Dokuzuncu Bölüm: Kıyıdaki
Yalnız Işık
Güneşin ilk ışıkları doğudan yükselirken
şehrin güzel duvarları denizin üstünde bir gölge bırakmaya başlamıştı. Gözüne
uyku girmeyen otuzlu yaşlarında bir adam, şehrin içinde devam eden karmaşanın
seslerini dinliyor ve kafasının içindeki gölgelerle savaşıyordu. Kararsızlıkla,
korkuyla ve umutsuzlukla sınanıyordu adeta. Süren hazırlığın sesi kulaklarına
geliyor, siyah saçları odasının içindeki koyu gölgelerde kayboluyordu.
Artık “Prens” Elphir olmuştu. Babasının
ölüm haberi tez ulaşmıştı ona ve Sauron’un karanlığı Orta-Dünya’nın üzerine
çöreklenirken Prens Elphir ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Babası Imrahil’le
birlikte Minas Tirith’e gidememişti. Bunun için hep üzülürdü ama babası kalması
gerektiğini söylemişti ona. Babasına her zaman kızmıştı, geride küçük
kardeşlerinden biri kalabilirdi ama babası onu ikna etmeyi başarmıştı ve Elphir
geride kalıp asker toplama işine girişmişti.
Prens Imrahil yedi yüz Kuğu Şövalyesi
götürmüştü Minas Tirith’e. Dol Amroth’ta ise şu an beş yüz Kuğu Şövalyesi yeni
prensin emrini bekliyordu. Babasının daha çok asker almasını diledi bir an.
Belki o zaman bir şeyler değişebilirdi... Ya da... Değişir miydi? Sauron’un
gücünü yenilgiye uğratabilirler miydi?
Elphir’in bir karar vermesi gerekiyordu. Ya
Dol Amroth’ta kalacaktı ve şehri korumaya çalışırken ölecekti ya da kuzeyde
toplandığı sanılan orduya katılacaktı. Kuzeyde bir şeyler dönüyordu cidden ama
bu hikayelerin ne kadarı doğruydu acaba? Boş bir hayalet avına çıkabilirlerdi
eğer şehri terk ederlerse. Elphir korkuyordu. Yanlış bir karar vermek
istemiyordu. Ölüm ya da karanlık korkutmuyordu onu. O an seslerini dinlediği
insanları için korkuyordu. Askerlerine yükleri daha hızlı taşımaları için
bağıran komutan için korkuyordu. Kılıçların daha iyi bilenmesi için çıraklarını
azarlayan demirci için korkuyordu. Ok talimi sırasında hedef yerine, hedefin
arkasında kalan bir kapıyı vurduğu için eğitmeninden özür dileyen okçu için
korkuyordu. Kızarmış et ve şarap kokuları arasında karınlarını doyuran ve
yarınlarının yaşam dolu olup olmadığını bilmediği için endişeli gözlerle
gökyüzünü ve denizi seyreden Dol Amrothlular için korkuyordu.
Halkını korumak istiyordu. Kuzeydeki
hikayelerde gerçeklik payı varsa en azından tek başlarına ölmeyeceklerdi ve
karanlığa karşı sonuna kadar savaşacaklardı.
Elphir en sonunda ne yapması gerektiği
konusunda hala kararsızken dışarı çıktı ve savaş hazırlıklarını teftiş etmeye
başladı. Beş yüz Kuğu Şövalyesi’nin yanısıra pek çok okçu, mızraklı ve piyade
eğitilmişti. Onların sayısı da iki bini buluyordu.
Dol Amroth’un savunması bu kadardı işte...
İki bin beş yüz asker...
Kalabalık arasında kız kardeşini buldu
Elphir. O seslerin ve karmaşanın arasında kız kardeşi oldukça dikkat çekiyordu
aslında. Süslü ve soylu kıyafetler giymemişti, halktan birinin giyebileceği
şeylere bürünmüştü. Gri ve uzun bir elbisesi vardı. Kollarını sıvamış ve
simsiyah saçlarını toplamıştı. Bazı insanların şehrin iç kısımlarına doğru
taşınmasına yardımcı oluyor, düzeni sağlıyordu. 20 yaşındaydı Lothiriel. Artık
bir kadın olmuştu. Bir prenses gibi görünüyordu ve asaleti bir kraliçeyi
andırıyordu. Kraliçe olmak için yaratılmışa benziyordu aslında.
