu. Ama karanlık geri dönüp kör edici ışık gittiğinde
kadın gözlerini açıp açmadığından emin olamadı. Karanlıktı her yer. Yıldızlar
bile pes etmişti sanki… Ama sonradan gözleri karanlığa alıştı ve yıldızların
ışığı geri döndü gözlerine.
Melkor Bauglir tüm haşmetiyle ayakta
bekliyor ve son iki Valar’ın cesetleri boylu boyunca uzanıyordu yerde. Melkor
zar zor nefes alıyor ve gözleri gökyüzüne bakıyordu.
“SENİ UYARMIŞTIM!” diye bağırdı yıldızlara
bakarak. Altın saçlı kadın nasıl olduysa Melkor’un Eru’ya bağırdığını
anlamıştı. “SANA BUNUN OLACAĞINI SÖYLEMİŞTİM!” Melkor acı bir kahkaha attı ve etrafına bakınarak savaşın
gerçekten de bittiğini gördü. Valar’ın Ordusu’ndaki herkes ya yerde ya da
dizlerinin üzerindeydi. Ancalagon bile uzaklarda bir yerde toprağın üzerine
konmuş Melkor’a doğru bakıyordu.
“O kıymetli çocukların artık yoklar ey TEK
OLAN! SAVAŞ BİTTİ! BEN KAZANDIM! BEN!”
Melkor Bauglir tüm gücüyle lanet ediyordu
Yaratıcı’ya. Her Şeyin Babası’na. Sesi savaş meydanı boyunca yankılanıyordu
adeta. “İSTEKLERİNİ YERİNE GETİREBİLDİM Mİ?” diye sordu ona. Cevap beklemeden.
“KÖTÜ OLMAMI İSTEYEN SEN DEĞİL MİYDİN? ÇOCUKLARINA, DÜŞÜNCENİN EVLATLARINA
SAVAŞMAK İÇİN SEBEP VERMEK İSTEYEN SEN DEĞİL MİYDİN?” Adeta cevap verircesine
yağmur yağmaya başladı Valinor Düzlükleri’ne. Bir an için Melkor da şaşırmıştı.
Başını eğerek etrafına bakındı ve miğferinden ve zırhından seken damlaların
sesi nerdeyse savaş alanındaki tek sesti. İnleyen tek bir kişi yoktu. Grond
ıslanıyordu yağmurun altında. Yeraltının Çekici’nden akıyordu sular, yağmur
damlaları delicesine gökten boşanırken.
Éowyn de hissetti yağmuru yüzünde.
Melkor’sa çok geçmeden lanetlerini savurmaya devam etti. “HAYDİ! SÖYLE BANA
ARTIK! NERDE BU GİZLİ ALEV? NERDE O KENDİNE SAKLADIĞIN SIRLAR? ORDUNU YOK
ETTİM! EVLATLARINI YOK ETTİM! ŞİMDİ NE YAPACAKSIN? BENİ BİZZAT KENDİN Mİ
SUSTURACAKSIN EN BAŞINDA YAPTIĞIN GİBİ?” Cevap yoktu.
O sırada Rohan’ın Ak Hanımı’nın gözlerine
birkaç beden ilişti yerde boylu boyuna uzanan. Altın saçlı, yakışıklı amcasını
görüyordu, yüzü kanlar içindeydi. Ondan çok da uzakta olmayan bir yerde sevdiği
adam uzanıyor, Ithilien Prensi hayattaymış gibi görünmüyordu. Gözlerini kapattı
Rohan’ın Ak Hanımı ve kulaklarında Arien’in çığlıkları ve Melkor’un lanetleri
hüküm sürerken sonsuz uykusuna daldı. Son düşünceleri Eru’nun İnsanlar için
biçtiği kaderin ne olduğuydu. “Nasıl olsa şimdi, tüm sevdiğim insanlarla
birlikte öğreneceğim bunu.”
Arda’nın Kaderlerinin Efendisi’nin
karanlığı amacına ulaşmış ve Ilúvatar Çocukları’nın sonsuza dek gözlerini
kapatmasıyla Bozulmuş Arda'nın Yazgısı böylelikle tamamlanmıştı…
--SON--