Yedinci Bölüm: Sahibine Dönen
Kılıç
“SELAM OLSUN PRENS MAGLOR’A!” çığlıklarıyla
inledi Gri Limanlar. Askerler defalarca bağırdı ve Uinen bile şaşkınlıkla kalakaldı.
Çığlık tufanı sona erdiğinde ve en önde diz çöken asker konuştuğunda her yer
sessizleşti: “Birinci Çağ’ın karanlığında ve Morgoth’un zulmü sırasında, ben
Kral Finrod’un sancağı altında çarpışmıştım. Dagor Alcarin* sırasında da Prens
Maedhros ve Prens Maglor’un atlarının ardında at sürme onuruna eriştim ve
zaferlerine tanık oldum. Kuşkusuz ki Maglor Geçidi’ni savunan ve Morgoth’a
karşı en önde savaşan bir lordun burada olması beni oldukça şaşırttı efendim.”
“Adın ne?” diye sordu Maglor ona. Sanki
sesi uzun zamandır çıkmıyordu. Zorlukla konuşmuş gibiydi. Ama sesi o kadar gür
ve güzeldi ki Elladan tarif edecek kelime bulamıyordu. Askerin önünde bir kule
gibi uzanmış bekliyor, yöneltilen övgülerden pek de memnun görünmüyordu. Övgü
almak istemiyordu. Alacağı hiçbir övgü onun kalbindeki yaraya merhem olamazdı.
“Luinil** prensim.” diye cevap verdi adam
dik durarak ve ona gururla bakarak.
“Beni iyi hatırlamana şaşırdım.” dedi
Maglor. Sesi bu defa da kederli çıkmıştı. Kederliden ziyade ruhunu kaybetmiş
bir adamın şevki ve pişmanlığın gölgesiyle.
“Öldüğünüzü duymuştuk.”
“Sanırım herkes öyle sanıyor. Yalan da
değil Luinil. Bir ölüden farkım yok. Ruhumu çoktan kaybettim. Mandos’un
Salonları’ndaki acıdan daha fazlasını çekiyorum.”
Sessizlik çöktü o anda aralarına. Luinil
üzülmüştü. Prens’in bu halde olması yüreğini yaralamıştı. “Bir ölüden farkınız
olmasa prensim, az önce pek çok Elf’i kurtarmış olmazdınız.”
Maglor o an diğerlerinin farkında varmış
gibi oldu ve eliyle Luinil’e kalkmasını işaret etti. “Ben artık hiçbir yerin
prensi değilim.” O sırada Uinen ve Ecthelion’la göz göze geldi. “Leydim.
Lordum.” diyerek onları selamladı. “Denizlerin leydisini ve Gothmog’un
Felaketi’ni buralarda görmeyi beklemezdim.”
Uinen Luinil’in yanına kadar geldi.
“Haberleri duymuş olmalısın Kanafinwë.”
“Orta-Dünya’ya gölgenin düştüğünü
biliyorum. Gri Limanlar’ın durumunu merak ettiğim için gelmiştim ve çok
uzaklardan yanan ateşi görmüştüm. Hislerim beni yanıltmamış.”
“Morgoth pençelerini ona o kadar derin geçirdi
ki...” dedi Uinen.
“Sauron asla ondan daha az kötü olmadı.”
diye onu tamamladı Ecthelion. “Ama kuşkusuz ki hala umut varmış Orta-Dünya
için. Eğer bir Ñoldorin prens buracıkta karşımıza çıkıyorsa, Hizmetkar’ın
korkacak çok fazla şeyi var demektir. Eärendil’in oğlunun da hala yaşadığını
hesaba katarsak...” dedi Ecthelion. Maglor arkasına döndü o sırada ve Elladan
gülümsediğine şaşırdı. Ondan şu an bir gülümseme beklemiyordu. “Elrond.” dedi
Maglor, sakince.
Elrond da gülümseyişe karşılık verdi ve çok
eski bir dostu görmüş misali yaklaştı Maglor’a. “Kanafinwë.” dedi Elrond ve iki
Elf güçlüce kucaklaştılar. “Sizi özledim lordum.”
“Ben de seni Elrond.” dedi Maglor ona.
Elini omzuna koydu. “Seni en son gördüğümde kardeşinle beraber Valar’ın
Ordusu’na katılmak üzere ayrılıyordunuz yanımızdan.”
Biraz söyleştiler öylece. Özlemle ve
kederle. Elrond, cidden onları son gördüğünde kendi “esirlik” hayatından
ayrılıyor ve yanında kardeşi Elros’la beraber Valar’ın Ordusu’na katılmak üzere
gidiyordu. Maglor da kardeşi Maedhros’la beraber onların gidişini seyrediyordu.
En başta esirleri olsalar da ikisiyle de bir bağ kurmuştu Elrond ve Elros ve en
sonunda yanından ayrılmak istediklerinde, Maedhros, Elrond’a ikinci kılıcını
vermişi, Elros da Maglor’un kılıcını hediye olarak beline takmıştı.
“Sizi görmek gerçekten güzel.” dedi
Ecthelion Maglor’a.
“Sizi de öyle. Sayısız Gözyaşı’nda
gelişinizi hala unutmuş değilim.”
“Yapmamız gerekeni yaptık.”
Maglor tekrar selam verdi onlara. “Görevim
sona erdiğine göre artık ıssız yaşamıma ve şarkılarıma geri dönebilirim
sanırım. Hepinizi görmek çok güzeldi.” Arkasına dönüp adım atmaya başladığında
hepsi şaşkın şaşkın ona baktılar ve Elrond anında seslendi ona doğru. “Nereye
lordum?”
“Orta-Dünya’nın atmosferine kendimi tekrar
kaptıramam Elrond.”
“Ama size ihtiyacımız var.” diye seslendi
ona Uinen. “Eönwë gelene dek Sauron’u oyalamak zorundayız. Bu savaş siz
yanımızdayken bile zor Prens Maglor. Sizsiz ne hale düşeriz bir düşünün.” Güzel
gözleri endişeyle baktı ona doğru, ardında umut kırıntılarıyla. Maglor yarı
arkasını dönük bir şekilde kaldı ve Denizlerin Leydisi’nin bakışlarındaki
endişe kalbine kadar işledi.
“Sizin kadar iyi bir kumandana sahip
değiliz lordum.” diyerek onu destekledi Ecthelion. En az Maglor’unki kadar
siyah saçları rüzgara uyum sağlarken sarı zırhı güneşle beraber parlıyordu.
“Sayenizde neler başarabileceğimizi bir düşünün.”
Maglor başını yukarı kaldırdı hafifçe ve
ona derin bir bakış fırlattı. “Bir karanlık lordu yenmekte başarısız olduk.
Yeminimizi tutamadık. Silmarilleri kaybettik. Gerçekten elinizdeki en iyisi ben
miyim? Üç defa akrabalarını katleden ben?”
Uinen ona doğru yürüdü. “Valar affedicir.
Affedilmeyecek suç yoktur.”
“Mesele benim kendimi affetmem.” diye
karşılık verdi Maglor.
“Dagor Aglareb’deki zaferiniz ya da Morgoth’un
güçlerine karşı defalarca savunma yapmanız mühim şeyler değil mi lordum?” diye
sordu Ecthelion ona. Maglor bir şey diyemedi. Kalbindeki keder her ne kadar
yoğun olsa da Sauron’a karşı verilecek savaşta Orta-Dünya’nın Özgür Halkları’na
büyük yardımda bulunabilirdi.
Bu defa rüzgar öyle bir kuvvetlendi ki
herkesin dikkatini çekti. Bulutlar toplandı gökyüzünde, rüzgar uğuldadı tüm
gücüyle ve bir anda Gri Limanlar’ın üzerinde büyük bir dalga belirdi. Dalga bir
anda şekillenerek önlerinde devasa bir kule misali dikiliverdi. Birinci Çağ’da
dikildiği gibi Orta-Dünya’nın kıyılarına çıkmıştı bir kez daha Ulmo. Uzun bir
zamanın ardından bizzat gelmişti.
“Ey Fëanor oğlu Maglor!” diye seslendi ona.
Ñoldor onu daha yeni gördüklerinden bu defa o kadar şaşkınlık geçirmediler ve
eğilerek selam verdiler, ancak Elrond ve adamları şaşkındılar. Özellikle Maglor
hayalet görmüş gibi bakıyordu. Bir Vala görmeyeli altı bin yıldan fazla zaman
olmuş olmalıydı. “Orta-Dünya’nın yeteneklerine ihtiyacı varken çekip gidecek
misin? Sizin için gerçek umut Batı’da uzanıyor, daha önce de olduğu gibi. Ama
artık lanetli bir soy değilsiniz. Sen de lanetli değilsin. Üstelik cezanı
çektin. Çekmedin mi? Hala çekmeye devam etmek mi istiyorsun? Hayatına devam
etmenin vakti gelmedi mi?”
Maglor önünde diz çöktü Ulmo’nun.
Gözyaşlarını görebiliyordu Elladan. Kalbi onun için hüzünle doldu. Maglor
diyecek bir şey bulamamıştı ve kalmayı kabul etti. “Lanetimiz yüzünden olsa
gerek Sayısız Gözyaşı’nda ihanete uğradık ve bu yüzden Ñoldor’un kaderi çok acı
oldu. Bu defa aynısı olmayacağına güveniyorum. Üstelik Sauron Ñoldor’un gücünü
iyi bilir. Ona tekrar göstermek gerek.”
Ulmo gülümseyerek başını salladı ve
arkasına dönmeye başladı. “Uinen. Burası sana emanet. Ve Varda’nın yıldızları
sizinle olsun ey Ñoldor! Sauron’a, efendisiyle kaderinin aynı olacağını
gösterin.” Bulutlar dağıldı, rüzgar kesildi ve Denizlerin Efendisi suya döndü.
Böylelikle Ñoldor tekrar bir başlarına kaldılar. Ecthelion yaklaştı Maglor’a.
Elini uzattı. Eli tutan Maglor ayağa kalktı ve Ecthelion gülümseyerek ona
baktı. “Ñoldor ordusu artık sizin prensim.”
Böylece Ñoldor’un yolculuğu başladı ve
Prens Maglor ordunun başına geçerek onları doğuya doğru yürütmeye başladı.
Elrond’un aldığı bilgilerin ışığında hareket ederek Ossë’nin Bree’den
Fornost’un yıkıntılarına doğru gittiğini düşündüler. Arnor’un bir zamanlar en
güçlü kalesi olan Fornost’a doğru yol aldılar. Pelennor’da yok edilen Angmar’ın
Cadı-kral’ı tarafından yerlebir edilmiş kalıntılardan ibaretti Fornost. Kale
harabe olsa da duvarları hala yüksekti ve küçük bir orduyu tutmak için
yeterliydi. Ossë’nin yanında her kim varsa mantıklı kararlar verebildiği kuşkusuzdu.
Önce Bree’ye giderek ordularına katılabilecek insanlar aramış olmaları
muhtemeldi. Son görenler onun kuzeye döndüğünü söylemişlerdi, demek ki
Fornost’a gidiyorlardı.
Yol çok uzun değildi ve zorlu geçmedi.
Bölgedeki ork miktarı yok denecek kadar azdı ve bu da onların yararınaydı.
Fornost’a geldiklerinde yüksek duvarlarına rağmen yıkık dökük bir kaleyle
karşılaştılar ve borularını öttürdüklerinde tanınacaklarını umut ettiler. Kale
kapıları kırıktı ama biraz onarılmışa benziyordu. Elrond kalenin yıkık olmasına
rağmen sahip olduğu ihtişamı izlerken pek çok atlı çıkıverdi kapılardan ve
Rivendell’in düşmüş lordu Rohirrim atlılarının öttürdüğü borunun tanıdık
tınısıyla rahatladı. Erkenbrand’la beraber yol alan beş bin Rohirrim’in Ossë’yi
bulmuş olmasına sevinmişti ve anlaşılan ya güçlerini birleştirmişlerdi ya da
buraya sığınmışlardı. Dalgaların lordunun da burada olmasını diledi Elrond.
Atlılar onlara kaleye kadar eşlik etti ve
birkaç tanesi büyük bir coşku ve sevinçle önden dörtnala at sürerek borularını
öttürdüler. Coşkulu boru rüzgarla beraber kale duvarlarını yaladı geçti ve
gökyüzüne doğru ulaştı. Fornost bir anda bayram yerine dönmüştü.
İçeri girdiklerinde büyük bir coşku ve sevinçle karşılaştılar. Yüzlerce insan vardı kalede. Silahlanmaya çalışan kuzeyli insanlarla doluydu her yer. Rohirrim’in atları şehrin başka bir tarafında toplanmıştı ve Rohirrim de oraya sığınmıştı. Şehrin ortalarına doğru Gri Limanlı Elflerle karşılaştılar ve akrabaların buluşması coşkulu ve duygu dolu oldu.
İçeri girdiklerinde büyük bir coşku ve sevinçle karşılaştılar. Yüzlerce insan vardı kalede. Silahlanmaya çalışan kuzeyli insanlarla doluydu her yer. Rohirrim’in atları şehrin başka bir tarafında toplanmıştı ve Rohirrim de oraya sığınmıştı. Şehrin ortalarına doğru Gri Limanlı Elflerle karşılaştılar ve akrabaların buluşması coşkulu ve duygu dolu oldu.
Kuşkusuz en çok şaşıranlardan biri Ossë
oldu ve karısına tüm gücüyle sarılarak gelenleri karşıladı. Fornost bir anda
gücünü artırmış ve bir Maia daha aralarına katılmıştı. Üstüne üstlük gelen ordu
da silahlı ve zırhlı Ñoldor ordusuydu. Başında da Maglor ve Ecthelion
bulunuyordu.
Ossë onları mutlulukla buyur etti ve
Bree’de aralarına birkaç yüz insan katıldığını söyledi. Binden fazla
kişiydiler. Birkaç yüz Elf de Gri Limanlar ve çevresinden gelmişti. Beş bin
Rohirrim atlısı ve dört bin Ñoldor... İşte bu ciddi bir güç olarak
görülebilirdi.
Uinen, Elrond, Elladan, Maglor ve Ecthelion
askerler kamp kurarken merdivenleri tırmanmaya başlamış ve Ossë’nin karargah
olarak kullandığı yıkık taht odasına doğru gitmeye başlamışlardı. Ossë onlara
başlarına gelenleri anlatırken, beş bin Rohirrim atlısı için Elrond’a teşekkür
etmeyi de ihmal etmedi. Tam Maglor’la ilgili bir şeyler sorduğu sırada
Rohirrim’in borusu bir kez daha çalmaya başladı. Ossë kaşlarını çatarak
arkasına baktı. “Gelenler var.”
Merdivenleri inmek zorunda kaldılar ve
birkaç yaralının onlara doğru getirildiğini gördüler. Aerseron adlı Elf
yaklaşarak selam verdi. “Lordum, kapılarımıza yaklaşan yaralılar bulduk ve
Gondorlu olduklarını gördüğümüzde derhal içeri aldık. Morannon Savaşı’ndan sağ
kurtulanlar olduklarını söylüyorlar.”
“Savaştan sağ kurtulanlar mı var?” diye
sordu Elrond şaşkınlıkla. O bunları söylerken yaralılar yanlarına kadar
getirilmişlerdi. Ağır yaralı olanlar hemen revire taşındılar. Aralarında hafif
yaralı olan bir tanesi soruyu duymuştu ve selam vererek Elrond’a seslendi. “Biz
kurtulduk lordum. Kara Kapı’da büyük bir yenilgiye uğrasak da Sauron ve orkları
hızlıca Gondor’a saldırabilmek uğruna Mordor’da çok az bir kuvvet bırakıp
derhal Minas Tirith’e yürüdüler. Biz şanslı olanlardık. Kendimizi ordan hemen
çıkartıp kuzeye yöneldik. Rivendell’in düştüğünü yolda öğrendik ve Rohirrim’in
kuzeye gittiği söylendi bize. Biz de buraya kadar geldik.”
Hepsi şaşkındı ve derhal Gondorlu askeri de
alarak içeri girdiler. Kalanlar yaralılarla ilgilendi. Çok geçmeden Erkenbrand
da onlara katıldı. Gri Limanlı Elflerin birkaç temsilcisi de beraberinde
gelmişti.
Adam Maiar’ı görünce şaşırmıştı elbette ve
neler olduğunu anlaması biraz zor oldu. Ancak açıklandığında oldukça sevindi ve
Sauron kadar güçlü birilerinin karşısında oturduğunu anladı. Uzun siyah saçları
ve kahverengi gözlere sahip, uzun bir adamdı. Elinde beze sarılmış uzun bir şey
tutuyordu ve bir kılıcı andırıyordu.
“Elinizdeki ne?” diye sordu Ecthelion ona.
“Bir kılıca benziyor ve çok sıkıca sarılmışsınız ona.”
Adam gerçekten de elinden düşürmemişti
kılıcı ve vücuduna yapışık tutuyordu sürekli.
“Bunu savaş kalıntılarının arasında buldum.
Toprak ve kirin içinde.” dedi adam ve kılıcı koydu masanın üzerine. Bezi
etrafından çıkarttığında müthiş bir kılıç çıktı karşılarına. Gözleri
kamaştırıyordu ve çeliği ışıl ışık parlıyordu. Üzerinde şu sözler yazıyordu: "Anar.
Nányë Andúril I né Narsil i macil Elendilo. Lercuvantan i móli Mordórëo.
Isil."(Güneş. Ben bir zamanlar Elendil’in kılıcı Narsil olan Andúril’im.
Mordor’un köleleri benden kaçacaklar. Ay.)
Bizzat karşılarında Kral Aragorn’un kılıcı
uzanıyordu.
Adam şaşkın bakışları bir soru olarak
algıladı ve konuştu: “Evet, Andúril. Kral Aragorn’un kılıcı. Elendil’in kılıcı
olan Narsil’in yeniden dövülmüş hali. Kralın bedeninin yanından aldım kılıcı.
Onu orada bırakmaya içim elvermedi.” Adamın gözyaşları yanaklarına hücum
etmişti, son cümleyi söylemekte bile zorlanmıştı.
Masaya doğru yaklaşan Maglor, kabzasına
elini gezdirdi ve soğukluğunu hissetti. Bir anda tüm gözler ona döndü çünkü çok
yakından incelemişti kılıcı ve birazdan eline alacak gibi duruyordu.
“Narsil... ” dedi kendi kendine. “Bu kadar
zaman sonra onu görebileceğimi hiç düşünmemiştim.”
“Nasıl yani?” diye sordu Erkenbrand. “Bu
kılıcı görmüş müydünüz?”
“Narsil, Nogrod’da, Birinci Çağ’ın
101.yılında kılıç ustası Telchar tarafından dövülmüştü.” Sesi sanki bir an için
güçlenmiş ve belki de coşkuyla şarkılar söyleyebildiği bir zamana dönmüştü. “Kardeşim
Curufin de onun tarafından yapılmış bir bıçak kullanıyordu. Angrist. Beren
Erchamion’un babamın Silmarillerinden birini Morgoth’un tacından kesmek için
kullandığı kılıç. Kuşkusuz kardeşimin ellerinden daha iyi hizmet etti ona. Narsil de
Telchar tarafından yapıldı.”
Maglor bakışlarını hala ayırmamıştı ve her
detayını inceliyor gibi gözüküyordu. “Ağabeyim ve kardeşlerimle onları Nogrod’da
ziyaret etmiştik. Belegostlu cüceler de vardı. Güzel zamanlar olduğunu
söyleyebilirim. Narsil’i ilk o zaman gördük. Curufin Angrist’i o zaman aldı,
ağabeyim Maedhros Kan Gözyaşı’nı o zaman kuşandı.”
Elleri kabzasını kavradı Narsil’in ve
gülümseyen gözlerle havaya kaldırdı. “Ah güzel kılıcım. Ellerime döneceğini hiç
tahmin etmezdim ama bu eller seni cidden özlemiş.”
Şaşkın bakışlar toplandı üzerinde Maglor’un.
Gondorlu adam, Erkenbrand ve diğerleri şaşırmıştı. Elbette Elrond, Maiar ve
Ecthelion bunu paylaşmıyorlardı.
“Bu kılıç sizin miydi?” diye sordu Gondorlu
adam.
Maglor başını salladı. “Evet. Gazap Savaşı’nın
ilk yılında Elrond ve Elros yanımızdan ayrılmıştı. Bu kılıç Elros’a hediyemdi
ve ona nesilden nesile aktarmasını öğütlemiştim. Öğüdümü tutmuş.” Hala yüzü
gülmemişti ama gözlerinin içi kesinlikle gülüyordu. Güçlü-sesli Finwë
böylelikle uzun zamandır dokunmadığı kılıcına kavuşmuştu. “Bakın, dinleyin.”
dedi diğerlerine. “Sahibine gerçekten bağlıymış kılıç ve şu an yas tutuyor.”
Gondorlu adamın ağladığını görmek için sesini duymaya ya da şişmiş gözlerini görmeye
ihtiyacı yoktu Maglor’un. Adam kendini topladığında Maglor’dan kılıcı Kral
Aragorn’un intikamı adına kullanması için söz istedi. “Size yalvarıyorum lordum.”
dedi adam. “Şu güne kadar gördüğüm en kudretli varlıklar karşımda oturuyor.
Üstelik kılıç da gerçek sahibine dönmüş vaziyette. Size yalvarıyorum, onun
adını yaşatın ve intikamını alın.”
Fëanor’un yaşayan tek oğlu Andúril’i
kabzasına koyduktan sonra adama yaklaştı ve elini omzuna koyarak ona söz verdi.
Kalbi ferah bir şekilde yanlarından ayrılan adam Ossë’nin ordusunun
komutanlarını böylelikle baş başa bıraktı ama Maglor’un düşünebildiği tek şey “intikam”
sözcüğüydü. İntikam... Kral Aragorn’un intikamı... Adamın söylediği sözler
kulaklarında yankılanmaya devam ederken Ossë savaş planlarından ve pek çok
başka şeyden bahsetmeye başladı ama Maglor başka bir şey düşünemiyordu. ‘Daha
önce başka bir kralın intikamı için çıktık yola ama yenilgimiz ağır oldu.’ diye
geçti içinden. ‘Ah arsa’thair... Ah Atar... Ah hanno... Beni neden yapayalnız
bıraktınız burada? İntikamlarınızı alamadım, beni affedin...’
Gece üzerlerine çöktüğünde ve güneş uzaktan
Arien’in yardımlarıyla batmaya başladığında Fëanor’un yaşayan son oğlu Maglor
Kanafinwë kederi, yeni kılıcı ve önlerinde uzanan devasa bir savaşla baş başa
kalmıştı.
***
Notlar:
*Alcarin: Quenya'da
"Şanlı" demektir. Dagor Alcarin dolayısıyla Dagor Aglareb olarak
bilinen Beleriand Savaşları'nın üçüncüsünün Quenyadaki söyleniş halidir.
**Luinil: Quenyada Mavi Yıldız
demektir
Arsa'thair: Büyükbaba
demektir. Finwë kastedilmiştir.
Atar: Quenyada baba demektir.
Fëanor kastedilmiştir.
Hanno: Quenyada erkek kardeş
demektir. Maedhros kastedilmiştir.