“Lothiriel!” diye seslendi Elphir ona.
Lothiriel önünden geçen insanlara verdiği dikkatini ağabeyine yöneltti. Ağabeyi
mervidenlerden aşağı inerken pek çok insan onu selamlamaya başladı. Elphir bir
el işaretiyle herkesin işine dönmesini söyledi. “Hazırlıklar ne alemde?”
“Her şey yolunda lordum.” dedi Lothiriel.
“Ne yapacağımıza dair bir kararınız var mı?”
Kız kardeşinin sesindeki resmiyet yerine
küçükken olduğu gibi konuşmasını özlediğini fark etti Elphir. Ama onlara
doğrusunun bu olduğunu öğretmeye çalışmışlardı.
“Hayır, yok. Aslında bunun için seni
buldum. Benimle gelebilir misin?” Kalabalığı yararak merdivenlere gelen
Lothiriel, siyah saçlarını aşağı saldı ve güneşin ilk ışıkları kara telleri
arasında yayıldı. Ağabeyine eşlik ederek yukarı çıktı. Şafağın ışıkları Dol
Amroth’u avcu içine alırken Lothiriel ve Elphir, diğer kardeşlerini buldular.
Elphir hepsine bakıp gurur duydu. Kardeşleri uzun boylu ve güçlü
delikanlılardı. Herbirinin cesur bir yüreği vardı ve kalplerinde amansız bir
ateş yanardı.
“Kardeşlerim.” dedi Elphir onlara, batı
burcunda denizi selamlayan bir terasa çıktıklarında. Denizden göz kırpan
hayaletler sessiz sedasız gölgelerine çekiliyorlardı. Dalgalar biraz
huzursuzdu. Sanki yönlerini ve amaçlarını kaybetmişlerdi. Elphir Ossë’nin
huzursuz olduğunu tahmin ediyordu. Dalgalar o yüzden böyle başıboş akıyor
olmalıydı. Hayaletler belki de bu yüzden böyle huzursuzdu.
“Bir karar vermemiz gerekiyor. Babamızın
zamansız gidişinden beri düşünüyorum bunu. Karanlık üzerimize çöktü ve bizim
acilen bir şey yapmamız gerekiyor. Ya burada kalmalı ya da kuzeye doğru
yürüyüşe geçmeliyiz.”
“Dol Amroth’un Prensi olarak karar sizin
ağabeyim.” dedi Amrothos. “Sen ne dersen o olur.”
Elphir ona yarım bir gülümsemeyle baktı.
“Ama Dol Amroth prensi ne yapması gerektiğini bilmiyor Amrothos. Kardeşlerinin
yardımına ihtiyaç duyuyor.”
“Burada kalırsak ne yapabiliriz ki?” dedi
Erchirion. Denizi işaret etti eliyle. “Arkamızda deniz, önümüzde Sauron,
kaçacak bir yer yok. Savunacak bir kalemiz var ama ne kadar dayanabiliriz?
Lórien’in dahi düştüğünü söylüyorlar. Dol Amroth, böylesine güçlü bir tehdide
karşı ne yapabilir?”
“İşte benim aklımı kurcalayan da o.”
“O zaman kuzeye gitmeliyiz.” dedi
Lothiriel. “Kuzeyde bir ordunun toplandığı söyleniyor. Kim ya da kimler
tarafından bilemiyorum ama bir şekilde oraya ulaşmamız gerekiyor. Savaşacaksak
hep beraber olmak zorundayız.”
“Bir hayalet avına dönüşmesinden korkuyorum
onun da. Ya hepsi sadece dedikodudan ibaretse? Ya da Sauron’un bizi kalemizden
çıkarmak için tezgahladığı bir oyunsa? O zaman ne olacak? Halkımı tehlikeye
atmak istemiyorum.” diye karşılık verdi Elphir. İki elini masaya dayadı ve
derin bir nefes aldı. Kardeşleri de düşünceli ifadelere büründüler ve bir çıkış
yolu aradılar.
“Halkımız ve ordumuz tamamen hazır olana
kadar bekleyelim o zaman.” dedi Lothiriel. “Belki bir çözüm yolu buluruz.”
“Eğer kuzeyde bir ordu varsa, yakın zamanda
gerçekten var olup olmadıklar anlaşılacaktır.” dedi Amrothos düşünceli bir
ifadeyle. Parmakları sakalında gezdi ve gözleri ufkun ötesine takıldı. “Ama
Sauron’un bize saldırmak için çok bekleyeceğini sanmıyorum. Mordor’un orduları
yakında kapımızda olacaklardır.”
