27 Ocak 2015 Salı

Ñoldor'dan Hikayeler - Bölüm III: Şafak

Bölüm III: Şafak

Sabah olduğunda Maedhros, hala kuzeydeki Ard-galen’i seyrederek derin düşencelerde olduğunu fark etti. Zamanın nasıl geçtiğini bilememişti. Güneş ufak ufak yaklaştığını haber veriyordu. Hava inanılmaz derecede soğumuştu. Ay ve yıldızların ışığı Himring’i terk etmişti ve Maedhros Hududu’nda kar deliler gibi yağıyordu.
Şafaktan önceki zamanın en soğuk zaman olduğu söylenirdi. Neyse ki çok geçmeden ışıklar bulutların arasındaki ilk emarelerini gösterdi ve uykudan uyanan bir çocuk misali güneş göz kırptı gökyüzünden. Güneş’in taşıyıcısı Arien, böylece selam verdi Himring’in lorduna ve Fëanor’un en büyük oğluna. Bulutlar biraz dağılır gibi olurken gök kızıla boyandı ve Maedhros’un aklına annesi düştü.
Onu bırakmak zordu elbette. Özellikle de Maglor için. Saç rengi aynı babaları olsa da, aralarında Kraliçe Nerdanel’e en çok benzeyen kuşkusuz Maglor’du. Annesini özlemişti Maedhros. Ancak uzun zaman göremeyeceğini o da biliyordu.
Kapının tıklatılmasıyla ayrıldı düşüncelerinden. Gelen Ellinda’ydı.
“Buyurun leydim.”
“Günaydın lordum.”
“Günaydın. Size nasıl yardımcı olabilirim?”
“Yarın yola çıkmamızın iyi olacağını düşünüyorum, lordum. Eğer sizin de izniniz olursa.”
Maedhros, Ellinda’ya içeri girmesini işaret etti. Ellinda içeri girerek kapıyı kapattı.
“Aceleniz nedir leydim?”
Ellinda endişeli gözüküyordu. Aceleci bir tavrı vardı. Bir şeylerden huzursuz olmuşa benziyordu. “Kalbimde bir huzursuzluk var. Sanki kötü şeyler olacakmış gibi… Evime dönmem gerektiğini düşünüyorum.”
“Dünyama hoş geldiniz…” dedi Maedhros acı bir gülümsemeyle. “Kalbim o dediğiniz huzursuzluktan asla kurtulamadı büyükbabam Morgoth’un ellerinde can verdiğinden beri.”
“O acılar kuşkusuz hepimizi derinden etkiledi.” Bir an durdu Ellinda ama anıların arasında kaybolmadan konuya dödnü. “Fakat cidden gitmemiz gerektiğini düşünüyorum.”
Maedhros başını salladı. “Öyleyse hazırlıklar için emir vereceğim. Elbette sadece dördünüzün gitmesine müsaade edemem, zira yollar oldukça tehlikeli. Dorthonion’a kadar size eşlik etmeyi planlıyoruz Maglor’la. Hithlum’a kadar eşlik etmeyi isterdim ancak amcam çağırmadıkça sınırlarımı bırakamam.
“Öyleyse size tekrar minnet borçlanırım lordum. Teşekkür ederim. Bu kadarını bile isteyemeyiz.”
Maedhros gülümserken kapı bir daha tıklatıldı ve muhafızlardan biri, adeta birkaç gün öncesinin tekrarıymış gibi bir ulağın geldiğini haber verdi. Bu defa bizzat Fingolfin’den gelen bir ulaktı. Maedhros, Ellinda’dan kendisine eşlik etmesini istedi. Ulağın yanına indiler. Kale avlusuna çıkıp da güneş ışığıya karşılaştıkları vakit ulak atından inmiş, onları bekliyordu. “Majesteleri.” diyerek selam verdi Maedhros’a.
“Himring’e hoş geldiniz. Ñoldor’un Yüce Kralı’ndan ne haberler var?”
“Yüce Kral Fingolfin, bir savaş toplantısı tertip ediyor lordum. Felagund Finrod’a ve size haber gönderildi. Dorthonion’a bekleniyorsunuz. Kuşkusuz ki tehlikeler içinde sizin de uyanık olduğunuzu biliyor. Neler yapılabileceği hakkında düşünüp tartışmak istiyor.”
Maedhros ona yiyecek ve su verilmesini emredip teşekkür ederken Maglor’un da avluda ulağı dinlediğini gördü. Kardeşi yanına gelerek kollarını göğsünde kavuşturdu ve ciddi bir surat ifadesi takındı. “Eğer Yüce Kral seni çağırıyorsa kalbi huzursuz olan tek sen değilsin demektir kardeşim. Leydi Ellinda’yı senin götürmen daha uygun olacaktır. Ben de burada sınırları korurum. Dorthonion’a olan yolun uzun ne de olsa.”
“Haklısın.” dedi Maedhros. Düşüncelere daldı tekrar. Bu defa çıkması uzun sürmedi. Ellinda’ya dönerek, “Öyleyse yarın yola çıkabiliriz gerçekten de. Hem böylelikle sizi amcama teslim edene kadar yanınızdan ayrılmamış olurum.” dedi.
“Nasıl isterseniz lordum.” dedi Ellinda rahatlamış görünerek.
Avluyu terk ederek içeri döndüler. Merdivenleri tırmanarak Himring’in geniş odalarında yemek yediler ve akşamı ettiler. Gün döndüğünde altar hazırlanmış, hava bulutsuz ama bir o kadar da soğuktu. Güneş ışıkları gökyüzünü yavaşça maviye bularken yola çıktılar Ñoldor.
Karların arasında, buz tutmaya yer tutan nehirlerin yanından ve tipinin doldurduğu karlı yolların arasından geçerek Dorthonion’a yaklaştılar. Anoch Geçidi’ne girdiklerinde güneş ikinci defa kayboluyordu Batı’da ve Maedhros’un gözleri kaybolan güneşi seyretti öylece. Hava kızıldan siyaha boyanırken tepeler doğuyu da batıyı da kapattı ve Maedhros önüne odaklandı. Yol boyunca pek konuşmamışlardı Ellinda’yla. İkisinin de yüreği karanlıktı gece gibi. Korkuyorlardı.
“Ne kadar kaldı lordum?” diye sordu Ellinda, ağaçların karlı dalları arkasında uzanırken.
“Geçit çok uzun değil leydim. Bir güne varmış oluruz. Aksilik çıkmazsa güneş tepeye varmadan amcamla karşılaşmış oluruz.”
“Sevindim.” dedi Ellinda. Soğuk yüzünden kızarmıştı yanakları ve üzerindeki kalın giysilere daha da sarındı at üzerinde. Maedhros tekrar önüne döndü ve düşüncelere dalmış gibi göründü. Sessizlik içinde geçirdiler geceyi ve sabahı da.
Maedhros’un dediği gibi güneş tepeye varmadan vardılar Dorthonion’un içlerine ve Angrod ile Aegnor’un kalesi göründü uzaklardan. Maedhros Finarfin’in oğullarıyla çok anlaşamazdı ama ortak amaç doğrultusunda hareket etmeyi bildiklerinden çok sorun yaşamıyorlardı. Bu ittifak halinin devam etmesini ümit ediyordu. Fingolfin Hanesi’yle zaten bir sorunları kalmamıştı. Fingon’un giriştiği muhteşem hareketin ardından barış hali sağlanmıştı elbette.
İsyan’ın ilk günlerini düşündü Maedhros. Babasının sözlerinden etkilenmemişti Kral Fingolfin, Maedhros bunu bilse de onun neden geldiğini de az çok tahmin edebiliyordu. Halkı bir kere Finwë’nin Yetenekli Oğlu’nun sözlerinin ateşine kapılmış ve yeni diyarlar görmeyi arzulamaya başlamıştı. Fingolfin bir nevi gitmek zorunda kalmıştı. Halkını lidersiz bırakamaz, oğullarının kendi başlarına gitmesine göz yumamazdı. Üstüne üstlük o da bir baba kaybetmişti Fëanor gibi. Morgoth’un cezasını kesmeyi istediğini biliyordu Maedhros. Gönülden istiyordu hem de.
Boru sesi duyuldu kaleden. Ormanların arasında sakin sakin yankılandı, acelesi yokmuş gibi. Hiçbir tehdit ya da korku içermiyordu boru. Sanki selamlama amacı bile taşımıyordu. Sadece, “Geldiler.” dermiş gibi bir tınısı vardı.
Kalenin kapılarından girdiklerinde Maedhros amcasının sancağını gördü kalenin içinde. Ñoldor sancağının hemen yanında masmavi bir edayla rüzgara kafa tutuyordu. Finarfin’in sancağı da onların yanında gururla dalgalanıyordu. Çok geçmeden Fëanor’un kızıl sancağı da eşlik etti onlarınkine. Maedhros, Ellinda, muhafızları ve Maedhros’un askerleri atlarından indiklerinde avluda kendilerini geniş bir topluluğun beklediğini gördü. Fingolfin’in muhafızları, Angrod’un adamları ve Dorthonion’un lordlarıyla, Ñoldor’un Yüce Kralı asil bir edayla bekliyordu onları. Fingolfin’in şaşırdığını gördü Maedhros. Ellinda’yı beklemiyor olmalıydı.
“Selam olsun Ñoldor’un Yüce Kralı’na!” dedi Maedhros onlara doğru yaklaşırken. “Ve Dorthonion’un lordlarına!”
“Selam olsun Himring’in lorduna ve Ñoldor’un prensine!” dedi Fingolfin. Dikkatle Ellinda’ya baktı, emin olmak istermişçesine.
“Sizlere bir hediye getirdim.” dedi Maedhros. “Leydi Ellinda’yı.”
Ellinda kibarca revarans yaptı ve Fingoflin gülümsedi onun gerçekten de Ellinda olduğunu anlayınca. Yaklaşıp sarıldı yeğenine. “Ah Ellinda, öldüğünü sanıyorduk.”
İçeri geçip dev bir masanın etrafında yemeklerini yerken hikayesini anlattı Ellinda. Nasıl esir düştüklerini, nasıl kurtulduklarını ve Maedhros tarafından nasıl bulunduklarını.
“O gün devriyeye çıkman büyük bir şans olmuş Nelyafinwë.” dedi Fingolfin yemeğini kaşıklarken.
“Kesinlikle majesteleri.” dedi Maedhros. “Büyük bir şans oldu. O kötü hisleri kalbime kim koydu bilemiyorum ama Eru anlaşılan Leydi Ellinda’yı henüz Mandos’un Salonları’nda görmek istemiyor.” Valar’ın adını anmak istememişti. Onlardan böyle bir iyilik beklemiyordu. Thorondor’un bile sırf Fingon’un dualarını duyup yardıma geldiğini düşünüyordu.
Yemek bitince savaş konuşuldu. Fingolfin savunmaların hazırlandığından ve orduların sıkı eğitimli durumlarından bahsetti. Maedhros’un yirmi üç bin, Maglor’un on beş bin adamı vardı. Buna karşın Fingolfin’in altmış beş bin askeri bulunuyordu. Aegnor ve Angrod’un da yirmi bin askerleri vardı. Bu ciddi büyüklükte bir orduydu elbette.
“Saldıracaktır. En yakın vakitte.” dedi Fingolfin. “Bizi yok etmeyi her şeyden çok istiyor. Batı’nın Efendileri’nden gelecek bir hareketten korkuyor mu bilemiyorum ama başımıza gelenleri biliyorsa onunla başbaşa olduğumuzu da az çok tahmin edebiliyordur.”
“Valar’ın harekete geçmesi gibi bir şey söz konusu değil.” dedi Maedhros. Sesi öfkeli çıkmıştı. “Bir daha Valinor’u terk edeceklerini sanmam, dünyanın sonu gelene dek. Bizi yalnız ve tek başımıza bıraktılar. Ñoldor’un kendi gücü Morgoth’u yenmeye yeterli olacaktır. Onun akrabalarının yardımına ihtiyacımız yok.”
Ellinda onun böylesine konuştuğunu görünce şaşırmış olmalıydı. Gözlerinde öyle bir ifade belirmişti. Fingolfin’se bu çıkışı oldukça normal karşıladı. “Öyle bir şey zaten beklemiyoruz lordum.”
“Ilúvatar yeterli kudreti verdi bize. Varsın saldırsın Morgoth, Ñoldor’un prenslerinin uyumadığını görsün!” Maedhros ardından haritada birkaç stratejik yer gösterdi ve Aegnor’la Angrod’un oralara asker koyması gerektiğinden bahsetti. “Burayı benden iyi biliyorsunuzdur lordlarım. Ancak size önerebileceğim en önemli şeyler bu.”
“Önerilerinizi dikkate alacağız Lord Maedhros.” dedi Angrod. “Morgoth buraya saldırırsa Finarfin Hanesi’yle uğraşmak ne demekmiş ona göstermekten mutluluk duyarız.”
“Ağabeyimin Hithlum’da kazandığı zafere bakıp böbürlenmeyin.” dedin Fingolfin ciddiyetle. “Kuşkusuz ki o savaşta Fëanor Hanedanı’nın askerlerinin gözleri Aman ateşiyle yanıp tutuşuyordu. Elbette onları yenebiliriz ama her savaş birbirinin aynısı olmaz, dikkatli olmak zorundayız.”
“Hilelere başvurmadıkça kazanamaz Morgoth.” dedi Aegnor. “Bizi bilek gücüyle alt etmesine olanak yok.”
Fingolfin ona ciddiyetle baktı. Elini masaya koydu ve haritada Angband’ı işaret etti. “Orada sadece orklar olduğunu düşünmüyorsun değil mi Aegnor? Ne türlü kötülükler peydahlayacağını bilemeyiz Düşman’ın. Balroglarından başka kim bilir neler vardır elinde.”
“Balroglarını Ungoliant yesin!” dedi Maedhros. “Çok kudretliler. Haklısınız, üstüne üstlük emrinde olan Maiar sadece Balroglardan ibaret değil diye biliyorum.”
“Mairon.” dedi Fingolfin, başını salladı. “Onun ilk günlerden beri Düşman’dan yana olduğu söylenir. Üstelik orkları yapabilen Morgoth’un neler yapabileceğini düşünmek bile midemi bulandırıyor.”
Savaş planları sürüp giderken saatler geçti ve kapı tıklatıldı. İçeri giren zırhlı, uzun bir asker oldu. “Efendim Himring’ten gelen bir ulak var, acilen huzurunuza çıkmak istiyor.”
“Derhal gelsin.” dedi Fingolfin ayağa kalkarak, diğerleri de ayaklanmıştı. Kötü bir şey olmuş olmalıydı. Ulak hemen içeri alındı. Maglor’un renklerine bürünmüştü, gök mavisi ve kırmızı. Maglor’un sözlerini taşıdığı şüphesizdi. “Lord Maglor, gönderilen iki devriyenin kaybolduğunu haber vermemi istedi Lord Maedhros.” dedi ulak önce önlerinde eğilip selam durduktan sonra.
“Orklar?” Maedhros, tükürür gibi söylemişti adlarını.
“Lordum öyle olduğunu düşünüyor. Acilen dönmenizi istiyor.”
“Döneceğim elbette. Atımın hazırlanması emrini ver.” Bakışları amcasına doğru döndü. Bu savaşın yaklaştığının en büyük habercisiydi. “Saldırı başlamak üzere.”
“Ben de derhal Hithlum’a döneceğim. Lordlarım siz de hazırlıklarınızı tamamlayıp savaş alarmını verin.”
Aegnor ve Angrod başlarını salladılar. Askerler telaşla aşağılara inerken ve atları hazırlanırken Maedhros ve Fingolfin dışarı çıktılar. Dağların ardında, kuzeyde görünen dumana baktılar.
“Sana güveniyorum Nelyafinwë. Babanın yarısı kadar iyi bir komutansan, Morgoth Himring’e geldiğine pişman olacaktır.” Yüzünde güven veren bir ifade verdi. Kalın sesi soğuk havada hoş bir tınıyla yankılanıyordu.
“Merak etmeyin efendim.” dedim Maedhros, uzun boyuyla ona yüksekten bakıyordu biraz. “Karanlıklar Efendisi saldırmayı cüret ettiği güne lanet edecek.”
El sıkışarak birbirlerini uğurladılar. Avluya inip atlarına binmeye hazırlanırken Ellinda seslendi ona: “Lordum!”
Maedhros atının yanında durdu ve ona baktı. “Evet leydim.”
Endişeli gözlerle yanına kadar geldi Ellinda. Uzun boylu lorda bakabilmek için başını biraz kaldırmak zorunda kalmıştı. “Size minnet borçluyum. Hayatımı kurtardınız.”
“Lafı bile olmaz.” dedi hemen Maedhros.
“Dikkatli olun lütfen.” Yeşil gözlerindeki endişe parıltısına takıldı Maedhros öylece. Büyülenmişti sanki.
“Merak etmeyin. Biz Fëanor oğulları şu an için savaştan başka şey bilmeyiz.”
Ellinda’nın eli, Maedhros’un elinin olması gereken yere gitti, ancak boşlukla karşılaştı. Bir an utandı kendinden. Yüzü kızardı. Maedhros, kalbinde o kadar işence ve acıya rağmen gülebildiğini fark ederek mutlu oldu ve hafifçe kahkaha attı. Kalbinin pas tutup artık eskisi gibi olamayacağını düşünüyordu. Yemin’in ağırlığı bir yana, Mandos’un Laneti bir yana, Morgoth’un kötülüğü bir yana, Thangorodrim’de çektiği acılardan dolayı bir daha sanki gülemeyecek gibiydi.
Sol elini uzattı Ellinda’ya, leydi hafifçe kendini geriye doğru çekerken. Sol elini tuttu ve nazikçe sıktırdı. Kadın başını kaldırdı, güneşin ışığı altında saçlarının uçları aynı Maedhros’unkiler gibi kızıl renge bürünmüştü sanki. “Üzülmeyin leydim.” dedi ona güven veren bir sesle. “Elimin kaybı sadece daha azimli yaptı beni, sol elimle dövüşmeyi öğrendim. Dostum Fingon, kardeşim Maglor yardımcı oldular bana. Ruhumu temizledi o elin kaybı. Sertleştirdi. Daha güçlü yaptı. Sizi öldürmeyen şey, güçlendirir derler; bana da olan oydu. Morgoth’un ordularını yeneceğiz, aklınızda en ufak şüphe olmasın.”
“Ñoldor’un güçleri yetecek mi dersiniz?”
“Yetecek leydim.”
“Yani bana geri dönebilecek misiniz?”
Maedhros şaşırdı bu soruyla. Ñoldor leydisi eğdi başını hafifçe. Maedhros onun elini bırakıp elini kadının çenesine götürdü ve yukarı kaldırdı nazikçe. “Döneceğim.” dedi Maedhros. Leydi başını inanıyorum, dermişçesine salladı. Maedhros kendini ondan kopardı ve atına döndü. “İsterseniz bir de yemin edebilirim. Fëanor Oğulları’nın yeminlerine ne kadar sadık olduğunu bilseniz şaşırırsınız.” Yüzündeki gülümseme o kadar hafifti ki Ellinda ne anlaması gerektiğini şaşırmıştı ama bunun ufak bir nükte olduğunu düşündü. “Zaten söz verdiniz kabul ediyorum lordum.”
“Sözüm sizindir leydim. Artık gitmeliyim.”
“Eru kılıcınıza kuvvet versin.”
Teşekkür edip veda eden Maedhros atına atladı ve adamlarıyla birlikte kaleden hışım gibi çıktı. Kral Fingolfin’in ve Leydi Ellinda’nın da çok geçmeden kaleden çıktıklarını tahmin ediyordu ama yolları farklılaşıyordu.
Doğuya döndüler. Hava ısınıyordu artık. Güneş güçlüce parlıyordu. Kış ayları artık daha sıcak olacaktı anlaşılan. En azından güneşin altmışıncı yılının yarın olduğunu düşünülünce bu hiç de normal gelmemişti Maedhros’a ama kar olmayan bir havada savaşmayı tercih ederdi.

Yolda at sürerken Morgoth’un tacındaki Silmaril’leri düşündü. Babasını, büyük babasını. Savaşmak için birden fazla sebebi vardı, babasının intikamından ziyade en somut sebep hakları olan Silmaril’lerdi. Bir anda Leydi Ellinda’nın yeşil gözleri düştü zihnine. Gülümsemesi ve hafif kahkahası. Gözlerinin önünden silemedi bir süre. Aklından geçenlerse onu bile şaşırtmıştı: Artık savaşmak için bir sebebim daha var.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder