9 Ağustos 2015 Pazar

Gölge ve Dalgaların Savaşı - Altıncı Bölüm: Sağ Kalan Yeminkar

Altıncı Bölüm: Sağ Kalan Yeminkar

    Ayrıkvadi’nin her tarafı dolup taşmaya başlamışken Lord Elrond, kızının yanında öylece oturmuş derin kederine çare olmaya çalışıyordu. Hava kasvetliydi. Sonbaharın en boğucu havalarından birine tanıklık ediyorlardı. Yapraklar hiç olmadıkları kadar sararıyor, gökyüzü hiç olmadığı kadar bulutlanıyordu. Eldar yıldız ışığını severdi, ancak hasret kalmışlardı. Güneşin ışığını bile o kadar çok göremiyorlardı.
    Arwen en kötü haberleri duymuştu. Aragorn’un düştüğünü biliyordu. Ruhu acılar içindeydi ve Elrond’un elinden hiçbir şey gelmiyordu ama kızı tüm gücüyle ağlamıştı, şu an sadece derin derin nefes alıyor, boş gözlerle yerdeki taşları seyrediyordu.
    Lindir, uzun boyuyla içeri girdi. Biraz utana sıkıla Elrond’a seslendi: “Lordum.”
    Baba ve kızı başlarını kaldırıp Lindir’e baktılar. Lindir devam etti: “Gelenler var.”
    Ses tonundan gelenlerin ork ya da Sauron olmadığını anlamıştı Elrond. “Kim?”
    “İnsanlar.” dedi Lindir. “Akın akın insan geliyor lordum, kuzeyden ve güneyden. Özellikle de batıdan.”
    Ayrıkvadi lordu şaşırmıştı. “Batıdan mı?”
    Başını salladı Lindir. Serin odadan dışarı doğru çıkarken Arwen’i kederiyle yalnız bıraktılar ve Orta-Dünya’nın karanlık atmosferine beraber adım attılar. “Arnor’un kalıntılarının arasındaki pek çok insan bir şeyden kaçarak buralara gelmiş.”
    Basamakları inip ana kapıya doğru yürürlerken Elrond endişe ve kuşkuyla ona baktı: “Sauron’un eli çoktan oraya ulaştı mı?”
    Başını iki yana salladı uzun boylu Elf: “Gri Limanlar’a gittiğini biliyoruz ama oradaki işini bitirince Mordor’a döndüğü de kesin. Orklarının başına.”
    “Ve Lothlórien’e saldırdığı da...” Elrond karanlık düşüncelere kapıldı, ancak Leydi Galadriel’in ona söylediği son sözleri çabucak kafasından atıp konuya döndü. “Öyleyse kimden kaçtılar?”
    “Siz sorarsanız daha iyi olur diye düşündüm Lordum.” dedi Lindir eliyle ana kapıda biriken yüzlerce insanı göstererek. Ayrıkvadi son direnme noktalarından biri olacaktı kuşkusuz. Ancak tutmaları mümkün değildi. Sauron en önde duvarlarına saldırırken mümkün değildi.
    Mülteciler yüzlerce kişiydi. Kuzeyli insanlar oldukları belliydi ve korku içindelerdi. Genelde gri ve kahverengi kııyafetlere sarınmış, yorgun argın yüzlerle oldukları yerde şaşkın gözlerle Ayrıkvadi’yi inceliyorlardı. Büyülenmiş gibiydi hepsi. Elrond liderleri olduğunu düşündüğü adama doğru giderken Elfçe onlara yemek ve su getirilmesini emretti.
    İnsanlar Elrond’u görünce, asaletinden olsa gerek, oldukları yere sindiler ve pek çoğu eğilerek selam verdi. “Lideriniz kim?” diye sordu Elrond onlara.
    Kırklı yaşlarında bir adam öne çıktı: “Benim, efendim. Adım Minil.”
    İnsanların Bree’den kaçtıklarını öğrendi. Zorlu bir yolculuk geçirmişlerdi ama hızlı hareket etmişlerdi.
    “Neyden kaçtınız?” diye sordu Elrond ona.
    Minil’in yüzüne gölge düştü. Bakışlarını kaçırdı. Acı bir anıyı, keskin bir korkuyu tekrar yaşıyor gibiydi. “Onu uzaktan görmemiz bile yetti. Yanında çok fazla asker yoktu ama öfkeyle doluydu... Bağırıyor, çağırıyor, intikam yeminleri ediyordu sanki. Devasa bir dalga gibi uzanıyordu. Daha önce hiçbir şeyden o kadar korktuğumu hatırlamıyorum. Sadece bir an bakabildim ona. Tüm Bree korku içinde titredi. Geride kalanlara ne olduğunu bilmiyorum.”
    Elrond duyduklarına şaşırmıştı. “Sauron’dan bahsetmiyorsun değil mi?”
    “Hayır. Sauron gibi karanlıklar içinde değildi. Yüzük taktığı da yoktu. Mavimsi bir zırhı vardı, uzun boyluydu. gümüş rengi saçları vardı sanki ama miğferinden dolayı emin olamıyorum. Çok uzun süre görme fırsatım olmadı.”
    Ayrıkvadi’nin lordu neler olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. “O kim olabilir ki?”
    “Bilmiyoruz efendim ama Sauron’dan yana mı ondan emin olamasak bile korkutucu olduğunu garanti edebilirim size. Sauron’un tekrar yükseldiği haberleri geldiğinden beri korku içinde yaşıyorduk zaten. Bu da artık kaçmamıza sebep oldu.”
    Elrond elini onun omzuna koydu. “Burada güvendesiniz. Dinlenin.” O bu sözleri söylerken bir boru duyuldu uzaklardan. Hüzünlü hüzünlü Imladris boyunca yankılandı ve duvarlara çarpıp kayboldu. Yaralılarla ilgilenen bir Elf bunu duymuştu ve başını kaldırıp kapıların ardına baktı: “Bu Rohirrim borusu!”
    Bir heyecan dalgası sardı etrafı ve gözcülerden “Kapıları açın!” sesleri yükseldi. “Elladan ve Elrohir geliyor!” Elrond ve Lindir hızla ana kapıya doğru yöneldiler ve kapılar gürültüyle açıldı ve uzaklardan görülen bayrak seline Elrond bile epey şaşırdı. Şaşkınlığı dile getiren Lindir oldu: “Kaç kişiler öyle?”
    “Yüzlerce”den fazla oldukları kesindi, içeri girmeleri uzun sürdü. En önde Elrond’un oğulları ve Rohirrim’in komutanı olduğu belli olan nispeten yaşlı bir adam gelmişti. Yerleştiler hızla ve Elrond oğullarıyla hasret giderdi. Çalışma odalarından birinde, geniş olanlarından bir tanesinde, Rohirrim’in komutanı onları bekliyordu. Elrond oğullarıyla birlikte onun yanına gitti.
    “Lord Elrond.” diyerek selam verdi ona Rohirrim. “Ben Erkenbrand.”
    Elrond tanımıştı Erkenbrand’ı. Gandalf’la birlikte Hornburg Savaşı’nın kaderinin değiştirilmesinde büyük rol oynamıştı. Kısa selamlaşmaların ardından Erkenbrand, Elrond’un oğullarına baktı: “Oğullarınız sayesinde hayattayız lordum. Topraklarımızı kaybettik ama en azından onlar için savaşabiliriz.”
    “Elladan ve Elrohir’in geri dönmesini ben de beklemiyordum ancak Valar merhametli. Topraklarınız için üzgünüm, umarım onları tekrar güzel sancağınız üstünde dalgalanırken görebilirsiniz.” Elrond bunu tüm yüreğiyle dilemişti.
    “Neler oldu anlatın bana.”
    “Elladan ve ben Kara Kapı’nın düştüğü haberi üzerine kuzeye yöneldik. Aragorn’un geçitleri korumak üzere bıraktığı Rohirrim’le karşılştık yolda, bize katıldılar ve hızla Edoras’a giderek Erkenbrand’ı uyardık. Onlar da orada savunamayacaklarını biliyorlardı.” diye anlattı Elrohir.
    “Doğal olarak Hornburg’ü düşündük, ancak Sauron’a karşı tek başımıza savaşamayacağımız kesindi. Üstüne üstlük Sauron yolları denetlesinler diye silahlı orklar ve troller yollamıştı.” diyerek devam etti Erkenbrand.
    “Biz de onları buraya davet ettik Atar.” diye tamamladı Elladan onu. “En azından Imladris güçlü bir kale.”
    “İyi yapmışsınız.” diyerek onayladı Elrond. Endişeli bir gözle baktı pencereden dışarıya doğru. Bir umutsuzluk dalgası çöreklendi yüreğine. Onlara batıda yükselen yeni tehditten bahsetti ve fikirlerini aldı. Hiçbirinin o bahsedilen miğferli adamın kim olduğuna dair bir fikri yoktu.
    “Kaç askeriniz var lordum?” diye sordu Elrond, Erkenbrand’a.
    “Beş bin Rohirrim atlısı.”
    “Öyleyse hepiniz batıya gidin.”
    Elladan da, Elrohir de, Erkenbrand da şaşkın şaşkın baktılar Lord Elrond’a. “Nasıl yani?” dedi Rohirrim kumandanı.
    “Batıdaki tehdidin ne olduğunu görmeye gidin. Araştırın. Anlatılanlardan yükselen bu gücün bir İnsan ya da Elf olmayacağı belli.”
    “Yani bir Maia mı?” diye sordu Elrohir şaşkın bir şekilde. “Valar bu kadar erken yardım göndermiş olamaz.”
    “Bilemeyiz.” dedi Elrond. “Ancak kuzey hala güvenli, Rohirrim de oraya en hızlı şekilde ulaşabilir. Eğer dostsa onu güçlendirmiş oluruz ve yardımlarını bekleriz. Düşmansa neler yapılacağına da Lord Erkenbrand karar verebilir.”
    Ölçüp tarttılar aralarında ve uzun uzun konuştular. En sonunda Erkenbrand, Elrond’u haklı buldu ve batıya doğru gitmeye karar verdi. Gün batarken beş bin askeri uğurlayan Elrond ve çocukları atlıların gidişini seyretti ve daha o dakika Elrond’un kalbine bir karanlık çöreklendi. Gölge’yi beklerken aklına batıdaki yeni rüzgarlar takıldı ve zihni oralarda dolaştı.
    Güneş iki defa Arien’in rehberliğinde Arda’yı turlayıp iki gün geçtiğinde Imladris savunmalarını hazırlamış ve üstüne çökmek için fırsat kollayan gölgelerdeki hayaletlerin uzun kollarına karşı gözlerini dört açmıştı. Elrond sarı zırhını kuşanmış, İlk Çağ’dan kurtarmayı başardığı Nogrod yapımı kılıcını kınına takmıştı. Güneş üçüncü defa batmaya hazırlanırken gölgeler en uzun hallerini almaya başladılar ve bir rüzgar onlara eşlik etti.
    Altın Çiçek Hanedanı’nın reisi, Balrog katili ve Mandos’un Salonları’ndan dönmeyi başaran Elf Lordu Glorfindel içeri girdiğinde orkların yaklaştığını haber almışlardı. “Gölge yaklaşıyor.”
    “Artık bizim için son geldi.” dedi Elrond. “Ne kadar çabalasak da olmadı. Yüzük ona geri döndü ve karanlık üstümüze çöktü.”
    Glorfindel derin bir nefes alarak pervaza dayandı elleriyle ve batan güneşi seyretti. “Orkların ayak seslerini duyar gibiyim.” Altın saçları güneşin kızıl ışıklarından dolayı kızıla çalan bir renkte gözüküyordu ama dalgalarına rüzgar eşlik etmiyordu.
    “Ben de öyle.” dedi Elrond ve ona doğru baktı. “Sıkıştık. Çıkamıyoruz.”
    “İronik aslında.” dedi Glorfindel, kendini gülümsemeye zorlayarak. “Tarih tekerrür ediyor. Bundan altı bin yıl önce Karanlıklar Efendisi’ne karşı son umut ve son kale olan Gondolin’in içinde sıkışıp kalmıştım. O zaman da orkları duyar gibiydim. Balrogların kükremeleri kulaklarıma geliyordu sanki. Ejderhaların alevlerini ensemde hissediyordum. Şimdi de Sauron’un yüzüğünün parlaması gözümü alıyor sanki. Büyük karanlığın bir kopyası önümüzde uzanıyor.”
    “Ama ondan kurtulmayı başardın.”
    “Arkamda küller bırakarak...” dedi Glorfindel. Uzun bir sessizlik oldu. Elrond, ona o günler hakkında soracağı her şeyi sormuştu zaten. Tek yapabilecekleri gölgenin gelişini beklemekti. Aklına yeni bir fikir gelmiş gibi bakan Glorfindel kaşlarını çattı. “Lordum.”
    “Evet?” dedi Elrond ona dönerek.
    “O karanlık günlerden nasıl kurtulduğumuzu hatırlarsınız. Babanız gidip bizzat Valar’dan yardım istemişti. Eğer Sauron’un karanlığından kurtulmak istiyorsak da bu defa Eärendil’in oğlu gitmelidir belki de.”
    Elrond şaşırmış gözlerle baktı ona. “Halkımı ve kalemi yalnız bırakamam lordum.”
    Glorfindel ona baktı ve gülümsedi. Bir elini çenesine koydu. Güneşin son ışıkları da ufukta kaybolurken Elrond’un gözlerine baktı. “Yalnız bırakmayacaksınız. Başlarında ben olacağım. Vilya’yı da bırakmanız gerekecek. Gri Limanlar’a gidecek, eğer bir gemi kaldıysa Valar’ın yanına gideceksiniz ve babanızın yaptığı gibi yardımlarını isteyeceksiniz. Nasılsa Eldar’dan sayılmayı istediniz ve en az benim kadar bir Ñoldo’sunuz. Valinor’a kabul edileceksiniz ve biz de aradığımız yardımı bulacağız. Eğer zamanında bulamayacak olsak bile Mandos’un Salonları’nı bir kez daha ziyaret eder, halkımıza orada da yol gösteririm. Sauron’un karanlığına karşı savaşarak ölmekten hepsi gurur duyacaktır.”
    Tartışmaları uzun sürdü. Elrond en başta elbette ki kabul etmediyse de, birilerinin Batı’ya gönderilmesi gerektiğinin farkındaydı. Güvendiği birkaç kişiyi yollamayı teklif etti. Glorfindel ise ikna olmadı ama Elrond’un da ikna olmaya niyeti yoktu. En sonunda orkların elinden artık nasılsa kurtulamayacağını söyleyerek kalması konusunda Glorfindel’i de ikna etti.
    Bu sırada borular öttürüldü ve herkesin bakışları kapılara doğru kaydı. Elrond da Glorfindel de yerlerini aldılar ve askerlerinin başına geçtiler. Oğulları ve Arwen de geldi. Arwen tüm kederini kenara bırakıp silahlarını kuşanmıştı ve Lúthien’in bir yansıması misali yıldızlardan parçalar saçarak askerlerin arasında gezindi.
    Borular yaklaştı ve sesler arttı. Kapıya vurulmaya başlandı. GÜM sesleri her yanı sardı. Hepsi karanlığı üzerinde hissediyordu ve kapıdan gelen sesler çok geçmeden son buldu. Herkes bir şeylerin döndüğünü anlamıştı. Elrond, Glorfindel’e baktı. “Şimdi de o geliyor. MANWA!”
    Herkes hazırola geçti ve mızraklar öne doğrultuldu. Mızrakların bıçaklarının seslerini keskin bir büyü patlaması takip etti ve Imladris’in kapısı toz ve ateşler içerisinde paramparça oldu.
    Glorfindel işte o anda, güzel sesiyle haykırdı: “Natúra apairë en Ñoldor!”
    Herkes onu tekrar etti: “Natúra apairë en Ñoldor!”
    İşte savaş o sırada başladı ve ork yığınları yerine sadece tek bir kişi gördüler: Yüzüklerin Efendisi’ni.
    Sauron ağır adımlarla ve korku dolu bakışlar arasında ilerledi. Orkları da kapıdan yavaş yavaş girmeye başladılar ve sessizlik ölüm gibi üzerlerine çöktü. Imladris’in asıl kısmına giriş sadece köprüden mümkündü ve Elrond o kısma çok güvense de Sauron’a karşı tutamayacaklarının farkındaydı. Sauron ilginç bir şekilde orklarını önden yollamak yerine kendisi yaklaşmayı sürdürdü ve her adımında zaman yavaşladıkça yavaşladı. Köprüye adım atmakta da tereddüt etmedi ve fırtınayı başlatacak sözler Elrond’un ağzından döküldü: “LEITHIO I PHILINN!”
    Okçuların yayları böylece orkların ölüm şarkısını söylemeye başladı ve Sauron oklardan kendini korusa da arkasındaki birlikleri bundan nasibini aldı ama orkların hiçbiri durdurak bilmedi. Cesetlerin üzerine basarak ilerlemeye devam ettiler ve köprünün önünde bekleyen savunma Sauron’un tek bir saldırısyla çözündü. Imladris artık düşüşüne çok yakındı.
    Şarkılar kuşkusuz Imladris’in Düşüşü’nü Sauron’un en büyük zaferlerinden biri olarak anlatacaktı, çünkü o kadar kaybı başka hiçbir savaşta vermemişti. Imladris’in Elfleri öyle bir savaşmışlardı ki Sauron onlardan herhangi birini öldürmek için en az beş orkundan fedakarlık yapmak zorunda kalmıştı. Elbereth’in gözbebekleri altında Imladris kana boğuldu ve Elrond son savunmaların arkasına çekilmek zorunda kaldı. Kalbi kederliydi. Kızı Arwen ve oğlu Elrohir esir düşmüştü. Elladan yanıbaşındaydı ve Glorfindel ortalıklarda yoktu ama savaşmasının sesi herbir yandan duyuluyordu. Kılıcını her savuruşu Imladris’te yankılanıyor, devirdiği orkların gürültüsü taş zeminden gökyüzüne yükseliyordu.
    Elrond onun dediklerini düşündü. Zihninde bir bir yankılandı sözleri. En sonunda “ÑOLDOR’UN ZAFERİ BÜYÜK OLACAK!” diye bağırdığında sesleri kesildi ve Elrond ona yardım edemediği için kalbindeki karanlıkla öylece durduğu yerde kalıverdi. Gelen orklar askerleri tarafından bir bir düşürülüyor ve Karanlıklar Efendisi henüz bu tarafa hareket etmiyordu.
    Ama bu uzun sürmedi ve çok geçmeden savunma hattının önünde belirdi tüm karanlığı ve haşmetiyle Karanlıklar Efendisi. Miğferi takılıydı hala ve Elrond onun karşısına çıktı. Söyleyecek bir şeyi yoktu, Sauron’un da ona söyleyecekleri kalmamıştı. Üstelik ne istediği de belliydi. Sauron ona büyüsünü yaptığında Elrond, Vilya’yı parmaklarından çoktan çıkarmıştı ve Sauron’un ona vurduğu gürze engel olamayarak birkaç metre ileri uçtu. Karanlıklar Efendisi ona doğru yürüdü ve düşürdüğü Vilya’yı yanıbaşından alıverdi karanlık elleriyle. Öldürücü hamleyi yapmaya hazırlanırken oğlu Elrohir’in çığlıkları duyuldu ve birkaç askerle beraber Sauron’a saldırdılar arkadan.
    “ATAR!” diye bağırdı ona Elrohir. “BURADAN GİTMEK ZORUNDASIN!”
     Elrond ona yardım çağırmak zorunda olduğunu biliyordu. Elrohir’in de Glorfindel’in de haklı olduğunu biliyordu. Zorlukla yerinden kalktı ve bir bir düşen askerlerin arasından geçip Elladan ve birkaç askeriyle birlikte gizli geçitlere doğru yöneldi. Sauron, Elrohir’le uğraşırken, Elladan’ın kardeşinin arkasından hüzünle baktığını gördü ama o karanlık figürün arkasında karanlık lordla korkusuzca mücadele eden Elrohir onlara bakıp sadece gülümsedi ve yıldızlar aydınlatmış gibi parlak yüzüyle onlara veda etti.
    Sauron birnevi Elrond’un gidişini umursamadı. Valar’a haberin ulaştığını zaten biliyordu. Vilya’yı da ellerinden almıştı ve Imladris’teki zaferi kesin olmuştu. Elrohir aradan çok geçmeden askerleriyle birlikte düştü ama onun hikayesi henüz bitmedi. Şarkılar henüz Elrohir’in kılıcı ve miğferinden bahsetmeyi bırakmamıştı.
    Elrond ve beraberindeki yirmi beş askerin nasıl olup da Gri Limanlar’a kadar gittikleri hiçbir hikayede yazmamıştı. Sadece birkaç mülteciyle yolda karşılaştıkları ve hızla batıya yol aldıkları bilinirdi. En sonunda Gri Limanları gördüklerinde ise içlerinde yanan son umut alevleri de sönüvermişti.
    “Alevler içinde.” Elladan’ın sesi şarkılardaki gibi hüzünle çıkmıştı.
    “Henüz tüm umudumuzu kaybetmeyelim.” dedi Elrond ve hızla adımlarına devam etmeye başladı. Durmuş olan kafile de peşisıra onu takip ettiler. Gri Limanlar’dan yükselen alevlerin dumanları sürekli harlanıyormuş gibi yükseliyor ve güçleniyordu. Yol uzun sürmüştü ama artık bir sonu vardı. İyi ya da kötü.
    Adımları sona yaklaşıp şehir iyice büyürken gözleri önünde Elrond bir rahatsızlık hissetti ve etrafına bakındı. Huzursuz olmuştu ve sanki izleniyormuş gibi hissediyordu. Her adımında huzursuzluk hissi daha da arttı.
    Elini kılıcının kabzasından ayırmadı ve çok geçmeden kötü hislerinin sebebini anladı.
    Elliden fazla ork ağaçların arkasından fırlayarak üzerlerine gelmeye başladı. Limanlar’a çok yakın olsalar da orada hiç Elf olmadığı belliydi. Aksine her yer ork kaynıyor gibiydi.
    Elrond ve askerleri kılıçlarına sarıldılar ve onları beklediği anlaşılan orkları karşıladılar. Sayıları azdı ama orkların devamı asla bitmeyecek gibi geliyorlardı. Gri Limanlar’dan da bir hareketlilik gözüne çarptı Elrond’un. Uzaktaki kara şekiller Gölge sanki onlara karanlıkta yayılma emri vermişçesine pusu birliğine yardıma gelmeye başladılar.
    Imladris halkı büyük bir cesaretle savaşmaya başlasa da işleri kötü gidiyordu. Bir bir askerleri düşüyor, Elrond yoruluyor, Elladan’ın kılıcı öncekinden daha az can almaya başlıyordu. Her kılıçlarını savuruşlarında daha az ork yere düşüyor, daha çok Elda kanı Gri Limanlar’ın güzel topraklarını kırmızıya boyuyordu. Ork çığlıkları her yanlarını sarmaya başladı.
    Karşısından gelen bir kılıcı karşılayarak orku biçen Elrond için zaman bir anda durdu. Ufukta, batıda, hareketli şekiller görmüştü. Sanki deniz canlanmış da dalgaları kafasına göre hareket ediyor gibiydi. Ulmo çağrılarını duyup da mı gelmişti acaba? Yoksa onlar gemi miydi? Elrond hayal gördüğünü sandı bir an. Gözlerine inanamadı.
    Teleri’nin kuğu gemileri kendilerini belli edecek kadar yaklaştıklarında, Limanlar’daki saldırıyı fark etmiş olacaklar ki borularını öttürdüler ve adeta gelişlerini haber verdiler. Bu orkların biraz dikkatini dağıtmış olsa da Elrond sonunun yaklaştığının farkındaydı.
    Bugün şanslı bir gün olmalıydı. Bugün Valar’ın tüm kutu onlarla birlikte olmalıydı.
    Elrond yere kapaklanmıştı, on beşten fazla ork ona yakındı ve ağaçların her yanından birer tanesi fırlıyordu sanki. Karanlık her yanlarına yayılıyor Elladan babasına ulaşmak için yırtınıyordu. Orkların kaptanı olduğu anlaşılan bir tanesi kılıcını kaldırmıştı ve Elrond’la gözgöze gelmişti. Elladan kılıcını etrafında alevler varmış gibi savurarak önündeki orkları biçti ama babasına ulaşamadığı için çıldırıyordu. Derken çok uzağında olmayan bir yerde, yaklaşan birini gördü. Tek bir kişiyi. Bir ork değildi, alabildiğine uzun boyluydu. Seçebildiği kadarıyla sarı bir zırh giyiyordu ve inanılmaz kirli mavi bir pelerini vardı. Ama o kadar kirlenmişti ki, bazı yerlerine gri bile denebilirdi. Saçları kuzguni siyah rengindeydi. Yürüşüyünde bile öyle bir tını vardı ki Elladan böyle bir şeyi daha önce görmemişti. Belki Leydi Galadriel’in asaletiyle dahi yarışabilirdi.
    Uzun bir kılıç tutuyordu elinde. Gözlerinin nasıl baktığını göremiyordu ama saçları da kıyafetleri gibi kir içerisindeydi. Şiddetlenen çarpışmaya hemen atılmak için koşmaya başladığında Elladan nedense içinin huzur dolduğunu hissetti. Huzurla beraber bir karanlık gelse de yanında. İkisinin bir arada bulunabileceğini hiç düşünmemişti.
    Kara saçlı adam öyle bir atılmıştı ki orkların üzerine, Elladan böylesi bir kılıç yeteneğini Lord Glorfindel’de bile görmemişti. Babasının stilini andırıyordu ama ondan çok daha kıvrak ve hızlıydı. Ve oldukça da ölümcül...
    Orklar bir bir düşmeye başladılar ve yeni adamın yarattığı kılıç fırtınasının içine dalmaktan kurtuldular. Ayakta kalmayı başaran bir avuç Imladris askeri kara saçlı adamın etrafında toplanmaya başladılar. Hepsi ayaklarını yere sağlamca bastı ve Elf olduğu anlaşılan kara saçlı adam ağzını bile açmamasına rağmen orkların cehennemi oldu ve Elrond da ayağa kalkarak ona katıldı ve Teleri’nin kuğugemileri limana demir atacak kadar yaklaştıklarında, bir avuç adam yüze yakın orkun cesedinin üzerinde duruyordu. Kara saçlı Elf sayesinde toparlandılar ve hızlıca Teleri’yi karşılamak üzere limanlara doğru yürüyen orklara doğru koşmaya başladılar. Elladan, kara saçlı Elf’in tüm dikkatini öne verdiğini gördü ve kimse ağzını bile açmadı.
    Gri Limanlar’a sonunda girebildiklerinde yüzlerce orkun limanda uzandığını gördüler ve gemilerin içinde sapsarı zırhları bir deniz gibi uzanan binlerce Ñoldo... Gil-galad’ın ordusunu tekrar görür gibi olduğunu hissetti Elrond. Sanki birazdan Gil-galad da inecekti onlarla beraber ve Mordor’a saldırı emri verdiğindeki gibi güzel sesiyle bağıracaktı... Ama öyle olmadı...
    Gemilerden öncelikle masmavi elbiseli bir kadın indi. Güzelliği, yıldızların ışıklarındaki narin bir şarkı gibiydi. Sapsarı saçları denizin dalgalarını andırıyordu ve masmavi gözleri arkasındaki denizden farksızdı. Orklar hemen üzerine doğru saldırıya geçtiler ama tuhaf bir şey oldu ve denizden dev dalgalar kadının hizmetine girerek orkları püskürttüler ve asaleti kara saçlı Elf’le yarışır başka bir Elf de o gemiden atlayarak kadına katıldı ve gelen tüm Ñoldor gemilerden deniz  gibi akarak orkların üzerine Morgoth’un alev nehirleri misali atıldılar.
       Çok geçmeden tüm orkların cesetleri boylu boyunca Gri Limanlar’ı kaplıyordu.
    Ortalık yatıştığında cesetlerin arasında gezindiler ve iki grup birleşti. Koskoca ordu sessizliğe gömülmüştü ve çıt çıkmıyordu. Binlerce asker öylece bekliyordu limanlarda. Sessizlik içerisinde. Sağ kurtulan bir avuç Imladris askeri Uinen’den alamıyordu gözlerini. Şaşkınlıkla onu izliyorlardı. Ñoldor’un büyük bir kısmı ise kara saçlı Elf’e bakıyorlardı.
    Bir rüzgar çıktı ve Elflerin arasından, aynı diğeri gibi siyah saçlı bir elf yaklaştı Imladris’ten sağ kalanların yanına ve kara saçlı Elf’in önüne kadar gelerek kılıcını çekti. Hareketinden tehdit algılamıştı Elladan ve neler olacağından korktu. Bu adam, kara saçlı Elf’i tanıyor muydu?
    Adam kılıcıyla bekledi bir anlığına. O an çok uzun sürdü ya da Elladan için zaman durmuştu. Pek çok Elf’in şaşkın bakışları arasında kılıcını çeken Ñoldo ucunu yere vurdu sertçe ve dizleri üzerine çökerek selam durdu.
    Arkasındaki ordudan da şaşkın bakışlar yükseliyordu ve herkes neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Elladan zamanın bir türlü ileri akmamasından dolayı boğulacak gibi hissediyordu. Sonsuzluk gibi bir anda diz çöken Elf tüm gücüyle haykırdı ve komutanları dışında tüm ordu diz çöktü.
    Kara saçlı Elf kederli gözlerle izledi onların diz çöküşünü ve en öndeki askerin haykırışı Elladan’ın kulaklarından uzun bir süre boyunca gitmedi. O kara saçlı Elf’in yüzündeki kederin, duruşundaki asaletin ve kılıcı kullanışındaki zarafetin asla gitmeyeceği gibi. Askerin ardından tüm ordu da onu tekrar etti ve Gri Limanlar’ın duvarları Ñoldor’un güçlü ve gür sesleriyle inledi:
    “SELAM OLSUN PRENS MAGLOR’A!”
    “SELAM OLSUN PRENS MAGLOR’A!”

Notlar:
1) Natúra apairë en Ñoldor!: “Ñoldur’un zaferi büyük olacak!” demektir. Burada Gondolin’in Düşüşü sırasında Kral Turgon’un söylediği “Natúra apairë en Ñoldoli! (Ñoldoli’nin zaferi büyük olacak!)” sözüne bir gönderme yapılmıştır. Turgon bunu Kayıp Öyküler Kitabı-1’de söylediğinden dolayı sözdeki “Ñoldoli” kısmı hikayenin son haline uygun olarak Ñoldor olarak düzenlenmiştir.
2) Atar: “Baba” demektir.
3) Manwa: “Hazır” demektir.
4) Leithio i Philinn: “Okları salın!” demektir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder