11 Mart 2014 Salı

Valinor'dan Hikayeler - Bölüm 1: Galadriel

    Sislerin arasından yansımaya başlayan güneş ışığı sonunda güçlendi ve Galadriel’in burnuna öyle bir koku geldi ki bir an için zihni bu kokuyu algılayamadı. Nasıl hissedeceğini bilmiyordu, ne düşüneceğini bilmiyordu. Orta-Dünya’nın en yaşlı Elf'iydi evet ama neredeyse altı bin yılın getirdiği bilgelikle bile bu kokuya anlam veremiyordu. Gözlerini açmaya korkuyordu. Kokunun kaybolmasını önlemek istiyordu. Gözlerini açarsa bir anda kendini tekrar Lorien’de bulacak ve Nenya’nın kaderi için endişe duyacaktı sanki. Kendini zorlayarak araladı göz kapaklarını ve gözleri yaşlarla doldu. Binlerce yıldır hissetmediği gibi hissediyordu, sanki ilk defa küçük bir kızdı artık.
    Alqualonde’yi son gördüğünde böyle değildi. Kaç yıl geçmişti aradan? Altı bin mi? Güneş ve ay henüz yoktu gökyüzünde Galadriel buraları en son gördüğü vakit. Ne buralara bir daha döneceğini düşünüyordu, ne de kalbi geri dönmeyi arzuluyordu.
    Limanı son gördüğünde kanla kızıllaşmıştı kıyılar. Gemilere birer birer binen savaşçıları görüyordu. Katledilen, incecik yaylar tutan Teleri’yi görüyordu. Simsiyah saçlı, uzun boylu bir elfin bağırarak bir şeyler söylediğini duyuyordu. Limanlar yanıyordu. Cesetler kokuyordu. Kan dayanılmaz bir ölçüde acı veriyordu. Ama şu an acı veriyordu. Altı bin önce o kadar da acı vermemişti. Noldor, Valar’a karşı geldiğinde Galadriel en önde gidenlerdendi… Evet o da pişmandı buradaki katliamdan ama bizzat karışmamıştı. Önüne geçme şansı da hiç yoktu. Çıldırmıştı bir kere tüm Noldor. Kralları ölmüştü, daha ne olsun? Biricik Finwë’leri karanlık düşman tarafından öldürülmüş, kutsal mücevherler kaçırılmıştı.
    Fëanor ve oğullarının ileri atılıp da o korkunç yemini ettiği görüntüleri görünce Galadriel nefessiz kaldığını hissetti bir an. Uzun zamandır önlerindeki tek tehdit Sauron’dan başkası olmamıştı. Tek Yüzük’ün kaderinin ne olacağı, Orta-Dünya’nın özgür halklarının sonunun ne olacağı… Eğer Sauron başarılı olup da Yüzük’ü alsa ne olurdu acaba? Eönwë bir kez daha belirir miydi Batı’dan Silmarilleri almak için? Ya Valar yardım eder miydi Gondor’a, Rohan’a, Lorien’e, Rivendell’e? Umurlarında olur muydu acaba?
    Galadriel başını iki yana salladı. Elbette umurlarındaydı. Bir an için kadim günlerdeki o eski ve öfkeli Galadriel’e benzemişti. Mithrandir’i yollayan Manwë’nin bizzat kendisi değil miydi? Diğer büyücüler nispeten başarısız olsalar da o yapması gerekeni yapmıştı…
    Elbette Morgoth gibi bir düşmanla ve silmaril gibi mücevherlerle karşılaştırılınca ne Sauron ne de onun Tek Yüzük’ü önemli geliyordu Galadriel’e. Ama artık bitmişti her şey… Sonunda özgürlerdi. Sonunda savaşlar bitmişti. Finarfin’in kızı evine dönüyordu artık… Gemileri limana yanaştığında Galadriel sonunda çevresinde başkaları olduğunu da hatırladı. Frodo ve yaşlı Bilbo şaşkınlıktan küçük dillerini yutmuş gibi bakıyorlardı güzel limanlara. Sanki Eru’nun bizzat kendisini görmüş gibiydiler. Haklıydılar. Bilbo o kadar yaşına rağmen dinçleşmişti sanki çoktan. Ölümsüz Topraklar ona iyi gelecekti kesinlikle.
    Geminin ufak yelkenleri doğu rüzgarıyla doluyor, tahtalar efsane savaşçıların, büyücülerin ve dünyanın kaderini değiştiren buçuklukların ayakları altında gıcırdıyordu. Elrond, Gandalf ve Celeborn kısık sesle huşu içinde bir sohbeti paylaşıyor ve Galadriel’i anladıkları için ona biraz nefes alma şansı veriyorlardı. Lorien’in Ak Hanımı mutluydu bundan dolayı.  Geminin pervazlarına yaslandı ve suyun geminin altından akışını dinledi bir anlığına, başını kaldırdığında limanlara çok az bir mesafe kaldığını gördü. Orada onları bekleyen elfler vardı ve Galadriel vicdanında ufak bir sızıyla onlara baktı. Ñoldor’u affetmişlerdi elbette, özellikle Gazap Savaşı’ndan sonra; ama ya Galadriel Ñoldor’u affedebilecek miydi? İskelelere yanaştılar. Celeborn karısına eşlik etti ve inmesine yardım etti, böylece Galadriel binlerce yılın ardından Ölümsüz Topraklar’a geri dönmüş oldu…
    Derler ki Alqualonde’de yaşayan Teleri Galadriel’i ve diğerlerini büyük bir mutlulukla buyur etmişler yanlarına. Yiyeceklerini, evlerini paylaşıp hikayelerini dinlemişler. Gandalf her zamanki gibi eğlenceli bir tavırla anlatmış hikayelerini. Elbette Teleri buçuklukları gördüğünde şaşırmışlar. Onlarla ilgiyle konuşmuşlar. Onların konuştuğu dil Sindarin’e yakın olduğu için anlaşmakta çok da zorlanmamış Frodo da Bilbo da. Elbette çok uzun kalamayacakları için bir günün ardından Tirion’a, asıl hedeflerine doğru gitmişler. Teleri’nin onları coşkuyla uğurladığı anlatılır. Galadriel’in kalbini ferahlatan bir şekilde, en ufak bir şey anılmaz o lanetli günle ilgili.
    Galadriel için bunun eve dönüşten farkı yoktu elbette ki. Kocası Celeborn’la birlikte şehre yaklaştıklarında içi içine sığmıyordu adeta. Tirion’ı gördüklerinde, şehrin o kulelerine baktıklarında ve Büyük Meydan’ı gördüklerinde içi titredi Lorien’in Hanımı’nın. Şehrin kuleleri, yıllara meydan okunurcasına parlıyordu güneşin altında. Valar’ın lütfuyla sarmalanmıştı, huzur akıyordu şehrin herbir köşesinden sanki. Sessizlik hakimdi ama etrafa. Binaların arasında gezinen elfleri uzaktan seçebiliyordu Galadriel ama sesleri duyamıyordu. Mermerden sokakların arasındaki rahatlatıcı atmosferi, Valinor’un o tarif edilemez çiçeksi kokusuyla birleşince Elrond’un bile şaşkınlıktan dibinin düştüğünü gördü Galadriel. Bu onu biraz daha neşelendirdi. Ayrıkvadi’nin o bilge ve güçlü lordu gibi görünmüyordu sanki Elrond.
    Şehrin azametinin gölgesi altında binalara adım adım yaklaşırlarken şehrin girişi görünüre girdi ve hepsi şaşkına döndü. Anlaşılan geliş haberleri tahminlerinden hızlı bir şekilde yayılmıştı. Bir Vanyar ve yanında bir Ñoldor sancağı olan elfler görülüyordu. Şaşalı kıyafetler, mutlu yüzler, kimi sarışın kimi simsiyah saçlı bilge elflerle doluydu şehrin girişi. İki tepenin arasındaki nispeten dar bir geçide girdiklerinde bir bulut güneşin önüne geçti. Zaten akşam olmak üzereydi ve hava hafifçe karardı böylece. O sırada Orta-Dünya’dan göçenler güçlü bir ses işittiler:
    “Selam size Orta-Dünya’nın kahramanları! Selam size özlenenler! Selam olsun Maiar’ın en bilgesi ve Balrog katili Olorin’e! Selam olsun Ñoldor’un biriciği, Lorien’in Leydisi, Finarfin’in kızı altın saçlı Galadriel’e! Selam olsun Kutlu Eärendil’in oğlu, Ayrıkvadi Lordu Elrond’a! Selam olsun Lorien’in lordu Doriathlı Celeborn’a! Selam olsun Beren’den sonraki en değerli hırsız Bilbo Baggins’e! Ve selam olsun Yüzük Taşıyıcısı, Sauron’un yok edicisi, cesur Hobbit Shire’lı Frodo Baggins’e!”
    Bu duydukları ses özellikle Hobbitleri öyle şaşkına çevirmişti ki bir an için korkmuşlardı. Galadriel derhal anlamıştı onlara kimin seslendiğini. Kolayca tanımıştı Maiar’ın en kudretlisi Eönwë’nin sesini… Tepenin bir ucundan belirdi Eönwë, Manwë’nin habercisi, Morgoth’u zincirleyen Maia. Gandalf geniş bir gülümsemeyle ona baktı ve ellerini havaya kaldırarak selamına karşılık verdi. “Selam sana Eönwë! Maiar’ın en kudretlisi! Gazap Savaşı’nın kahramanı!”
    Eönwë gülümseyerek onları karşıladı. Durmuş olan Elf ve Hobbitler tekrar yürüyerek ona doğru yaklaştılar. Eönwë şık bir zırh giyiyordu, uzun kahverengi saçları, Aman’ın ateşiyle yanan çakmak gibi gözleri vardı. Sarı geçişli zırhına, mavi bir kuşak takmış, ellerini beline koymuştu. “Ñoldor ve Vanyar gelişinize hasret kaldı Orta-Dünya’nın kahramanları.”
    Galadriel oradan şehrin girişine kadar nasıl yürüdüklerini hatırlamıyordu. Manwë’nin habercisi bizzat eşlik etmişti onlara ama nasılsa o adımları nasıl attığını, nasıl olup da şehrin girişine vardığını bir türlü hatırlayamıyordu. İlk hatırladığı şey babasının yüzüydü. Ñoldor’un Yüce Kralı Finarfin herkesten birkaç adım ileri çıkmış binlerce yıldır görmediği kızına bakıyordu. Galadriel o an tekrar küçük bir kızdı sanki. Belki binlerce yıldır ilk kez ağlıyordu. Yanakları gözyaşı ne demek unutmuştu. Babasına sarıldığında halkın coşkulu tezahüratlar yaptığını da hatırlamıyordu. Tek duyduğu babasının kokusuydu. Ayrılırken kızgındı ona. Peşlerinden gelmediği için. Yarı yolda bıraktığı için. Ama şu an bunların hiçbiri önemli değildi. Önemli olan ona kavuşmuş olmasıydı.
    Babasından sonunda ayrılabildiğinde arkadan dört elfin geldiğini gördü. Gözlerini kırpıştırdı, sanki binlerce yıllık bilgeliğini kaybetmişti. En başta gerçekten onlar olup olmadığını sorguladı zihni. Evet onlardı ama bedeni felç geçirmiş gibi kaskatı kesildi ama Finrod Felagund’un durgun akan nehir gibi güzel sesi çözdü Galadriel’in bedenini. Gözyaşları hücum etti bir kez daha. Nargothrond’un kralı gülümsüyor, yanıbaşında Aegnor, Angrod ve Orodreth gülerek bakıyorlardı kız kardeşlerine. Finrod yaklaştı ona doğru ve kucakladı kız kardeşini.

    “Mandos’un Salonları’ndan çıktığımdan beri bugünu bekliyordum kardeşim.” dedi Finrod, gözyaşları Galadriel’in bembeyaz elbisesinin omuzlarını ıslatırken…


1 yorum:

  1. Hikayenin içeriğine aşina değilim maalesef ama üslubun çok başarılı. Tebrikler.

    YanıtlaSil