Pervaza doğru yürüyen Erchirion’un sesi
endişeli çıkıyordu. “Üç Yüzük’ü de almış olmalı Sauron. Rotası o yöndeydi. Gri
Limanlar’a da*, Lothlórien’e de, Rivendell’e de saldırdı. Şimdi gücünü tekrar
topluyor olmalı. Oralarda olan ordular az olsa bile girmek için çok büyük bir
güç harcamaktan başka seçeneceği yoktu. Zafer kazanmış olsa da, bu ona pahalıya
patlaşmıştır.”
“Sadece ork sayısı azalmıştır.” dedi Elphir
umutsuz bir ifadeyle. Kardeşlerinin yüzü gölgelendi. “Sauron’un kötülüklerinin
sınırı yok maalesef. Her geçen gün yeni ve karanlık şeyler çıkarıyor
karşımıza.”
“Şimdi zaferi de tamamlandı...” dedi
Lothiriel, titreyen bir sesle. Gözleri korku ve nefretle bakıyordu. “Tek Yüzük
onda tekrar ve biz ne yapabileceğimizi bilmiyoruz.”
Karanlık düşünceler içinde dağıldı
Imrahil’in çocukları ve herkes hazırlıklara geri döndü. Elphir Kuğu Şövalyeleri’ne
talim yaptırdı ve gece tekrar çökmeye başlarken ancak odasına giden yolu
tutmuştu. Hazırlıklar tüm hızıyla sürüyordu ve Dol Amroth için karanlık saatler
yaklaşıyordu.
Elphir rüzgarlar eşliğinde pelerini
savrulurken kıyıdan, şehrin içine doğru yürüyor, pervazı olmayan iskeleden
yavaş adımlarla geçiyordu. Adeta önünü bile görmüyordu, tek yapabildiği şey her
olasılığı düşünmekti. İşte böyle karamsar bir havayla yürürken bir anda
dengesini kaybetti ve derin sulara doğru düşmeye başladı. Kendini suda bulduğunda
gülmeye başladı ve ıslanan zırhına baktı. Güneş tamamen batmıştı ve Tilion’un
taşıdığı Ay’ın ışığında kahkahalarına devam etti. Kendi haline gülüyordu ve
dikkatsizliğine özellikle.
İskeleye doğru yüzmeye başladığında bir
anda ileri gidemediğini fark etti. Ne kadar çabalarsa çabalasın, yüzemiyordu ve
bir anda batmaya başladı. Her çırpınışında kendini daha aşağıda buldu ve
sessizlik etrafını sardı. Çığlık atamıyordu. Su izin vermiyordu. Yukarı doğru
yüzemiyordu. Deniz müsaade etmiyordu. Derken havası iyice azalmaya başladı ve
tam kendinden geçecekken bir anda başka bir yerde buldu kendini.
Etrafı yeşillikti ve binlerce adamla
birlikte batan güneşi sol taraflarına almış yürüyorlardı. Herkeste bir umut ve
bir heyecan vardı. İleride yıkık bir kale görse de kalenin önünde iki uzun ve
güçlü şekil onları bekliyordu. “Ossë ve Uinen bizi bekliyor olmalı.” dedi
yanındaki kız kardeşi Lothiriel. Bu sanki Elphir için çok normalmiş gibi
gülümsedi kız kardeşine ve bir anda kuzeye vardılar, coşkuyla karşılandılar.
Elphir’in etrafı tekrar karardı ve kendini
bir kez daha başka bir yerde buldu. Bu kez ork cesetlerinin üzerinde kan ter
içinde duruyordu ve askerleri etrafında toplanmaya başlamışlardı. Burası Rohan
Geçidi’ne benziyordu ve her yer orkların cesediyle kaplanmıştı. Güneş doğu
ufkundan az yüksekte parlıyor, yeni doğan gün zaferin habercisi gibi parlıyordu
uzaklarda. Askerlerin yüzlerinden yorgunluk ve mutluluğun karışımı bir ifade
eksik olmuyordu. Her ne kadar yakınlarda Ossë’nin güçlü zırhı göz kamaştırsa da
insanlar Elphir’in etrafında toplanıyorlardı. Aralarında birkaç Elf bile vardı.
Ossë dahi yüzünü ona dönmüştü. Ossë’yi hiç görmemiş olsa da bir şekilde onu
tanıyordu.
Tanıdık Kuğu Şövalyeleri’nden bir tanesi
atından inip kılıcını çekti ve Elphir’in yanına kadar yürüdü. Diğer herkes de
oracıkta toplaştılar ve hep bir ağızdan haykırdılar: “KRAL ELPHIR FORNACÁLË!**”
Elphir yaşananların şokunu atlatamadan
evvel yine kendini başka bir yerde buldu. Bu kez yıkıntılara dönmüştü, burası
Fornost olmalıydı. Arnor’un güçlü kalesi. Bir zamanlar yıkık olan bu kalenin
büyük kısmı onarılmışa benziyordu. Çalışmalar bir yandan devam ediyormuş
gibiydi. Elphir, yanında güzeller güzeli bir Elf’le yürüyor, arkasından
kardeşleri ve iki Maia geliyorlardı. Fornost’un iç kalesinin devasa
merdivenlerinde onları kara saçlı, uzun boylu bir Elf bekliyordu, elinde ise
bir taç vardı. Yanında, elini tutan güzeller güzeli bir Elf’le beraber yürümeye
devam ettiler. Elphir onun sadece güzeller güzeli yüzünü ve gözlerini görebiliyordu.
O yeşil gözler nasıl olduysa onu sarhoş etmişti adeta. Başka bir şeye bakmak
istemiyordu. Ancak önüne dönüp baktı ve kara saçlı Elf’i tekrar gördü. Elphir
bir anda kendini orada, Elf’in önünde eğilmişken buldu ve taç başına konduğunda
kalabalık yine haykırmaya başladı ve Elf’in son sözlerini hayal meyal
işitebildi Elphir: “Arnor ve Gondor’un Kralı Elphir Fornacálë! Çok yaşa kral
Elphir!”
Etraf karardığında, Elphir bir kez daha
gözlerini açtı ve yıldızlarla dolu geceyi gördü. İskelenin üzerinde uzanmış ve
sırılsıklam bir şekilde yatıyordu. Ayışığı gözlerini almaya başladığında
kafasını kaldırdı ve gördüklerinin şokunu daha atlatamadan karşısında dikilen
devasa bir şekil gördü. İşte şimdi gerçekten de delirdiğini düşünüyordu.
Korkuyla geri çekildi. Devasa boylarda biri
vardı yanıbaşında. Devasa bir zırhı, sağ yanından sarkan dev bir boru ve bir
tanrıya ait olabilecek inanılmaz bir asalet. ‘Bir tanrıya ait olabilecek...’
Eğer Elphir delirmediyse şu an karşısında duran ya bir Maia, ya da bir Vala’nın
kendisi olmak zorundaydı. Gözlerini kırpıştırdı ve kafasına hafifçe vurdu.
Gözlerini kapatıp uzun süre kapalı tutup açtığında bile şekil hala oradaydı.
Arkası dönüktü.
Gelen sesleri duyunca arkasına döndü şekil
ve yüzü belirdi. Elphir bir kez daha şaşkınlıkla inceledi onu. En derin
okyanuslar kadar mavi gözleri vardı. Zamanı yıllarla ölçülemeyecek bir derinlik
vardı yüzünde. Böyle bir bilgeliğin kimsede olamayacağına emindi Elphir. Sakalları
beyaz ve uzundu şeklin. Ama sadece orada ayakta duruşu bile Elphir’in kalbine
korku salmaktan çok umut vermişti sanki.
“Uyanabilmene sevindim.” dedi kalın, tok ve
okyanuslar kadar derin sesiyle. “Boğulma tehlikesi yaşattığım için üzgünüm
Elphir ama bazı şeyleri sana söylemektense göstermeyi tercih ettim. Zaman
kazanmak adına.” Dev şekil ona bakarak gülümsedi ve hafifçe güldü. “Benim adım
Ulmo.”
Elphir’in gözleri, Sauron’un gözü misali
açıldı ve ayağa kalkıverdi o anın şokuyla. Yerlere kadar eğildi ve selam verdi.
“Selam olsun Suların Efendisi’ne!”
“Selam olsun Dol Amroth’un prensine!” diye
karşılık verdi Ulmo. “Gösterdiklerimden sonra ne yapacağınla ilgili kuşkun
kalmamıştır umarım.”
Elphir olanları hazmetmeye çalışıyordu.
“Onlar... gelecek miydi efendim?”
“Temenni diyelim.” dedi Ulmo. “Kuzeye
gitmek zorundasın Elphir. Orta-Dünya’nın Özgür Halkları, Karanlık Güçler’e
karşı birleşiyorlar. Bu bir gerçek. Senin de yardımına ihtiyaçları var.”
“Yani burada kalmamalıyız.”
“Kalırsanız, ölürsünüz. Üstelik İnsanlar,
kendilerine yol gösterecek bir kral arıyorlar. Bunu yapabilecek sadece sen
varsın.”
“Ama Kral Elessar Kara Kapı’da öldü!” dedi
Elphir. “Kral olması gereken o değil miydi?”
“Oydu.” diye onayladı Ulmo. “Ancak ruhu
şimdi Her Şeyin Babası’nın yanına gitti Arda’nın duvarlarını aşarak. Akıbetini
biz dahi bilmiyoruz. İnsanların yeni bir öndere ihtiyaçları var. Bu kana sahip
olanlardan biri sensin, o tahtta hak iddia edebilecek bir sen ve kardeşlerin
kaldı.”
Havadan bir rüzgar alıp başını Ulmo’nun
sakalları boyunca hareket ederken Elphir yutkundu ve gözleri boş bakmaya
başladı. “Anladığım kadarıyla güçlü müttefiklerimiz var.” diye tespit etti.
“O müttefiklerden biri olmayı isterdim,
Elphir ama yapabileceğim müdahale bu kadar. Üzgünüm.”
“Güçler Savaşı’yla ilgili az da olsa bir
şeyler biliyoruz efendim, bu kadarı bile yetecektir. Üstelik iki kişi daha
gördüm görüntülerimde.”
Ulmo başını salladı. “Benim Maiar’ım evet.”
dedi neşeyle. “Ossë ve Uinen, bu savaşta sizin yanınızda olacaklar. Sauron’a
denk bir düşman Ossë. Uinen de onun öfkesini dizginleyecek.”
“Şükürler olsun Elbereth ve Sulimo’ya!”
diye haykırdı Elphir mutlulukla. Kuzeyde birilerinin gerçekten toplandığı
öğrenmek onu çok mutlu etmişti. Üstelik ordunun başlarında güçlü mü güçlü iki
Maia vardı. Daha ne istiyebilirlerdi ki?
“Ossë, Valar’ın emriyle hareket etmedi.”
dedi Ulmo. “Çok büyük bir ordu daha yolda, başlarında yine Eönwë olacak.
Gerçekten muazzam bir ordu. Ancak onları bekleme lüksünüz yok Elphir. Onlar
gelinceye kadar Sauron’un zaferi kesin olabilir. Karşısında durmak
zorundasınız. Onu yok etmek zorundasınız!”
“Bunu nasıl başaracağız? Onun parmağından
Yüzük’ü sökmek işe yaramıyor. Kral Isildur’un bunu yapmasına rağmen Karanlıklar
Efendisi bir kez daha güçlendi.” dedi Elphir endişe kokan gözlerle. Gözleri
Ulmo’ya yalvarır gibi bakıyordu sanki.
“Yüzük’ü, onu yok edebilecek bir yere
götürmeniz gerekiyor. Zaten bu denendi ve başarısız olundu, ama tekrar denenmek
zorunda. Sauron’un parmağından yüzüğü kopardığınızda gücünü tekrar kaybedecek
ve Kıyamet Dağı’nın alevlerine yüzüğü attığınızda onu tamamen yok
edebilirsiniz.”
“Kıyamet Dağı mı?” diye sordu Elphir
şaşkınlıkla.
“Yüzük, yapıldığı yerde yok edilebilir
sadece. Ne yazık ki çağınızda Sauron’dan yetenekli bir demirci yok. Yüzük’ü alıp
Aulë’ye götürmek isterdim ancak bunu yapamam. İşinize daha fazla karışamayız.
Ya da Fëanor veya Celebrimbor’u yanınıza gönderebilmeyi isterdim, onların
zanaatı belki de Yüzük’ü yok etmeye yeterdi, ancak Yüzük sadece Sauron’dan daha
yetenekli ellerde veya yapıldığı yerde yok edilebilir. Kıyamet Dağı’nın sıcağı
kadar sıcak bir yer de yok Orta-Dünya üzerinde.”
Elphir başını salladı anladığını belli
etmek için. İskeleye çarpan dalgaların düzensiz sesi kulaklarını tırmalamaya
başlamıştı. Tekrar dalgaların düzensiz hareketine baktı ve Ossë’nin gerçekten
de kuzeyde olduğunu idrak etti. Rüya görmüyordu. Gerçekten Ulmo tam
karşısındaydı ve ona Arnor ve Gondor’un Birleşmiş Kralı olmasını öğütlüyordu.
“Sana güveniyorum Elphir. İnsanları tek bir
sancak altında birleştirmen icap ediyor. Onların önünde at sürmeli ve Sauron’un
karanlığını Maiar’ımla ve Elflerle birlikte aydınlığın içinde boğup yok
etmelisin.”
Ulmo denize doğru gitmeye başladığında
Elphir arkasından seslendi. “Bunu yapacağım.” dedi güven dolu bir sesle. “ÇOK
YAŞA SULARIN EFENDİSİ! ÇOK YAŞA!”
Suların Efendisi omzunun üzerinden baktı
ona ve başıyla selam verirken Elphir yerlere kadar eğildi. Derken aklına bir
şey gelmiş gibi başını kaldırıp seslendi: “Gördüğüm Elfler kimdi?” diye sordu
yüksek sesle, uzaklaşan Vala’ya sesini duyurabilmek için.
“Biri, zamanında unutulmuş ve çok hatalar
yapmış bir Elf’ti, ancak artık affedildi. O Sauron’a olan savaşınızda
ordularınızın en büyük kozlarından bir tanesi olacak. Onun yüreğindeki müziğe
umut bağlayabilirsin. Bir kılıç verecek sana, onu kabul et. Diğer Elf’in kim
olduğunu da senin bulman gerekiyor Elphir. Bunu sana ben söyleyemem.”
“Çok güzeldi.” dedi Elphir ona
gülümseyerek. “Bir Elf güzel olur evet ama...”
“Her kralın bir kraliçeye ihtiyacı vardır.
Gondor ve Arnor’a da öyle bir kraliçe yakışır.”
“Saç rengini tam seçemedim.”
“Tilion’ın parıltılarından bir farkı yok
saç renginin. Gönlündeki bolluk ise Varda’nın yıldızları kadar derin. Onu
arayıp bulduğunda, anlayacaksın onu gördüğün an ve gönlündeki ateşi
dindireceksin vakti geldiği zaman. Ey Elphir, yolun açık olsun!” Bunu dedikten
sonra Ulmo bir anda suya karıştı ve gözden kayboldu. Arkasına döndüğünde
uzaktan üç kişi gördü Elphir ve şaşkınlıkları dile getirelemeyecek kadar
büyüktü. Elphir onlara doğru yürüdü ve her şeyi duyduklarını sadece onlara
bakarak anladı.
Yanlarından geçerken kardeşlerine bakıp
gülümsedi ve bir elini Amrathos’un omzuna koydu. “Vakit geliyor. Şövalyeleri
hazırlayın. Halka haber verin. Askerler zırhlarını kuşansın. Gidiyoruz.
Kıyıdaki yalnız ışık artık kuzeyde parlayacak.”
Geçip gittiğinde kardeşlerinin
gülümsediğini hissedebiliyordu. Hatta Lothiriel’in hafif kıkırtısını duymuştu.
“Emredersiniz Majesteleri.”
“ARNOR’A!” diye bağırdı Erchirion neşeyle
ve iki kardeşi onu mutlulukla gülerek tekrar ettiler: “ARNOR’A! KUZEY
KRALLIĞI’NA!”
Notlar:
*Narya’nın Gandalf’ta olduğu
bilinmiyordu. Bu sebeple Cirdan’da olduğunun tahmin edildiğini düşündüm.
**Fornacálë: Kuzeydeki
Işık/Kuzeyin Işığı manasına gelir (Forna: Northern, Cálë: Light) Elphir’in
lakabı haline gelecektir ileride.
***Genel bir not olarak da,
eğer Gondor & Arnor tahtında hak iddia edebilecek biri varsa bunun da
Imrahil’in oğulları olduğuna karar verdik. Aragorn’un ölümünün ardından en
mantıklısı Dol Amrothlular gibi duruyordu. Bu sebeple Elphir karakteri seçildi.
Soyları Numenor’a dayanıyor ve Aragorn öldüğünden onlar ya da Faramir mantıklı
görünüyordu. Faramir konusuna değineceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder