Altıncı Bölüm: Sağ Kalan
Yeminkar
Ayrıkvadi’nin her tarafı dolup taşmaya
başlamışken Lord Elrond, kızının yanında öylece oturmuş derin kederine çare
olmaya çalışıyordu. Hava kasvetliydi. Sonbaharın en boğucu havalarından birine
tanıklık ediyorlardı. Yapraklar hiç olmadıkları kadar sararıyor, gökyüzü hiç
olmadığı kadar bulutlanıyordu. Eldar yıldız ışığını severdi, ancak hasret
kalmışlardı. Güneşin ışığını bile o kadar çok göremiyorlardı.
Arwen en kötü haberleri duymuştu.
Aragorn’un düştüğünü biliyordu. Ruhu acılar içindeydi ve Elrond’un elinden
hiçbir şey gelmiyordu ama kızı tüm gücüyle ağlamıştı, şu an sadece derin derin
nefes alıyor, boş gözlerle yerdeki taşları seyrediyordu.
Lindir, uzun boyuyla içeri girdi. Biraz
utana sıkıla Elrond’a seslendi: “Lordum.”
Baba ve kızı başlarını kaldırıp Lindir’e
baktılar. Lindir devam etti: “Gelenler var.”
Ses tonundan gelenlerin ork ya da Sauron
olmadığını anlamıştı Elrond. “Kim?”
“İnsanlar.” dedi Lindir. “Akın akın insan
geliyor lordum, kuzeyden ve güneyden. Özellikle de batıdan.”
Ayrıkvadi lordu şaşırmıştı. “Batıdan mı?”
Başını salladı Lindir. Serin odadan dışarı
doğru çıkarken Arwen’i kederiyle yalnız bıraktılar ve Orta-Dünya’nın karanlık
atmosferine beraber adım attılar. “Arnor’un kalıntılarının arasındaki pek çok
insan bir şeyden kaçarak buralara gelmiş.”
Basamakları inip ana kapıya doğru
yürürlerken Elrond endişe ve kuşkuyla ona baktı: “Sauron’un eli çoktan oraya
ulaştı mı?”
Başını iki yana salladı uzun boylu Elf:
“Gri Limanlar’a gittiğini biliyoruz ama oradaki işini bitirince Mordor’a
döndüğü de kesin. Orklarının başına.”
“Ve Lothlórien’e saldırdığı da...” Elrond
karanlık düşüncelere kapıldı, ancak Leydi Galadriel’in ona söylediği son
sözleri çabucak kafasından atıp konuya döndü. “Öyleyse kimden kaçtılar?”
“Siz sorarsanız daha iyi olur diye düşündüm
Lordum.” dedi Lindir eliyle ana kapıda biriken yüzlerce insanı göstererek.
Ayrıkvadi son direnme noktalarından biri olacaktı kuşkusuz. Ancak tutmaları
mümkün değildi. Sauron en önde duvarlarına saldırırken mümkün değildi.
Mülteciler yüzlerce kişiydi. Kuzeyli
insanlar oldukları belliydi ve korku içindelerdi. Genelde gri ve kahverengi
kııyafetlere sarınmış, yorgun argın yüzlerle oldukları yerde şaşkın gözlerle
Ayrıkvadi’yi inceliyorlardı. Büyülenmiş gibiydi hepsi. Elrond liderleri
olduğunu düşündüğü adama doğru giderken Elfçe onlara yemek ve su getirilmesini
emretti.
İnsanlar Elrond’u görünce, asaletinden olsa
gerek, oldukları yere sindiler ve pek çoğu eğilerek selam verdi. “Lideriniz
kim?” diye sordu Elrond onlara.
Kırklı yaşlarında bir adam öne çıktı:
“Benim, efendim. Adım Minil.”
İnsanların Bree’den kaçtıklarını öğrendi.
Zorlu bir yolculuk geçirmişlerdi ama hızlı hareket etmişlerdi.
“Neyden kaçtınız?” diye sordu Elrond ona.
Minil’in yüzüne gölge düştü. Bakışlarını
kaçırdı. Acı bir anıyı, keskin bir korkuyu tekrar yaşıyor gibiydi. “Onu uzaktan
görmemiz bile yetti. Yanında çok fazla asker yoktu ama öfkeyle doluydu...
Bağırıyor, çağırıyor, intikam yeminleri ediyordu sanki. Devasa bir dalga gibi
uzanıyordu. Daha önce hiçbir şeyden o kadar korktuğumu hatırlamıyorum. Sadece
bir an bakabildim ona. Tüm Bree korku içinde titredi. Geride kalanlara ne
olduğunu bilmiyorum.”
Elrond duyduklarına şaşırmıştı. “Sauron’dan
bahsetmiyorsun değil mi?”
“Hayır. Sauron gibi karanlıklar içinde
değildi. Yüzük taktığı da yoktu. Mavimsi bir zırhı vardı, uzun boyluydu. gümüş
rengi saçları vardı sanki ama miğferinden dolayı emin olamıyorum. Çok uzun süre
görme fırsatım olmadı.”
Ayrıkvadi’nin lordu neler olup bittiğini
anlamaya çalışıyordu. “O kim olabilir ki?”
“Bilmiyoruz efendim ama Sauron’dan yana mı
ondan emin olamasak bile korkutucu olduğunu garanti edebilirim size. Sauron’un
tekrar yükseldiği haberleri geldiğinden beri korku içinde yaşıyorduk zaten. Bu
da artık kaçmamıza sebep oldu.”
Elrond elini onun omzuna koydu. “Burada
güvendesiniz. Dinlenin.” O bu sözleri söylerken bir boru duyuldu uzaklardan.
Hüzünlü hüzünlü Imladris boyunca yankılandı ve duvarlara çarpıp kayboldu.
Yaralılarla ilgilenen bir Elf bunu duymuştu ve başını kaldırıp kapıların ardına
baktı: “Bu Rohirrim borusu!”
Bir heyecan dalgası sardı etrafı ve
gözcülerden “Kapıları açın!” sesleri yükseldi. “Elladan ve Elrohir geliyor!” Elrond
ve Lindir hızla ana kapıya doğru yöneldiler ve kapılar gürültüyle açıldı ve
uzaklardan görülen bayrak seline Elrond bile epey şaşırdı. Şaşkınlığı dile
getiren Lindir oldu: “Kaç kişiler öyle?”
“Yüzlerce”den fazla oldukları kesindi,
içeri girmeleri uzun sürdü. En önde Elrond’un oğulları ve Rohirrim’in komutanı
olduğu belli olan nispeten yaşlı bir adam gelmişti. Yerleştiler hızla ve Elrond
oğullarıyla hasret giderdi. Çalışma odalarından birinde, geniş olanlarından bir
tanesinde, Rohirrim’in komutanı onları bekliyordu. Elrond oğullarıyla birlikte
onun yanına gitti.
“Lord Elrond.” diyerek selam verdi ona
Rohirrim. “Ben Erkenbrand.”
Elrond tanımıştı Erkenbrand’ı. Gandalf’la
birlikte Hornburg Savaşı’nın kaderinin değiştirilmesinde büyük rol oynamıştı.
Kısa selamlaşmaların ardından Erkenbrand, Elrond’un oğullarına baktı:
“Oğullarınız sayesinde hayattayız lordum. Topraklarımızı kaybettik ama en
azından onlar için savaşabiliriz.”
“Elladan ve Elrohir’in geri dönmesini ben
de beklemiyordum ancak Valar merhametli. Topraklarınız için üzgünüm, umarım
onları tekrar güzel sancağınız üstünde dalgalanırken görebilirsiniz.” Elrond
bunu tüm yüreğiyle dilemişti.
“Neler oldu anlatın bana.”
“Elladan ve ben Kara Kapı’nın düştüğü
haberi üzerine kuzeye yöneldik. Aragorn’un geçitleri korumak üzere bıraktığı
Rohirrim’le karşılştık yolda, bize katıldılar ve hızla Edoras’a giderek
Erkenbrand’ı uyardık. Onlar da orada savunamayacaklarını biliyorlardı.” diye
anlattı Elrohir.
“Doğal olarak Hornburg’ü düşündük, ancak
Sauron’a karşı tek başımıza savaşamayacağımız kesindi. Üstüne üstlük Sauron
yolları denetlesinler diye silahlı orklar ve troller yollamıştı.” diyerek devam
etti Erkenbrand.
“Biz de onları buraya davet ettik Atar.”
diye tamamladı Elladan onu. “En azından Imladris güçlü bir kale.”
“İyi yapmışsınız.” diyerek onayladı Elrond.
Endişeli bir gözle baktı pencereden dışarıya doğru. Bir umutsuzluk dalgası
çöreklendi yüreğine. Onlara batıda yükselen yeni tehditten bahsetti ve
fikirlerini aldı. Hiçbirinin o bahsedilen miğferli adamın kim olduğuna dair bir
fikri yoktu.
“Kaç askeriniz var lordum?” diye sordu
Elrond, Erkenbrand’a.
“Beş bin Rohirrim atlısı.”
“Öyleyse hepiniz batıya gidin.”
Elladan da, Elrohir de, Erkenbrand da
şaşkın şaşkın baktılar Lord Elrond’a. “Nasıl yani?” dedi Rohirrim kumandanı.
“Batıdaki tehdidin ne olduğunu görmeye
gidin. Araştırın. Anlatılanlardan yükselen bu gücün bir İnsan ya da Elf
olmayacağı belli.”
“Yani bir Maia mı?” diye sordu Elrohir
şaşkın bir şekilde. “Valar bu kadar erken yardım göndermiş olamaz.”
“Bilemeyiz.” dedi Elrond. “Ancak kuzey hala
güvenli, Rohirrim de oraya en hızlı şekilde ulaşabilir. Eğer dostsa onu
güçlendirmiş oluruz ve yardımlarını bekleriz. Düşmansa neler yapılacağına da
Lord Erkenbrand karar verebilir.”
Ölçüp tarttılar aralarında ve uzun uzun
konuştular. En sonunda Erkenbrand, Elrond’u haklı buldu ve batıya doğru gitmeye
karar verdi. Gün batarken beş bin askeri uğurlayan Elrond ve çocukları
atlıların gidişini seyretti ve daha o dakika Elrond’un kalbine bir karanlık
çöreklendi. Gölge’yi beklerken aklına batıdaki yeni rüzgarlar takıldı ve zihni
oralarda dolaştı.
Güneş iki defa Arien’in rehberliğinde
Arda’yı turlayıp iki gün geçtiğinde Imladris savunmalarını hazırlamış ve üstüne
çökmek için fırsat kollayan gölgelerdeki hayaletlerin uzun kollarına karşı
gözlerini dört açmıştı. Elrond sarı zırhını kuşanmış, İlk Çağ’dan kurtarmayı
başardığı Nogrod yapımı kılıcını kınına takmıştı. Güneş üçüncü defa batmaya
hazırlanırken gölgeler en uzun hallerini almaya başladılar ve bir rüzgar onlara
eşlik etti.
Altın Çiçek Hanedanı’nın reisi, Balrog
katili ve Mandos’un Salonları’ndan dönmeyi başaran Elf Lordu Glorfindel içeri
girdiğinde orkların yaklaştığını haber almışlardı. “Gölge yaklaşıyor.”
“Artık bizim için son geldi.” dedi Elrond.
“Ne kadar çabalasak da olmadı. Yüzük ona geri döndü ve karanlık üstümüze
çöktü.”
Glorfindel derin bir nefes alarak pervaza
dayandı elleriyle ve batan güneşi seyretti. “Orkların ayak seslerini duyar
gibiyim.” Altın saçları güneşin kızıl ışıklarından dolayı kızıla çalan bir
renkte gözüküyordu ama dalgalarına rüzgar eşlik etmiyordu.
“Ben de öyle.” dedi Elrond ve ona doğru
baktı. “Sıkıştık. Çıkamıyoruz.”
“İronik aslında.” dedi Glorfindel, kendini
gülümsemeye zorlayarak. “Tarih tekerrür ediyor. Bundan altı bin yıl önce
Karanlıklar Efendisi’ne karşı son umut ve son kale olan Gondolin’in içinde
sıkışıp kalmıştım. O zaman da orkları duyar gibiydim. Balrogların kükremeleri
kulaklarıma geliyordu sanki. Ejderhaların alevlerini ensemde hissediyordum.
Şimdi de Sauron’un yüzüğünün parlaması gözümü alıyor sanki. Büyük karanlığın
bir kopyası önümüzde uzanıyor.”
“Ama ondan kurtulmayı başardın.”
“Arkamda küller bırakarak...” dedi
Glorfindel. Uzun bir sessizlik oldu. Elrond, ona o günler hakkında soracağı her
şeyi sormuştu zaten. Tek yapabilecekleri gölgenin gelişini beklemekti. Aklına
yeni bir fikir gelmiş gibi bakan Glorfindel kaşlarını çattı. “Lordum.”
“Evet?” dedi Elrond ona dönerek.
“O karanlık günlerden nasıl kurtulduğumuzu
hatırlarsınız. Babanız gidip bizzat Valar’dan yardım istemişti. Eğer Sauron’un
karanlığından kurtulmak istiyorsak da bu defa Eärendil’in oğlu gitmelidir belki
de.”
Elrond şaşırmış gözlerle baktı ona. “Halkımı
ve kalemi yalnız bırakamam lordum.”
Glorfindel ona baktı ve gülümsedi. Bir
elini çenesine koydu. Güneşin son ışıkları da ufukta kaybolurken Elrond’un
gözlerine baktı. “Yalnız bırakmayacaksınız. Başlarında ben olacağım. Vilya’yı
da bırakmanız gerekecek. Gri Limanlar’a gidecek, eğer bir gemi kaldıysa
Valar’ın yanına gideceksiniz ve babanızın yaptığı gibi yardımlarını
isteyeceksiniz. Nasılsa Eldar’dan sayılmayı istediniz ve en az benim kadar bir
Ñoldo’sunuz. Valinor’a kabul edileceksiniz ve biz de aradığımız yardımı
bulacağız. Eğer zamanında bulamayacak olsak bile Mandos’un Salonları’nı bir kez
daha ziyaret eder, halkımıza orada da yol gösteririm. Sauron’un karanlığına
karşı savaşarak ölmekten hepsi gurur duyacaktır.”
Tartışmaları uzun sürdü. Elrond en başta
elbette ki kabul etmediyse de, birilerinin Batı’ya gönderilmesi gerektiğinin
farkındaydı. Güvendiği birkaç kişiyi yollamayı teklif etti. Glorfindel ise ikna
olmadı ama Elrond’un da ikna olmaya niyeti yoktu. En sonunda orkların elinden
artık nasılsa kurtulamayacağını söyleyerek kalması konusunda Glorfindel’i de
ikna etti.
Bu sırada borular öttürüldü ve herkesin
bakışları kapılara doğru kaydı. Elrond da Glorfindel de yerlerini aldılar ve
askerlerinin başına geçtiler. Oğulları ve Arwen de geldi. Arwen tüm kederini
kenara bırakıp silahlarını kuşanmıştı ve Lúthien’in bir yansıması misali
yıldızlardan parçalar saçarak askerlerin arasında gezindi.
Borular yaklaştı ve sesler arttı. Kapıya
vurulmaya başlandı. GÜM sesleri her yanı sardı. Hepsi karanlığı üzerinde
hissediyordu ve kapıdan gelen sesler çok geçmeden son buldu. Herkes bir
şeylerin döndüğünü anlamıştı. Elrond, Glorfindel’e baktı. “Şimdi de o geliyor.
MANWA!”
Herkes hazırola geçti ve mızraklar öne
doğrultuldu. Mızrakların bıçaklarının seslerini keskin bir büyü patlaması takip
etti ve Imladris’in kapısı toz ve ateşler içerisinde paramparça oldu.
Glorfindel işte o anda, güzel sesiyle
haykırdı: “Natúra apairë en Ñoldor!”
Herkes onu tekrar etti: “Natúra apairë en
Ñoldor!”
İşte savaş o sırada başladı ve ork
yığınları yerine sadece tek bir kişi gördüler: Yüzüklerin Efendisi’ni.
Sauron ağır adımlarla ve korku dolu
bakışlar arasında ilerledi. Orkları da kapıdan yavaş yavaş girmeye başladılar
ve sessizlik ölüm gibi üzerlerine çöktü. Imladris’in asıl kısmına giriş sadece
köprüden mümkündü ve Elrond o kısma çok güvense de Sauron’a karşı
tutamayacaklarının farkındaydı. Sauron ilginç bir şekilde orklarını önden
yollamak yerine kendisi yaklaşmayı sürdürdü ve her adımında zaman yavaşladıkça
yavaşladı. Köprüye adım atmakta da tereddüt etmedi ve fırtınayı başlatacak
sözler Elrond’un ağzından döküldü: “LEITHIO I PHILINN!”
Okçuların yayları böylece orkların ölüm
şarkısını söylemeye başladı ve Sauron oklardan kendini korusa da arkasındaki
birlikleri bundan nasibini aldı ama orkların hiçbiri durdurak bilmedi.
Cesetlerin üzerine basarak ilerlemeye devam ettiler ve köprünün önünde bekleyen
savunma Sauron’un tek bir saldırısyla çözündü. Imladris artık düşüşüne çok
yakındı.
Şarkılar kuşkusuz Imladris’in Düşüşü’nü
Sauron’un en büyük zaferlerinden biri olarak anlatacaktı, çünkü o kadar kaybı
başka hiçbir savaşta vermemişti. Imladris’in Elfleri öyle bir savaşmışlardı ki
Sauron onlardan herhangi birini öldürmek için en az beş orkundan fedakarlık
yapmak zorunda kalmıştı. Elbereth’in gözbebekleri altında Imladris kana boğuldu
ve Elrond son savunmaların arkasına çekilmek zorunda kaldı. Kalbi kederliydi.
Kızı Arwen ve oğlu Elrohir esir düşmüştü. Elladan yanıbaşındaydı ve Glorfindel
ortalıklarda yoktu ama savaşmasının sesi herbir yandan duyuluyordu. Kılıcını
her savuruşu Imladris’te yankılanıyor, devirdiği orkların gürültüsü taş
zeminden gökyüzüne yükseliyordu.
Elrond onun dediklerini düşündü. Zihninde
bir bir yankılandı sözleri. En sonunda “ÑOLDOR’UN ZAFERİ BÜYÜK OLACAK!” diye
bağırdığında sesleri kesildi ve Elrond ona yardım edemediği için kalbindeki
karanlıkla öylece durduğu yerde kalıverdi. Gelen orklar askerleri tarafından
bir bir düşürülüyor ve Karanlıklar Efendisi henüz bu tarafa hareket etmiyordu.
Ama bu uzun sürmedi ve çok geçmeden savunma
hattının önünde belirdi tüm karanlığı ve haşmetiyle Karanlıklar Efendisi.
Miğferi takılıydı hala ve Elrond onun karşısına çıktı. Söyleyecek bir şeyi
yoktu, Sauron’un da ona söyleyecekleri kalmamıştı. Üstelik ne istediği de
belliydi. Sauron ona büyüsünü yaptığında Elrond, Vilya’yı parmaklarından çoktan
çıkarmıştı ve Sauron’un ona vurduğu gürze engel olamayarak birkaç metre ileri
uçtu. Karanlıklar Efendisi ona doğru yürüdü ve düşürdüğü Vilya’yı yanıbaşından
alıverdi karanlık elleriyle. Öldürücü hamleyi yapmaya hazırlanırken oğlu
Elrohir’in çığlıkları duyuldu ve birkaç askerle beraber Sauron’a saldırdılar
arkadan.
“ATAR!” diye bağırdı ona Elrohir. “BURADAN
GİTMEK ZORUNDASIN!”
Elrond ona yardım çağırmak zorunda olduğunu
biliyordu. Elrohir’in de Glorfindel’in de haklı olduğunu biliyordu. Zorlukla
yerinden kalktı ve bir bir düşen askerlerin arasından geçip Elladan ve birkaç
askeriyle birlikte gizli geçitlere doğru yöneldi. Sauron, Elrohir’le
uğraşırken, Elladan’ın kardeşinin arkasından hüzünle baktığını gördü ama o
karanlık figürün arkasında karanlık lordla korkusuzca mücadele eden Elrohir
onlara bakıp sadece gülümsedi ve yıldızlar aydınlatmış gibi parlak yüzüyle
onlara veda etti.
Sauron birnevi Elrond’un gidişini
umursamadı. Valar’a haberin ulaştığını zaten biliyordu. Vilya’yı da ellerinden
almıştı ve Imladris’teki zaferi kesin olmuştu. Elrohir aradan çok geçmeden
askerleriyle birlikte düştü ama onun hikayesi henüz bitmedi. Şarkılar henüz
Elrohir’in kılıcı ve miğferinden bahsetmeyi bırakmamıştı.
Elrond ve beraberindeki yirmi beş askerin
nasıl olup da Gri Limanlar’a kadar gittikleri hiçbir hikayede yazmamıştı.
Sadece birkaç mülteciyle yolda karşılaştıkları ve hızla batıya yol aldıkları
bilinirdi. En sonunda Gri Limanları gördüklerinde ise içlerinde yanan son umut
alevleri de sönüvermişti.
“Alevler içinde.” Elladan’ın sesi şarkılardaki
gibi hüzünle çıkmıştı.
“Henüz tüm umudumuzu kaybetmeyelim.” dedi
Elrond ve hızla adımlarına devam etmeye başladı. Durmuş olan kafile de peşisıra
onu takip ettiler. Gri Limanlar’dan yükselen alevlerin dumanları sürekli
harlanıyormuş gibi yükseliyor ve güçleniyordu. Yol uzun sürmüştü ama artık bir
sonu vardı. İyi ya da kötü.
Adımları sona yaklaşıp şehir iyice büyürken
gözleri önünde Elrond bir rahatsızlık hissetti ve etrafına bakındı. Huzursuz
olmuştu ve sanki izleniyormuş gibi hissediyordu. Her adımında huzursuzluk hissi
daha da arttı.
Elini kılıcının kabzasından ayırmadı ve çok
geçmeden kötü hislerinin sebebini anladı.
Elliden fazla ork ağaçların arkasından
fırlayarak üzerlerine gelmeye başladı. Limanlar’a çok yakın olsalar da orada
hiç Elf olmadığı belliydi. Aksine her yer ork kaynıyor gibiydi.
Elrond ve askerleri kılıçlarına sarıldılar
ve onları beklediği anlaşılan orkları karşıladılar. Sayıları azdı ama orkların
devamı asla bitmeyecek gibi geliyorlardı. Gri Limanlar’dan da bir hareketlilik
gözüne çarptı Elrond’un. Uzaktaki kara şekiller Gölge sanki onlara karanlıkta
yayılma emri vermişçesine pusu birliğine yardıma gelmeye başladılar.
Imladris halkı büyük bir cesaretle
savaşmaya başlasa da işleri kötü gidiyordu. Bir bir askerleri düşüyor, Elrond yoruluyor,
Elladan’ın kılıcı öncekinden daha az can almaya başlıyordu. Her kılıçlarını
savuruşlarında daha az ork yere düşüyor, daha çok Elda kanı Gri Limanlar’ın
güzel topraklarını kırmızıya boyuyordu. Ork çığlıkları her yanlarını sarmaya
başladı.
Karşısından gelen bir kılıcı karşılayarak
orku biçen Elrond için zaman bir anda durdu. Ufukta, batıda, hareketli şekiller
görmüştü. Sanki deniz canlanmış da dalgaları kafasına göre hareket ediyor
gibiydi. Ulmo çağrılarını duyup da mı gelmişti acaba? Yoksa onlar gemi miydi?
Elrond hayal gördüğünü sandı bir an. Gözlerine inanamadı.
Teleri’nin kuğu gemileri kendilerini belli
edecek kadar yaklaştıklarında, Limanlar’daki saldırıyı fark etmiş olacaklar ki
borularını öttürdüler ve adeta gelişlerini haber verdiler. Bu orkların biraz
dikkatini dağıtmış olsa da Elrond sonunun yaklaştığının farkındaydı.
Bugün şanslı bir gün olmalıydı. Bugün
Valar’ın tüm kutu onlarla birlikte olmalıydı.
Elrond yere kapaklanmıştı, on beşten fazla ork ona yakındı ve ağaçların her yanından birer tanesi fırlıyordu sanki. Karanlık
her yanlarına yayılıyor Elladan babasına ulaşmak için yırtınıyordu. Orkların
kaptanı olduğu anlaşılan bir tanesi kılıcını kaldırmıştı ve Elrond’la gözgöze
gelmişti. Elladan kılıcını etrafında alevler varmış gibi savurarak önündeki
orkları biçti ama babasına ulaşamadığı için çıldırıyordu. Derken çok uzağında
olmayan bir yerde, yaklaşan birini gördü. Tek bir kişiyi. Bir ork değildi,
alabildiğine uzun boyluydu. Seçebildiği kadarıyla sarı bir zırh giyiyordu ve
inanılmaz kirli mavi bir pelerini vardı. Ama o kadar kirlenmişti ki, bazı
yerlerine gri bile denebilirdi. Saçları kuzguni siyah rengindeydi. Yürüşüyünde
bile öyle bir tını vardı ki Elladan böyle bir şeyi daha önce görmemişti. Belki
Leydi Galadriel’in asaletiyle dahi yarışabilirdi.
Uzun bir kılıç tutuyordu elinde. Gözlerinin
nasıl baktığını göremiyordu ama saçları da kıyafetleri gibi kir içerisindeydi.
Şiddetlenen çarpışmaya hemen atılmak için koşmaya başladığında Elladan nedense
içinin huzur dolduğunu hissetti. Huzurla beraber bir karanlık gelse de yanında.
İkisinin bir arada bulunabileceğini hiç düşünmemişti.
Kara saçlı adam öyle bir atılmıştı ki
orkların üzerine, Elladan böylesi bir kılıç yeteneğini Lord Glorfindel’de bile
görmemişti. Babasının stilini andırıyordu ama ondan çok daha kıvrak ve
hızlıydı. Ve oldukça da ölümcül...
Orklar bir bir düşmeye başladılar ve yeni
adamın yarattığı kılıç fırtınasının içine dalmaktan kurtuldular. Ayakta kalmayı
başaran bir avuç Imladris askeri kara saçlı adamın etrafında toplanmaya
başladılar. Hepsi ayaklarını yere sağlamca bastı ve Elf olduğu anlaşılan kara
saçlı adam ağzını bile açmamasına rağmen orkların cehennemi oldu ve Elrond da
ayağa kalkarak ona katıldı ve Teleri’nin kuğugemileri limana demir atacak kadar
yaklaştıklarında, bir avuç adam yüze yakın orkun cesedinin üzerinde duruyordu.
Kara saçlı Elf sayesinde toparlandılar ve hızlıca Teleri’yi karşılamak üzere
limanlara doğru yürüyen orklara doğru koşmaya başladılar. Elladan, kara saçlı
Elf’in tüm dikkatini öne verdiğini gördü ve kimse ağzını bile açmadı.
Gri Limanlar’a sonunda girebildiklerinde
yüzlerce orkun limanda uzandığını gördüler ve gemilerin içinde sapsarı zırhları
bir deniz gibi uzanan binlerce Ñoldo... Gil-galad’ın ordusunu tekrar görür gibi
olduğunu hissetti Elrond. Sanki birazdan Gil-galad da inecekti onlarla beraber
ve Mordor’a saldırı emri verdiğindeki gibi güzel sesiyle bağıracaktı... Ama
öyle olmadı...
Gemilerden öncelikle masmavi elbiseli bir
kadın indi. Güzelliği, yıldızların ışıklarındaki narin bir şarkı gibiydi.
Sapsarı saçları denizin dalgalarını andırıyordu ve masmavi gözleri arkasındaki
denizden farksızdı. Orklar hemen üzerine doğru saldırıya geçtiler ama tuhaf bir
şey oldu ve denizden dev dalgalar kadının hizmetine girerek orkları püskürttüler
ve asaleti kara saçlı Elf’le yarışır başka bir Elf de o gemiden atlayarak
kadına katıldı ve gelen tüm Ñoldor gemilerden deniz gibi akarak orkların üzerine Morgoth’un alev
nehirleri misali atıldılar.
Çok geçmeden tüm orkların cesetleri boylu
boyunca Gri Limanlar’ı kaplıyordu.
Ortalık yatıştığında cesetlerin arasında
gezindiler ve iki grup birleşti. Koskoca ordu sessizliğe gömülmüştü ve çıt
çıkmıyordu. Binlerce asker öylece bekliyordu limanlarda. Sessizlik içerisinde.
Sağ kurtulan bir avuç Imladris askeri Uinen’den alamıyordu gözlerini.
Şaşkınlıkla onu izliyorlardı. Ñoldor’un büyük bir kısmı ise kara saçlı Elf’e
bakıyorlardı.
Bir rüzgar çıktı ve Elflerin arasından,
aynı diğeri gibi siyah saçlı bir elf yaklaştı Imladris’ten sağ kalanların
yanına ve kara saçlı Elf’in önüne kadar gelerek kılıcını çekti. Hareketinden
tehdit algılamıştı Elladan ve neler olacağından korktu. Bu adam, kara saçlı
Elf’i tanıyor muydu?
Adam kılıcıyla bekledi bir anlığına. O an
çok uzun sürdü ya da Elladan için zaman durmuştu. Pek çok Elf’in şaşkın
bakışları arasında kılıcını çeken Ñoldo ucunu yere vurdu sertçe ve dizleri
üzerine çökerek selam durdu.
Arkasındaki ordudan da şaşkın bakışlar
yükseliyordu ve herkes neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Elladan zamanın bir
türlü ileri akmamasından dolayı boğulacak gibi hissediyordu. Sonsuzluk gibi bir
anda diz çöken Elf tüm gücüyle haykırdı ve komutanları dışında tüm ordu diz
çöktü.
Kara saçlı Elf kederli gözlerle izledi
onların diz çöküşünü ve en öndeki askerin haykırışı Elladan’ın kulaklarından
uzun bir süre boyunca gitmedi. O kara saçlı Elf’in yüzündeki kederin,
duruşundaki asaletin ve kılıcı kullanışındaki zarafetin asla gitmeyeceği gibi.
Askerin ardından tüm ordu da onu tekrar etti ve Gri Limanlar’ın duvarları
Ñoldor’un güçlü ve gür sesleriyle inledi:
“SELAM OLSUN PRENS MAGLOR’A!”
“SELAM OLSUN PRENS MAGLOR’A!”
Notlar:
1) Natúra apairë en Ñoldor!:
“Ñoldur’un zaferi büyük olacak!” demektir. Burada Gondolin’in Düşüşü sırasında
Kral Turgon’un söylediği “Natúra apairë en Ñoldoli! (Ñoldoli’nin zaferi büyük
olacak!)” sözüne bir gönderme yapılmıştır. Turgon bunu Kayıp Öyküler
Kitabı-1’de söylediğinden dolayı sözdeki “Ñoldoli” kısmı hikayenin son haline
uygun olarak Ñoldor olarak düzenlenmiştir.
2) Atar: “Baba” demektir.
3) Manwa: “Hazır” demektir.
4) Leithio i Philinn: “Okları
salın!” demektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder