11 Mart 2014 Salı

Valinor'dan Hikayeler - Bölüm 2: Olórin

    Güneş Valmar’dan akan suların arasından kristal berraklığında parlıyordu. Şehrin her yanına bulutların arasından sızan güneş ışığının en narin parçaları düşüyordu birer birer. Bir kale yükselirken Valmar gökyüzüne doğru, bundan daha muhteşem bir görüntü hayal edemiyordu beyaz pelerinli büyücü. Vanyar’ın ve Valar’ın şehri, bir nevi Valinor’u başkenti geniş çimenlerin ortasındaki bembeyaz bir elmas gibiydi. Parlıyor, güneş ışığını etrafına büyük bir coşkuyla saçıyordu.
    Şehre girdiklerinde hiç beklemedikleri bir manzarayla karşılaştı Gandalf. Eönwë onu Elflerin Yüce Kralı’nın yanına götürmüş ve Ingwë sevgiyle karşılamıştı Gandalf’ı. Ingwë ve Vanyar, Manwë ve Varda tarafından en sevilenlerdi. Tamamı Aman’da yaşıyordu Vanyar’ın ve Gazap Savaşı’na kadar bir kez bile Orta-Dünya’ya dönmemişlerdi ve dönmeyi arzu edenler bile olmamıştı. Manwë’nin dizi dibinde mutlulukla yaşar ve hayatları sürüp giderdi böylece. İnsanlardan, cücelerden ve diğer halklardan pek azı bir Vanya ile tanışmıştı.
    “Ey Maiar’ın en bilgesi Olorin!” diye seslendi Ingwë ona. Ağaçların arasında iki Elf’le birlikte yürüyordu Elflerin ve Vanyar’ın Yüce Kralı. Sarı, uzun saçları omzundan aşağı dökülüyor, maviler içindeki kıyafeti ve bilge yüzüyle bir Maia’yı aratmıyordu. Gandalf eğilerek selam verdi ona ve arkasındaki iki Elf’e. “Hoş geldin! Aman senin hasretini çok çekti!”
    “Ey Ingwë! Vanyar’ın ve Elflerin Yüce Kralı!”
    Ingwë’yle sohbet etme fırsatı bulmak hoşuna gitmişti Gandalf’ın. Orta-Dünya’daki maceraları hakkında söyleştiler uzun bir süre. Koyu bir sohbetin ardından Ingwë onu hoş temennilerle uğurladı. Valar’ın onu görmek istediğini biliyordu ve fazla oyalamak istemedi. “Ama bahçelerimizde sana her zaman yer vardır, bizi unutma sakın.” dedi Gandalf ve Eönwë’yi uğrularken. Gandalf da kesinlikle tekrar uğrayacağı sözünü vererek tepeden güneşle birlikte ışıl ışıl parlayan saraya doğru yürümeye başladı.
    Gandalf içini saran büyük bir huzurla Manwë’nin sarayına doğru çıkan merdivenleri tırmanıyordu. Yanındaki Eönwë’yle uzun uzun sohbet etmişlerdi ama şimdi ikisi de sessizdi ve basamaklar iki Maia’yı gümüş gibi parlayan dev bir kapının önüne getirdiğinde Gandalf derin bir nefes aldı ve asasının yardımıyla son basamakları da tırmanarak kapının önünde durdu.
    “Ne kadar zaman olmuştu?” diye sordu Eönwë gülümseyerek.
Gandalf Manwë’nin habercisine baktı ve sonradan bakışları tekrar dev kapıyı süzdü. Güneş ışıkları gümüş işlemeli kapının sağ köşesinden büyücünün gözlerine yansıyordu. “İki bin seneyi geçti.”
Kapıdan içeri girdiklerinde Valar’ı gördü Gandalf ve bir anda iki bin sene öncesine döndü. Orta-Dünya’ya diğer dört Istari ile gönderilmeden evvel yapılan konuşmalar, verilen emirler dün gibi aklındaydı hala. Buraya hep diğer dördüyle birlikte, Sauron’un başarıyla yenildiği haberini vermek üzere geleceğini düşünürdü ama yanılmıştı. Tek başınaydı ve daha kötüsü Saruman’ı kaybetmişlerdi. Onun ruhu da dolaşıyor olmalıydı Mandos’un Salonları’nda.
    Ulmo hariç Valar’ın hepsi oradaydı. Manwë her zamanki ihtişamındaydı. Gandalf’ın kelime dağarcığı bile Valar’ın görünümü anlatmaya yetmez. Bunlar sadece büründükleri suretler olsa bile Ilûvatar Çocukları için başka bir boyuttaydı. Öyle ki ne Eldar’ın en usta şairleri ne de başkası Varda’nın güzelliğini ya da Ağaçların Işığı’nı anlatabilmiştir. Aynı şekilde Silmarillerin “güzel” olduklarından başka bir şey söyleyebilen de çıkmamıştır aralarında.
    Varda her zamanki gibi gökyüzüne dizdiği yıldızlar kadar ışıltılı ve güzeldi. Tulkas’ın altın sakalları parıldıyor, kendinden emin duruşu devasa oda boyunca hissediliyordu. Aulë bir o kadar asaletiyle dikkat çekiyor, güzeller güzeli Yavanna, iki bin sene öncesinden azıcık bile farklı olmayan yüzü ve saçları ve yeşil elbisesiyle tahtında kurulmuş oturuyordu.
    “Hoş geldin Olorin!” diye seslendi Manwë, Gandalf’a. Gandalf eğilerek selam verdi hepsine tek tek. Manwë onu tebrik etti görevindeki başarısından dolayı. Sauron en sonunda gücünü kaybemişti tamamen. Efendisinin kaderine benzer bir kaderi vardı artık. Bir daha asla bir bedeni olamayacaktı, kızgın, gaddar bir ruh olarak dolaşabilirdi ancak, hiçbir olaya müdahale edemezdi. Belki efendisinin saçtığı kötülük tohumları tamamen yok edilemezdi artık ama eskisi gibi büyüyemezdi de. Morgoth Gece Kapıları’nın ardından dönmedikçe de ne Sauron güçlenebilir, ne Balrogları tekrar ayağa kalkabilirdi.
    “Güneşin Çocukları’nın devri başladığına göre, belki de Arda’nın günlerinin sonu da yaklaşıyordur.” dedi Manwë. Ona açıklanmayan bilgilerden biri de İnsanların kaderi ve dünyanın sonuyla ilgili şeylerdi. Eru bazı şeyleri de kendine saklamak istemişti. “İlk defa İnsanların gerçekten tek bir kralı oluyor. Umarlım da Kral Elessar’ın günlerinin sonu Numenor’unkine benzemesin.”
Gandalf gülümsedi bu söz üzerine. “Efendim, Elendil’den beri ona en çok benzeyen İnsandır Aragorn. Tar-Calion’dan çok Tar-Minyatur’e benziyor.”
    Ak büyücü bu konuşmanın ardından Hobbitler ve onların cesaretinden bahsetti. Aulë onu Hobbitleri fark etmesinden ötürü tebrik etti. Hobbitler bir nevi Valar’ın bile gözünden kaçmıştı aslında. Ama bir şekilde en gerekli yerlerde ortaya çıkmış, en umutsuz anlarda en büyük işleri yapmışlardı. Frodo uzun süre Yüzük’ün büyüsüne karşı koymuş, Bilbo senelerce yanında taşımasına rağmen onu geride bırakabilmişti. Samwise da olmasa belki Gollum’un ellerinden karanlık lorda geri dönecekti Tek Yüzük…
    “Ya Ñoldor’un Hanımı Galadriel? O huzurumuza çıkmayacak mı?” diye sordu Varda. “Yüzük’le birlikte o da test edilmişti ve artık affedildi.”
    “Çıkacak elbette.” dedi Gandalf. “Kendisini bıraktığımda babası ve kardeşleriyle hasret gideriyordu.”
    “Ñoldor’un kudretlileri…” dedi Aulë, cücelerin yaratcısı. “Finarfin Hanedanı için kalbimiz hep hüzünle doluydu, Ñoldor’un yolculuğunun en başından biri. Galadriel’in de evine dönmesiyle içimiz artık ferah. Özellikle de Sauron’un yenilmesinden sonra.”
    “Müdahale etmek zorunda kalabilirdik, eğer cesur Hobbitler olmasaydı.” dedi Manwë. “Sanırım bu tarz bir başarıyı başka bir Ilûvatar Çocuğu başaramazdı.” Arda’nın Kralı haklıydı. Gandalf Yüzük Savaşı sırasında pek çok kez umutsuzluğa kapılmıştı. Frodo’yu ve Sam’i ölüme yolladığını düşündüğü pek çok vakit olmuştu. Manwë Eönwë’ye baktı. “Başarısız olsalardı, Eönwë ikinci defa bir batı ordusuna komuta etmek zorunda kalacaktı.”
    Gazap Savaşı’nın kahramanı başını salladı sakince. O ihtimal onun da hoşuna gitmiyordu anlaşılan. “Ama Olorin bizi hayal kırıklığına uğratmadı elbette.” diyerek sözlerini tamamaldı Manwë.
Gandalf hürmetkar bir edayla eğilerek selamda bulundu. “Kötülüğün bir daha dönmemesi dileğiyle…”
    İşte o sırada Mandos ayağa kalktı ve ilk kez konuştu. Yüz hatları sert olsa da yüzü ifadesizdi. Grili siyahlı kıyafeti ve uzun siyah kuşağı hafifçe sallandı ayağa kalkarken. “Kötülük her zaman oradadır.” dedi. “Ve gün geldiğinde Morgoth da Gece Kapısı’ndan çıkmayı başaracak. Dünyayı bir kez daha karanlığa bulayacak. Savaşların Savaşı olduğunda, gökle yer buluştuğunda, silmariller tekrar bulunduğunda ve Hurin’in oğlu tüm Ilûvatar Çocukları’nın intikamını aldığında son gelecek. Arda tamamen değişecek…” Manwë ve diğer Valar öyle hızlıca dönüp baktılar ki ona Gandalf olduğu yerde mıhlandı. Gözleri önünde Mandos bir hüküm vermiş ve korkunç bir kehanette bulunmuştu.
    Valar da iki Maia da sessiz kaldılar o an için. “Eru böylece veriyor hükmünü.” dedi Varda dehşet içeren bir surat ifadesiyle. “Kötülük döndüğünde Hurin’in oğlu da Silmariller de geri dönecekse, bu gerçekten bir son olacak demektir.”
    “Fëanor’un mücevherleri kayıptı uzun süredir.” Yavanna üzüntülü bir tavırla konuşuyordu. “Asla bulunamayacaklarını sanıyordum.” Ağaçların Işığı’na hasretti Yavanna. Gandalf Fëanor’un mücevherleri teslim etmeyi reddedişini iyi hatırlıyordu. Divanı hışım içinde terk edişini, Melkor’a lanet okuyuşunu… Karanlık günlerdi. Morgoth’un kötülüğüne bulanmış günler.
    “Ya İnsanların kaderi hakkında bilmediklerimiz?” dedi Aulë. “Hurin’in oğlu dönüyorsa, Arda’dan göçüp giden diğerleri de dönecek mi acaba? Ya Fëanor mücevhlerini geri almak için dönmeyecek mi? Mandos’un Salonları’nda bekleyecek mi Morgoth tekrar çıkmışken?”
    Herkes o anda sessiz kaldı. Belki yarın hemen olmayacaktı ama Mandos’un dediklerine bakılırsa Gece Kapısı’nı kırmanın bir yolunu bulacaktı Melkor… Bir şekilde özgür kalacaktı ve o gün geldiğinde kopacak savaşın büyüklüğü Eönwë’yi bile ürkütüyor olmalıydı. Hatta ve hatta Tulkas’ı bile. Mandos’un son sözleri herkesi bir daha dehşete düşürdü.
    “Güneş ve Ay’a saldıracak karanlık olan. Ölüler bir bir dönecek yurtlarından. Sadece İlkdoğanlar değil, Takipçiler de izleyecek bu karanlık yolu. Ve Morgoth’un yüreğine saplayacak ölüm demirini, Hurin’in oğlu.”

    Valar sessizliğe gömülürken güneş sarayın arkasında batıyordu ve Gandalf, Hüküm Dağı'nın patlamasından beri ilk defa böyle bir umutsuzluk hissetti. Son kez Aman'a göz kırpan Ateşin Kalbi, gökyüzünü kızıl bir renge boyadıktan sonra kayboldu.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder