31 Temmuz 2015 Cuma

Gölge ve Dalgaların Savaşı - Dördüncü Bölüm: Taurë-nuin-Giliath

Dördündü Bölüm: Taurë-nuin-Giliath

    Sessizlik ormanda yayılırken, ağaçlar yıldız ışığına geçit vermeye başladı ve toprakla beraber tüm çimen ve çiçekler maviye boyandı. Çıplak ayaklarıyla yumuşak toprağın üzerinde ilerleyen biri vardı. Dingin ve sessizdi. Sessizliğin keyfini çıkarmaya çalışıyordu ama kafasında çok fazla şey dönüyordu. Endişeliydi çoğunlukla, ruhu nefes almayı deniyor ama başaramıyordu. Canı derin bir şekilde yanıyor ama kalbindeki gölge bir türlü kalkmıyordu.
    Gölgeler uzanıyordu her bir taraftan, sanki herbiri onu yakalamaya çalışıyordu. Üzerinde ateşlerden bir gözün varlığını hissediyordu ve sağ elinin parmakları adeta cehennem ateşi gibi yanıp tutuşuyordu.
    Adımlarına devam etti, bembeyaz elbisesi toprağa narin narin değerken. Yüzü sert bakıyor, masmavi gözleri ormana, güneye doğru bakıyordu. Yakında bu güzel maviliğin bozulacağını biliyordu ve canı yanıyordu bu yüzden. O kadar uğraşıp didindiği bu şeylerin yok olacağını biliyordu ve elinden hiçbir şey gelmeyecek olması kalbini daha da çok yakıyordu.
    Etrafına bakındı ve kimseyi görmese de varlıklarını hissetti. Herkes ağaçların tepelerine çıkmış, güçlü yaylarına sarınmıştı. Bir kısmı da uzaklarda bir yerlere yerleşmiş, Gölge’nin kendilerine uzanacak ellerini kesmek için mızraklarıyla hazır bekliyorlardı. En iyi yerleri seçmişti hepsi ama sonsuzluk gibi üzerlerine gelecek gölgeleri nasıl durdurabilirlerdi ki? Belki başlarında Morgoth’un uşağı olmasa bir zafer umudu taşımak mümkün olabilirdi, yıldızların ışığı altında gölgeler o kadar güçlü olur muydu? Hayır, düşündü sarı saçlı Elf. Altın saçları yıldızın ışıklarına adeta uyum sağlamış maviye dönüşen bir parıltıyla cevap veriyordu Elbereth’in biricik yavrularına. Saçları uzaktan bir elmas kadar güzel görünüyordu, altın bile sönük kalırdı yanlarında. Öyle ki o güzel saçları için savaş bile başlatılabilirdi uzak diyarlarda.
    Adımları durdu ve karanlığı daha yoğun bir şekilde kalbinde hissetti. Gözbebekleri büyüdü ve kendi kendine fısıldadı: “Geliyorlar.”
    Arkasına döndü ve yıldızların ışığı altında ölü sessizliğin hakim olduğu Lothlórien’de, askerlerinin yanına gitti Leydi Galadriel; Ñoldor’un Aman’daki Yüce Kralı Finarfin’in güzeliği dillere destan kızı. Ay’dan bile yaşlı olan Galadriel adımlarını hızlandırdı böylece ve kocasını bularak yaklaştıklarını söyledi. O sırada durumun artık vahim boyutlara geldiği kesinleşti. Zaman yaklaşıyordu. Sauron geliyordu.
    Lord Celeborn gözlerindeki endişeyi gördüğünde Sauron’un yaklaşmış olduğunu anladı. “Zamanımız az anlaşılan.”
    Galadriel üzüntüyle salladı başını: “Elimiz kolumuz bağlı bekliyoruz. Hiçbir yerden destek de gelmeyecek. Rohan düştü, Gondor düştü, Erebor saldırı altında. Kim bilir bizim sonumuz nasıl olacak?”
    “Ya batı?” diye sordu Celeborn. “Eönwë bir kez daha belirir mi ufuktan? Daha önce Sürgünler için geldiği gibi?”
    “Batı’ya haberler gitti mi bilemiyorum.” dedi Galadriel. “Istari’nin düştüğünü haber almamış olabilirler henüz. Onlar haber alasıya da çok geç kalmış olabiliriz. Geriye kurtaracakları hiçbir şey kalmaz.”
    “Belki de Lord Círdan çoktan bir gemi yollamıştır. Haberler oraya ulaşmış olmalı.” Celeborn yanıbaşında duran ağaca elini koydu ve keder yüzüne yayıldı.
    “Umabileceğimiz en iyi şey o.” dedi Galadriel yıldızların ışığına bakıp. Uzaklarda en parlak yıldızı seçebiliyordu gözleri. “Eärendil acaba başımıza gelenleri gördü mü?” En parlak yıldızdan hiçbir hareketlenme olmadı. Kutsal Silmaril’in parıltısı bu sefer onları kurtarmayacaktı anlaşılan. Gerçi onun kutsal ışıkları çok daha büyük bir kötülüğün dışarı çıkmasını engelliyordu ama yine de Galadriel’in kalbi huzurla dolmuyordu.
    Gözcülerden biri gelip selam durdu Galadriel ve Celeborn’un önünde: “Geliyorlar. Sayıları... Binlerce efendim.”
    Galadriel başını sallayıp yerine dönmesini emretti ve kocasıyla beraber yerlerini aldıklarında orkların savaş çığlıklarını duymaya başladılar. Tüm güçleriyle haykırıyordu Sauron’un hizmetkarları... Orman boyunca sesleri yankılanıyor, ağaçların dallarına ve rüzgarın esişine karışıp yok oluyordu çığlıkları. Kötücül bağırışları yüzünden Elflerin yüzleri buruşuyor Galadriel kulaklarının acıdığını hissediyordu. Parmaklarındaki ısı giderek artıyor, canı daha çok yanıyordu. Demek ki yaklaşıyordu Tek Yüzük ve Efendisi. Nenya’yı kurtarmanın hiçbir yolu olmadığını biliyordu Galadriel ve takmaya devam ederse Sauron’un etkisi altına girebileceğinin de farkındaydı. Hızlı bir karar vermek zorundaydı. O an, Celebrimbor’un hayatta olmasını diledi niyeyse. Belki o, bir şekilde ele geçirilirse Tek Yüzük’ü yok edecek kadar yetenekli bir demirciydi. Ondan yetenekli olan bir tek Fëanor vardı zaten Ilúvatar Çocukları arasında. Maalesef ikisi de Mandos’un Salonları’ndan çıkıp gelemezlerdi ve Kıymet Dağı da çok uzaklardaydı...
    Kalbi tekrar kederle doldu Galadriel’in. Orkların adım adım yaklaşmasını dinlerken Frodo’yu, Sam’i, Pippin’i ve Merry’yi düşündü. O ufaklıklar için üzüldü ve Hobbitlerin geri kalanı için de. Burası düştükten sonra orklar Rivendell’e, Kuyutorman’a ve Erebor’a gideceklerdi. Ama Lórien’in leydisi emindi ki, Sauron az daha Yüzük’ünü yok etmeyi başaran Hobbitlerin memleketini de unutmazdı. Her yeri ateşler içinde görebiliyordu Galadriel.
    Birkaç ay önce Kardeşlik buraya geldiğinde Frodo’nun gördüklerini düşündü. Olası gelecekleri. Bunun olabileceğini düşünmemişti Galadriel. Bu kadar karanlığa gömülebileceklerini bilmiyordu. Gölgenin bu kadar güçlenebileceğini tahmin etmemişti.
    Elrond’a haber gönderebilseydi keşke. En azından batıya kaçma imkanları olabilirdi. Ama ya Sauron çoktan Gri Limanlar’a bile gittiyse? Ya o zaman ne olacaktı?
     Borular öttürüldüğünde mızraklar hep birlikte ileri doğru çevrildi ve keskin gözler ormanın üzerinde dolaştı. Etraf alabildiğine karanlıktı. Sadece yıldızların ışığı düşüyordu aralarına.
    Galadriel o sırada kararını verdi ve parmağından çıkardı Nenya’yı. Uzun zamandır takıyor güzeller güzeli yüzüğünü ama artık vakti gelmişti parmağından çıkarmasının. Aksi takdirde gölgeye düşebilirdi. Karanlık onu ele geçirebilirdi.
    Çığlıklar her yanlarını ele geçirdiğinde öncü savunmaların oklarını salışları geldi kulaklarına. Okların yaylarından kurtuluşları mükemmel bir uyumla oldu ve çıkan ses ormandaki ork çığlıklarına karıştı. Düşen orkların seslerini duyabiliyorlardı adeta. Okların kötücül ete saplanışı ve lanetli çığlıkları Galadriel’in kulaklarını daha da çok acıtmaya başlamıştı. Orklar kısa sürede karşılık vermeye başladılar ve savaş tüm hızıyla bir fırtına gibi tüm Lórien’e yayılmaya başladı. Tüm arazi avantajlarına rağmen Tek Yüzük’ün kudreti, yıllar içinde Nenya’nın burada oluşturduğu her şeyi mahvediyordu ve Elflerin kalplerine korku salıyordu.
    İlk savunma hattını aştığı anlaşılan orklar tüm hızlarıyla saldırdılar Calas Galadhon’a. Tüm güçleriyle. Önlerindeki karanlık lord bir bir saldırıları savuşturup ormanı yakarak ilerledi. Asla acımıyordu ve asla esir almıyordu. Büyüleri ormanı bir yangın yerine çevirirken yıldırımlar her bir yandan kükrüyor, orkların çığlıkları Elflerin acılarını daha da deşiyordu.
    Artık vakit yaklaşıyordu ve savaş hiç olmadığı bir dehşetle ilerlerken ilk orklar görünüre girdi. Anında oklar yağdı üzerlerine ve bir bir yere düştüler. İlk dalganın arkası kesilmedi ve orklar bir sel gibi ilerlerken ok yağmuru onları tutamayacak bir seviyeye gelmeye başladı. Mızraklılara takıldılar bu sefer de. Gümüş kadar güzel mızraklar, ay sayıda olsalar da orkların önüne bir set çekti ve dalgalar bir süreliğine de olsa durakladı. Galadriel yüzüğünü kullanamıyordu, kullanmaktan korkuyordu. Bu sebeple orada dikilmekten başka bir şey de yapamıyordu. İkinci Çağ boyunca Yüzük’ü takmaktan korkmuştu, ancak Sauron düştükten sonra takmaya cesaret edebilmişti. Ya şimdi ne yapacaktı?
    Lord Celeborn kılıcını çekip kendi birlikleriyle ork seline doğru hareketlenirken Leydi Galadriel de katıldı onlara Birinci Çağ boyunca Kraliçe Melian’dan öğrendiği ve kendi Ñoldor kanından gelen tüm büyü gücünü saçtı ork selinin üzerine. Elbette Nenya olmadan istediği kadar güçlü değildi ama o yine de Finarfin’in kızı, Finwë’nin kanıydı!
    Lothlórien’in direnişi büyük hızla devam etti. Ne de olsa daha önce üç defa savunmuşlardı bu güzel ormanı. Ama bu defa işler tıkırında gitmeyecekti, bunu hepsi kalbinde biliyordu. Ve hepsi bundan nefret ediyordu.
    Öyle bir anda çıkageldi Gölge, ait olduğu karanlığın arasından. Tek bir ışık yayılıyordu artık etrafa ve o da Tek Yüzük’ün altın parıltısına aitti. Başka hiçbir ışık yoktu. Yıldızlar sönmüştü sanki. Yüzük’ün büyüsü ağaçların arasına işliyor, kendisininkinden başka hiçbir ışığa geçit vermiyordu. Orkları yana açıldı, kalan Elfler savaşmayı bıraktı ve gözler sadece Yüzüklerin Efendisi’ni izlemeye başladı. Arkasından gelen sekiz Yüzüktayfı kılıçlarını çektiler ve Sauron devasa gürzüyle birlikte, oluşan çemberin ortasına geldi. Zaman durmuş gibiydi.
    “Sauron...” Galadriel’in bakışları nefret ve aşağılamayla doluydu. Korkuya dair en ufak bir iz bile yoktu. Bir elinde Nenya’yı tutuyordu, ancak takmadığı için Sauron’un etkisinden güvende olduğunu düşünüyordu. Şu an saklayabilmeyi çok isterdi. Uzaklara götürebilmeyi... Valinor’a dönebilmeyi de isterdi. Babasını görmeyi....
    “Leydi Galadriel...” diye karşılık verdi Sauron miğferini çıkartıp Gandalf ve Círdan’a gösterdiği nezaketi, elbette Ñoldor’un Fëanor’dan sonra en kudretlisine de, göstererek. “Ne kadar zaman oldu? Altmış sene mi?”
    Galadriel alaylı sorusuna cevap vermedi ve herhangi bir saldırıya hazır bir şekilde öylece bekledi.
    “Ah, şimdi çok farklı görünüyorsun. Bir de Elflerin yaşlanmadığını söylerler. Gerçekten çok tuhaf. Dol Guldur’da nasıl da kudretliydin oysa ki. Bağırıp çağırıyordun...” Sauron en sinsi gülümsemelerinden birini bahşetti. Annatar adıyla Elflere yaklaştığı o günlerden hatırlıyordu Galadriel bu gülümsemeyi.
    “Ne demiştin bana? ‘Burada hiç gücün yok Morgoth’un uşağı!’ mı?” Güldü hafifçe. “Henüz bedenleşememiş bir ruhu, döküntü bir kaleden kovmak kolay tabii. Tabi efendimin adını böylesine kirletmeniz de hiç hoşuma gitmedi.” Sauron birkaç adım attı. İlginç bir şekilde güzel yüzü ve kara zırhı mükemmel bir tezat oluşturuyordu. Kızıla çalan saçları Lothlórien’in rüzgarlarına kapıldı.
    “Halbuki ona adıyla hitap etmeniz daha çok hoşuna gidecektir.”
    “Neyin hoşuna gittiğinin bir önemi var mı sence? Artık Düşman Gece Kapısı’nın ardında ve orada kalmaya da devam edecek.”
    “Arda’nın Kaderleri’nin Efendisi’ne ve Güç İçinde Yükselen efendime böylesi yakıştırmalar yapmak sana hiç yakışmıyor leydim.” Sauron alaycı üslubunu zevkle koruyor gibi görünüyordu. “Bak ne güzel bir ismi var: Melkor... Güç İçinde Yükselen...”
    “Sonun onunkine benzeyecek Sauron.” dedi Galadriel soğuk bir edayla. “Buna emin olabilirsin.”
    “Belki şu an karşında dikilmiyor olsam buna inanabilirdim. Ama beni kim durduracak? Batıdaki efendilerinize herhangi bir haber ulaşacağını mı sanıyorsun?” Sauron özellikle Ossë ile ilgili kısmı anlatmamayı seçmişti. “Gemiyapımcısı Círdan şu an Mordor’un zindanlarında çürüyor ve Gri Limanlar’ın alevi yeni yeni sönüyor olmalı. Hiçbir gemi limandan ayrılamadı ve hiçbir Elf Lindon’da sağ kalmadı. Çok sevgili Güçler’inizin bunlardan haberi olması için aradan çok uzun bir vakit geçmesi gerek.”
    Galadriel o sırada zihnine ulaşmayı denedi Sauron’un. Lórien’in Leydisi’nin Sauron’un zihnine bakabilecek kadar kudretli olduğu söylenirdi. Bunun karşılığında ise Sauron, onun zihnine bakamazdı. Tek Yüzük’ün tüm kudretine rağmen Sauron o an rehavet içindeydi ve Galadriel’in zihnine girmesine engel olamadı. Finarfin’in kızı orada Ossë’yi ve dalgalarını gördü. Onun dehşetini ilk elden yaşamış gibi hissetti ve sadece gözlerine baktığında bile Ulmo’nun Maia’sının asla pes etmeyeceğini anlayabilmişti. Eğer Ossë biliyorsa, Valar’ın da bilmesi uzun sürmezdi.
    Finarfin’in altın saçlı kızı, Işığın Leydisi, orada huzur içinde ölebilirdi artık. Sauron, onun yaptığını fark etmişti ve suratı öfkeyle kaplanırken Galadriel gülümsemişti. “Onlar gelecekler.” dedi cesurca. “Eönwë’yi batıda gördüğün günü hatırlıyor musun Sauron? Tek Yüzük’ün seni kurtaramayacak. Elendil’den, Gil-galad’dan ve Isildur’dan kurtaramadığı gibi. Diz çökeceksin, daha önce hep yaptığın gibi!”
    “Bugün sadece tek bir kişi diz çökecek Galadriel ve o da sen olacaksın. Bu defa burada hiçbir gücü olmayan sensin...” dedi Sauron, adeta önceki söylenenleri umursamadan. “Ve öleceksin!”
    İşte öylece başladı Sauron’un büyük saldırısı. Karşısındakiler kendisine ve sekiz Yüzüktayfı’na karşı koyamazlardı. Yüzük’ü altından bir ateş gibi parladı ve Sauron miğferini takıp gürzünü savurdu. Rüzgarlar ona itaat edip Galadriel’e doğru uçuştular.
    Yıldızların söyledikleri şarkılar artık değişti ve kederleri bin kat arttı. Şarkılar ve hikayeler Finarfin’in kızının nasıl da direndiğini anlatırlar Sauron’un büyüsüne. Hem de tüm gücüyle. Alabildiğine ork öldürmüştür o gün Işığın Leydisi ve güzel yeşil çimenler güneşin doğuşu yaklaştığı sırada siyah ork kanına bulanmıştır. Arasında çok az kızıl görünür derler, Elflerin sayısı orklarınkinden çok azdır çünkü. Ama hepsi düşer. Celeborn karısını savunmaya çalışırken olur canından ve Mandos’un Salonları’nın yolunu tutar. Leydi Galadriel aralarında en son sağ kalan olmuştur. Beş bine yakın Elf’ten en son sağ kalan... Ne de olsa en kudretlileridir aralarında.

    Derin yaralarıyla beraber çimlerin üzerinde yatarken Sauron miğferini bir kez daha çıkartmış ve öldürmeden evvel Nenya’yı Galadriel’in yanı başından almıştır. Şarkılar derler ki Galadriel korkusuzca bakmış Sauron’un yüzüne ve Karanlıklar Efendisi leydinin canını alırken tüm orman ölüm sessizliğine boğulmuş ve Elbereth’in tüm yıldızları Leydi Galadriel’in yasını tutmuş...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder