27 Ocak 2015 Salı

Ñoldor'dan Hikayeler - Bölüm III: Şafak

Bölüm III: Şafak

Sabah olduğunda Maedhros, hala kuzeydeki Ard-galen’i seyrederek derin düşencelerde olduğunu fark etti. Zamanın nasıl geçtiğini bilememişti. Güneş ufak ufak yaklaştığını haber veriyordu. Hava inanılmaz derecede soğumuştu. Ay ve yıldızların ışığı Himring’i terk etmişti ve Maedhros Hududu’nda kar deliler gibi yağıyordu.
Şafaktan önceki zamanın en soğuk zaman olduğu söylenirdi. Neyse ki çok geçmeden ışıklar bulutların arasındaki ilk emarelerini gösterdi ve uykudan uyanan bir çocuk misali güneş göz kırptı gökyüzünden. Güneş’in taşıyıcısı Arien, böylece selam verdi Himring’in lorduna ve Fëanor’un en büyük oğluna. Bulutlar biraz dağılır gibi olurken gök kızıla boyandı ve Maedhros’un aklına annesi düştü.
Onu bırakmak zordu elbette. Özellikle de Maglor için. Saç rengi aynı babaları olsa da, aralarında Kraliçe Nerdanel’e en çok benzeyen kuşkusuz Maglor’du. Annesini özlemişti Maedhros. Ancak uzun zaman göremeyeceğini o da biliyordu.
Kapının tıklatılmasıyla ayrıldı düşüncelerinden. Gelen Ellinda’ydı.
“Buyurun leydim.”
“Günaydın lordum.”
“Günaydın. Size nasıl yardımcı olabilirim?”
“Yarın yola çıkmamızın iyi olacağını düşünüyorum, lordum. Eğer sizin de izniniz olursa.”
Maedhros, Ellinda’ya içeri girmesini işaret etti. Ellinda içeri girerek kapıyı kapattı.
“Aceleniz nedir leydim?”
Ellinda endişeli gözüküyordu. Aceleci bir tavrı vardı. Bir şeylerden huzursuz olmuşa benziyordu. “Kalbimde bir huzursuzluk var. Sanki kötü şeyler olacakmış gibi… Evime dönmem gerektiğini düşünüyorum.”
“Dünyama hoş geldiniz…” dedi Maedhros acı bir gülümsemeyle. “Kalbim o dediğiniz huzursuzluktan asla kurtulamadı büyükbabam Morgoth’un ellerinde can verdiğinden beri.”
“O acılar kuşkusuz hepimizi derinden etkiledi.” Bir an durdu Ellinda ama anıların arasında kaybolmadan konuya dödnü. “Fakat cidden gitmemiz gerektiğini düşünüyorum.”
Maedhros başını salladı. “Öyleyse hazırlıklar için emir vereceğim. Elbette sadece dördünüzün gitmesine müsaade edemem, zira yollar oldukça tehlikeli. Dorthonion’a kadar size eşlik etmeyi planlıyoruz Maglor’la. Hithlum’a kadar eşlik etmeyi isterdim ancak amcam çağırmadıkça sınırlarımı bırakamam.
“Öyleyse size tekrar minnet borçlanırım lordum. Teşekkür ederim. Bu kadarını bile isteyemeyiz.”
Maedhros gülümserken kapı bir daha tıklatıldı ve muhafızlardan biri, adeta birkaç gün öncesinin tekrarıymış gibi bir ulağın geldiğini haber verdi. Bu defa bizzat Fingolfin’den gelen bir ulaktı. Maedhros, Ellinda’dan kendisine eşlik etmesini istedi. Ulağın yanına indiler. Kale avlusuna çıkıp da güneş ışığıya karşılaştıkları vakit ulak atından inmiş, onları bekliyordu. “Majesteleri.” diyerek selam verdi Maedhros’a.
“Himring’e hoş geldiniz. Ñoldor’un Yüce Kralı’ndan ne haberler var?”
“Yüce Kral Fingolfin, bir savaş toplantısı tertip ediyor lordum. Felagund Finrod’a ve size haber gönderildi. Dorthonion’a bekleniyorsunuz. Kuşkusuz ki tehlikeler içinde sizin de uyanık olduğunuzu biliyor. Neler yapılabileceği hakkında düşünüp tartışmak istiyor.”
Maedhros ona yiyecek ve su verilmesini emredip teşekkür ederken Maglor’un da avluda ulağı dinlediğini gördü. Kardeşi yanına gelerek kollarını göğsünde kavuşturdu ve ciddi bir surat ifadesi takındı. “Eğer Yüce Kral seni çağırıyorsa kalbi huzursuz olan tek sen değilsin demektir kardeşim. Leydi Ellinda’yı senin götürmen daha uygun olacaktır. Ben de burada sınırları korurum. Dorthonion’a olan yolun uzun ne de olsa.”
“Haklısın.” dedi Maedhros. Düşüncelere daldı tekrar. Bu defa çıkması uzun sürmedi. Ellinda’ya dönerek, “Öyleyse yarın yola çıkabiliriz gerçekten de. Hem böylelikle sizi amcama teslim edene kadar yanınızdan ayrılmamış olurum.” dedi.
“Nasıl isterseniz lordum.” dedi Ellinda rahatlamış görünerek.
Avluyu terk ederek içeri döndüler. Merdivenleri tırmanarak Himring’in geniş odalarında yemek yediler ve akşamı ettiler. Gün döndüğünde altar hazırlanmış, hava bulutsuz ama bir o kadar da soğuktu. Güneş ışıkları gökyüzünü yavaşça maviye bularken yola çıktılar Ñoldor.
Karların arasında, buz tutmaya yer tutan nehirlerin yanından ve tipinin doldurduğu karlı yolların arasından geçerek Dorthonion’a yaklaştılar. Anoch Geçidi’ne girdiklerinde güneş ikinci defa kayboluyordu Batı’da ve Maedhros’un gözleri kaybolan güneşi seyretti öylece. Hava kızıldan siyaha boyanırken tepeler doğuyu da batıyı da kapattı ve Maedhros önüne odaklandı. Yol boyunca pek konuşmamışlardı Ellinda’yla. İkisinin de yüreği karanlıktı gece gibi. Korkuyorlardı.
“Ne kadar kaldı lordum?” diye sordu Ellinda, ağaçların karlı dalları arkasında uzanırken.
“Geçit çok uzun değil leydim. Bir güne varmış oluruz. Aksilik çıkmazsa güneş tepeye varmadan amcamla karşılaşmış oluruz.”
“Sevindim.” dedi Ellinda. Soğuk yüzünden kızarmıştı yanakları ve üzerindeki kalın giysilere daha da sarındı at üzerinde. Maedhros tekrar önüne döndü ve düşüncelere dalmış gibi göründü. Sessizlik içinde geçirdiler geceyi ve sabahı da.
Maedhros’un dediği gibi güneş tepeye varmadan vardılar Dorthonion’un içlerine ve Angrod ile Aegnor’un kalesi göründü uzaklardan. Maedhros Finarfin’in oğullarıyla çok anlaşamazdı ama ortak amaç doğrultusunda hareket etmeyi bildiklerinden çok sorun yaşamıyorlardı. Bu ittifak halinin devam etmesini ümit ediyordu. Fingolfin Hanesi’yle zaten bir sorunları kalmamıştı. Fingon’un giriştiği muhteşem hareketin ardından barış hali sağlanmıştı elbette.
İsyan’ın ilk günlerini düşündü Maedhros. Babasının sözlerinden etkilenmemişti Kral Fingolfin, Maedhros bunu bilse de onun neden geldiğini de az çok tahmin edebiliyordu. Halkı bir kere Finwë’nin Yetenekli Oğlu’nun sözlerinin ateşine kapılmış ve yeni diyarlar görmeyi arzulamaya başlamıştı. Fingolfin bir nevi gitmek zorunda kalmıştı. Halkını lidersiz bırakamaz, oğullarının kendi başlarına gitmesine göz yumamazdı. Üstüne üstlük o da bir baba kaybetmişti Fëanor gibi. Morgoth’un cezasını kesmeyi istediğini biliyordu Maedhros. Gönülden istiyordu hem de.
Boru sesi duyuldu kaleden. Ormanların arasında sakin sakin yankılandı, acelesi yokmuş gibi. Hiçbir tehdit ya da korku içermiyordu boru. Sanki selamlama amacı bile taşımıyordu. Sadece, “Geldiler.” dermiş gibi bir tınısı vardı.
Kalenin kapılarından girdiklerinde Maedhros amcasının sancağını gördü kalenin içinde. Ñoldor sancağının hemen yanında masmavi bir edayla rüzgara kafa tutuyordu. Finarfin’in sancağı da onların yanında gururla dalgalanıyordu. Çok geçmeden Fëanor’un kızıl sancağı da eşlik etti onlarınkine. Maedhros, Ellinda, muhafızları ve Maedhros’un askerleri atlarından indiklerinde avluda kendilerini geniş bir topluluğun beklediğini gördü. Fingolfin’in muhafızları, Angrod’un adamları ve Dorthonion’un lordlarıyla, Ñoldor’un Yüce Kralı asil bir edayla bekliyordu onları. Fingolfin’in şaşırdığını gördü Maedhros. Ellinda’yı beklemiyor olmalıydı.
“Selam olsun Ñoldor’un Yüce Kralı’na!” dedi Maedhros onlara doğru yaklaşırken. “Ve Dorthonion’un lordlarına!”
“Selam olsun Himring’in lorduna ve Ñoldor’un prensine!” dedi Fingolfin. Dikkatle Ellinda’ya baktı, emin olmak istermişçesine.
“Sizlere bir hediye getirdim.” dedi Maedhros. “Leydi Ellinda’yı.”
Ellinda kibarca revarans yaptı ve Fingoflin gülümsedi onun gerçekten de Ellinda olduğunu anlayınca. Yaklaşıp sarıldı yeğenine. “Ah Ellinda, öldüğünü sanıyorduk.”
İçeri geçip dev bir masanın etrafında yemeklerini yerken hikayesini anlattı Ellinda. Nasıl esir düştüklerini, nasıl kurtulduklarını ve Maedhros tarafından nasıl bulunduklarını.
“O gün devriyeye çıkman büyük bir şans olmuş Nelyafinwë.” dedi Fingolfin yemeğini kaşıklarken.
“Kesinlikle majesteleri.” dedi Maedhros. “Büyük bir şans oldu. O kötü hisleri kalbime kim koydu bilemiyorum ama Eru anlaşılan Leydi Ellinda’yı henüz Mandos’un Salonları’nda görmek istemiyor.” Valar’ın adını anmak istememişti. Onlardan böyle bir iyilik beklemiyordu. Thorondor’un bile sırf Fingon’un dualarını duyup yardıma geldiğini düşünüyordu.
Yemek bitince savaş konuşuldu. Fingolfin savunmaların hazırlandığından ve orduların sıkı eğitimli durumlarından bahsetti. Maedhros’un yirmi üç bin, Maglor’un on beş bin adamı vardı. Buna karşın Fingolfin’in altmış beş bin askeri bulunuyordu. Aegnor ve Angrod’un da yirmi bin askerleri vardı. Bu ciddi büyüklükte bir orduydu elbette.
“Saldıracaktır. En yakın vakitte.” dedi Fingolfin. “Bizi yok etmeyi her şeyden çok istiyor. Batı’nın Efendileri’nden gelecek bir hareketten korkuyor mu bilemiyorum ama başımıza gelenleri biliyorsa onunla başbaşa olduğumuzu da az çok tahmin edebiliyordur.”
“Valar’ın harekete geçmesi gibi bir şey söz konusu değil.” dedi Maedhros. Sesi öfkeli çıkmıştı. “Bir daha Valinor’u terk edeceklerini sanmam, dünyanın sonu gelene dek. Bizi yalnız ve tek başımıza bıraktılar. Ñoldor’un kendi gücü Morgoth’u yenmeye yeterli olacaktır. Onun akrabalarının yardımına ihtiyacımız yok.”
Ellinda onun böylesine konuştuğunu görünce şaşırmış olmalıydı. Gözlerinde öyle bir ifade belirmişti. Fingolfin’se bu çıkışı oldukça normal karşıladı. “Öyle bir şey zaten beklemiyoruz lordum.”
“Ilúvatar yeterli kudreti verdi bize. Varsın saldırsın Morgoth, Ñoldor’un prenslerinin uyumadığını görsün!” Maedhros ardından haritada birkaç stratejik yer gösterdi ve Aegnor’la Angrod’un oralara asker koyması gerektiğinden bahsetti. “Burayı benden iyi biliyorsunuzdur lordlarım. Ancak size önerebileceğim en önemli şeyler bu.”
“Önerilerinizi dikkate alacağız Lord Maedhros.” dedi Angrod. “Morgoth buraya saldırırsa Finarfin Hanesi’yle uğraşmak ne demekmiş ona göstermekten mutluluk duyarız.”
“Ağabeyimin Hithlum’da kazandığı zafere bakıp böbürlenmeyin.” dedin Fingolfin ciddiyetle. “Kuşkusuz ki o savaşta Fëanor Hanedanı’nın askerlerinin gözleri Aman ateşiyle yanıp tutuşuyordu. Elbette onları yenebiliriz ama her savaş birbirinin aynısı olmaz, dikkatli olmak zorundayız.”
“Hilelere başvurmadıkça kazanamaz Morgoth.” dedi Aegnor. “Bizi bilek gücüyle alt etmesine olanak yok.”
Fingolfin ona ciddiyetle baktı. Elini masaya koydu ve haritada Angband’ı işaret etti. “Orada sadece orklar olduğunu düşünmüyorsun değil mi Aegnor? Ne türlü kötülükler peydahlayacağını bilemeyiz Düşman’ın. Balroglarından başka kim bilir neler vardır elinde.”
“Balroglarını Ungoliant yesin!” dedi Maedhros. “Çok kudretliler. Haklısınız, üstüne üstlük emrinde olan Maiar sadece Balroglardan ibaret değil diye biliyorum.”
“Mairon.” dedi Fingolfin, başını salladı. “Onun ilk günlerden beri Düşman’dan yana olduğu söylenir. Üstelik orkları yapabilen Morgoth’un neler yapabileceğini düşünmek bile midemi bulandırıyor.”
Savaş planları sürüp giderken saatler geçti ve kapı tıklatıldı. İçeri giren zırhlı, uzun bir asker oldu. “Efendim Himring’ten gelen bir ulak var, acilen huzurunuza çıkmak istiyor.”
“Derhal gelsin.” dedi Fingolfin ayağa kalkarak, diğerleri de ayaklanmıştı. Kötü bir şey olmuş olmalıydı. Ulak hemen içeri alındı. Maglor’un renklerine bürünmüştü, gök mavisi ve kırmızı. Maglor’un sözlerini taşıdığı şüphesizdi. “Lord Maglor, gönderilen iki devriyenin kaybolduğunu haber vermemi istedi Lord Maedhros.” dedi ulak önce önlerinde eğilip selam durduktan sonra.
“Orklar?” Maedhros, tükürür gibi söylemişti adlarını.
“Lordum öyle olduğunu düşünüyor. Acilen dönmenizi istiyor.”
“Döneceğim elbette. Atımın hazırlanması emrini ver.” Bakışları amcasına doğru döndü. Bu savaşın yaklaştığının en büyük habercisiydi. “Saldırı başlamak üzere.”
“Ben de derhal Hithlum’a döneceğim. Lordlarım siz de hazırlıklarınızı tamamlayıp savaş alarmını verin.”
Aegnor ve Angrod başlarını salladılar. Askerler telaşla aşağılara inerken ve atları hazırlanırken Maedhros ve Fingolfin dışarı çıktılar. Dağların ardında, kuzeyde görünen dumana baktılar.
“Sana güveniyorum Nelyafinwë. Babanın yarısı kadar iyi bir komutansan, Morgoth Himring’e geldiğine pişman olacaktır.” Yüzünde güven veren bir ifade verdi. Kalın sesi soğuk havada hoş bir tınıyla yankılanıyordu.
“Merak etmeyin efendim.” dedim Maedhros, uzun boyuyla ona yüksekten bakıyordu biraz. “Karanlıklar Efendisi saldırmayı cüret ettiği güne lanet edecek.”
El sıkışarak birbirlerini uğurladılar. Avluya inip atlarına binmeye hazırlanırken Ellinda seslendi ona: “Lordum!”
Maedhros atının yanında durdu ve ona baktı. “Evet leydim.”
Endişeli gözlerle yanına kadar geldi Ellinda. Uzun boylu lorda bakabilmek için başını biraz kaldırmak zorunda kalmıştı. “Size minnet borçluyum. Hayatımı kurtardınız.”
“Lafı bile olmaz.” dedi hemen Maedhros.
“Dikkatli olun lütfen.” Yeşil gözlerindeki endişe parıltısına takıldı Maedhros öylece. Büyülenmişti sanki.
“Merak etmeyin. Biz Fëanor oğulları şu an için savaştan başka şey bilmeyiz.”
Ellinda’nın eli, Maedhros’un elinin olması gereken yere gitti, ancak boşlukla karşılaştı. Bir an utandı kendinden. Yüzü kızardı. Maedhros, kalbinde o kadar işence ve acıya rağmen gülebildiğini fark ederek mutlu oldu ve hafifçe kahkaha attı. Kalbinin pas tutup artık eskisi gibi olamayacağını düşünüyordu. Yemin’in ağırlığı bir yana, Mandos’un Laneti bir yana, Morgoth’un kötülüğü bir yana, Thangorodrim’de çektiği acılardan dolayı bir daha sanki gülemeyecek gibiydi.
Sol elini uzattı Ellinda’ya, leydi hafifçe kendini geriye doğru çekerken. Sol elini tuttu ve nazikçe sıktırdı. Kadın başını kaldırdı, güneşin ışığı altında saçlarının uçları aynı Maedhros’unkiler gibi kızıl renge bürünmüştü sanki. “Üzülmeyin leydim.” dedi ona güven veren bir sesle. “Elimin kaybı sadece daha azimli yaptı beni, sol elimle dövüşmeyi öğrendim. Dostum Fingon, kardeşim Maglor yardımcı oldular bana. Ruhumu temizledi o elin kaybı. Sertleştirdi. Daha güçlü yaptı. Sizi öldürmeyen şey, güçlendirir derler; bana da olan oydu. Morgoth’un ordularını yeneceğiz, aklınızda en ufak şüphe olmasın.”
“Ñoldor’un güçleri yetecek mi dersiniz?”
“Yetecek leydim.”
“Yani bana geri dönebilecek misiniz?”
Maedhros şaşırdı bu soruyla. Ñoldor leydisi eğdi başını hafifçe. Maedhros onun elini bırakıp elini kadının çenesine götürdü ve yukarı kaldırdı nazikçe. “Döneceğim.” dedi Maedhros. Leydi başını inanıyorum, dermişçesine salladı. Maedhros kendini ondan kopardı ve atına döndü. “İsterseniz bir de yemin edebilirim. Fëanor Oğulları’nın yeminlerine ne kadar sadık olduğunu bilseniz şaşırırsınız.” Yüzündeki gülümseme o kadar hafifti ki Ellinda ne anlaması gerektiğini şaşırmıştı ama bunun ufak bir nükte olduğunu düşündü. “Zaten söz verdiniz kabul ediyorum lordum.”
“Sözüm sizindir leydim. Artık gitmeliyim.”
“Eru kılıcınıza kuvvet versin.”
Teşekkür edip veda eden Maedhros atına atladı ve adamlarıyla birlikte kaleden hışım gibi çıktı. Kral Fingolfin’in ve Leydi Ellinda’nın da çok geçmeden kaleden çıktıklarını tahmin ediyordu ama yolları farklılaşıyordu.
Doğuya döndüler. Hava ısınıyordu artık. Güneş güçlüce parlıyordu. Kış ayları artık daha sıcak olacaktı anlaşılan. En azından güneşin altmışıncı yılının yarın olduğunu düşünülünce bu hiç de normal gelmemişti Maedhros’a ama kar olmayan bir havada savaşmayı tercih ederdi.

Yolda at sürerken Morgoth’un tacındaki Silmaril’leri düşündü. Babasını, büyük babasını. Savaşmak için birden fazla sebebi vardı, babasının intikamından ziyade en somut sebep hakları olan Silmaril’lerdi. Bir anda Leydi Ellinda’nın yeşil gözleri düştü zihnine. Gülümsemesi ve hafif kahkahası. Gözlerinin önünden silemedi bir süre. Aklından geçenlerse onu bile şaşırtmıştı: Artık savaşmak için bir sebebim daha var.


19 Ocak 2015 Pazartesi

Ñoldor'dan Hikayeler - Bölüm II: Ellinda'nın Hikayesi

Bölüm II: Ellinda’nın Hikayesi

Himring görünüre girdiğinde bulutlar dağılmış, parlak yıldızlar gözler önüne serilmişti. Varda’nın gözbebekleri Morgoth’un karanlığını örtmek istermişçesine parlıyordu bu gece. Rüzgar da esiyordu. Maedhros istemsizce Valar’ı düşündü. Öfke bürüdü içinde. Nasıl da krallarının intikamına giden yolda Ñoldor’a engel olmuşlardı… Mandos’un uyarısı dün gibi çınlıyordu kulaklarında. Morgoth’un zindanlarında işkence çekerken bile yaptıklarına pişman olmamıştı Maedhros. Pişmanlık duyduğu şey Morgoth’un çağırdığı yere daha hazırlıklı gitmemekti.
Başını salladı ve düşüncelerinden ayrıldı Ñoldor’un berrak boyusu kulaklarında çınlayınca. Himring’in kulelerindeki muhafızlar lordlarını selamlıyordu. Maglor da onlarla birlikteydi, buldukları Ñoldor leydisinin hikayesini merak etmişti. Yolda konuşmadılar. Güçlerini korumaları daha mantıklıydı. Aç oldukları kuşkusuzdu.
Tepeyi tırmanıp kale kapıları azametle açılırken Maedhros’un kalbi huzursuzlaştı tekrardan. Bu aralar huzur buluyor muydu hiç acaba? Kapılar gıcırdayarak açıldı ve atlılar içeri girdi. Maedhros askerlerine izin verdi ve konuklarının yaralarıyla ilgilenilmesini emretti. Maglor’la birlikte çalışma odasına çekildiğinde orkların bu kadar yakında dolaşması konusunda ne yapabileceklerini düşündüler. Devriyeler halinde atlılar kullanmaya karar verdiler. Kaçanlar gibi başka kurtulanların olması da mümkündü.
Birkaç saat geçmeden konuklarını geniş bir salonda temizlenmiş ve dinlenirken buldular. Hepsi prensleri görünce ayağa kalktı. Ellinda zaten ateşin başında ayakta bekliyordu ve soğuğu bedeninden atmaya çalışıyordu.
“Dinlenebildiniz umarım?” diye sordu Maedhros.
“Evet.” diye cevap verdi Ellinda arkasını dönerek. Yüzü temizlenip, yeni kıyafetler giyince ışıl ışıl parlamıştı adeta. Bir Ñoldo leydisi olduğunu belli eden bir edası vardı. Yeşil gözleri biraz daha güçlü bakıyordu. Saçları bile bundan nasibini almışçassına salınıyordu kıyafetinin yanlarından.
Maedhros başını sallatyıp memnun olduğunu belirtti ve çok bekletmeden konuya girdi. “Başınıza tam olarak neler geldi?”
Ellinda gülümsedi sadece. Koltuklardan birine oturdu, diğerlerinin de oturmasını bekledi. Maedhros tam karşısına geçerek dik bir şekilde oturdu yerine. Dinlemeye hazır olduğunu gösterdi.
“Babanızla birlikte çıkıp da o yemini ettiğiniz günden beri başımıza gelmeyen kalmadı desek yeridir lordum.” Maedhros’un yüzü ekşidi ve leydinin korkusuz bakışlarına, kendi soğuk ve acımasız bakışlarıyla cevap verdi:
“O Yemin’i eden biz olsak da, leydim, bizi takip etmek zorunda değildiniz. Demek ki babamın sözleri sizin de kalbinizde bazı gerçekleri ortaya çıkarmış ki, bugün burada, kalemde konuğum olarak duruyorsunuz karşımızda.”
Ellinda biraz korksa da bozuntuya vermedi. “Fëanor’un sözlerinin hepimizin kalbini ateşlediği doğrudur lordum. Bunun bir hata olduğunu şimdi görsek de. Mandos bizi uyarsa da buralara kadar gelmemizin bir sebebi var ama bunun sayenizde olduğunu söyleyemem. Çok acılar çektik…” Gözleri bir anda hüzünle doldu. “Gemileri yakıp gittiğiniz zaman kardeşimi kaybettim gıcırdayan buzların arasında!” Tek bir damla ya süzüldü yanaklarından aşağı doğru.
“Babamı suçlamayı bırakmayanların suçunu babama yükleyemezsiniz leydim. Kaybınız için acı duyuyorum. Ben de büyük babamı kaybettim, sizin kralınızı kaybettiğiniz gibi. Sonra da babamın yanıp kül oluşunu seyrettim, onu Balrogların arasından çekip aldığım halde. Yanan gemiler için kefaretimizi verdiğimizi de düşünüyorum, ne kadar yetmeyecek gibi görünse de. Amcam hakkı olduğu üzere Ñoldor’un Yüce Kralı artık, benim tek dileğim babamın bana vasiyet ettiği üzere Silmaril’leri Düşman’ın tacından söküp alarak Yemin’imi tutmak ve babamla, büyük babamın intikamlarını alabilmek. Eğer bunla bir sorununuz varsa, misafirimiz olmaya devam etmek zorunda değilsiniz. Amcama saygılarımı ileteceğinizden de kuşkum yok.”
“Onunla sorunum olup olmaması mühim değil.” dedi Ellinda. Geri adım atmış gibiydi. Bir yandan minnet duymak zorunda olmasa çoktan kalkıp gideceğinden emin gibiydi Maedhros.
“Size can borcum var, öyleyse hikayemizi sizinle paylaşayım.” diyerek lafa girdi. “Dediğim gibi Kral Fingolfin’in eşi Anairë’nin erkek kardeşi Airëheneb’in ve Táraanta’nın en büyük kızıyım. Elpimpë, Toronyë ve Mutterë benim muhafızlarımdı. Ay yükselirken Kral Fingolfin borularını öttürdüğünde ben de onun yakınlarındaydım. Babam, kralımızı takip etmişti. Ben de Fëanor’un sözlerinden etkilenmiştim açıkçası. Üstelik Kral Finwë’yi çok severdim. Küçüklüğümde bazen görürdüm onu, sadece asaleti bile beni etkilemeye yeterdi. Mükemmel bir kraldı. Elbette ölümünden dolayı kederlenmiştim ama öldürüldüğü için sizin gibi intikam duygularına da kapılmadan edemedim. Fëanor’un konuşması da beni kapıdan ittiren olay olmuştu.”
“Hithlum’da yaşadık bir süre, ancak maceracı ruhum mu desem, bir şey beni aldı götürdü ve kendimi Ard-galen’e yakın bir yerde at sürerken buldum ve orkların pususuna düştük. Morgoth elf esirler seviyor anlaşılan, hiç kimseyi öldürmediler.” Elf esir sevmesinden bahsetmesi Maedhros’a bir iğneleme gibi geldi ama üzerinde durmamayı tercih etti.
“Birkaç gün dağın yamacındaki ormanlarda dolaştık, bir çeşit görevleri vardı anladığım kadarıyla. Günlerce oradan oraya sürüklediler bizi. Sonra Angband’a dönmeye karar verdiler. Ard-galen’da ilerlerken bir şekilde gece nöbetçilerini öldürmeyi başardı Toronyë. Sessizce. Hızla uzaklaştık oradan. Batıya gideceğimizi düşüneceklerini varsayarak doğuya gitmeye başladık. Ama bir grup doğuya da gitmeye akıl etmiş anlaşılan. Dorthonion taraflarına gitmeyi denesek de genelde yolumuzu kestiler ve yolumuz bizi sizlere kadar getirdi. Finarfin’in çocuklarına sığınmayı planlarken Fëanor’un oğulları kurtardı hayatımızı.” İronik bir gülümseme belirdi yüzünde.
“Bir bakıma şanslısınız. Orklar tarafından esir alınıp kaçabilen pek azdır. Kaçanlarsa çok şey bırakırlar geride.” İşte bu sözüyle kesik eli bir anda odanın merkezi oldu sanki Maedhros’un. Önceden eli kesik değilmiş de yeni kesilmiş gibi.
“Yaşadığınız acıları duymuştum lordum.” dedi Ellinda. Yüzünde gerçek bir hüzün vardı. “Lord Fingon’un yaptıkları şarkılara konu oldu.”
Maedhros cidden gülümsedi bunu duyunca. “Fingon, beni unutmayarak vicdanımı sızlattı desem yeridir, leydim. Benim gemileri ateşe vermediğimi bilmese de beni aramak için geldi ve hayatımı kurtardı. Ben de aslında sizin hanedanınıza hayatımı borçluyum.”
Ellinda bir şaşkınlık nidasıyla karşılık verdi. “Gemileri yakmadınız mı?”
Bunun üzerine Maglor ilk defa konuştu ve gözler oturduğu yere çevrildi. “Emre itaat etmeyen bir tek oydu.” dedi. Sanki yüzyıllar öncesinden bahsediyordu. “Ama bunlar geçmişte kaldı. Ne olduysa oldu, şu an önümüzde bir düşman yatıyor ve kuşkusuz ki hepimizin ortak düşmanı.”
“Haklısınız.” dedi Ellinda, bakışları kucağına doğru kayarken.
“Aramızdaki sorunları çözdüğümüze inanıyorum öyleyse.” dedi Maedhros. “Şayet sizi en kısa zamanda evinize uğurlayabilmeyi diliyorum.”
“Bizden o kadar çabuk kurtulmak istiyorsunuz demek.” Ellinda başını kaldırdı. Maedhros gözlerinde alaycı bir tını yakaladı. “Beni yanlış anladınız leydim. Himring’te istediğiniz kadar kalabilirsiniz elbette, lakin evinize dönmek isteyeceğinizi düşünmüştüm.”
Ellinda gülümsedi, hafif de bir kahkaha attı hatta. “Evet, elbette arzuluyorum evime dönmeyi. Zira kaleniz güzel olsa da, orada bir evim var. Tabii birkaç gün daha burada kalıp gücümüzü toplayabilmeyi diliyorum.”
“Nasıl isterseniz.” dedi Maedhros. Ayağa kalktı ve kardeşiyle beraber dışarı çıkmak için hareketlendi. Ellinda arkasından seslendi: “Lordum bir şey sorabilir miyim?”
Arkasına dönen Maedhros başını salladı.
“Gemileri neden yakmadınız? Şu an Yemin’inize sıkı sıkıya bağlı olduğunuzu görebiliyorum, kuşkusuz o ana dönsek bir daha kılıcınızı çeker, en önde yemini etmek için atılırdınız ileriye.”
“Evet, şu an karşımda tekrar Olwë bize gemileri neden veremeyeceğini açıklarken babamla beraber tek tek Teleri kanı dökmeye devam ederdim. Morgoth’tan intikamımızı alabilmek için on kere yemin ederdim. Ama biz Ñoldor’uz. Birbirimize sırt çevirmememiz gerekiyordu. Babamı o davranışları için suçlamıyorum. Silmarillerini kaybetmiş, babasını kaybetmiş, karısı tarafından bile takip edilmemiş biriydi. Koca bir halk peşine düşse de sevdiği karısı onunla gelmemiş, üstüne üstlük gitmemesini istemişti. Kötü bir ayrılık oldu onlar için. Delirmeye başladığı açıktı… Ancak ben o sırada dostlarımı düşünüyordum. Fingon çok değerli bir dostumdu.”
“O kadar zaman bir arada yaşayıp karşılaşmamız ilginç değil mi gerçekten de?” diye merak etti Ellinda. Cevabını almıştı anlaşılan, ki yeni bir konuya geçmişti. Maedhros başını salladı. “Cidden öyle. Ancak yaşınız dolayısıyla olmuş olabilir.”
“Evet, babanızın sürgüne gitmesinden otuz beş sene önce doğdum. O süre zarfında Kral Finwë’yi bile çok az görmüştüm, hatta Kral Fingolfin’i bile.”
“Kader ağlarını böyle tuhaf şekillerde örmeyi seviyor kuşkusuz.” dedi Maedhros. Ellinda cevap olarak başını salladı. Maedhros hepsine iyi geceler dileyerek Maglor’la beraber dışarı çıktı.
Çalışma odasına geçtiklerinde Maedhros sandalyesine oturdu, Maglor ayakta kalmayı tercih etmişti. “Yola çıktığımızda eminim bir akrabımızı bulmayı beklemiyordun?” dedi Maglor gülerek.
“Kesinlikle öyle.” dedi Maedhros.

Ellinda’nın hikayesi ve kaderi hakkında konuştular bir süre. En sonunda konu onları batıya nasıl yollayacaklarına gelmişti. Yolların güvenli olmadığı açıktı. Orklar güneye akın edebiliyorlardı. Bir sonuca varamayarak konuyu o zaman düşünmeye karar verdiler. Maglor biraz uykunun iyi gelebileceğini söyleyerek odasına çekildi ve Maedhros yıldızı  ve ay ışığıyla aydınlanan odasında, uzaklardaki Angband’ın gölgeleriyle baş başa kaldı.


16 Ocak 2015 Cuma

Ñoldor'dan Hikayeler - Bölüm I: Karlar Arasında

Bölüm I: Karlar Arasında
Gece ilerlerken ve sessizlik tüm Himring’e çökerken Varda’nın güzel yıldızları gökyüzünden kaybolmaya başlamıştı. Sis adeta tepe boyunca yayılıyor, kalenin kapılarına kadar geliyordu. Himring Tepesi’nden kendi adının verildiği hudutlara bakan Maedhros iç geçirdi ve bulutların yıldızları kapatmasından dolayı hüzünlendi. Ñoldor elfleri kale burçlarında nöbet tutuyor, silahlı muhafızlar kalenin içinde dolaşıp duruyorlardı. Çok azının uyuduğunu biliyordu Maedhros, hepsi uyumuş gibi bir sessizlik olsa da Himring’te. Uzaklarda dumanlarının zar zor seçilebildiği Angband’da da en büyük düşmanlarının uyumadığını biliyordu… Karanlıklar efendisi tahtında oturmuş tacındaki Silmarillerle övünüyor olmalıydı.
Fëanor’un en büyük oğlunun gözlerine bulutların arkasına gitmeye çalışan son yıldızın yanından kaybolan hilal takıldı. Son kez ışıltısı gözlerine ilişirken kara bulutlar önünü kapattılar ve Maedhros yaslandığı pervazdan doğrularak odasına döndü. İçinde derin bir huzursuzluk vardı, sağ eli sanki oradaymışçasına kaşınıyordu. Sol tarafında olması kılıç kını sağ tarafından sarkıyordu. Maedhros neredeyse hiç uyumuyordu bu sıralar. Aklı yalnızca Morgoth’taydı.
Elli dokuz güneş yılı geçmişti Anor ve Isil gökte ilk yükseldiklerinden, Kral Fingolfin borularını Hithlum’un batısında öttürdüğünden beri… Babası kül olup gideli…
Ruhunun adeta Angband’ın çukurlarında yanışını dün gibi hatırlıyordu Maedhros, asla da unutmayacaktı. Kadim dostunun onu kurtarışını da öyle.
Anılar denizinden kapının tıklatılmasıyla çıktı Maedhros. “Gelebilirsin.” diye seslendi yavaşça. Zırhlı bir Ñoldo kapıyı araladı ve içeri girdi. “Prensim, batıdan haberler geliyor, Dorthonion’un kuzeyinde hareketlilik varmış, birkaç ork çetesinin sınırları aşmaya çalıştığına dair duyumlar aldık.”
“Haberleri getiren ulak burada mı?”
“Burada efendim. Yiyecek ve su verdik.”
“Güzel.” dedi Maedhros, muhafıza doğru yürüdü. “Onunla bizzat konuşmam lazım.”
Muhafız, Maedhros’un hemen ardından prensin odasından çıktı. Maedhros, soğuk gecede taş zemini adımlarken soğuk rüzgarın sesini odaların kapıları açılıp kapanırken duyabiliyordu. Düşünceleri kuzeye yoğunlaşıyor, karanlıklar efendisinin harekete geçmesinden endişe duyuyordu.
Çok geçmeden ulağı ahırda, gitmeye hazırlanırken buldular. Maedhros’u görünce şaşırdı. Eli ayağı birbirine dolandı. Uzun boyundan ve kızıl saçlarından tanımış olmalıydı. “Lordum Nelyafinwë.” derken elindeki at fırçasını düşürdü ve Maedhros eliyle rahat olmasını işaret etti. “Batıdan geldiğini duydum.”
“Evet lordum, amcanız Yüce Ñoldor Kralı Fingolfin tarafından, Dorthonion’a gönderilmiştim, oradan da size geldim. Majesteleri özellikle haberleri sizin duymanızı da istedi.”
Babasının zamanında amcasına yaptıklarına rağmen, Maedhros, Fingolfin Hanesi’yle arasının iyi olduğuna seviniyordu. Krallığı amcasına bırakmak belki de yaptığı en doğru işlerden biriydi. Halk asla Maedhros’u yeni kralları olarak kabul etmeyebilirdi, dahası iç savaş bile çıkabilirdi. Finarfin’in çocuklarından çok haz etmese de onlara karşı kin gütmesinin yersiz olduğunun da farkındaydı. Sonuçta ortak bir düşmanları vardı.
“Amcama, Nelyafinwë’nin uyumadığını söyleyebilirsin. Himring tüm gücüyle karanlığın güçlerini tutmak için hazır.”
Ulak başını sallayıp atını binmek için istedi. Yolu uzundu neticede. Maedhros ulak gittikten sonra atların hazırlanması emrini verdi ve Maglor’a bir ulak yolladı. Biraz devriye gezme niyetindeydi. En iyi adamlarından dokuz tanesini aldı. Maglor’un da aynı sayıda adam getirmesini istedi.
Ahırdan dışarı bakıldığında bembeyaz, incecik bir kar tabakasının görebileceği her yere yayıldığını fark etti. Kar, kuzey boyunca ince ince yağıyordu ve Himring’in duvarlarının haşmetiyle daha bir harika görünüyordu. Valinor’un güzel beyaz atları sanki bugün için yaratılmış gibi bir asaletle süzülerek geldiler Maedhros’un önüne. Maedhros, Olossúru’nun (Quenya’da Kar Yeli anlamına gelir) başını okşadı. Biricik, güzel atının. Kar gibi bembeyazdı tüyleri. Eyerine ustalıkta bindikten sonra adamlarının da hazır bir halde atlarının üzerinde beklediklerini gördü.
“Doğuya.” dedi Maedhros. Kardeşinin olduğu yeri kastederek. Bembeyaz karların üzerinde ilerlemeye başladı böylece on Ñoldor. Prensleri en önde, sessiz ve düşünceli bir şekilde ilerlerken, on dokuz elit asker de sesini çıkarmıyordu. Elfler gerektiğinde uzun sessizlikleri paylaşmasını da bilirlerdi. Düşünceli oldukları vakit.
Maglor Geçidi’ne kadar olan yolculukları çok uzun sürmedi, çünkü kararlarştırılan yere yaklaştıklarında uzaklardan, fısıltılı rüzgarın içinde bekleyen on atlı görünüre girmişti. Yol boyunca Maedhros’un zırhı kardan bembeyaz olmuş, kızıl saçlarına ak düşmüştü adeta. Hafifçe esen rüzgarı hissedebiliyordu yüzünde. Uzaklardan da olsa kardeşini görünce mutlu oldu. On atlı onlara yaklaştığında yüzünde hafif bir gülümsemeyle ve bir Ñoldo asaletiyle atını süren kardeşini gördü.
“Alatulya onóro!” diye selamladı Maglor, büyük kardeşini.
“Suilannad Kanafinwë!” diye karşılık verdi Maedhros, kardeşine babalarının verdiği ismi kullanarak.
“Devriye gezmek istediğini duydum.” Maglor’un atı onlara iyice yaklaşınca iki ekip de durdu. Maglor kaliteli ve parlak zırhının altına kırmızı geçişlere sahip bir iç giymişti ve siyah renkli pelerini kardan dolayı siyah-beyaz gibi duruyordu. Kırmızı, Fëanor Hanesi’nin renkleriydi, Fingolfin Hanesi mavi ve Finarfin’in çocukları yeşil-sarı renkleri kullanırken.
“Doğru kardeşim.” dedi Maedhros. “Kalbimde bir karanlık var, her zaman olduğundan daha fazla. Morgoth’un kara kalbindeki kötülük tohumlar artıyor olmalı. Onları saçmak isteyecektir.”
Böylece kuzey doğuya doğru gitti yirmi Ñoldor. Karların, ve rüzgarın içinde, yumuşak toprağın üzerinde doğaya karıştılar. Elf gözleri her bir yanı taradı karanlık bir varlığın izini bulabilmek için. Kulakları rüzgarın tatlı melodisindeki bozulmaları dinledi.
Kar yağdığı için sanki tüm vahşi yaşam uykuya çekilmişti. Sarp kayaların ve uzaklardaki güzel ormanların bembeyaz görüntüsü Maedhros’un işkenceler altında ağırlaşan ruhuna bile iyi geliyordu sanki. Derin bir strateji sohbetine girdi Maedhros kardeşiyle yol boyu. Morgoth’un neler yapabileceğinden, bunlara nasıl karşı koyabileceklerine kadar her şeyi konuştular neredeyse.
Mavi Dağlar heybetli bir yaşlılıkla önlerinde uzanırken kar iyice kalınlaşıyordu Beleriand topraklarının üzerinde. Maedhros, Maglor’a durmasını işaret etti. Gözleri, uzaklarda değişik bir şeyler görmüştü. Karların arasında ufak bir hareketlilik. Neler olduğunu merak etti. O kısa andaki hareketlilik o kadar küçük bir şeydi ki, normal bir vakitte fark etmeyebilirdi ama bugün her yer o kadar sessizdi ki Maedhros’un keskin gözlerine hemen takılmıştı. Maglor da ağabeyinin baktığı yere dikkatle baktı. “Ne gördün?”
“Beyazlıklar içinde karanlık bir nokta kadar ufak bir gölge… Normal değil buralarda.”
Maglor sessizce adamlarına emir verdi. Maedhros da kendi adamları için emri başıyla onayladı. Hızla o tarafa doğru at sürmeye başladılar. Ormanın içlerine doğru gidiyorlardı. Bembeyaz dallı ağaçların arasından ve uzun boylu, heybetli ormanın içinden geçtiler. Maedhros gölgenin gidebileceği yeri tahmin ederek oraya doğru yönlendirdi atını. Gördüğü gölge güneye dönüyordu.
Olossúru karların üzerinden adı gibi eserken Maedhros dikkatle etrafına bakmayı sürdürdü. Rüzgar hızlarından dolayı onlara eşlik etti ve güneşin ışıkları gökyüzünden ağaçların arasına doğru inerek Ñoldor’un önünü aydınlatmaya devam etti. Kar birikmiş ağaç dalları arasında yer yer gölgeler oluşsa da etraf aydınlıktı ve Maedhros’un elf gözleri uzaklarda o karaltıyı tekrar seçebilmişti. “Deh!”
Onun hızlanmasıyla arkasındaki Ñoldor da hızlandı. “Sanırım birden fazlalar.” dedi Maglor, anlaşılan o da görmüştü karaltıyı. Atların hızı sayesinde iyice yaklaştılar hedeflerine doğru. Sesler gelmeye başlamıştı artık kulaklarına. O kadar ki Maedhros karın üzerinde aceleyle koşturan ayakların seslerini işitebiliyordu. Önce karanlık gölgeler belirdi gözünün önünde. Ağaçların arasında koşturan biçimsiz, büyük yaratıklar. ‘Orklar…’ diye düşündü. Az ilerisinde ise kirli beyaz kıyafetler içinde birini gördü. Yanında üç kişi paçavralar halinde şeylere sarınmış, ayakları çıplak, üstleri başları kirden gözükmez halde koşuyorlardı. Beyazlar içinde olan bir kadın ve elfti. Kısa süreli arkasına baktığında fark etmişti Maedhros. Kızıla çalan simsiyah saçları vardı. Yanındakiler de elfti. “Manwa quingalda! (Yaylarınızı hazırlayın!)” diye seslendi askerlerine Maedhros. Yaylarını hazırlayan atlar ilerlerken, Maedhros sağ tarafındaki kılıcı çekti. Ñoldor yapımı çınlayan çelik ormanın sessizliğini atların nallarıyla beraber bozarken normal gözlerin görebileceği mesafeye gelmeye başlamıştı orklar ve kaçanlar.
“Menzile girmiş olmaları lazım.” dedi Maglor atını hızla sürerken.
Maedhros başıyla onayladı ve arkasına baktı. “Leithio i philinn!”
Sarı zırhlarıyla az gelen güneş ışığının altında parlayan askerler oklarını saldılar yaylardan. Çıkan ses duyulmaya değerdi. Havayı yararak hızla orkların sırtlarına ya da enselerine saplandı oklar. On orkun sekizi düşmüştü. Maedhros iki askerin daha ok atmasını emretti ve son iki ork arkalarına dahi dönemeden düştüler.
Kaçanlar bir anda neler olduğuna anlam veremedi, bir tanesini dengesini kaybedip düştü. Diğerleri ağlıyordu. Beyazlar içindeki kadın da yere çöktü ve, kirli yüzüne gözyaşları hücum ederken Maedhros ve Maglor hızla yanlarına doğru at sürdüler.
Yanlarına vardıklarında üç erkeğin gözleri açıldı ve az da olsa korktular. Fëanor Hanesi’nin işaretini biliyor olmalılardı. Ama Maedhros bunun sadece şaşkınlık olduğunu anladı. Belki de buralarda bir Ñoldor prensi görmeyi beklemiyorlardı.
“Eru Ilúvatar aşkına!” dedi adamlardan biri. “Siz Fëanor oğullarısınız!”
“Evet.” diye karşılık verdi Maedhros atından inmeden evvel. Yere indiğinde onlara yaklaştı. Maglor da indi ve ona katıldı. Askerleri at üzerinde beklemeye devam ettiler.
“Ben Nelyafinwë.” dedi Maedhros.
“Biiyoruz.” dedi adam. “Ben Elpimpë. Hayatlarımızı size borçluyuz. Sağ olun.”
Sindarin’i akıcı konuşmalarına rağmen Maedhros akraba olduklarını anlamıştı. “Bu kadar doğuda işiniz nedir? Ñoldor musunuz?”
“Öyleyiz.” dedi adam yerinden kalkarak. Siyah saçları kar içindeydi. Yüzünde bir yara vardı. “Esir alınmıştık. Fingolfin Hanedanı’ndanız.”
Maedhros askerlerinden birine işaret etti. Quenya birkaç emir verdi ve yaralıları atlarına almalarını söyledi. Kadının yanına gittiğinde, yüzünün yerde olduğunu gördü. “İyi misiniz?” diye sordu ona. Kadın bakışlarını kaldırdığında yüzünde minnet ve öfkeyi karışık bir şekilde gördü. “Size hayatımı borçluyum prensim. Teşekkür ederim, iyiyim.”
“İzin verin, yardım edeyim, yaralısınız.”
Kadın ayağa kalktı ve başını iki yana salladı. “Ard-galen’dan bu yana koşmayı başarabildiğime göre sanırım atınıza kadar da yürüyebilirim.”
Maedhros eliyle atını işaret etti. Kadın Maedhros’a gerek kalmadan ata biniverdi, Maedhros da önüne atladı. Maglor’la kısa bir bakışı paylaştılar. Maglor kadının kim olduğunu merak ediyordu. “İsminizi öğrenebilir miyim?”
Atları Himring’e doğru dönerken kadın başını salladı. “Adım Ellinda. Kral Fingolfin’in eşi Anarië’nin yeğeniyim.”
Yeşil gözleri vardı kadının ve bir de asaleti kuşkusuz. Maedhros’un omzundan tuttu, Olossúru arkasındaki atlarla beraber bembeyaz karların altında at sürerken. Maedhros’un gözü zaman zaman kuzey taraflarına kaydı. Kuşkulu bir bekleyiş ve sessizlik vardı ve Karanlıklar Efendisi’nin tacından üç Silmaril’i de geri almadıkça sona ermeyecekti. Ama Düşman’ın uyumadığından emindi Maedhros.
Bu sessizlik güzel şeylere alamet değildi. Hava kararırken bulutların arasında gözüken gökyüzüne kaldırdı başını. “İntikamınızı alacağım Arsa’thair, Atar…” Bunları düşünürken ister istemez batıya da kaydı gözleri. “Ve sana geri döneceğim Amil. Seni bırakıp gittiğim için üzgünüm…”

NOTLAR
Olossúru: Quenya’da Karyeli anlamına gelir.
Alatulya onóro!: “Hoş geldin kardeşim” manasına gelir.
Suilannad Kanafinwë!: “Selamlar Kanafinwë!” anlamındadır. Kanafinwë, Quenya’da Güçlü-sesli Finwë anlamına gelir.
Manwa quingalda!: “Yaylarınızı hazır edin!” anlamına gelir.
Leithio i philinn!: “Okları atın!” anlamındadır. Elrond’un Yüzük Kardeşliği’nin başında Son İttifak Savaşı sırasında bunu söylediğini duyabilirsiniz.
Elpimpë: Benim uydurduğum bir isimdir. Quenya’da “Yıldız-kuyruğu” anlamındadır.
Ellinda: Benim uydurduğum bir diğer isimdir. Quenya’da “Güzel-yıldız” anlamına gelir.
Arsa’thair: Büyükbaba demektir.
Atar: Baba demektir.

Amil: Anne demektir.