21 Ağustos 2015 Cuma

Gölge ve Dalgaların Savaşı - Yedinci Bölüm: Sahibine Dönen Kılıç

Yedinci Bölüm: Sahibine Dönen Kılıç

    “SELAM OLSUN PRENS MAGLOR’A!” çığlıklarıyla inledi Gri Limanlar. Askerler defalarca bağırdı ve Uinen bile şaşkınlıkla kalakaldı. Çığlık tufanı sona erdiğinde ve en önde diz çöken asker konuştuğunda her yer sessizleşti: “Birinci Çağ’ın karanlığında ve Morgoth’un zulmü sırasında, ben Kral Finrod’un sancağı altında çarpışmıştım. Dagor Alcarin* sırasında da Prens Maedhros ve Prens Maglor’un atlarının ardında at sürme onuruna eriştim ve zaferlerine tanık oldum. Kuşkusuz ki Maglor Geçidi’ni savunan ve Morgoth’a karşı en önde savaşan bir lordun burada olması beni oldukça şaşırttı efendim.”
    “Adın ne?” diye sordu Maglor ona. Sanki sesi uzun zamandır çıkmıyordu. Zorlukla konuşmuş gibiydi. Ama sesi o kadar gür ve güzeldi ki Elladan tarif edecek kelime bulamıyordu. Askerin önünde bir kule gibi uzanmış bekliyor, yöneltilen övgülerden pek de memnun görünmüyordu. Övgü almak istemiyordu. Alacağı hiçbir övgü onun kalbindeki yaraya merhem olamazdı.
    “Luinil** prensim.” diye cevap verdi adam dik durarak ve ona gururla bakarak.
    “Beni iyi hatırlamana şaşırdım.” dedi Maglor. Sesi bu defa da kederli çıkmıştı. Kederliden ziyade ruhunu kaybetmiş bir adamın şevki ve pişmanlığın gölgesiyle.
       “Öldüğünüzü duymuştuk.”
    “Sanırım herkes öyle sanıyor. Yalan da değil Luinil. Bir ölüden farkım yok. Ruhumu çoktan kaybettim. Mandos’un Salonları’ndaki acıdan daha fazlasını çekiyorum.”
    Sessizlik çöktü o anda aralarına. Luinil üzülmüştü. Prens’in bu halde olması yüreğini yaralamıştı. “Bir ölüden farkınız olmasa prensim, az önce pek çok Elf’i kurtarmış olmazdınız.”
    Maglor o an diğerlerinin farkında varmış gibi oldu ve eliyle Luinil’e kalkmasını işaret etti. “Ben artık hiçbir yerin prensi değilim.” O sırada Uinen ve Ecthelion’la göz göze geldi. “Leydim. Lordum.” diyerek onları selamladı. “Denizlerin leydisini ve Gothmog’un Felaketi’ni buralarda görmeyi beklemezdim.”
    Uinen Luinil’in yanına kadar geldi. “Haberleri duymuş olmalısın Kanafinwë.”
    “Orta-Dünya’ya gölgenin düştüğünü biliyorum. Gri Limanlar’ın durumunu merak ettiğim için gelmiştim ve çok uzaklardan yanan ateşi görmüştüm. Hislerim beni yanıltmamış.”
    “Morgoth pençelerini ona o kadar derin geçirdi ki...” dedi Uinen.
    “Sauron asla ondan daha az kötü olmadı.” diye onu tamamladı Ecthelion. “Ama kuşkusuz ki hala umut varmış Orta-Dünya için. Eğer bir Ñoldorin prens buracıkta karşımıza çıkıyorsa, Hizmetkar’ın korkacak çok fazla şeyi var demektir. Eärendil’in oğlunun da hala yaşadığını hesaba katarsak...” dedi Ecthelion. Maglor arkasına döndü o sırada ve Elladan gülümsediğine şaşırdı. Ondan şu an bir gülümseme beklemiyordu. “Elrond.” dedi Maglor, sakince.
    Elrond da gülümseyişe karşılık verdi ve çok eski bir dostu görmüş misali yaklaştı Maglor’a. “Kanafinwë.” dedi Elrond ve iki Elf güçlüce kucaklaştılar. “Sizi özledim lordum.”
    “Ben de seni Elrond.” dedi Maglor ona. Elini omzuna koydu. “Seni en son gördüğümde kardeşinle beraber Valar’ın Ordusu’na katılmak üzere ayrılıyordunuz yanımızdan.”
    Biraz söyleştiler öylece. Özlemle ve kederle. Elrond, cidden onları son gördüğünde kendi “esirlik” hayatından ayrılıyor ve yanında kardeşi Elros’la beraber Valar’ın Ordusu’na katılmak üzere gidiyordu. Maglor da kardeşi Maedhros’la beraber onların gidişini seyrediyordu. En başta esirleri olsalar da ikisiyle de bir bağ kurmuştu Elrond ve Elros ve en sonunda yanından ayrılmak istediklerinde, Maedhros, Elrond’a ikinci kılıcını vermişi, Elros da Maglor’un kılıcını hediye olarak beline takmıştı.
    “Sizi görmek gerçekten güzel.” dedi Ecthelion Maglor’a.
    “Sizi de öyle. Sayısız Gözyaşı’nda gelişinizi hala unutmuş değilim.”
    “Yapmamız gerekeni yaptık.”
    Maglor tekrar selam verdi onlara. “Görevim sona erdiğine göre artık ıssız yaşamıma ve şarkılarıma geri dönebilirim sanırım. Hepinizi görmek çok güzeldi.” Arkasına dönüp adım atmaya başladığında hepsi şaşkın şaşkın ona baktılar ve Elrond anında seslendi ona doğru. “Nereye lordum?”
      “Orta-Dünya’nın atmosferine kendimi tekrar kaptıramam Elrond.”
    “Ama size ihtiyacımız var.” diye seslendi ona Uinen. “Eönwë gelene dek Sauron’u oyalamak zorundayız. Bu savaş siz yanımızdayken bile zor Prens Maglor. Sizsiz ne hale düşeriz bir düşünün.” Güzel gözleri endişeyle baktı ona doğru, ardında umut kırıntılarıyla. Maglor yarı arkasını dönük bir şekilde kaldı ve Denizlerin Leydisi’nin bakışlarındaki endişe kalbine kadar işledi.
    “Sizin kadar iyi bir kumandana sahip değiliz lordum.” diyerek onu destekledi Ecthelion. En az Maglor’unki kadar siyah saçları rüzgara uyum sağlarken sarı zırhı güneşle beraber parlıyordu. “Sayenizde neler başarabileceğimizi bir düşünün.”
    Maglor başını yukarı kaldırdı hafifçe ve ona derin bir bakış fırlattı. “Bir karanlık lordu yenmekte başarısız olduk. Yeminimizi tutamadık. Silmarilleri kaybettik. Gerçekten elinizdeki en iyisi ben miyim? Üç defa akrabalarını katleden ben?”
       Uinen ona doğru yürüdü. “Valar affedicir. Affedilmeyecek suç yoktur.”
       “Mesele benim kendimi affetmem.” diye karşılık verdi Maglor.
    “Dagor Aglareb’deki zaferiniz ya da Morgoth’un güçlerine karşı defalarca savunma yapmanız mühim şeyler değil mi lordum?” diye sordu Ecthelion ona. Maglor bir şey diyemedi. Kalbindeki keder her ne kadar yoğun olsa da Sauron’a karşı verilecek savaşta Orta-Dünya’nın Özgür Halkları’na büyük yardımda bulunabilirdi.
    Bu defa rüzgar öyle bir kuvvetlendi ki herkesin dikkatini çekti. Bulutlar toplandı gökyüzünde, rüzgar uğuldadı tüm gücüyle ve bir anda Gri Limanlar’ın üzerinde büyük bir dalga belirdi. Dalga bir anda şekillenerek önlerinde devasa bir kule misali dikiliverdi. Birinci Çağ’da dikildiği gibi Orta-Dünya’nın kıyılarına çıkmıştı bir kez daha Ulmo. Uzun bir zamanın ardından bizzat gelmişti.
    “Ey Fëanor oğlu Maglor!” diye seslendi ona. Ñoldor onu daha yeni gördüklerinden bu defa o kadar şaşkınlık geçirmediler ve eğilerek selam verdiler, ancak Elrond ve adamları şaşkındılar. Özellikle Maglor hayalet görmüş gibi bakıyordu. Bir Vala görmeyeli altı bin yıldan fazla zaman olmuş olmalıydı. “Orta-Dünya’nın yeteneklerine ihtiyacı varken çekip gidecek misin? Sizin için gerçek umut Batı’da uzanıyor, daha önce de olduğu gibi. Ama artık lanetli bir soy değilsiniz. Sen de lanetli değilsin. Üstelik cezanı çektin. Çekmedin mi? Hala çekmeye devam etmek mi istiyorsun? Hayatına devam etmenin vakti gelmedi mi?”
    Maglor önünde diz çöktü Ulmo’nun. Gözyaşlarını görebiliyordu Elladan. Kalbi onun için hüzünle doldu. Maglor diyecek bir şey bulamamıştı ve kalmayı kabul etti. “Lanetimiz yüzünden olsa gerek Sayısız Gözyaşı’nda ihanete uğradık ve bu yüzden Ñoldor’un kaderi çok acı oldu. Bu defa aynısı olmayacağına güveniyorum. Üstelik Sauron Ñoldor’un gücünü iyi bilir. Ona tekrar göstermek gerek.”
    Ulmo gülümseyerek başını salladı ve arkasına dönmeye başladı. “Uinen. Burası sana emanet. Ve Varda’nın yıldızları sizinle olsun ey Ñoldor! Sauron’a, efendisiyle kaderinin aynı olacağını gösterin.” Bulutlar dağıldı, rüzgar kesildi ve Denizlerin Efendisi suya döndü. Böylelikle Ñoldor tekrar bir başlarına kaldılar. Ecthelion yaklaştı Maglor’a. Elini uzattı. Eli tutan Maglor ayağa kalktı ve Ecthelion gülümseyerek ona baktı. “Ñoldor ordusu artık sizin prensim.”
    Böylece Ñoldor’un yolculuğu başladı ve Prens Maglor ordunun başına geçerek onları doğuya doğru yürütmeye başladı. Elrond’un aldığı bilgilerin ışığında hareket ederek Ossë’nin Bree’den Fornost’un yıkıntılarına doğru gittiğini düşündüler. Arnor’un bir zamanlar en güçlü kalesi olan Fornost’a doğru yol aldılar. Pelennor’da yok edilen Angmar’ın Cadı-kral’ı tarafından yerlebir edilmiş kalıntılardan ibaretti Fornost. Kale harabe olsa da duvarları hala yüksekti ve küçük bir orduyu tutmak için yeterliydi. Ossë’nin yanında her kim varsa mantıklı kararlar verebildiği kuşkusuzdu. Önce Bree’ye giderek ordularına katılabilecek insanlar aramış olmaları muhtemeldi. Son görenler onun kuzeye döndüğünü söylemişlerdi, demek ki Fornost’a gidiyorlardı.
    Yol çok uzun değildi ve zorlu geçmedi. Bölgedeki ork miktarı yok denecek kadar azdı ve bu da onların yararınaydı. Fornost’a geldiklerinde yüksek duvarlarına rağmen yıkık dökük bir kaleyle karşılaştılar ve borularını öttürdüklerinde tanınacaklarını umut ettiler. Kale kapıları kırıktı ama biraz onarılmışa benziyordu. Elrond kalenin yıkık olmasına rağmen sahip olduğu ihtişamı izlerken pek çok atlı çıkıverdi kapılardan ve Rivendell’in düşmüş lordu Rohirrim atlılarının öttürdüğü borunun tanıdık tınısıyla rahatladı. Erkenbrand’la beraber yol alan beş bin Rohirrim’in Ossë’yi bulmuş olmasına sevinmişti ve anlaşılan ya güçlerini birleştirmişlerdi ya da buraya sığınmışlardı. Dalgaların lordunun da burada olmasını diledi Elrond.
    Atlılar onlara kaleye kadar eşlik etti ve birkaç tanesi büyük bir coşku ve sevinçle önden dörtnala at sürerek borularını öttürdüler. Coşkulu boru rüzgarla beraber kale duvarlarını yaladı geçti ve gökyüzüne doğru ulaştı. Fornost bir anda bayram yerine dönmüştü.
    İçeri girdiklerinde büyük bir coşku ve sevinçle karşılaştılar. Yüzlerce insan vardı kalede. Silahlanmaya çalışan kuzeyli insanlarla doluydu her yer. Rohirrim’in atları şehrin başka bir tarafında toplanmıştı ve Rohirrim de oraya sığınmıştı. Şehrin ortalarına doğru Gri Limanlı Elflerle karşılaştılar ve akrabaların buluşması coşkulu ve duygu dolu oldu.
    Kuşkusuz en çok şaşıranlardan biri Ossë oldu ve karısına tüm gücüyle sarılarak gelenleri karşıladı. Fornost bir anda gücünü artırmış ve bir Maia daha aralarına katılmıştı. Üstüne üstlük gelen ordu da silahlı ve zırhlı Ñoldor ordusuydu. Başında da Maglor ve Ecthelion bulunuyordu.
    Ossë onları mutlulukla buyur etti ve Bree’de aralarına birkaç yüz insan katıldığını söyledi. Binden fazla kişiydiler. Birkaç yüz Elf de Gri Limanlar ve çevresinden gelmişti. Beş bin Rohirrim atlısı ve dört bin Ñoldor... İşte bu ciddi bir güç olarak görülebilirdi.
    Uinen, Elrond, Elladan, Maglor ve Ecthelion askerler kamp kurarken merdivenleri tırmanmaya başlamış ve Ossë’nin karargah olarak kullandığı yıkık taht odasına doğru gitmeye başlamışlardı. Ossë onlara başlarına gelenleri anlatırken, beş bin Rohirrim atlısı için Elrond’a teşekkür etmeyi de ihmal etmedi. Tam Maglor’la ilgili bir şeyler sorduğu sırada Rohirrim’in borusu bir kez daha çalmaya başladı. Ossë kaşlarını çatarak arkasına baktı. “Gelenler var.”
    Merdivenleri inmek zorunda kaldılar ve birkaç yaralının onlara doğru getirildiğini gördüler. Aerseron adlı Elf yaklaşarak selam verdi. “Lordum, kapılarımıza yaklaşan yaralılar bulduk ve Gondorlu olduklarını gördüğümüzde derhal içeri aldık. Morannon Savaşı’ndan sağ kurtulanlar olduklarını söylüyorlar.”
    “Savaştan sağ kurtulanlar mı var?” diye sordu Elrond şaşkınlıkla. O bunları söylerken yaralılar yanlarına kadar getirilmişlerdi. Ağır yaralı olanlar hemen revire taşındılar. Aralarında hafif yaralı olan bir tanesi soruyu duymuştu ve selam vererek Elrond’a seslendi. “Biz kurtulduk lordum. Kara Kapı’da büyük bir yenilgiye uğrasak da Sauron ve orkları hızlıca Gondor’a saldırabilmek uğruna Mordor’da çok az bir kuvvet bırakıp derhal Minas Tirith’e yürüdüler. Biz şanslı olanlardık. Kendimizi ordan hemen çıkartıp kuzeye yöneldik. Rivendell’in düştüğünü yolda öğrendik ve Rohirrim’in kuzeye gittiği söylendi bize. Biz de buraya kadar geldik.”
    Hepsi şaşkındı ve derhal Gondorlu askeri de alarak içeri girdiler. Kalanlar yaralılarla ilgilendi. Çok geçmeden Erkenbrand da onlara katıldı. Gri Limanlı Elflerin birkaç temsilcisi de beraberinde gelmişti.
    Adam Maiar’ı görünce şaşırmıştı elbette ve neler olduğunu anlaması biraz zor oldu. Ancak açıklandığında oldukça sevindi ve Sauron kadar güçlü birilerinin karşısında oturduğunu anladı. Uzun siyah saçları ve kahverengi gözlere sahip, uzun bir adamdı. Elinde beze sarılmış uzun bir şey tutuyordu ve bir kılıcı andırıyordu.
    “Elinizdeki ne?” diye sordu Ecthelion ona. “Bir kılıca benziyor ve çok sıkıca sarılmışsınız ona.”
    Adam gerçekten de elinden düşürmemişti kılıcı ve vücuduna yapışık tutuyordu sürekli.
    “Bunu savaş kalıntılarının arasında buldum. Toprak ve kirin içinde.” dedi adam ve kılıcı koydu masanın üzerine. Bezi etrafından çıkarttığında müthiş bir kılıç çıktı karşılarına. Gözleri kamaştırıyordu ve çeliği ışıl ışık parlıyordu. Üzerinde şu sözler yazıyordu: "Anar. Nányë Andúril I né Narsil i macil Elendilo. Lercuvantan i móli Mordórëo. Isil."(Güneş. Ben bir zamanlar Elendil’in kılıcı Narsil olan Andúril’im. Mordor’un köleleri benden kaçacaklar. Ay.)
    Bizzat karşılarında Kral Aragorn’un kılıcı uzanıyordu.
    Adam şaşkın bakışları bir soru olarak algıladı ve konuştu: “Evet, Andúril. Kral Aragorn’un kılıcı. Elendil’in kılıcı olan Narsil’in yeniden dövülmüş hali. Kralın bedeninin yanından aldım kılıcı. Onu orada bırakmaya içim elvermedi.” Adamın gözyaşları yanaklarına hücum etmişti, son cümleyi söylemekte bile zorlanmıştı.
    Masaya doğru yaklaşan Maglor, kabzasına elini gezdirdi ve soğukluğunu hissetti. Bir anda tüm gözler ona döndü çünkü çok yakından incelemişti kılıcı ve birazdan eline alacak gibi duruyordu.
    “Narsil... ” dedi kendi kendine. “Bu kadar zaman sonra onu görebileceğimi hiç düşünmemiştim.”
    “Nasıl yani?” diye sordu Erkenbrand. “Bu kılıcı görmüş müydünüz?”
    “Narsil, Nogrod’da, Birinci Çağ’ın 101.yılında kılıç ustası Telchar tarafından dövülmüştü.” Sesi sanki bir an için güçlenmiş ve belki de coşkuyla şarkılar söyleyebildiği bir zamana dönmüştü. “Kardeşim Curufin de onun tarafından yapılmış bir bıçak kullanıyordu. Angrist. Beren Erchamion’un babamın Silmarillerinden birini Morgoth’un tacından kesmek için kullandığı kılıç. Kuşkusuz kardeşimin ellerinden daha iyi hizmet etti ona. Narsil de Telchar tarafından yapıldı.”
    Maglor bakışlarını hala ayırmamıştı ve her detayını inceliyor gibi gözüküyordu. “Ağabeyim ve kardeşlerimle onları Nogrod’da ziyaret etmiştik. Belegostlu cüceler de vardı. Güzel zamanlar olduğunu söyleyebilirim. Narsil’i ilk o zaman gördük. Curufin Angrist’i o zaman aldı, ağabeyim Maedhros Kan Gözyaşı’nı o zaman kuşandı.”
    Elleri kabzasını kavradı Narsil’in ve gülümseyen gözlerle havaya kaldırdı. “Ah güzel kılıcım. Ellerime döneceğini hiç tahmin etmezdim ama bu eller seni cidden özlemiş.”
    Şaşkın bakışlar toplandı üzerinde Maglor’un. Gondorlu adam, Erkenbrand ve diğerleri şaşırmıştı. Elbette Elrond, Maiar ve Ecthelion bunu paylaşmıyorlardı.
    “Bu kılıç sizin miydi?” diye sordu Gondorlu adam.
    Maglor başını salladı. “Evet. Gazap Savaşı’nın ilk yılında Elrond ve Elros yanımızdan ayrılmıştı. Bu kılıç Elros’a hediyemdi ve ona nesilden nesile aktarmasını öğütlemiştim. Öğüdümü tutmuş.” Hala yüzü gülmemişti ama gözlerinin içi kesinlikle gülüyordu. Güçlü-sesli Finwë böylelikle uzun zamandır dokunmadığı kılıcına kavuşmuştu. “Bakın, dinleyin.” dedi diğerlerine. “Sahibine gerçekten bağlıymış kılıç ve şu an yas tutuyor.” Gondorlu adamın ağladığını görmek için sesini duymaya ya da şişmiş gözlerini görmeye ihtiyacı yoktu Maglor’un. Adam kendini topladığında Maglor’dan kılıcı Kral Aragorn’un intikamı adına kullanması için söz istedi. “Size yalvarıyorum lordum.” dedi adam. “Şu güne kadar gördüğüm en kudretli varlıklar karşımda oturuyor. Üstelik kılıç da gerçek sahibine dönmüş vaziyette. Size yalvarıyorum, onun adını yaşatın ve intikamını alın.”
    Fëanor’un yaşayan tek oğlu Andúril’i kabzasına koyduktan sonra adama yaklaştı ve elini omzuna koyarak ona söz verdi. Kalbi ferah bir şekilde yanlarından ayrılan adam Ossë’nin ordusunun komutanlarını böylelikle baş başa bıraktı ama Maglor’un düşünebildiği tek şey “intikam” sözcüğüydü. İntikam... Kral Aragorn’un intikamı... Adamın söylediği sözler kulaklarında yankılanmaya devam ederken Ossë savaş planlarından ve pek çok başka şeyden bahsetmeye başladı ama Maglor başka bir şey düşünemiyordu. ‘Daha önce başka bir kralın intikamı için çıktık yola ama yenilgimiz ağır oldu.’ diye geçti içinden. ‘Ah arsa’thair... Ah Atar... Ah hanno... Beni neden yapayalnız bıraktınız burada? İntikamlarınızı alamadım, beni affedin...’

    Gece üzerlerine çöktüğünde ve güneş uzaktan Arien’in yardımlarıyla batmaya başladığında Fëanor’un yaşayan son oğlu Maglor Kanafinwë kederi, yeni kılıcı ve önlerinde uzanan devasa bir savaşla baş başa kalmıştı.

***

Notlar:

*Alcarin: Quenya'da "Şanlı" demektir. Dagor Alcarin dolayısıyla Dagor Aglareb olarak bilinen Beleriand Savaşları'nın üçüncüsünün Quenyadaki söyleniş halidir.

**Luinil: Quenyada Mavi Yıldız demektir

Arsa'thair: Büyükbaba demektir. Finwë kastedilmiştir.

Atar: Quenyada baba demektir. Fëanor kastedilmiştir.

Hanno: Quenyada erkek kardeş demektir. Maedhros kastedilmiştir.


1 yorum:

  1. Okumaya usendigimden dolayı okumadım, okuyan biri olup ta bana anlatırsa sevinirim

    YanıtlaSil