Bölüm III:
Şafak
Sabah
olduğunda Maedhros, hala kuzeydeki Ard-galen’i seyrederek derin düşencelerde
olduğunu fark etti. Zamanın nasıl geçtiğini bilememişti. Güneş ufak ufak
yaklaştığını haber veriyordu. Hava inanılmaz derecede soğumuştu. Ay ve
yıldızların ışığı Himring’i terk etmişti ve Maedhros Hududu’nda kar deliler gibi
yağıyordu.
Şafaktan
önceki zamanın en soğuk zaman olduğu söylenirdi. Neyse ki çok geçmeden ışıklar
bulutların arasındaki ilk emarelerini gösterdi ve uykudan uyanan bir çocuk
misali güneş göz kırptı gökyüzünden. Güneş’in taşıyıcısı Arien, böylece selam
verdi Himring’in lorduna ve Fëanor’un en büyük oğluna. Bulutlar biraz dağılır
gibi olurken gök kızıla boyandı ve Maedhros’un aklına annesi düştü.
Onu
bırakmak zordu elbette. Özellikle de Maglor için. Saç rengi aynı babaları olsa
da, aralarında Kraliçe Nerdanel’e en çok benzeyen kuşkusuz Maglor’du. Annesini
özlemişti Maedhros. Ancak uzun zaman göremeyeceğini o da biliyordu.
Kapının
tıklatılmasıyla ayrıldı düşüncelerinden. Gelen Ellinda’ydı.
“Buyurun
leydim.”
“Günaydın
lordum.”
“Günaydın.
Size nasıl yardımcı olabilirim?”
“Yarın yola
çıkmamızın iyi olacağını düşünüyorum, lordum. Eğer sizin de izniniz olursa.”
Maedhros,
Ellinda’ya içeri girmesini işaret etti. Ellinda içeri girerek kapıyı kapattı.
“Aceleniz
nedir leydim?”
Ellinda
endişeli gözüküyordu. Aceleci bir tavrı vardı. Bir şeylerden huzursuz olmuşa
benziyordu. “Kalbimde bir huzursuzluk var. Sanki kötü şeyler olacakmış gibi…
Evime dönmem gerektiğini düşünüyorum.”
“Dünyama
hoş geldiniz…” dedi Maedhros acı bir gülümsemeyle. “Kalbim o dediğiniz
huzursuzluktan asla kurtulamadı büyükbabam Morgoth’un ellerinde can verdiğinden
beri.”
“O acılar
kuşkusuz hepimizi derinden etkiledi.” Bir an durdu Ellinda ama anıların
arasında kaybolmadan konuya dödnü. “Fakat cidden gitmemiz gerektiğini
düşünüyorum.”
Maedhros
başını salladı. “Öyleyse hazırlıklar için emir vereceğim. Elbette sadece
dördünüzün gitmesine müsaade edemem, zira yollar oldukça tehlikeli.
Dorthonion’a kadar size eşlik etmeyi planlıyoruz Maglor’la. Hithlum’a kadar
eşlik etmeyi isterdim ancak amcam çağırmadıkça sınırlarımı bırakamam.
“Öyleyse
size tekrar minnet borçlanırım lordum. Teşekkür ederim. Bu kadarını bile
isteyemeyiz.”
Maedhros
gülümserken kapı bir daha tıklatıldı ve muhafızlardan biri, adeta birkaç gün
öncesinin tekrarıymış gibi bir ulağın geldiğini haber verdi. Bu defa bizzat
Fingolfin’den gelen bir ulaktı. Maedhros, Ellinda’dan kendisine eşlik etmesini
istedi. Ulağın yanına indiler. Kale avlusuna çıkıp da güneş ışığıya
karşılaştıkları vakit ulak atından inmiş, onları bekliyordu. “Majesteleri.”
diyerek selam verdi Maedhros’a.
“Himring’e
hoş geldiniz. Ñoldor’un Yüce Kralı’ndan ne haberler var?”
“Yüce Kral
Fingolfin, bir savaş toplantısı tertip ediyor lordum. Felagund Finrod’a ve size
haber gönderildi. Dorthonion’a bekleniyorsunuz. Kuşkusuz ki tehlikeler içinde
sizin de uyanık olduğunuzu biliyor. Neler yapılabileceği hakkında düşünüp
tartışmak istiyor.”
Maedhros
ona yiyecek ve su verilmesini emredip teşekkür ederken Maglor’un da avluda
ulağı dinlediğini gördü. Kardeşi yanına gelerek kollarını göğsünde kavuşturdu
ve ciddi bir surat ifadesi takındı. “Eğer Yüce Kral seni çağırıyorsa kalbi
huzursuz olan tek sen değilsin demektir kardeşim. Leydi Ellinda’yı senin
götürmen daha uygun olacaktır. Ben de burada sınırları korurum. Dorthonion’a
olan yolun uzun ne de olsa.”
“Haklısın.”
dedi Maedhros. Düşüncelere daldı tekrar. Bu defa çıkması uzun sürmedi.
Ellinda’ya dönerek, “Öyleyse yarın yola çıkabiliriz gerçekten de. Hem
böylelikle sizi amcama teslim edene kadar yanınızdan ayrılmamış olurum.” dedi.
“Nasıl
isterseniz lordum.” dedi Ellinda rahatlamış görünerek.
Avluyu terk
ederek içeri döndüler. Merdivenleri tırmanarak Himring’in geniş odalarında
yemek yediler ve akşamı ettiler. Gün döndüğünde altar hazırlanmış, hava
bulutsuz ama bir o kadar da soğuktu. Güneş ışıkları gökyüzünü yavaşça maviye
bularken yola çıktılar Ñoldor.
Karların
arasında, buz tutmaya yer tutan nehirlerin yanından ve tipinin doldurduğu karlı
yolların arasından geçerek Dorthonion’a yaklaştılar. Anoch Geçidi’ne
girdiklerinde güneş ikinci defa kayboluyordu Batı’da ve Maedhros’un gözleri
kaybolan güneşi seyretti öylece. Hava kızıldan siyaha boyanırken tepeler doğuyu
da batıyı da kapattı ve Maedhros önüne odaklandı. Yol boyunca pek
konuşmamışlardı Ellinda’yla. İkisinin de yüreği karanlıktı gece gibi.
Korkuyorlardı.
“Ne kadar
kaldı lordum?” diye sordu Ellinda, ağaçların karlı dalları arkasında uzanırken.
“Geçit çok
uzun değil leydim. Bir güne varmış oluruz. Aksilik çıkmazsa güneş tepeye
varmadan amcamla karşılaşmış oluruz.”
“Sevindim.”
dedi Ellinda. Soğuk yüzünden kızarmıştı yanakları ve üzerindeki kalın giysilere
daha da sarındı at üzerinde. Maedhros tekrar önüne döndü ve düşüncelere dalmış
gibi göründü. Sessizlik içinde geçirdiler geceyi ve sabahı da.
Maedhros’un
dediği gibi güneş tepeye varmadan vardılar Dorthonion’un içlerine ve Angrod ile
Aegnor’un kalesi göründü uzaklardan. Maedhros Finarfin’in oğullarıyla çok
anlaşamazdı ama ortak amaç doğrultusunda hareket etmeyi bildiklerinden çok
sorun yaşamıyorlardı. Bu ittifak halinin devam etmesini ümit ediyordu. Fingolfin
Hanesi’yle zaten bir sorunları kalmamıştı. Fingon’un giriştiği muhteşem
hareketin ardından barış hali sağlanmıştı elbette.
İsyan’ın
ilk günlerini düşündü Maedhros. Babasının sözlerinden etkilenmemişti Kral
Fingolfin, Maedhros bunu bilse de onun neden geldiğini de az çok tahmin
edebiliyordu. Halkı bir kere Finwë’nin Yetenekli Oğlu’nun sözlerinin ateşine
kapılmış ve yeni diyarlar görmeyi arzulamaya başlamıştı. Fingolfin bir nevi
gitmek zorunda kalmıştı. Halkını lidersiz bırakamaz, oğullarının kendi başlarına
gitmesine göz yumamazdı. Üstüne üstlük o da bir baba kaybetmişti Fëanor gibi.
Morgoth’un cezasını kesmeyi istediğini biliyordu Maedhros. Gönülden istiyordu
hem de.
Boru sesi
duyuldu kaleden. Ormanların arasında sakin sakin yankılandı, acelesi yokmuş
gibi. Hiçbir tehdit ya da korku içermiyordu boru. Sanki selamlama amacı bile
taşımıyordu. Sadece, “Geldiler.” dermiş gibi bir tınısı vardı.
Kalenin
kapılarından girdiklerinde Maedhros amcasının sancağını gördü kalenin içinde.
Ñoldor sancağının hemen yanında masmavi bir edayla rüzgara kafa tutuyordu.
Finarfin’in sancağı da onların yanında gururla dalgalanıyordu. Çok geçmeden
Fëanor’un kızıl sancağı da eşlik etti onlarınkine. Maedhros, Ellinda,
muhafızları ve Maedhros’un askerleri atlarından indiklerinde avluda kendilerini
geniş bir topluluğun beklediğini gördü. Fingolfin’in muhafızları, Angrod’un
adamları ve Dorthonion’un lordlarıyla, Ñoldor’un Yüce Kralı asil bir edayla
bekliyordu onları. Fingolfin’in şaşırdığını gördü Maedhros. Ellinda’yı
beklemiyor olmalıydı.
“Selam
olsun Ñoldor’un Yüce Kralı’na!” dedi Maedhros onlara doğru yaklaşırken. “Ve
Dorthonion’un lordlarına!”
“Selam
olsun Himring’in lorduna ve Ñoldor’un prensine!” dedi Fingolfin. Dikkatle
Ellinda’ya baktı, emin olmak istermişçesine.
“Sizlere
bir hediye getirdim.” dedi Maedhros. “Leydi Ellinda’yı.”
Ellinda
kibarca revarans yaptı ve Fingoflin gülümsedi onun gerçekten de Ellinda
olduğunu anlayınca. Yaklaşıp sarıldı yeğenine. “Ah Ellinda, öldüğünü sanıyorduk.”
İçeri geçip
dev bir masanın etrafında yemeklerini yerken hikayesini anlattı Ellinda. Nasıl
esir düştüklerini, nasıl kurtulduklarını ve Maedhros tarafından nasıl
bulunduklarını.
“O gün
devriyeye çıkman büyük bir şans olmuş Nelyafinwë.” dedi Fingolfin yemeğini
kaşıklarken.
“Kesinlikle
majesteleri.” dedi Maedhros. “Büyük bir şans oldu. O kötü hisleri kalbime kim
koydu bilemiyorum ama Eru anlaşılan Leydi Ellinda’yı henüz Mandos’un
Salonları’nda görmek istemiyor.” Valar’ın adını anmak istememişti. Onlardan
böyle bir iyilik beklemiyordu. Thorondor’un bile sırf Fingon’un dualarını duyup
yardıma geldiğini düşünüyordu.
Yemek
bitince savaş konuşuldu. Fingolfin savunmaların hazırlandığından ve orduların
sıkı eğitimli durumlarından bahsetti. Maedhros’un yirmi üç bin, Maglor’un on
beş bin adamı vardı. Buna karşın Fingolfin’in altmış beş bin askeri
bulunuyordu. Aegnor ve Angrod’un da yirmi bin askerleri vardı. Bu ciddi
büyüklükte bir orduydu elbette.
“Saldıracaktır.
En yakın vakitte.” dedi Fingolfin. “Bizi yok etmeyi her şeyden çok istiyor.
Batı’nın Efendileri’nden gelecek bir hareketten korkuyor mu bilemiyorum ama
başımıza gelenleri biliyorsa onunla başbaşa olduğumuzu da az çok tahmin
edebiliyordur.”
“Valar’ın
harekete geçmesi gibi bir şey söz konusu değil.” dedi Maedhros. Sesi öfkeli
çıkmıştı. “Bir daha Valinor’u terk edeceklerini sanmam, dünyanın sonu gelene
dek. Bizi yalnız ve tek başımıza bıraktılar. Ñoldor’un kendi gücü Morgoth’u
yenmeye yeterli olacaktır. Onun akrabalarının yardımına ihtiyacımız yok.”
Ellinda
onun böylesine konuştuğunu görünce şaşırmış olmalıydı. Gözlerinde öyle bir
ifade belirmişti. Fingolfin’se bu çıkışı oldukça normal karşıladı. “Öyle bir
şey zaten beklemiyoruz lordum.”
“Ilúvatar
yeterli kudreti verdi bize. Varsın saldırsın Morgoth, Ñoldor’un prenslerinin
uyumadığını görsün!” Maedhros ardından haritada birkaç stratejik yer gösterdi
ve Aegnor’la Angrod’un oralara asker koyması gerektiğinden bahsetti. “Burayı
benden iyi biliyorsunuzdur lordlarım. Ancak size önerebileceğim en önemli
şeyler bu.”
“Önerilerinizi
dikkate alacağız Lord Maedhros.” dedi Angrod. “Morgoth buraya saldırırsa
Finarfin Hanesi’yle uğraşmak ne demekmiş ona göstermekten mutluluk duyarız.”
“Ağabeyimin
Hithlum’da kazandığı zafere bakıp böbürlenmeyin.” dedin Fingolfin ciddiyetle.
“Kuşkusuz ki o savaşta Fëanor Hanedanı’nın askerlerinin gözleri Aman ateşiyle
yanıp tutuşuyordu. Elbette onları yenebiliriz ama her savaş birbirinin aynısı
olmaz, dikkatli olmak zorundayız.”
“Hilelere
başvurmadıkça kazanamaz Morgoth.” dedi Aegnor. “Bizi bilek gücüyle alt etmesine
olanak yok.”
Fingolfin
ona ciddiyetle baktı. Elini masaya koydu ve haritada Angband’ı işaret etti.
“Orada sadece orklar olduğunu düşünmüyorsun değil mi Aegnor? Ne türlü
kötülükler peydahlayacağını bilemeyiz Düşman’ın. Balroglarından başka kim bilir
neler vardır elinde.”
“Balroglarını
Ungoliant yesin!” dedi Maedhros. “Çok kudretliler. Haklısınız, üstüne üstlük
emrinde olan Maiar sadece Balroglardan ibaret değil diye biliyorum.”
“Mairon.”
dedi Fingolfin, başını salladı. “Onun ilk günlerden beri Düşman’dan yana olduğu
söylenir. Üstelik orkları yapabilen Morgoth’un neler yapabileceğini düşünmek
bile midemi bulandırıyor.”
Savaş
planları sürüp giderken saatler geçti ve kapı tıklatıldı. İçeri giren zırhlı,
uzun bir asker oldu. “Efendim Himring’ten gelen bir ulak var, acilen huzurunuza
çıkmak istiyor.”
“Derhal
gelsin.” dedi Fingolfin ayağa kalkarak, diğerleri de ayaklanmıştı. Kötü bir şey
olmuş olmalıydı. Ulak hemen içeri alındı. Maglor’un renklerine bürünmüştü, gök
mavisi ve kırmızı. Maglor’un sözlerini taşıdığı şüphesizdi. “Lord Maglor,
gönderilen iki devriyenin kaybolduğunu haber vermemi istedi Lord Maedhros.”
dedi ulak önce önlerinde eğilip selam durduktan sonra.
“Orklar?”
Maedhros, tükürür gibi söylemişti adlarını.
“Lordum
öyle olduğunu düşünüyor. Acilen dönmenizi istiyor.”
“Döneceğim
elbette. Atımın hazırlanması emrini ver.” Bakışları amcasına doğru döndü. Bu
savaşın yaklaştığının en büyük habercisiydi. “Saldırı başlamak üzere.”
“Ben de
derhal Hithlum’a döneceğim. Lordlarım siz de hazırlıklarınızı tamamlayıp savaş
alarmını verin.”
Aegnor ve
Angrod başlarını salladılar. Askerler telaşla aşağılara inerken ve atları
hazırlanırken Maedhros ve Fingolfin dışarı çıktılar. Dağların ardında, kuzeyde
görünen dumana baktılar.
“Sana
güveniyorum Nelyafinwë. Babanın yarısı kadar iyi bir komutansan, Morgoth Himring’e
geldiğine pişman olacaktır.” Yüzünde güven veren bir ifade verdi. Kalın sesi
soğuk havada hoş bir tınıyla yankılanıyordu.
“Merak
etmeyin efendim.” dedim Maedhros, uzun boyuyla ona yüksekten bakıyordu biraz.
“Karanlıklar Efendisi saldırmayı cüret ettiği güne lanet edecek.”
El
sıkışarak birbirlerini uğurladılar. Avluya inip atlarına binmeye hazırlanırken
Ellinda seslendi ona: “Lordum!”
Maedhros
atının yanında durdu ve ona baktı. “Evet leydim.”
Endişeli
gözlerle yanına kadar geldi Ellinda. Uzun boylu lorda bakabilmek için başını
biraz kaldırmak zorunda kalmıştı. “Size minnet borçluyum. Hayatımı
kurtardınız.”
“Lafı bile
olmaz.” dedi hemen Maedhros.
“Dikkatli
olun lütfen.” Yeşil gözlerindeki endişe parıltısına takıldı Maedhros öylece.
Büyülenmişti sanki.
“Merak
etmeyin. Biz Fëanor oğulları şu an için savaştan başka şey bilmeyiz.”
Ellinda’nın
eli, Maedhros’un elinin olması gereken yere gitti, ancak boşlukla karşılaştı.
Bir an utandı kendinden. Yüzü kızardı. Maedhros, kalbinde o kadar işence ve
acıya rağmen gülebildiğini fark ederek mutlu oldu ve hafifçe kahkaha attı.
Kalbinin pas tutup artık eskisi gibi olamayacağını düşünüyordu. Yemin’in
ağırlığı bir yana, Mandos’un Laneti bir yana, Morgoth’un kötülüğü bir yana,
Thangorodrim’de çektiği acılardan dolayı bir daha sanki gülemeyecek gibiydi.
Sol elini
uzattı Ellinda’ya, leydi hafifçe kendini geriye doğru çekerken. Sol elini tuttu
ve nazikçe sıktırdı. Kadın başını kaldırdı, güneşin ışığı altında saçlarının
uçları aynı Maedhros’unkiler gibi kızıl renge bürünmüştü sanki. “Üzülmeyin
leydim.” dedi ona güven veren bir sesle. “Elimin kaybı sadece daha azimli yaptı
beni, sol elimle dövüşmeyi öğrendim. Dostum Fingon, kardeşim Maglor yardımcı
oldular bana. Ruhumu temizledi o elin kaybı. Sertleştirdi. Daha güçlü yaptı. Sizi
öldürmeyen şey, güçlendirir derler; bana da olan oydu. Morgoth’un ordularını
yeneceğiz, aklınızda en ufak şüphe olmasın.”
“Ñoldor’un
güçleri yetecek mi dersiniz?”
“Yetecek
leydim.”
“Yani bana
geri dönebilecek misiniz?”
Maedhros
şaşırdı bu soruyla. Ñoldor leydisi eğdi başını hafifçe. Maedhros onun elini
bırakıp elini kadının çenesine götürdü ve yukarı kaldırdı nazikçe. “Döneceğim.”
dedi Maedhros. Leydi başını inanıyorum, dermişçesine salladı. Maedhros kendini
ondan kopardı ve atına döndü. “İsterseniz bir de yemin edebilirim. Fëanor
Oğulları’nın yeminlerine ne kadar sadık olduğunu bilseniz şaşırırsınız.”
Yüzündeki gülümseme o kadar hafifti ki Ellinda ne anlaması gerektiğini
şaşırmıştı ama bunun ufak bir nükte olduğunu düşündü. “Zaten söz verdiniz kabul
ediyorum lordum.”
“Sözüm
sizindir leydim. Artık gitmeliyim.”
“Eru
kılıcınıza kuvvet versin.”
Teşekkür
edip veda eden Maedhros atına atladı ve adamlarıyla birlikte kaleden hışım gibi
çıktı. Kral Fingolfin’in ve Leydi Ellinda’nın da çok geçmeden kaleden
çıktıklarını tahmin ediyordu ama yolları farklılaşıyordu.
Doğuya
döndüler. Hava ısınıyordu artık. Güneş güçlüce parlıyordu. Kış ayları artık
daha sıcak olacaktı anlaşılan. En azından güneşin altmışıncı yılının yarın
olduğunu düşünülünce bu hiç de normal gelmemişti Maedhros’a ama kar olmayan bir
havada savaşmayı tercih ederdi.
Yolda at
sürerken Morgoth’un tacındaki Silmaril’leri düşündü. Babasını, büyük babasını.
Savaşmak için birden fazla sebebi vardı, babasının intikamından ziyade en somut
sebep hakları olan Silmaril’lerdi. Bir anda Leydi Ellinda’nın yeşil gözleri
düştü zihnine. Gülümsemesi ve hafif kahkahası. Gözlerinin önünden silemedi bir
süre. Aklından geçenlerse onu bile şaşırtmıştı: Artık savaşmak için bir sebebim
daha var.