3 Ağustos 2015 Pazartesi

Gölge ve Dalgaların Savaşı - Beşinci Bölüm: Derin Denizlerin Sessiz Selamı

Beşinci Bölüm: Derin Denizlerin Sessiz Selamı

    Uinen, efendisini derinlerdeki sarayına yakın bir yerlerde buldu. Ulmo her zamanki gibi devasa bir formda ve dingin bir sessizlik içindeydi. Denizler gibi mavi renge bürünmüştü ve zırhı okyanusların dalgası eşliğinde ve bu kadar derine ulaşabilen güçlü ışıkların da yardımıyla parlıyordu. Uzun bir sakalı vardı Ulmo’nun. Bu formunda öyle görünmeyi tercih ediyordu. Olabilecek en mavi gözlere sahipti ve yeşil zırhıyla mükemmel bir uyum içerisindeydi.
    Suların Efendisi öylece oturuyor ve dinliyordu. Arda’daki tüm denizleri, nehirleri, çayları, şelaleleri... Orada düşen her bir yiğidin adını ve hikayesini biliyordu. Kral Isildur’un ölümünü görmüştü. Pınarlı Ecthelion’un nasıl da Balrogların lorduyla beraber düştüğünü de biliyordu. Suda çıkan sesi ve sönen Balrog ateşini... Kral Fingolfin'in son sözlerini de duymuştu, Morgoth'a nasıl cesurca kölelerin efendisi ve korkak diye hitap ettiğini de... Ya Morgoth'un Ringil ona saplandıkça attığı çığlıklar? Onlar unutulmayacak cinstendi, Fingolfin'in cesareti gibi... Selvi boylu Boromir’i de görmüştü yıldız ve ayışığında. Batı Yeli’ne de o haber vermişti yiğidin yedi dereden ve geniş boz bulanık sulardan geçişini...
    Uinen demeden bile olanları biliyordu aslında Suların Efendisi. Gözlerini açtığında ve arkasına doğru baktığında bir eliyle Ulumúri’yi tutmuştu, müthiş bir beyazlıkla hemen yanından sarkıyordu. Uinen’e baktı.
    Denizler kadar parlak ve gümüş saçları dalgalar misali uzanıyordu beline kadar ve masmavi kıyafetleri, tüm okyanuslar kadar güzel yüzüyle mükemmel bir uyum sergilereyerek salınıyordu akıntının içinde. Efendisine selam verdi zarafetle ve meseleyi zaten bildiğini tek bakışından anladı ama yine de raporunu dile getirdi: “Efendim... Morgoth’un uşağı gücünü tekrar kazandı.”
    Başını salladı Ulmo: “Biliyorum... Ossë’nin Orta-Dünya’da karaya çıktığını da gördüm.” Sesi ancak kendisinin gördüğü okyanuslar kadar derindi Ulmo’nun. Bu kadar etkileyici bir ses belki de Valar’ın hiçbirisinde yoktu. Ne de olsa Ulmo, kudrette Manwë’nin hemen ardından geliyordu.
    “Öyleyse Manwë Súlimo’ya haber mi vereceğiz lordum?”
    Ulmo başını salladı tekrar ve ona doğru ilerledi biraz. “Hüküm Çemberi’nde Arda’nın Güçleri’nin tekrar bir araya gelme vakti geldi. Elimde olsa Orta-Dünya’ya bizzat çıkar Suaron’u kendi ellerimle yok ederdim ama karaya çıkmam bile felaket getirecektir Endor’a.”
    Hüzünle baktı Ulmo, gözleri Uinen’e doğru dönük olsa da bakışları Denizlerin Leydisi’ni aşıyor derin sulardaki gölgeler arasında dolaşıyordu. “Hepsini hissettim Uinen.” dedi Ulmo. “Düşen herbir canı. Elfler denizle tanıştığından beri de hissediyorum ama uzun zamandır bu kadar acıyla dolu olmamışlardı...”
    “Elwing’in denize düştüğü gün gibi efendim.” dedi Uinen, ellerini önünde birleştirdi. “Karanlık tüm gücüyle çöktü, ama gün yeniden doğacak.”
    “Gün yeniden doğacak...” diye tekrar etti Ulmo onu. “Aurë entuluva...” diye de Quenya’da tekrarladı dediğini. “O gün Anfauglith bir çöl kadar kuru olsa bile bulutlar toplanmıştı gökyüzünde. Hatırlıyor musun Uinen?”
    Anılara giden Uinen başını salladı. Parlak yüzü anıların ağırlığıyla gerilmişti.
    “Yağmur damlaları yer yer değmişti yeryüzüne. Herbirinin acısını hatırlıyorum. Ilúvatar Çocukları bir daha asla o kadar acı çekmediler... Gözyaşları önce sevinçle akmıştı. Turgon’un on bin mızraklısıyla geldiği an ağlayan o kadar çok kişi vardı ki. Haykırmışlardı: ‘Gondolindrim geldi! Kral Turgon geldi!’ diye... İlk saldırılarını hatırlıyorum. Gözlerindeki öfkeyi ve kalplerindeki gölgeyi. Huor ve Turgon’un buluşmasını hatırlıyorum. Kopan sevinç tufanını... Ve parçalanan umutlarını... Maedhros’un gözlerindeki acıyı da görmüştüm. Planını uygulayabilse neler neler yapacaktı o gün halbuki. Húrin’in çığlıklarını da hatırlıyorum. Saymıştım, biliyor musun? Her bağırışını saymıştım. Baltasını her savuruşunu saymıştım. YETMİŞ DEFA BAĞIRMIŞTI UINEN! Yetmiş defa... Ve ben yardım edemedim. O an ne kadar istedim bilemezsin tüm dalgalarımla ortaya çıkıp Morgoth’un neyi varsa silip süpürmeyi... Sonra Güçler Savaşı’nda Elflerin nasıl da korkup sindikleri geldi aklıma ve orada yol açtığımız yıkımı. Eskisi gibi yaratıcılar değiliz. Tek yapabileceğimiz yıkmak oluyor.”
    Uinen efendisine yaklaştı. Şefkat dolu gözlerle bakıyordu. Onu çok iyi anlıyordu. “Efendim kendinize haksızlık etmeyin. Sürgünler’in kurtuluşu sayenizde oldu. Gondolin, Nargothrond sayenizde kuruldu. Tuor sayenizde Gondolin’e gitti ve Eärendil doğdu.”
    “Gene de ölenlerin çığlıkları hala rüzgarın peşinde. Asla da dinmeyecekler.” Ulmo dikleşti olduğu yerde. “Gitme vakti geldi.”
    Uinen başını sallayarak hazır olduğunu gösterdi. Vala ile Maia’sı beraberce derin, soğuk sulara karıştılar devasa bir doğu yeli misali Aman’a ulaştılar. Ulmo tüm haşmeti ve Uinen tüm güzelliğiyle belirince Ölümsüz Topraklar’ın halkı korkuya kapıldı. Ulmo’nun görünüşünden değildi bu sadece. Ulmo’nun gelmesinin taşıdığı anlamlardan dolayıydı. Suların Efendisi’nin Valar konseylerine sık sık gelmediği bilinirdi. Valmar’a gittiler hızlıca ve Ulmo Uinen’i de yanına alarak Hüküm Çemberi’ne girdi. Tüm Valar toplanmıştı ve karanlığın içinde sessiz düşüncelere dalmış bir şekilde oturuyorlardı.
    “Ulmo.” dedi Manwë masmavi kıyafetleri içerisinde. Beyaz saçları omzundan aşağı dökülüyordu.
    “Manwë Súlimo.” diyerek selam verdi Ulmo eski dostuna. “Valar’ın lordları ve leydileri, size acı bir haber vermek için geldim.”
    “Kartallarımdan uzun süredir haber alamıyordum.” dedi Manwë, tahtında hafifçe eğildi. Odadaki azıcık ışık yüzüne vurmaya başladı. “Kötü şeylerin olmasından korkuyorduk.”
    “Karanlık Orta-Dünya’da üç bin yıldır olmadığı kadar yoğun.” dedi Varda. Yıldızların Kraliçesi, kelimelerle ifade edilemeyecek güzelliğiyle ve gökyüzü kadar kara saçlarıyla Manwë’nin bizzat yanınad oturuyordu. Siyah-mavi elbisesi gökyüzüne taş çıkartacak güzellikteydi. “Yıldızlarım elem içerisinde. Canları yanıyor.”
    “Getirdiğim haberler güzel değil.” diyerek onları doğruladı Ulmo. “Sauron geri döndü. Tek Yüzük’ünü geri aldı ve ne yazık ki Istari başarısız oldu. İnsanlar dağıldılar ve Orta-Dünya’nın kalbine gölge bir kez daha çöreklendi.”
    Manwë’nin gözleri derhal Mandos’a döndü. Mandos siyahlar içindeydi ve yüzü bir kukuletayla gizlenmişti. Başını bir defa salladı ve konuşmaya başladı: “Pek çok Elf bana geldi bugün.” dedi kalın sesiyle. “Dahası da gelecek. Aralarında yakından tanıdığınız biri de var.”
    “Kim?” diye sordu Varda korkarak. Duyacağı cevaptan hoşlanmayabilirdi. “Yıldızlarımı kim bu kadar üzebilir?”
    “Galadriel.” dedi Mandos. “O da bugün bana geldi.”
    Hüzünlendi Valar. Varda başını öne eğdi ve yas tuttu Finarfin’in altın saçlı kızı için.
    “Haberlerim bitmedi.” dedi Ulmo. Uinen’e baktı ve sıranın onda olduğunu ima eden bir ifade takındı. Valar da ona baktılar. Uinen de Manwë ve Varda’ya doğru bir iki adım atarak öne geldi. “Sauron’un karanlığı çöktüğünde, Ossë ve ben derinlerde işlerimizle meşgulken, denizin bizzat bağrından kopan bir çığlık duyduk. Ossë bunu duyunca çıldırdı ve anında oraya gitti, ben de peşinden gittim. Batmakta olan bir gemi bulduk. İçinde de son sağ kalan ve yaralı bir Elf vardı. Kollarımızda öldü ve bunun sebebi de Sauron’du. Ossë’nin öfkesi dinmek bilmedi ve anında kendini sulara bırakıp Orta-Dünya’da karaya çıktı. Sauron’la çarpıştılar. Sonuçlarını bilmiyorum efendim ama orada kalmaya niyetli olduğu belliydi.”
    Valar düşüncelere daldı. Ölçüp tarttılar ve düşünceleri içinde birbirleriyle iletişim kurdular. Hepsi hüzünlenmiş ve endişelenmişti. Konuşan bakır rengi saçlarının güzelliğiyle ve parlak yeşil kıyafetiyle gözleri kamaştıran Yavanna oldu: “Kuşkusuz ki Orta-Dünya bu karanlıktan kurtarılmalı ama Ossë neden böyle bir şey yapmış olabilir ki? Görevlerini açıkça bilmiyor mu?”
    “Biliyor efendim.” dedi Uinen. “Ancak Orta-Dünya’da Sauron’a karşı koyabilecek kimse yok. Bunu da biliyor. Istari başarısız olduysa, Olórin bile düştüyse yapılabilecek tek şeyin siz yardım gönderene dek Sauron’la savaşmak olduğunu düşündü kuşkusuz.”
    “Yoksa yardım gelene dek Orta-Dünya’da yardım edilecek bir şey kalmayacak.” diyerek onu tamamladı Ulmo. Derin sesi Hüküm Çemberi’nin ortasında asılı kaldı sanki. Onun bilgeliğine tüm Valar’ın saygısı sonsuzdu.
    Zamanında Ulmo Elflerin Orta-Dünya’dan getirilmesine de karşı çıkmıştı. Onların evinin Orta-Dünya olduğunu düşünmüştü. Hala da öyle düşünüyordu. Valar’ın tamamı unutmuşken Sürgünler’i bir gün olsun aklından çıkarmayan da oydu. Valar’a başkaldırmış bir halkı unutmayan Suların Efendisi elbette ki Orta-Dünya’nın şimdiki halkını da unutacak değildi.
    “Öyleyse yardım gidecek.” dedi Manwë ve varlığı o ana kadar fark edilmeyen, yanı başında bekleyen Eönwë’ye baktı. Maiar’ın en kudretlisi siyah geçişli bir zırha bürünmüş, kahverengi saçlarıyla mükemmel uyan gri gözleriyle ayakta dikiliyordu. “Derhal Kral Ingwë ve Kral Finarfin’e haber verin. Ordularını toplasınlar. Alqualondë’ye haber salın, gemileri hazır etsinler.”
    Eönwë dışarı çıkmaya yeltendiğinde Uinen Valar’a selam verip onunla beraber Hüküm Çemberi’nden çıktı. Ne olursa olsun, yardım ne kadar hızlı olursa olsun Orta-Dünya’da kalan güç Sauron ve ork güruhlarını tutamayabilirdi. Acil bir destek şarttı onlara.
    “Lordum.” diye seslendi Uinen, Eönwë’ye, dışarı çıktıklarında.
    “Leydim.” diye karşılık verdi Eönwë ona. “Bir şey söyleyeceksiniz sanırım?”
    Uinen endişeli görünüyordu. “Yardım asla zamanında ulaşmaz. Ossë’yi ve kalan insanları güçlendirmek için birilerini göndermek zorundayız. Öncü bir birlik belki de.”
    Maiar’ın en kudretlisi devasa kapıların önünde güneş ışığının altında Uinen’in dediklerini düşündü. Bir eli çenesine gitti. “Haklı olabilirsiniz leydim. Ana kuvveti benim komuta etmem gerekmese bizzat giderdim en önden. Sauron’la henüz bitmemiş bir işim var.”
    “Ben giderim.” dedi Uinen. “Kocamı orada yalnız bırakamam. Bana ihtiyacı var. Üstelik o...” Düşünceli bir hale büründü güzeller güzeli Uinen. Gümüş saçları güneşin ışıklarıyla pırıl pırıldı. “... öfke dolu. Onun öfkesini ancak ben dindirebilirim ve onun o halinden İnsanlar korkacaklardır. Elflerin bile çok sıcak bakacağını sanmıyorum. Yanında ben olmak zorundayım.”
    Merdivenlere doğru yürümeye başladılar. “Öyleyse karar verildi. Tek yapmamız sizin için bir öncü kuvvet toparlamak olacak leydim.”
    Minnettarlıkla baktı Uinen ona. Gülümsedi. “Teşekkür ederim Eönwë. Sen harika bir dostsun.”
    Eönwë elini salladı, önemli olmadığını belirtmek için. “Ossë’nin sana ne kadar ihtiyacı olduğunu biliyorum. Başladığı işi bitirecektir, ona şüphem yok. Ancak yine de bir orduya ihtiyacı var. Orta-Dünya’daki kalan özgür halkları birleştirmek istiyorsa Sauron’dan daha korkutucu olarak bunu başaramaz.”
    “Haklısın.” dedi Uinen. “Ossë’yi senin de iyi tanıdığını unutmuşum.”
    “Efendilerimiz gibi biz de çok iyi tanırız birbirimizi.” diyerek onu doğruladı Eönwë. Aşağı indiklerinde bir kalabalığın oluştuğunu fark ettiler. Uinen’in beklediği yüzler vardı aslında. Yüce Krallar.
    Pek çok sarışın veya gece kadar siyah saçlı Elf yaklaşıyordu Valmar’ın dev merdivenlerine. Uinen ve Eönwë’yi basamakların sonunda karşıladılar. İki altın saçlı elf gruplarının önünde durmuşlardı. İkisi de muazzam bir asalete sahiplerdi ancak bir tanesi olabildiğince endişeliydi.
    “Leydi Uinen?” dedi Ñoldor’un Yüce Kralı Finarfin şaşırmış bir şekilde. “Sizi buralarda görmeyi beklemezdim.”
    Uinen ve Eönwë olanları anlattılar onlara. Kral Finarfin kızının ölümünden dolayı büyük bir kedere kapıldı ve gözyaşları güneşle beraber Valmar’ın merdivenleri önünde parladı. Yanıbaşında duran Elflerin Yüce Kralı Ingwë elini onun omzuna koyup teselli etmeye çalıştı.
    Eönwë onlara bir ordu toplanması gerektiğinden bahsetti. Ingwë’nin hemen yanında duran oğlu Ingwion babasına baktı. “Orduyu en kısa sürede hazır edeceğim.”
    Finarfin da aynısını söyleyip Tirion’a dönmek üzere hazırlanmaya başladı. Eönwë de Alqualondë’ye gideceğini söyledi. Uinen, Kral Finarfin’le gitmeyi tercih edip Ñoldor’un hazırlanmasına yardım etmeyi seçti. Kafasında kurduğu öncü birliği de Ñoldor’dan bulabileceğine emindi. Eh, ne de olsa onlar Ñoldor’du... Daha fazla açıklamaya ihtiyacı yoktu Uinen’in.
    Finarfin kızının yasını tutuyordu hala. Atının üzerinde hüzünlü gözlerle ilerliyordu Tirion’a.
    “Yıldızlar hala onun yasını tutuyor.” dedi altın saçlı kral başını çevirip yukarı baktığında. Güneş batmaya başlamıştı ve yıldızlar bir bir yerlerinden çıkıyorlardı.
    “Onu en son ne zaman görmüştünüz?” diye sordu Uinen.
    “Öfke Savaşı’nda.” dedi Kral Finarfin. “Savaşların en büyüğü sırasında. Savaşın ilk yılıydı diye hatırlıyorum. Nasıl da sarılmıştı bana.” Finarfin onu daha Birinci Çağ’dan önce kaybetmişti. Fëanor’un konuşmasına ve o konuşmanın ateşine. Uzun yıllar da Orta-Dünya’da kendi topraklarını yönetmişti.
    Ama şimdi Mandos’un Salonları’ndaydı işte ve uzun süreler de çıkamayacaktı.
    Tirion’a vardıklarında Finarfin derhal kumandanlara hazırlanmalarını emretti. Öfke Savaşı’nda Ñoldor büyük kayıplar vermiş olsa da aradan altı bine yakın sene geçmişti ve Bilgeler tekrar güçlenmişlerdi aynı Vanyar gibi.
    Tirion’un mermer sokaklarında yürürlerken sokağın sonunda karanlık bir şekil gördü Finarfin. Uinen onu hemen tanıdı. Mandos buraya ne kadar çabuk gelebilmişti öyle?
    “Sanırım Orta-Dünya’ya öncü bir birlikle gitmek istiyorsun Uinen?” diye sordu Mandos, kral ve Maia yanına kadar geldiklerinde. İkisi de şaşırmıştı elbette. Çevrede pek fazla Elf yoktu, hepsi hummalı bir hazırlığa girişmişlerdi.
    Mandos ne de olsa her şeyi bilirdi. Uinen bu yüzden o kadar da şaşırmadı. “Doğru efendim. Öyle bir planım vardı.”
    Finarfin başını salladı. “Bu iyi bir fikir. Ossë’yi erkenden desteklememiz lazım. Aslında tam bu iş için yollayabileceğim bir ekibim var. Sadece dört bin Elf ama, öncü kuvvet olarak çok uygun olacaklardır. Ossë’nin şimdiden bulabileceği tüm desteğe ihtiyacı var.”
    “Peki bu birliği kimle yollayabilirsiniz? Ben de elbette onlarla gideceğim, ancak bir komutan şart.”
    Finarfin düşünceli bir ifade takındı. “Öncü birliğin kendi komutanı var ancak daha tecrübeli biri gerekiyor. Öfke Savaşı’ndan geriye kalan Elflerin sayısı çok az... Orta-Dünya’yı az da olsa bilen biri iyi olabilirdi.”
   Tirion’ın mermerleri yıldızların güzel ışığıyla boyanırken gökyüzü alabildiğine açıktı ve gece her yönüyle çökmüştü Valinor’un üzerine. Finarfin’in ve Uinen’in altın saçları bir rüzgarla birlikte havalandı ve rüzgarın estiği yönden, altın zırhlı, kuvvetli görünüşlü ve asil bakışlı bir Elf çıkageldi.
    Kral da Maia da şaşırdılar gördüklerine. Mandos çok geçmeden konuştu etkileyici sesiyle: “Kuşkusuz ki Birinci Çağ’ın pek çok kahramanı var. Ñoldor vakti zamanında Valar’a karşı başkaldırıp doğuya gitmiş olsalar da, orada Morgoth’un karanlığıyla yüzlerce sene savaştılar ve aralarından pek çok kahraman görüldü. Eärendil’in oğlu Elrond’a yardım olsun diye ve yaptığı fedakarlığı ödüllendirmek adına bundan uzun bir zaman önce Gondolin’in Altın Çiçek Hanedanı’nın lordu Glorfindel’i ödüllendirmiş ve onu erkenden salıvermiştim. Orta-Dünya’ya gitti ve şu an da Sauron’un karanlığıyla çarpışıyor. O, halkını korumak adına, tek başına bir Balrog’la savaşacak kadar cesurdu ve kendini feda ederek Morgoth’un zebanilerinden birini yanında götürmeyi başarmıştı. O unutulmadı. Ancak tek değildi. Ondan önce Gondolin’in güçlü duvarları arasında tek başına Balrog’la savaşacak kadar cesur biri daha vardı: Hiçbir silahı ya da gücü kalmadığı halde, son bir direnişle Balrogların lordu Gothmog’u katleden Pınarlı Ecthelion. Glorfindel’e verilen şansın ona da verilmesini arzu ettik ve ruhunu serbest bıraktık.”
    Mandos bunu diyerek ortadan kayboldu ancak Finarfin de Uinen de şaşkınlardı. Pınarlı Ecthelion tüm ihtişamı ve gece kadar koyu saçlarıyla karşılarında dikilmişti.

    “Kralım, leydim.” diyerek ikisini de selamladı ve Uinen ona bakarak gülümsedi: “Sanırım aradığımız komutanı bulduk.”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder