18 Kasım 2015 Çarşamba

Gölge ve Dalgaların Savaşı - Dokuzuncu Bölüm: Kıyıdaki Yalnız Işık

Dokuzuncu Bölüm: Kıyıdaki Yalnız Işık

    Güneşin ilk ışıkları doğudan yükselirken şehrin güzel duvarları denizin üstünde bir gölge bırakmaya başlamıştı. Gözüne uyku girmeyen otuzlu yaşlarında bir adam, şehrin içinde devam eden karmaşanın seslerini dinliyor ve kafasının içindeki gölgelerle savaşıyordu. Kararsızlıkla, korkuyla ve umutsuzlukla sınanıyordu adeta. Süren hazırlığın sesi kulaklarına geliyor, siyah saçları odasının içindeki koyu gölgelerde kayboluyordu.
    Artık “Prens” Elphir olmuştu. Babasının ölüm haberi tez ulaşmıştı ona ve Sauron’un karanlığı Orta-Dünya’nın üzerine çöreklenirken Prens Elphir ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Babası Imrahil’le birlikte Minas Tirith’e gidememişti. Bunun için hep üzülürdü ama babası kalması gerektiğini söylemişti ona. Babasına her zaman kızmıştı, geride küçük kardeşlerinden biri kalabilirdi ama babası onu ikna etmeyi başarmıştı ve Elphir geride kalıp asker toplama işine girişmişti.
    Prens Imrahil yedi yüz Kuğu Şövalyesi götürmüştü Minas Tirith’e. Dol Amroth’ta ise şu an beş yüz Kuğu Şövalyesi yeni prensin emrini bekliyordu. Babasının daha çok asker almasını diledi bir an. Belki o zaman bir şeyler değişebilirdi... Ya da... Değişir miydi? Sauron’un gücünü yenilgiye uğratabilirler miydi?
    Elphir’in bir karar vermesi gerekiyordu. Ya Dol Amroth’ta kalacaktı ve şehri korumaya çalışırken ölecekti ya da kuzeyde toplandığı sanılan orduya katılacaktı. Kuzeyde bir şeyler dönüyordu cidden ama bu hikayelerin ne kadarı doğruydu acaba? Boş bir hayalet avına çıkabilirlerdi eğer şehri terk ederlerse. Elphir korkuyordu. Yanlış bir karar vermek istemiyordu. Ölüm ya da karanlık korkutmuyordu onu. O an seslerini dinlediği insanları için korkuyordu. Askerlerine yükleri daha hızlı taşımaları için bağıran komutan için korkuyordu. Kılıçların daha iyi bilenmesi için çıraklarını azarlayan demirci için korkuyordu. Ok talimi sırasında hedef yerine, hedefin arkasında kalan bir kapıyı vurduğu için eğitmeninden özür dileyen okçu için korkuyordu. Kızarmış et ve şarap kokuları arasında karınlarını doyuran ve yarınlarının yaşam dolu olup olmadığını bilmediği için endişeli gözlerle gökyüzünü ve denizi seyreden Dol Amrothlular için korkuyordu.
    Halkını korumak istiyordu. Kuzeydeki hikayelerde gerçeklik payı varsa en azından tek başlarına ölmeyeceklerdi ve karanlığa karşı sonuna kadar savaşacaklardı.
    Elphir en sonunda ne yapması gerektiği konusunda hala kararsızken dışarı çıktı ve savaş hazırlıklarını teftiş etmeye başladı. Beş yüz Kuğu Şövalyesi’nin yanısıra pek çok okçu, mızraklı ve piyade eğitilmişti. Onların sayısı da iki bini buluyordu.
    Dol Amroth’un savunması bu kadardı işte... İki bin beş yüz asker...
    Kalabalık arasında kız kardeşini buldu Elphir. O seslerin ve karmaşanın arasında kız kardeşi oldukça dikkat çekiyordu aslında. Süslü ve soylu kıyafetler giymemişti, halktan birinin giyebileceği şeylere bürünmüştü. Gri ve uzun bir elbisesi vardı. Kollarını sıvamış ve simsiyah saçlarını toplamıştı. Bazı insanların şehrin iç kısımlarına doğru taşınmasına yardımcı oluyor, düzeni sağlıyordu. 20 yaşındaydı Lothiriel. Artık bir kadın olmuştu. Bir prenses gibi görünüyordu ve asaleti bir kraliçeyi andırıyordu. Kraliçe olmak için yaratılmışa benziyordu aslında.
    “Lothiriel!” diye seslendi Elphir ona. Lothiriel önünden geçen insanlara verdiği dikkatini ağabeyine yöneltti. Ağabeyi mervidenlerden aşağı inerken pek çok insan onu selamlamaya başladı. Elphir bir el işaretiyle herkesin işine dönmesini söyledi. “Hazırlıklar ne alemde?”
    “Her şey yolunda lordum.” dedi Lothiriel. “Ne yapacağımıza dair bir kararınız var mı?”
    Kız kardeşinin sesindeki resmiyet yerine küçükken olduğu gibi konuşmasını özlediğini fark etti Elphir. Ama onlara doğrusunun bu olduğunu öğretmeye çalışmışlardı.
    “Hayır, yok. Aslında bunun için seni buldum. Benimle gelebilir misin?” Kalabalığı yararak merdivenlere gelen Lothiriel, siyah saçlarını aşağı saldı ve güneşin ilk ışıkları kara telleri arasında yayıldı. Ağabeyine eşlik ederek yukarı çıktı. Şafağın ışıkları Dol Amroth’u avcu içine alırken Lothiriel ve Elphir, diğer kardeşlerini buldular. Elphir hepsine bakıp gurur duydu. Kardeşleri uzun boylu ve güçlü delikanlılardı. Herbirinin cesur bir yüreği vardı ve kalplerinde amansız bir ateş yanardı.
    “Kardeşlerim.” dedi Elphir onlara, batı burcunda denizi selamlayan bir terasa çıktıklarında. Denizden göz kırpan hayaletler sessiz sedasız gölgelerine çekiliyorlardı. Dalgalar biraz huzursuzdu. Sanki yönlerini ve amaçlarını kaybetmişlerdi. Elphir Ossë’nin huzursuz olduğunu tahmin ediyordu. Dalgalar o yüzden böyle başıboş akıyor olmalıydı. Hayaletler belki de bu yüzden böyle huzursuzdu.
    “Bir karar vermemiz gerekiyor. Babamızın zamansız gidişinden beri düşünüyorum bunu. Karanlık üzerimize çöktü ve bizim acilen bir şey yapmamız gerekiyor. Ya burada kalmalı ya da kuzeye doğru yürüyüşe geçmeliyiz.”
    “Dol Amroth’un Prensi olarak karar sizin ağabeyim.” dedi Amrothos. “Sen ne dersen o olur.”
    Elphir ona yarım bir gülümsemeyle baktı. “Ama Dol Amroth prensi ne yapması gerektiğini bilmiyor Amrothos. Kardeşlerinin yardımına ihtiyaç duyuyor.”
    “Burada kalırsak ne yapabiliriz ki?” dedi Erchirion. Denizi işaret etti eliyle. “Arkamızda deniz, önümüzde Sauron, kaçacak bir yer yok. Savunacak bir kalemiz var ama ne kadar dayanabiliriz? Lórien’in dahi düştüğünü söylüyorlar. Dol Amroth, böylesine güçlü bir tehdide karşı ne yapabilir?”
    “İşte benim aklımı kurcalayan da o.”
    “O zaman kuzeye gitmeliyiz.” dedi Lothiriel. “Kuzeyde bir ordunun toplandığı söyleniyor. Kim ya da kimler tarafından bilemiyorum ama bir şekilde oraya ulaşmamız gerekiyor. Savaşacaksak hep beraber olmak zorundayız.”
    “Bir hayalet avına dönüşmesinden korkuyorum onun da. Ya hepsi sadece dedikodudan ibaretse? Ya da Sauron’un bizi kalemizden çıkarmak için tezgahladığı bir oyunsa? O zaman ne olacak? Halkımı tehlikeye atmak istemiyorum.” diye karşılık verdi Elphir. İki elini masaya dayadı ve derin bir nefes aldı. Kardeşleri de düşünceli ifadelere büründüler ve bir çıkış yolu aradılar.
    “Halkımız ve ordumuz tamamen hazır olana kadar bekleyelim o zaman.” dedi Lothiriel. “Belki bir çözüm yolu buluruz.”
    “Eğer kuzeyde bir ordu varsa, yakın zamanda gerçekten var olup olmadıklar anlaşılacaktır.” dedi Amrothos düşünceli bir ifadeyle. Parmakları sakalında gezdi ve gözleri ufkun ötesine takıldı. “Ama Sauron’un bize saldırmak için çok bekleyeceğini sanmıyorum. Mordor’un orduları yakında kapımızda olacaklardır.”
    Pervaza doğru yürüyen Erchirion’un sesi endişeli çıkıyordu. “Üç Yüzük’ü de almış olmalı Sauron. Rotası o yöndeydi. Gri Limanlar’a da*, Lothlórien’e de, Rivendell’e de saldırdı. Şimdi gücünü tekrar topluyor olmalı. Oralarda olan ordular az olsa bile girmek için çok büyük bir güç harcamaktan başka seçeneceği yoktu. Zafer kazanmış olsa da, bu ona pahalıya patlaşmıştır.”
    “Sadece ork sayısı azalmıştır.” dedi Elphir umutsuz bir ifadeyle. Kardeşlerinin yüzü gölgelendi. “Sauron’un kötülüklerinin sınırı yok maalesef. Her geçen gün yeni ve karanlık şeyler çıkarıyor karşımıza.”
    “Şimdi zaferi de tamamlandı...” dedi Lothiriel, titreyen bir sesle. Gözleri korku ve nefretle bakıyordu. “Tek Yüzük onda tekrar ve biz ne yapabileceğimizi bilmiyoruz.”
    Karanlık düşünceler içinde dağıldı Imrahil’in çocukları ve herkes hazırlıklara geri döndü. Elphir Kuğu Şövalyeleri’ne talim yaptırdı ve gece tekrar çökmeye başlarken ancak odasına giden yolu tutmuştu. Hazırlıklar tüm hızıyla sürüyordu ve Dol Amroth için karanlık saatler yaklaşıyordu.
    Elphir rüzgarlar eşliğinde pelerini savrulurken kıyıdan, şehrin içine doğru yürüyor, pervazı olmayan iskeleden yavaş adımlarla geçiyordu. Adeta önünü bile görmüyordu, tek yapabildiği şey her olasılığı düşünmekti. İşte böyle karamsar bir havayla yürürken bir anda dengesini kaybetti ve derin sulara doğru düşmeye başladı. Kendini suda bulduğunda gülmeye başladı ve ıslanan zırhına baktı. Güneş tamamen batmıştı ve Tilion’un taşıdığı Ay’ın ışığında kahkahalarına devam etti. Kendi haline gülüyordu ve dikkatsizliğine özellikle.
    İskeleye doğru yüzmeye başladığında bir anda ileri gidemediğini fark etti. Ne kadar çabalarsa çabalasın, yüzemiyordu ve bir anda batmaya başladı. Her çırpınışında kendini daha aşağıda buldu ve sessizlik etrafını sardı. Çığlık atamıyordu. Su izin vermiyordu. Yukarı doğru yüzemiyordu. Deniz müsaade etmiyordu. Derken havası iyice azalmaya başladı ve tam kendinden geçecekken bir anda başka bir yerde buldu kendini.
    Etrafı yeşillikti ve binlerce adamla birlikte batan güneşi sol taraflarına almış yürüyorlardı. Herkeste bir umut ve bir heyecan vardı. İleride yıkık bir kale görse de kalenin önünde iki uzun ve güçlü şekil onları bekliyordu. “Ossë ve Uinen bizi bekliyor olmalı.” dedi yanındaki kız kardeşi Lothiriel. Bu sanki Elphir için çok normalmiş gibi gülümsedi kız kardeşine ve bir anda kuzeye vardılar, coşkuyla karşılandılar.
    Elphir’in etrafı tekrar karardı ve kendini bir kez daha başka bir yerde buldu. Bu kez ork cesetlerinin üzerinde kan ter içinde duruyordu ve askerleri etrafında toplanmaya başlamışlardı. Burası Rohan Geçidi’ne benziyordu ve her yer orkların cesediyle kaplanmıştı. Güneş doğu ufkundan az yüksekte parlıyor, yeni doğan gün zaferin habercisi gibi parlıyordu uzaklarda. Askerlerin yüzlerinden yorgunluk ve mutluluğun karışımı bir ifade eksik olmuyordu. Her ne kadar yakınlarda Ossë’nin güçlü zırhı göz kamaştırsa da insanlar Elphir’in etrafında toplanıyorlardı. Aralarında birkaç Elf bile vardı. Ossë dahi yüzünü ona dönmüştü. Ossë’yi hiç görmemiş olsa da bir şekilde onu tanıyordu.
    Tanıdık Kuğu Şövalyeleri’nden bir tanesi atından inip kılıcını çekti ve Elphir’in yanına kadar yürüdü. Diğer herkes de oracıkta toplaştılar ve hep bir ağızdan haykırdılar: “KRAL ELPHIR FORNACÁLË!**”
    Elphir yaşananların şokunu atlatamadan evvel yine kendini başka bir yerde buldu. Bu kez yıkıntılara dönmüştü, burası Fornost olmalıydı. Arnor’un güçlü kalesi. Bir zamanlar yıkık olan bu kalenin büyük kısmı onarılmışa benziyordu. Çalışmalar bir yandan devam ediyormuş gibiydi. Elphir, yanında güzeller güzeli bir Elf’le yürüyor, arkasından kardeşleri ve iki Maia geliyorlardı. Fornost’un iç kalesinin devasa merdivenlerinde onları kara saçlı, uzun boylu bir Elf bekliyordu, elinde ise bir taç vardı. Yanında, elini tutan güzeller güzeli bir Elf’le beraber yürümeye devam ettiler. Elphir onun sadece güzeller güzeli yüzünü ve gözlerini görebiliyordu. O yeşil gözler nasıl olduysa onu sarhoş etmişti adeta. Başka bir şeye bakmak istemiyordu. Ancak önüne dönüp baktı ve kara saçlı Elf’i tekrar gördü. Elphir bir anda kendini orada, Elf’in önünde eğilmişken buldu ve taç başına konduğunda kalabalık yine haykırmaya başladı ve Elf’in son sözlerini hayal meyal işitebildi Elphir: “Arnor ve Gondor’un Kralı Elphir Fornacálë! Çok yaşa kral Elphir!”
    Etraf karardığında, Elphir bir kez daha gözlerini açtı ve yıldızlarla dolu geceyi gördü. İskelenin üzerinde uzanmış ve sırılsıklam bir şekilde yatıyordu. Ayışığı gözlerini almaya başladığında kafasını kaldırdı ve gördüklerinin şokunu daha atlatamadan karşısında dikilen devasa bir şekil gördü. İşte şimdi gerçekten de delirdiğini düşünüyordu.
    Korkuyla geri çekildi. Devasa boylarda biri vardı yanıbaşında. Devasa bir zırhı, sağ yanından sarkan dev bir boru ve bir tanrıya ait olabilecek inanılmaz bir asalet. ‘Bir tanrıya ait olabilecek...’ Eğer Elphir delirmediyse şu an karşısında duran ya bir Maia, ya da bir Vala’nın kendisi olmak zorundaydı. Gözlerini kırpıştırdı ve kafasına hafifçe vurdu. Gözlerini kapatıp uzun süre kapalı tutup açtığında bile şekil hala oradaydı. Arkası dönüktü.
    Gelen sesleri duyunca arkasına döndü şekil ve yüzü belirdi. Elphir bir kez daha şaşkınlıkla inceledi onu. En derin okyanuslar kadar mavi gözleri vardı. Zamanı yıllarla ölçülemeyecek bir derinlik vardı yüzünde. Böyle bir bilgeliğin kimsede olamayacağına emindi Elphir. Sakalları beyaz ve uzundu şeklin. Ama sadece orada ayakta duruşu bile Elphir’in kalbine korku salmaktan çok umut vermişti sanki.
    “Uyanabilmene sevindim.” dedi kalın, tok ve okyanuslar kadar derin sesiyle. “Boğulma tehlikesi yaşattığım için üzgünüm Elphir ama bazı şeyleri sana söylemektense göstermeyi tercih ettim. Zaman kazanmak adına.” Dev şekil ona bakarak gülümsedi ve hafifçe güldü. “Benim adım Ulmo.”
    Elphir’in gözleri, Sauron’un gözü misali açıldı ve ayağa kalkıverdi o anın şokuyla. Yerlere kadar eğildi ve selam verdi. “Selam olsun Suların Efendisi’ne!”
    “Selam olsun Dol Amroth’un prensine!” diye karşılık verdi Ulmo. “Gösterdiklerimden sonra ne yapacağınla ilgili kuşkun kalmamıştır umarım.”
    Elphir olanları hazmetmeye çalışıyordu. “Onlar... gelecek miydi efendim?”
    “Temenni diyelim.” dedi Ulmo. “Kuzeye gitmek zorundasın Elphir. Orta-Dünya’nın Özgür Halkları, Karanlık Güçler’e karşı birleşiyorlar. Bu bir gerçek. Senin de yardımına ihtiyaçları var.”
    “Yani burada kalmamalıyız.”
    “Kalırsanız, ölürsünüz. Üstelik İnsanlar, kendilerine yol gösterecek bir kral arıyorlar. Bunu yapabilecek sadece sen varsın.”
    “Ama Kral Elessar Kara Kapı’da öldü!” dedi Elphir. “Kral olması gereken o değil miydi?”
    “Oydu.” diye onayladı Ulmo. “Ancak ruhu şimdi Her Şeyin Babası’nın yanına gitti Arda’nın duvarlarını aşarak. Akıbetini biz dahi bilmiyoruz. İnsanların yeni bir öndere ihtiyaçları var. Bu kana sahip olanlardan biri sensin, o tahtta hak iddia edebilecek bir sen ve kardeşlerin kaldı.”
    Havadan bir rüzgar alıp başını Ulmo’nun sakalları boyunca hareket ederken Elphir yutkundu ve gözleri boş bakmaya başladı. “Anladığım kadarıyla güçlü müttefiklerimiz var.” diye tespit etti.
    “O müttefiklerden biri olmayı isterdim, Elphir ama yapabileceğim müdahale bu kadar. Üzgünüm.”
    “Güçler Savaşı’yla ilgili az da olsa bir şeyler biliyoruz efendim, bu kadarı bile yetecektir. Üstelik iki kişi daha gördüm görüntülerimde.”
    Ulmo başını salladı. “Benim Maiar’ım evet.” dedi neşeyle. “Ossë ve Uinen, bu savaşta sizin yanınızda olacaklar. Sauron’a denk bir düşman Ossë. Uinen de onun öfkesini dizginleyecek.”
    “Şükürler olsun Elbereth ve Sulimo’ya!” diye haykırdı Elphir mutlulukla. Kuzeyde birilerinin gerçekten toplandığı öğrenmek onu çok mutlu etmişti. Üstelik ordunun başlarında güçlü mü güçlü iki Maia vardı. Daha ne istiyebilirlerdi ki?
    “Ossë, Valar’ın emriyle hareket etmedi.” dedi Ulmo. “Çok büyük bir ordu daha yolda, başlarında yine Eönwë olacak. Gerçekten muazzam bir ordu. Ancak onları bekleme lüksünüz yok Elphir. Onlar gelinceye kadar Sauron’un zaferi kesin olabilir. Karşısında durmak zorundasınız. Onu yok etmek zorundasınız!”
    “Bunu nasıl başaracağız? Onun parmağından Yüzük’ü sökmek işe yaramıyor. Kral Isildur’un bunu yapmasına rağmen Karanlıklar Efendisi bir kez daha güçlendi.” dedi Elphir endişe kokan gözlerle. Gözleri Ulmo’ya yalvarır gibi bakıyordu sanki.
    “Yüzük’ü, onu yok edebilecek bir yere götürmeniz gerekiyor. Zaten bu denendi ve başarısız olundu, ama tekrar denenmek zorunda. Sauron’un parmağından yüzüğü kopardığınızda gücünü tekrar kaybedecek ve Kıyamet Dağı’nın alevlerine yüzüğü attığınızda onu tamamen yok edebilirsiniz.”
    “Kıyamet Dağı mı?” diye sordu Elphir şaşkınlıkla.
    “Yüzük, yapıldığı yerde yok edilebilir sadece. Ne yazık ki çağınızda Sauron’dan yetenekli bir demirci yok. Yüzük’ü alıp Aulë’ye götürmek isterdim ancak bunu yapamam. İşinize daha fazla karışamayız. Ya da Fëanor veya Celebrimbor’u yanınıza gönderebilmeyi isterdim, onların zanaatı belki de Yüzük’ü yok etmeye yeterdi, ancak Yüzük sadece Sauron’dan daha yetenekli ellerde veya yapıldığı yerde yok edilebilir. Kıyamet Dağı’nın sıcağı kadar sıcak bir yer de yok Orta-Dünya üzerinde.”
    Elphir başını salladı anladığını belli etmek için. İskeleye çarpan dalgaların düzensiz sesi kulaklarını tırmalamaya başlamıştı. Tekrar dalgaların düzensiz hareketine baktı ve Ossë’nin gerçekten de kuzeyde olduğunu idrak etti. Rüya görmüyordu. Gerçekten Ulmo tam karşısındaydı ve ona Arnor ve Gondor’un Birleşmiş Kralı olmasını öğütlüyordu.
    “Sana güveniyorum Elphir. İnsanları tek bir sancak altında birleştirmen icap ediyor. Onların önünde at sürmeli ve Sauron’un karanlığını Maiar’ımla ve Elflerle birlikte aydınlığın içinde boğup yok etmelisin.”
    Ulmo denize doğru gitmeye başladığında Elphir arkasından seslendi. “Bunu yapacağım.” dedi güven dolu bir sesle. “ÇOK YAŞA SULARIN EFENDİSİ! ÇOK YAŞA!”
    Suların Efendisi omzunun üzerinden baktı ona ve başıyla selam verirken Elphir yerlere kadar eğildi. Derken aklına bir şey gelmiş gibi başını kaldırıp seslendi: “Gördüğüm Elfler kimdi?” diye sordu yüksek sesle, uzaklaşan Vala’ya sesini duyurabilmek için.
    “Biri, zamanında unutulmuş ve çok hatalar yapmış bir Elf’ti, ancak artık affedildi. O Sauron’a olan savaşınızda ordularınızın en büyük kozlarından bir tanesi olacak. Onun yüreğindeki müziğe umut bağlayabilirsin. Bir kılıç verecek sana, onu kabul et. Diğer Elf’in kim olduğunu da senin bulman gerekiyor Elphir. Bunu sana ben söyleyemem.”
    “Çok güzeldi.” dedi Elphir ona gülümseyerek. “Bir Elf güzel olur evet ama...”
    “Her kralın bir kraliçeye ihtiyacı vardır. Gondor ve Arnor’a da öyle bir kraliçe yakışır.”
    “Saç rengini tam seçemedim.”
    “Tilion’ın parıltılarından bir farkı yok saç renginin. Gönlündeki bolluk ise Varda’nın yıldızları kadar derin. Onu arayıp bulduğunda, anlayacaksın onu gördüğün an ve gönlündeki ateşi dindireceksin vakti geldiği zaman. Ey Elphir, yolun açık olsun!” Bunu dedikten sonra Ulmo bir anda suya karıştı ve gözden kayboldu. Arkasına döndüğünde uzaktan üç kişi gördü Elphir ve şaşkınlıkları dile getirelemeyecek kadar büyüktü. Elphir onlara doğru yürüdü ve her şeyi duyduklarını sadece onlara bakarak anladı.
    Yanlarından geçerken kardeşlerine bakıp gülümsedi ve bir elini Amrathos’un omzuna koydu. “Vakit geliyor. Şövalyeleri hazırlayın. Halka haber verin. Askerler zırhlarını kuşansın. Gidiyoruz. Kıyıdaki yalnız ışık artık kuzeyde parlayacak.”
    Geçip gittiğinde kardeşlerinin gülümsediğini hissedebiliyordu. Hatta Lothiriel’in hafif kıkırtısını duymuştu. “Emredersiniz Majesteleri.”
    “ARNOR’A!” diye bağırdı Erchirion neşeyle ve iki kardeşi onu mutlulukla gülerek tekrar ettiler: “ARNOR’A! KUZEY KRALLIĞI’NA!”

Notlar:
*Narya’nın Gandalf’ta olduğu bilinmiyordu. Bu sebeple Cirdan’da olduğunun tahmin edildiğini düşündüm.
**Fornacálë: Kuzeydeki Işık/Kuzeyin Işığı manasına gelir (Forna: Northern, Cálë: Light) Elphir’in lakabı haline gelecektir ileride.

***Genel bir not olarak da, eğer Gondor & Arnor tahtında hak iddia edebilecek biri varsa bunun da Imrahil’in oğulları olduğuna karar verdik. Aragorn’un ölümünün ardından en mantıklısı Dol Amrothlular gibi duruyordu. Bu sebeple Elphir karakteri seçildi. Soyları Numenor’a dayanıyor ve Aragorn öldüğünden onlar ya da Faramir mantıklı görünüyordu. Faramir konusuna değineceğiz.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder