16 Ocak 2015 Cuma

Ñoldor'dan Hikayeler - Bölüm I: Karlar Arasında

Bölüm I: Karlar Arasında
Gece ilerlerken ve sessizlik tüm Himring’e çökerken Varda’nın güzel yıldızları gökyüzünden kaybolmaya başlamıştı. Sis adeta tepe boyunca yayılıyor, kalenin kapılarına kadar geliyordu. Himring Tepesi’nden kendi adının verildiği hudutlara bakan Maedhros iç geçirdi ve bulutların yıldızları kapatmasından dolayı hüzünlendi. Ñoldor elfleri kale burçlarında nöbet tutuyor, silahlı muhafızlar kalenin içinde dolaşıp duruyorlardı. Çok azının uyuduğunu biliyordu Maedhros, hepsi uyumuş gibi bir sessizlik olsa da Himring’te. Uzaklarda dumanlarının zar zor seçilebildiği Angband’da da en büyük düşmanlarının uyumadığını biliyordu… Karanlıklar efendisi tahtında oturmuş tacındaki Silmarillerle övünüyor olmalıydı.
Fëanor’un en büyük oğlunun gözlerine bulutların arkasına gitmeye çalışan son yıldızın yanından kaybolan hilal takıldı. Son kez ışıltısı gözlerine ilişirken kara bulutlar önünü kapattılar ve Maedhros yaslandığı pervazdan doğrularak odasına döndü. İçinde derin bir huzursuzluk vardı, sağ eli sanki oradaymışçasına kaşınıyordu. Sol tarafında olması kılıç kını sağ tarafından sarkıyordu. Maedhros neredeyse hiç uyumuyordu bu sıralar. Aklı yalnızca Morgoth’taydı.
Elli dokuz güneş yılı geçmişti Anor ve Isil gökte ilk yükseldiklerinden, Kral Fingolfin borularını Hithlum’un batısında öttürdüğünden beri… Babası kül olup gideli…
Ruhunun adeta Angband’ın çukurlarında yanışını dün gibi hatırlıyordu Maedhros, asla da unutmayacaktı. Kadim dostunun onu kurtarışını da öyle.
Anılar denizinden kapının tıklatılmasıyla çıktı Maedhros. “Gelebilirsin.” diye seslendi yavaşça. Zırhlı bir Ñoldo kapıyı araladı ve içeri girdi. “Prensim, batıdan haberler geliyor, Dorthonion’un kuzeyinde hareketlilik varmış, birkaç ork çetesinin sınırları aşmaya çalıştığına dair duyumlar aldık.”
“Haberleri getiren ulak burada mı?”
“Burada efendim. Yiyecek ve su verdik.”
“Güzel.” dedi Maedhros, muhafıza doğru yürüdü. “Onunla bizzat konuşmam lazım.”
Muhafız, Maedhros’un hemen ardından prensin odasından çıktı. Maedhros, soğuk gecede taş zemini adımlarken soğuk rüzgarın sesini odaların kapıları açılıp kapanırken duyabiliyordu. Düşünceleri kuzeye yoğunlaşıyor, karanlıklar efendisinin harekete geçmesinden endişe duyuyordu.
Çok geçmeden ulağı ahırda, gitmeye hazırlanırken buldular. Maedhros’u görünce şaşırdı. Eli ayağı birbirine dolandı. Uzun boyundan ve kızıl saçlarından tanımış olmalıydı. “Lordum Nelyafinwë.” derken elindeki at fırçasını düşürdü ve Maedhros eliyle rahat olmasını işaret etti. “Batıdan geldiğini duydum.”
“Evet lordum, amcanız Yüce Ñoldor Kralı Fingolfin tarafından, Dorthonion’a gönderilmiştim, oradan da size geldim. Majesteleri özellikle haberleri sizin duymanızı da istedi.”
Babasının zamanında amcasına yaptıklarına rağmen, Maedhros, Fingolfin Hanesi’yle arasının iyi olduğuna seviniyordu. Krallığı amcasına bırakmak belki de yaptığı en doğru işlerden biriydi. Halk asla Maedhros’u yeni kralları olarak kabul etmeyebilirdi, dahası iç savaş bile çıkabilirdi. Finarfin’in çocuklarından çok haz etmese de onlara karşı kin gütmesinin yersiz olduğunun da farkındaydı. Sonuçta ortak bir düşmanları vardı.
“Amcama, Nelyafinwë’nin uyumadığını söyleyebilirsin. Himring tüm gücüyle karanlığın güçlerini tutmak için hazır.”
Ulak başını sallayıp atını binmek için istedi. Yolu uzundu neticede. Maedhros ulak gittikten sonra atların hazırlanması emrini verdi ve Maglor’a bir ulak yolladı. Biraz devriye gezme niyetindeydi. En iyi adamlarından dokuz tanesini aldı. Maglor’un da aynı sayıda adam getirmesini istedi.
Ahırdan dışarı bakıldığında bembeyaz, incecik bir kar tabakasının görebileceği her yere yayıldığını fark etti. Kar, kuzey boyunca ince ince yağıyordu ve Himring’in duvarlarının haşmetiyle daha bir harika görünüyordu. Valinor’un güzel beyaz atları sanki bugün için yaratılmış gibi bir asaletle süzülerek geldiler Maedhros’un önüne. Maedhros, Olossúru’nun (Quenya’da Kar Yeli anlamına gelir) başını okşadı. Biricik, güzel atının. Kar gibi bembeyazdı tüyleri. Eyerine ustalıkta bindikten sonra adamlarının da hazır bir halde atlarının üzerinde beklediklerini gördü.
“Doğuya.” dedi Maedhros. Kardeşinin olduğu yeri kastederek. Bembeyaz karların üzerinde ilerlemeye başladı böylece on Ñoldor. Prensleri en önde, sessiz ve düşünceli bir şekilde ilerlerken, on dokuz elit asker de sesini çıkarmıyordu. Elfler gerektiğinde uzun sessizlikleri paylaşmasını da bilirlerdi. Düşünceli oldukları vakit.
Maglor Geçidi’ne kadar olan yolculukları çok uzun sürmedi, çünkü kararlarştırılan yere yaklaştıklarında uzaklardan, fısıltılı rüzgarın içinde bekleyen on atlı görünüre girmişti. Yol boyunca Maedhros’un zırhı kardan bembeyaz olmuş, kızıl saçlarına ak düşmüştü adeta. Hafifçe esen rüzgarı hissedebiliyordu yüzünde. Uzaklardan da olsa kardeşini görünce mutlu oldu. On atlı onlara yaklaştığında yüzünde hafif bir gülümsemeyle ve bir Ñoldo asaletiyle atını süren kardeşini gördü.
“Alatulya onóro!” diye selamladı Maglor, büyük kardeşini.
“Suilannad Kanafinwë!” diye karşılık verdi Maedhros, kardeşine babalarının verdiği ismi kullanarak.
“Devriye gezmek istediğini duydum.” Maglor’un atı onlara iyice yaklaşınca iki ekip de durdu. Maglor kaliteli ve parlak zırhının altına kırmızı geçişlere sahip bir iç giymişti ve siyah renkli pelerini kardan dolayı siyah-beyaz gibi duruyordu. Kırmızı, Fëanor Hanesi’nin renkleriydi, Fingolfin Hanesi mavi ve Finarfin’in çocukları yeşil-sarı renkleri kullanırken.
“Doğru kardeşim.” dedi Maedhros. “Kalbimde bir karanlık var, her zaman olduğundan daha fazla. Morgoth’un kara kalbindeki kötülük tohumlar artıyor olmalı. Onları saçmak isteyecektir.”
Böylece kuzey doğuya doğru gitti yirmi Ñoldor. Karların, ve rüzgarın içinde, yumuşak toprağın üzerinde doğaya karıştılar. Elf gözleri her bir yanı taradı karanlık bir varlığın izini bulabilmek için. Kulakları rüzgarın tatlı melodisindeki bozulmaları dinledi.
Kar yağdığı için sanki tüm vahşi yaşam uykuya çekilmişti. Sarp kayaların ve uzaklardaki güzel ormanların bembeyaz görüntüsü Maedhros’un işkenceler altında ağırlaşan ruhuna bile iyi geliyordu sanki. Derin bir strateji sohbetine girdi Maedhros kardeşiyle yol boyu. Morgoth’un neler yapabileceğinden, bunlara nasıl karşı koyabileceklerine kadar her şeyi konuştular neredeyse.
Mavi Dağlar heybetli bir yaşlılıkla önlerinde uzanırken kar iyice kalınlaşıyordu Beleriand topraklarının üzerinde. Maedhros, Maglor’a durmasını işaret etti. Gözleri, uzaklarda değişik bir şeyler görmüştü. Karların arasında ufak bir hareketlilik. Neler olduğunu merak etti. O kısa andaki hareketlilik o kadar küçük bir şeydi ki, normal bir vakitte fark etmeyebilirdi ama bugün her yer o kadar sessizdi ki Maedhros’un keskin gözlerine hemen takılmıştı. Maglor da ağabeyinin baktığı yere dikkatle baktı. “Ne gördün?”
“Beyazlıklar içinde karanlık bir nokta kadar ufak bir gölge… Normal değil buralarda.”
Maglor sessizce adamlarına emir verdi. Maedhros da kendi adamları için emri başıyla onayladı. Hızla o tarafa doğru at sürmeye başladılar. Ormanın içlerine doğru gidiyorlardı. Bembeyaz dallı ağaçların arasından ve uzun boylu, heybetli ormanın içinden geçtiler. Maedhros gölgenin gidebileceği yeri tahmin ederek oraya doğru yönlendirdi atını. Gördüğü gölge güneye dönüyordu.
Olossúru karların üzerinden adı gibi eserken Maedhros dikkatle etrafına bakmayı sürdürdü. Rüzgar hızlarından dolayı onlara eşlik etti ve güneşin ışıkları gökyüzünden ağaçların arasına doğru inerek Ñoldor’un önünü aydınlatmaya devam etti. Kar birikmiş ağaç dalları arasında yer yer gölgeler oluşsa da etraf aydınlıktı ve Maedhros’un elf gözleri uzaklarda o karaltıyı tekrar seçebilmişti. “Deh!”
Onun hızlanmasıyla arkasındaki Ñoldor da hızlandı. “Sanırım birden fazlalar.” dedi Maglor, anlaşılan o da görmüştü karaltıyı. Atların hızı sayesinde iyice yaklaştılar hedeflerine doğru. Sesler gelmeye başlamıştı artık kulaklarına. O kadar ki Maedhros karın üzerinde aceleyle koşturan ayakların seslerini işitebiliyordu. Önce karanlık gölgeler belirdi gözünün önünde. Ağaçların arasında koşturan biçimsiz, büyük yaratıklar. ‘Orklar…’ diye düşündü. Az ilerisinde ise kirli beyaz kıyafetler içinde birini gördü. Yanında üç kişi paçavralar halinde şeylere sarınmış, ayakları çıplak, üstleri başları kirden gözükmez halde koşuyorlardı. Beyazlar içinde olan bir kadın ve elfti. Kısa süreli arkasına baktığında fark etmişti Maedhros. Kızıla çalan simsiyah saçları vardı. Yanındakiler de elfti. “Manwa quingalda! (Yaylarınızı hazırlayın!)” diye seslendi askerlerine Maedhros. Yaylarını hazırlayan atlar ilerlerken, Maedhros sağ tarafındaki kılıcı çekti. Ñoldor yapımı çınlayan çelik ormanın sessizliğini atların nallarıyla beraber bozarken normal gözlerin görebileceği mesafeye gelmeye başlamıştı orklar ve kaçanlar.
“Menzile girmiş olmaları lazım.” dedi Maglor atını hızla sürerken.
Maedhros başıyla onayladı ve arkasına baktı. “Leithio i philinn!”
Sarı zırhlarıyla az gelen güneş ışığının altında parlayan askerler oklarını saldılar yaylardan. Çıkan ses duyulmaya değerdi. Havayı yararak hızla orkların sırtlarına ya da enselerine saplandı oklar. On orkun sekizi düşmüştü. Maedhros iki askerin daha ok atmasını emretti ve son iki ork arkalarına dahi dönemeden düştüler.
Kaçanlar bir anda neler olduğuna anlam veremedi, bir tanesini dengesini kaybedip düştü. Diğerleri ağlıyordu. Beyazlar içindeki kadın da yere çöktü ve, kirli yüzüne gözyaşları hücum ederken Maedhros ve Maglor hızla yanlarına doğru at sürdüler.
Yanlarına vardıklarında üç erkeğin gözleri açıldı ve az da olsa korktular. Fëanor Hanesi’nin işaretini biliyor olmalılardı. Ama Maedhros bunun sadece şaşkınlık olduğunu anladı. Belki de buralarda bir Ñoldor prensi görmeyi beklemiyorlardı.
“Eru Ilúvatar aşkına!” dedi adamlardan biri. “Siz Fëanor oğullarısınız!”
“Evet.” diye karşılık verdi Maedhros atından inmeden evvel. Yere indiğinde onlara yaklaştı. Maglor da indi ve ona katıldı. Askerleri at üzerinde beklemeye devam ettiler.
“Ben Nelyafinwë.” dedi Maedhros.
“Biiyoruz.” dedi adam. “Ben Elpimpë. Hayatlarımızı size borçluyuz. Sağ olun.”
Sindarin’i akıcı konuşmalarına rağmen Maedhros akraba olduklarını anlamıştı. “Bu kadar doğuda işiniz nedir? Ñoldor musunuz?”
“Öyleyiz.” dedi adam yerinden kalkarak. Siyah saçları kar içindeydi. Yüzünde bir yara vardı. “Esir alınmıştık. Fingolfin Hanedanı’ndanız.”
Maedhros askerlerinden birine işaret etti. Quenya birkaç emir verdi ve yaralıları atlarına almalarını söyledi. Kadının yanına gittiğinde, yüzünün yerde olduğunu gördü. “İyi misiniz?” diye sordu ona. Kadın bakışlarını kaldırdığında yüzünde minnet ve öfkeyi karışık bir şekilde gördü. “Size hayatımı borçluyum prensim. Teşekkür ederim, iyiyim.”
“İzin verin, yardım edeyim, yaralısınız.”
Kadın ayağa kalktı ve başını iki yana salladı. “Ard-galen’dan bu yana koşmayı başarabildiğime göre sanırım atınıza kadar da yürüyebilirim.”
Maedhros eliyle atını işaret etti. Kadın Maedhros’a gerek kalmadan ata biniverdi, Maedhros da önüne atladı. Maglor’la kısa bir bakışı paylaştılar. Maglor kadının kim olduğunu merak ediyordu. “İsminizi öğrenebilir miyim?”
Atları Himring’e doğru dönerken kadın başını salladı. “Adım Ellinda. Kral Fingolfin’in eşi Anarië’nin yeğeniyim.”
Yeşil gözleri vardı kadının ve bir de asaleti kuşkusuz. Maedhros’un omzundan tuttu, Olossúru arkasındaki atlarla beraber bembeyaz karların altında at sürerken. Maedhros’un gözü zaman zaman kuzey taraflarına kaydı. Kuşkulu bir bekleyiş ve sessizlik vardı ve Karanlıklar Efendisi’nin tacından üç Silmaril’i de geri almadıkça sona ermeyecekti. Ama Düşman’ın uyumadığından emindi Maedhros.
Bu sessizlik güzel şeylere alamet değildi. Hava kararırken bulutların arasında gözüken gökyüzüne kaldırdı başını. “İntikamınızı alacağım Arsa’thair, Atar…” Bunları düşünürken ister istemez batıya da kaydı gözleri. “Ve sana geri döneceğim Amil. Seni bırakıp gittiğim için üzgünüm…”

NOTLAR
Olossúru: Quenya’da Karyeli anlamına gelir.
Alatulya onóro!: “Hoş geldin kardeşim” manasına gelir.
Suilannad Kanafinwë!: “Selamlar Kanafinwë!” anlamındadır. Kanafinwë, Quenya’da Güçlü-sesli Finwë anlamına gelir.
Manwa quingalda!: “Yaylarınızı hazır edin!” anlamına gelir.
Leithio i philinn!: “Okları atın!” anlamındadır. Elrond’un Yüzük Kardeşliği’nin başında Son İttifak Savaşı sırasında bunu söylediğini duyabilirsiniz.
Elpimpë: Benim uydurduğum bir isimdir. Quenya’da “Yıldız-kuyruğu” anlamındadır.
Ellinda: Benim uydurduğum bir diğer isimdir. Quenya’da “Güzel-yıldız” anlamına gelir.
Arsa’thair: Büyükbaba demektir.
Atar: Baba demektir.

Amil: Anne demektir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder