Sislerin
arasından yansımaya başlayan güneş ışığı sonunda güçlendi ve Galadriel’in
burnuna öyle bir koku geldi ki bir an için zihni bu kokuyu algılayamadı. Nasıl
hissedeceğini bilmiyordu, ne düşüneceğini bilmiyordu. Orta-Dünya’nın en yaşlı Elf'iydi evet ama neredeyse altı bin yılın getirdiği bilgelikle bile bu kokuya
anlam veremiyordu. Gözlerini açmaya korkuyordu. Kokunun kaybolmasını önlemek
istiyordu. Gözlerini açarsa bir anda kendini tekrar Lorien’de bulacak ve
Nenya’nın kaderi için endişe duyacaktı sanki. Kendini zorlayarak araladı göz
kapaklarını ve gözleri yaşlarla doldu. Binlerce yıldır hissetmediği gibi
hissediyordu, sanki ilk defa küçük bir kızdı artık.
Alqualonde’yi
son gördüğünde böyle değildi. Kaç yıl geçmişti aradan? Altı bin mi? Güneş ve ay
henüz yoktu gökyüzünde Galadriel buraları en son gördüğü vakit. Ne buralara bir
daha döneceğini düşünüyordu, ne de kalbi geri dönmeyi arzuluyordu.
Limanı son
gördüğünde kanla kızıllaşmıştı kıyılar. Gemilere birer birer binen savaşçıları
görüyordu. Katledilen, incecik yaylar tutan Teleri’yi görüyordu. Simsiyah
saçlı, uzun boylu bir elfin bağırarak bir şeyler söylediğini duyuyordu.
Limanlar yanıyordu. Cesetler kokuyordu. Kan dayanılmaz bir ölçüde acı
veriyordu. Ama şu an acı veriyordu. Altı bin önce o kadar da acı vermemişti.
Noldor, Valar’a karşı geldiğinde Galadriel en önde gidenlerdendi… Evet o da
pişmandı buradaki katliamdan ama bizzat karışmamıştı. Önüne geçme şansı da hiç
yoktu. Çıldırmıştı bir kere tüm Noldor. Kralları ölmüştü, daha ne olsun?
Biricik Finwë’leri karanlık düşman tarafından öldürülmüş, kutsal mücevherler
kaçırılmıştı.
Fëanor ve
oğullarının ileri atılıp da o korkunç yemini ettiği görüntüleri görünce
Galadriel nefessiz kaldığını hissetti bir an. Uzun zamandır önlerindeki tek
tehdit Sauron’dan başkası olmamıştı. Tek Yüzük’ün kaderinin ne olacağı,
Orta-Dünya’nın özgür halklarının sonunun ne olacağı… Eğer Sauron başarılı olup
da Yüzük’ü alsa ne olurdu acaba? Eönwë bir kez daha belirir miydi Batı’dan
Silmarilleri almak için? Ya Valar yardım eder miydi Gondor’a, Rohan’a, Lorien’e,
Rivendell’e? Umurlarında olur muydu acaba?
Galadriel
başını iki yana salladı. Elbette umurlarındaydı. Bir an için kadim günlerdeki o
eski ve öfkeli Galadriel’e benzemişti. Mithrandir’i yollayan Manwë’nin bizzat
kendisi değil miydi? Diğer büyücüler nispeten başarısız olsalar da o yapması
gerekeni yapmıştı…
Elbette Morgoth
gibi bir düşmanla ve silmaril gibi mücevherlerle karşılaştırılınca ne Sauron ne
de onun Tek Yüzük’ü önemli geliyordu Galadriel’e. Ama artık bitmişti her şey…
Sonunda özgürlerdi. Sonunda savaşlar bitmişti. Finarfin’in kızı evine dönüyordu
artık… Gemileri limana yanaştığında Galadriel sonunda çevresinde başkaları
olduğunu da hatırladı. Frodo ve yaşlı Bilbo şaşkınlıktan küçük dillerini yutmuş
gibi bakıyorlardı güzel limanlara. Sanki Eru’nun bizzat kendisini görmüş
gibiydiler. Haklıydılar. Bilbo o kadar yaşına rağmen dinçleşmişti sanki çoktan.
Ölümsüz Topraklar ona iyi gelecekti kesinlikle.
Geminin ufak
yelkenleri doğu rüzgarıyla doluyor, tahtalar efsane savaşçıların, büyücülerin ve
dünyanın kaderini değiştiren buçuklukların ayakları altında gıcırdıyordu.
Elrond, Gandalf ve Celeborn kısık sesle huşu içinde bir sohbeti paylaşıyor ve
Galadriel’i anladıkları için ona biraz nefes alma şansı veriyorlardı. Lorien’in
Ak Hanımı mutluydu bundan dolayı.
Geminin pervazlarına yaslandı ve suyun geminin altından akışını dinledi
bir anlığına, başını kaldırdığında limanlara çok az bir mesafe kaldığını gördü.
Orada onları bekleyen elfler vardı ve Galadriel vicdanında ufak bir sızıyla
onlara baktı. Ñoldor’u affetmişlerdi elbette, özellikle Gazap Savaşı’ndan
sonra; ama ya Galadriel Ñoldor’u affedebilecek miydi? İskelelere yanaştılar.
Celeborn karısına eşlik etti ve inmesine yardım etti, böylece Galadriel
binlerce yılın ardından Ölümsüz Topraklar’a geri dönmüş oldu…
Derler ki
Alqualonde’de yaşayan Teleri Galadriel’i ve diğerlerini büyük bir mutlulukla
buyur etmişler yanlarına. Yiyeceklerini, evlerini paylaşıp hikayelerini
dinlemişler. Gandalf her zamanki gibi eğlenceli bir tavırla anlatmış hikayelerini.
Elbette Teleri buçuklukları gördüğünde şaşırmışlar. Onlarla ilgiyle
konuşmuşlar. Onların konuştuğu dil Sindarin’e yakın olduğu için anlaşmakta çok
da zorlanmamış Frodo da Bilbo da. Elbette çok uzun kalamayacakları için bir
günün ardından Tirion’a, asıl hedeflerine doğru gitmişler. Teleri’nin onları
coşkuyla uğurladığı anlatılır. Galadriel’in kalbini ferahlatan bir şekilde, en
ufak bir şey anılmaz o lanetli günle ilgili.
Galadriel için
bunun eve dönüşten farkı yoktu elbette ki. Kocası Celeborn’la birlikte şehre
yaklaştıklarında içi içine sığmıyordu adeta. Tirion’ı gördüklerinde, şehrin o
kulelerine baktıklarında ve Büyük Meydan’ı gördüklerinde içi titredi Lorien’in
Hanımı’nın. Şehrin kuleleri, yıllara meydan okunurcasına parlıyordu güneşin
altında. Valar’ın lütfuyla sarmalanmıştı, huzur akıyordu şehrin herbir
köşesinden sanki. Sessizlik hakimdi ama etrafa. Binaların arasında gezinen
elfleri uzaktan seçebiliyordu Galadriel ama sesleri duyamıyordu. Mermerden
sokakların arasındaki rahatlatıcı atmosferi, Valinor’un o tarif edilemez
çiçeksi kokusuyla birleşince Elrond’un bile şaşkınlıktan dibinin düştüğünü
gördü Galadriel. Bu onu biraz daha neşelendirdi. Ayrıkvadi’nin o bilge ve güçlü
lordu gibi görünmüyordu sanki Elrond.
Şehrin
azametinin gölgesi altında binalara adım adım yaklaşırlarken şehrin girişi
görünüre girdi ve hepsi şaşkına döndü. Anlaşılan geliş haberleri tahminlerinden
hızlı bir şekilde yayılmıştı. Bir Vanyar ve yanında bir Ñoldor sancağı olan
elfler görülüyordu. Şaşalı kıyafetler, mutlu yüzler, kimi sarışın kimi simsiyah
saçlı bilge elflerle doluydu şehrin girişi. İki tepenin arasındaki nispeten dar
bir geçide girdiklerinde bir bulut güneşin önüne geçti. Zaten akşam olmak
üzereydi ve hava hafifçe karardı böylece. O sırada Orta-Dünya’dan göçenler
güçlü bir ses işittiler:
“Selam size
Orta-Dünya’nın kahramanları! Selam size özlenenler! Selam olsun Maiar’ın en
bilgesi ve Balrog katili Olorin’e! Selam olsun Ñoldor’un biriciği, Lorien’in
Leydisi, Finarfin’in kızı altın saçlı Galadriel’e! Selam olsun Kutlu
Eärendil’in oğlu, Ayrıkvadi Lordu Elrond’a! Selam olsun Lorien’in lordu
Doriathlı Celeborn’a! Selam olsun Beren’den sonraki en değerli hırsız Bilbo
Baggins’e! Ve selam olsun Yüzük Taşıyıcısı, Sauron’un yok edicisi, cesur Hobbit
Shire’lı Frodo Baggins’e!”
Bu duydukları
ses özellikle Hobbitleri öyle şaşkına çevirmişti ki bir an için korkmuşlardı.
Galadriel derhal anlamıştı onlara kimin seslendiğini. Kolayca tanımıştı
Maiar’ın en kudretlisi Eönwë’nin sesini… Tepenin bir ucundan belirdi Eönwë, Manwë’nin
habercisi, Morgoth’u zincirleyen Maia. Gandalf geniş bir gülümsemeyle ona baktı
ve ellerini havaya kaldırarak selamına karşılık verdi. “Selam sana Eönwë!
Maiar’ın en kudretlisi! Gazap Savaşı’nın kahramanı!”
Eönwë
gülümseyerek onları karşıladı. Durmuş olan Elf ve Hobbitler tekrar yürüyerek
ona doğru yaklaştılar. Eönwë şık bir zırh giyiyordu, uzun kahverengi saçları,
Aman’ın ateşiyle yanan çakmak gibi gözleri vardı. Sarı geçişli zırhına, mavi
bir kuşak takmış, ellerini beline koymuştu. “Ñoldor ve Vanyar gelişinize hasret
kaldı Orta-Dünya’nın kahramanları.”
Galadriel
oradan şehrin girişine kadar nasıl yürüdüklerini hatırlamıyordu. Manwë’nin
habercisi bizzat eşlik etmişti onlara ama nasılsa o adımları nasıl attığını,
nasıl olup da şehrin girişine vardığını bir türlü hatırlayamıyordu. İlk
hatırladığı şey babasının yüzüydü. Ñoldor’un Yüce Kralı Finarfin herkesten
birkaç adım ileri çıkmış binlerce yıldır görmediği kızına bakıyordu. Galadriel
o an tekrar küçük bir kızdı sanki. Belki binlerce yıldır ilk kez ağlıyordu.
Yanakları gözyaşı ne demek unutmuştu. Babasına sarıldığında halkın coşkulu
tezahüratlar yaptığını da hatırlamıyordu. Tek duyduğu babasının kokusuydu. Ayrılırken
kızgındı ona. Peşlerinden gelmediği için. Yarı yolda bıraktığı için. Ama şu an
bunların hiçbiri önemli değildi. Önemli olan ona kavuşmuş olmasıydı.
Babasından
sonunda ayrılabildiğinde arkadan dört elfin geldiğini gördü. Gözlerini
kırpıştırdı, sanki binlerce yıllık bilgeliğini kaybetmişti. En başta gerçekten
onlar olup olmadığını sorguladı zihni. Evet onlardı ama bedeni felç geçirmiş
gibi kaskatı kesildi ama Finrod Felagund’un durgun akan nehir gibi güzel sesi
çözdü Galadriel’in bedenini. Gözyaşları hücum etti bir kez daha. Nargothrond’un
kralı gülümsüyor, yanıbaşında Aegnor, Angrod ve Orodreth gülerek bakıyorlardı
kız kardeşlerine. Finrod yaklaştı ona doğru ve kucakladı kız kardeşini.
“Mandos’un
Salonları’ndan çıktığımdan beri bugünu bekliyordum kardeşim.” dedi Finrod,
gözyaşları Galadriel’in bembeyaz elbisesinin omuzlarını ıslatırken…
Hikayenin içeriğine aşina değilim maalesef ama üslubun çok başarılı. Tebrikler.
YanıtlaSil