12 Kasım 2014 Çarşamba

Dagor Dagorath (Savaşların Savaşı) - Alternatif Son: Bozulmuş Arda'nın Yazgısı

    Tulkas, büyük bir öfkeyle Melkor’a saldırdığında karanlıklar efendisi Grondunu indirdi Valar’ın Şampiyonu’nun üzerine ve Tulkas devasa silahın etkisiyle geriye doğru fırladı ve sertçe yere düştü. Melkor adım adım gitti üzerine doğru. Yüzünde miktarı yıllarla ifade edilemeyecek derin bir nefret ve öfke vardı. Gökyüzünün karanlığında ve yıldızların ışığının altında kanlar içinde yerde yatıyordu Tulkas. İnledi acıyla. Altın sakalları kızıla boyanıyordu yavaşça. Arda’nın Kaderlerinin Efendisi yüzünde hiçbir ifade değişikliği olmadan kaldırdı grondunu, Tulkas son kahkasını atarken. Yüksek bir ses duyuldu o sırada ejderhalar yeryüzüne doğru dalışa geçerek iyilerin ordusunun üzerine alevlerini saçarken.
    Grond tüm gücüyle Valar’ın Şampiyonu’nun üzerine indi ve Melkor akan kanların siyah palaklığıyla güç buldu adeta kendinde. Tüm keskinliğiyle sancıyan bacağına rağmen yapabileceği en güçlü hareketle savurmuştu grondunu. Valar’ın Şampiyonu gözlerini dikti gökyüzüne ve acı hissediyor mu hissedemiyor mu anlamadan kapandı gözleri Varda’nın gözbebeklerinin ağıtları eşliğinde. Melkor o an duydu gelen çığlıkları. Tulkas’ın yenilmesi herkesi şoka uğratmıştı. Adeta savaşmayı bıraktı herkes. Tüm Ñoldor lordları, tüm insanlar, tüm cüceler… Manwë’yi gördü Melkor’un gözleri ve çok geçmeden üzerine doğru gelen iki şekli fark etti.
    Oromë ve Aulë bir Vala olmanın verdiği tüm hızla Karanlık Efendisi’ne doğru geliyorlardı.
    Melkor’un yüzüne bir gülümseme yerleşti. Grondunu kaldırdı ve bekledi. Kararlı yüzlerini buradan bile seçebiliyordu Oromë ve Aulë’nin. Birinin mızrağı, ötekinin çekici adeta intikam çığlıkları atıyordu Tulkas’ın ardından. Melkor, Manwë’nin yüzündeki kaybı ve kabullenişi gördüğünde her şeyin bittiğini anladığını gördü. Bitmişti gerçekten de. Valar Ordusu’nun Karanlıklar Efendisi’nin yenebilmek için tek umuduydu Altın Saçlı Vala.
    İki Vala tüm öfkeleriyle Melkor’a saldırırken Karanlıklar Efendisi ikisinden de başarıyla sıyrılarak grondunu Aulë’nin sırtına indirmeyi başardı. Aralarındaki dövüş tüm hızıyla sürerken Tulkas’ın ölümünün yarattığı şok, savaş alanı boyunca dalgalanarak yayıldı. Yavaş yavaş düşmeye başladı aydınlığın askerleri. İnsanlar, cüceler, elfler birer birer yitiyordu Valinor Düzlükleri’nde adeta. Herbir çığlık Arien’inkilere karışıyor, Varda’nın gözbebekleri bile parlamaya korkuyordu sanki. Tilion haykırıyor tüm kasvetin ortasında ama kanı donan komutanlar ve Valar hiçbir şey yapamıyordu. Numenor’un ordusunu paramparça ediyordu ejderhalar. Eärendil düşmüştü gökyüzünden. Ancalagon tüm kudretiyle ateş kusuyordu adeta Manwë’nin kartallarının üzerine.
    O sırada Melkor, iki Vala’yla alay ediyorken Rohirrim’in cesur atlıları düşüyordu birer. Ñoldor’un kudretli lordları balrogların ve her türlü iğrenç yaratığın pençelerine düşüyor, Yüzüklerin Efendisi Sauron ve Melkor’un hizmetindeki tüm Maiar tüm güçleriyle yükleniyordu Valar’ın Ordusu’nun üzerine.
    Grond’un darbesi patladı Aulë’nin suratında. Cücelerin yaratıcısı feryat edemeden toprağı öperken Oromë öfkeyle atıldı Karanlık Lord’un üzerine. Mızrağı zırhından geri sekerken Melkor sertçe indirdi tekrar grondunu. Bu sefer Avcı’nın tam bacağına… Oromë feryat etti ve yere kapaklandı. Melkor bir tekmesiyle mızrağını alıp uzaklara fırlattığında Manwë’nin ona doğru yaklaştığını hissedebiliyordu. Yere doğru eğildi hafifçe ve boynunda tuttu Oromë’nin. “Avcımızın da sonu da geldi böylece.” dedi. Yüzü ifadesize yakındı adeta. Karanlık gökyüzü kadar ifadesiz ve gölgeliydi. Kara miğferi yıldızların ışığını bile tutacak kadar koyuydu. Gözleri ışıksız bir dünya siyah. Oromë’nin son gördükleri bunlar oldu ve Melkor cansız bedenini fırlatıverdi bir kenara ve zafer haykırışını attıktan sonra, Valar’ın kalanının etrafında toplanmaya başladığını gördü. Mandos bile oracıkta, Melkor’un karanlığa yakın bir gizemle durmuş, kapkara kılıcını çekmiş bekliyordu. Manwë’nin gözlerinde yıldırımlar vardı. Varda ve diğer Valier hüzünlüydü. Irmo acı çekiyordu. Yavanna her şeyiyle kederli ve öfkeliydi. Melkor beklemeden haykırarak aralarına saldırdı.
    Valier’e kustuğu öfke korkunç olmuştu, Valar her şeyiyle savaşsa da Melkor’un kudreti katlanarak artmıştı sanki. Ordusu hortum gibi süpürüyordu Valar’ın Ordusu. Karanlık aydınlığa galip geliyordu.
    Yavanna’nın cansız bedeni de önünde uzanmaya devam ederken nefes nefese kalmıştı Manwë de Mandos da. Tek hayatta kalan Valier’in gözleri dehşetle bakıyordu. Varda ayakta bile zor duruyormuş gibi görünüyordu. Kan kokusu seziyordu burnunda Melkor. O kadar çok Vala’nın kanı dökülmüştü ki toprak bile inanamıyordu sanki. Melkor bir kahkaha attı. “Sana söylemiştim kardeşim.” dedi grondunu tehditkar bir şekilde tutarak. Gardını indirmeyi hiç düşünmüyordu.
    “BENİ YENEMEYECEKSİN!” Aralarındaki mesafe kapanırken Manwë’nin sesi kesilmiş gibiydi. O sırada devasa bir fırtına kopar gibi oldu. Rüzgar şiddetlendi. Melkor bir an Manwë’nin işi olabileceğinden şüphelendi ama hemen ardından duyduğu devasa kükreme aksini kanıtladı ve üzerlerine doğru gelen atlı ordunun biraz yükseğinde dağlar kadar büyük bir ejderha belirdi. Belki arkasındaki yıldızları kapatmasa orada olduğunu bile anlamak mümkün olmayabilirdi.
    Melkor’un karanlığının en mükemmel eseriydi o. Kara Ancalagon’du. Ateşler içinde atlı ordunun üzerine dehşetini kustu. Oklar bir bir üzerine yağıyor olmasına rağmen sanki ufak iğne batıklarıymış gibi geliyor olmalıydı ejderhaların en kudretlisine. Kanatlarından çıkan rüzgarlar çevredeki atlıları dağıtıyor. Ancalagon’un Tek Yüzük’ü bile eritebilecek derecedeki güçlü ateşi cehennemi yeraltından toprağın üzerine taşıyordu. Çığlıkları duymak iyi geliyordu Melkor’un ruhuna. Gücüne güç katıyordu. Manwë’nin gözlerinden dökülen gözyaşlarını da gördü başını çevirdiğinde. “Her şey bitti. Bunu biliyorsun.”
    Atlı ordudan kalanlar Valar’ın olduğu bölgeye çok yaklaşamadan yere kapaklandılar. Yanık izleriyle doluydu her tarafları. Yaralananların arasından altın saçlı bir muhafız kızı izliyordu yara bere içinde Valar’ın konuşmalarını. Dünya sanki etraflarında dağılıyor, Valar acı içinde savaşı kaybederken karanlık güçlendikçe güçleniyordu. Kalbinde bir acı vardı altın saçlı kadının. Kılıcını savurduğunu vakitleri özleyecekti. Atının üzerinde, düşman etrafını kuşatmışken, adeta kılıca, zırha bürünmüş bir Valier gibi, güzel toprakları için savaştığı zamanları… Erkeklerle bir olduğunu hissettiği anları. Dört Vala’nın konuşması bile ona normal geliyordu şu saatten sonra. Eli ayağı tutmuyor, ona rağmen canı yanmıyordu. Sanki tüm duygularını yitirmiş gibiydi. Derken Manwë, Karanlık Efendisi’ne cevap verdi.
    “Asla zaferin tam olmayacak Melkor.”
    “Ama onun tam olup olmadığını görmek için, sen etrafta olmayacaksın.” Melkor ona doğru grondunu savurduğunda Mandos kılıcıyla aralarına girdi ve karanlık gözleri Melkor’unkilerle birleşti. Kılıcı ve Grond birbirine kenetlenmişti. Melkor onu geri adım atmaya mecbur ederek Grondunu savurdu ve üzerlerinden uçup giden Ancalagon’un rüzgarları eşliğinde Mandos’un göğsüne indiriverdi kılıcını. “Belki de aralarında en çok senden nefret ettim.” dedi gözlerini kapatan Mandos’a. Manwë ve Varda ayakta durmuş öylece izleyebiliyorlardı şu an. Sanki kolları savaşamıyordu. Varda o anda diz çöktü ağlamaya başlayarak. Gözyaşları toprağı ıslatırken Melkor güldü ve gökyüzüne baktıktan sonra gözlerini Manwë’ye çevirdi. “Ölümünüz hızlı olacak ve yeni dünyamı göremeyeceksiniz.”
    “Ona dünya diyebileceksen…” sözleri döküldü Manwë’nin ağzından. Dik durdu olduğu yerde, rüzgar etrafta ejderhalar olmamasına rağmen hızlandı ve şiddeti katlanarak arttı. Melkor, artık Manwë’nin rüzgarları bizzat çıkardığını anlamıştı. “Haydi Rüzgarın Efendisi!” diye bağırdı Melkor ona. “Göster bana tüm gücünü! Arda’nın Yüce Kralı’nın yapabilecekleri bu kadar mı?”
    Varda da kalktı ayağa, kurumuş gözyaşlarıyla. Kocasının yanına geçti ve adeta güçleri birleşti. Melkor üzerine neyin geldiğini anladı ve altın saçlı kadının uzaktan bakışları ve şaşkınlığı altında Manwë’nin kılıcı ve Melkor’un yer altı çekici çarpıştı. O an için dünya tekrar ışığa kavuştu sanki. Varda’nın gözbebekleri tüm güçleriyle ışıldamış, güneş tekrar Arien’in ardından göğü turluyormuş gibi aydınlanmıştı Arda. Altın saçlı kadın gözlerini kapatmak zorunda kaldı. O an için düşünebildiği teş şey ailesine neler olduğuydu. Ama karanlık geri dönüp kör edici ışık gittiğinde kadın gözlerini açıp açmadığından emin olamadı. Karanlıktı her yer. Yıldızlar bile pes etmişti sanki… Ama sonradan gözleri karanlığa alıştı ve yıldızların ışığı geri döndü gözlerine.
    Melkor Bauglir tüm haşmetiyle ayakta bekliyor ve son iki Valar’ın cesetleri boylu boyunca uzanıyordu yerde. Melkor zar zor nefes alıyor ve gözleri gökyüzüne bakıyordu.
    “SENİ UYARMIŞTIM!” diye bağırdı yıldızlara bakarak. Altın saçlı kadın nasıl olduysa Melkor’un Eru’ya bağırdığını anlamıştı. “SANA BUNUN OLACAĞINI SÖYLEMİŞTİM!” Melkor acı bir  kahkaha attı ve etrafına bakınarak savaşın gerçekten de bittiğini gördü. Valar’ın Ordusu’ndaki herkes ya yerde ya da dizlerinin üzerindeydi. Ancalagon bile uzaklarda bir yerde toprağın üzerine konmuş Melkor’a doğru bakıyordu.
    “O kıymetli çocukların artık yoklar ey TEK OLAN! SAVAŞ BİTTİ! BEN KAZANDIM! BEN!”
    Melkor Bauglir tüm gücüyle lanet ediyordu Yaratıcı’ya. Her Şeyin Babası’na. Sesi savaş meydanı boyunca yankılanıyordu adeta. “İSTEKLERİNİ YERİNE GETİREBİLDİM Mİ?” diye sordu ona. Cevap beklemeden. “KÖTÜ OLMAMI İSTEYEN SEN DEĞİL MİYDİN? ÇOCUKLARINA, DÜŞÜNCENİN EVLATLARINA SAVAŞMAK İÇİN SEBEP VERMEK İSTEYEN SEN DEĞİL MİYDİN?” Adeta cevap verircesine yağmur yağmaya başladı Valinor Düzlükleri’ne. Bir an için Melkor da şaşırmıştı. Başını eğerek etrafına bakındı ve miğferinden ve zırhından seken damlaların sesi nerdeyse savaş alanındaki tek sesti. İnleyen tek bir kişi yoktu. Grond ıslanıyordu yağmurun altında. Yeraltının Çekici’nden akıyordu sular, yağmur damlaları delicesine gökten boşanırken.
    Éowyn de hissetti yağmuru yüzünde. Melkor’sa çok geçmeden lanetlerini savurmaya devam etti. “HAYDİ! SÖYLE BANA ARTIK! NERDE BU GİZLİ ALEV? NERDE O KENDİNE SAKLADIĞIN SIRLAR? ORDUNU YOK ETTİM! EVLATLARINI YOK ETTİM! ŞİMDİ NE YAPACAKSIN? BENİ BİZZAT KENDİN Mİ SUSTURACAKSIN EN BAŞINDA YAPTIĞIN GİBİ?” Cevap yoktu.
    O sırada Rohan’ın Ak Hanımı’nın gözlerine birkaç beden ilişti yerde boylu boyuna uzanan. Altın saçlı, yakışıklı amcasını görüyordu, yüzü kanlar içindeydi. Ondan çok da uzakta olmayan bir yerde sevdiği adam uzanıyor, Ithilien Prensi hayattaymış gibi görünmüyordu. Gözlerini kapattı Rohan’ın Ak Hanımı ve kulaklarında Arien’in çığlıkları ve Melkor’un lanetleri hüküm sürerken sonsuz uykusuna daldı. Son düşünceleri Eru’nun İnsanlar için biçtiği kaderin ne olduğuydu. “Nasıl olsa şimdi, tüm sevdiğim insanlarla birlikte öğreneceğim bunu.”
    Arda’nın Kaderlerinin Efendisi’nin karanlığı amacına ulaşmış ve Ilúvatar Çocukları’nın sonsuza dek gözlerini kapatmasıyla Bozulmuş Arda'nın Yazgısı böylelikle tamamlanmıştı…


--SON--