23 Mayıs 2014 Cuma

Valinor'dan Hikayeler Bölüm 4: Elrond ve Hobbitler

Bölüm 4: Elrond ve Hobbitler

    Felagund Finrod kardeşine büyük bir özlemle sarılırken, Aegnor, Angrod ve Orodreth de birer birer sarıldılar Galadriel’e. Elrond ve Hobbitler neşeyle onları seyrediyor, etraflarındaki Elfler’den neşeli sesler yükseliyordu. Eönwë onlara biraz zaman tanıdıktan sonra Gandalf’a artık gitmeleri gerektiğini ve Valar’ın acil bir rapor beklediğini söyledi. Böylece Maiar’ın en kudretlisi ve en bilgesi ayrıldı aralarından. Kalabalık sessizleşirken ve Lorien’in Leydisi’nin yüzü ışıldarken Eldar suskunlaştı bir kez daha. Kalabalık açıldı iki yana doğru ve Galadriel’in güzelliğiyle karşılaştırılabilecek kadar güzel bir yüz belirdi aralarında. Finarfin Hanedanı’nın altın sarısı saçlarını, Ñoldor’un asil bakışlarını ve Leydi Galadriel’in tüm güzelliğini miras alan Celebrían belirmişti tüm yüzlerin arasından. Elrond donup kaldığını hissetti. Onu görmeyi bekliyordu elbette, biricik eşini. Caradhras yakınlarında esir düşüğ işkenceler gören ve kurtarıldıktan sonra Aman’a gelen karısı, yaşadığı acıları unutamadığı için Aman’a dönmek istemişti. Acı bir veda olmuştu ikisi için de, ama Celebrían ancak böyle huzur bulabilirdi.
    Yüzü ışıldıyordu Aman’ın ölümsüzlüğüyle, Eldar’ın güzelliğiyle. Narin adımlarla yürüyor, gülümsemesi hiç olmadığı kadar çok yakışıyordu yüzüne. Elrond sakinliğini korudu her şeye rağmen. Eşine doğru yürüdü, önce elini tuttu, sonra sarıldı ama Celebrían’a. Tüm özlemiyle.
    Finarfin’in evine gelene kadar doya doya özlem giderdiler uzun zamandır ayrı kalan Ñoldor. Celebrían annesi, babası ve kocasına kavuşmanın mutluluğunu yaşadı.
    “Demek biricik Arwen’im bir insan olmayı seçti. Hem de kraliçeleri olarak.”
    “Devir artık insanların devri.” dedi Elrond. “Biz evimize döndük.”
    “Evimiz… Bundan binlerce yıl önce.” diye söze başladı Galadriel. “Fëanor tüm Ñoldor’u toplayıp ateşli bir konuşma yaptığında herkese yaptığı gibi benim de kalbimi titretmişti. Ona karşı bir sevgi beslemiyordum, ama Orta-Dünya’da edinebileceğimiz toprakları, o düzlükleri, o ormanları arzulamıştım. Evimiz aslen orasıydı diye düşünüyordum. Yemin falan etmedim elbette ama Valar’a ben de kızgındım. Biricik kralımızı kurban vermiştik, ilk katledilen elf olmuştu Yüce Kral Finwë. Yanıldık mı hala emin değilim ama oralar bir zamanlar evimizdi kuşkusuz.”
    “Ben orada doğdum.” dedi Elrond. “Ona rağmen orada devrimizin bittiği açıktı. Önemli olan kötülüğü yenip dönmüş olmamız. Ki bunu da dostumuz Hobbitlere borçluyuz.”
    Frodo ve Bilbo, Elrond ve Galadriel’in huzurunda olmaya alışık Hobbitler olarak değerlendirilebilirlerdi ancak Aman’da olmaya hala alışamadıkları rahatlıkla söylenebilirdi. Üstüne üstlük bir de kral vardı odada, sessiz kalmayı tercih ediyordu. Kızını görünce eski acıları su yüzüne çıkmıştı sanki. Kral Finarfin uzaklara dalmış gitmişti.
    Sohbeti koyulaştırdılar. Eski günlerden çok bahsedilmedi. Aradan binlerce yıl geçse bile pek çok acıyla doluydu o günler Galadriel ve Finarfin için. Elrond Celebrían’a ayrıldığından bu yana olanları anlattı. Oğullarını, kızını. Hobbitler maceralarıyla renk kattılar Finarfin’in salonlarına. Sohbetleri sürüp giderken iki atlının sesi duyuldu dışarıdan ve çok geçmeden kapı açıldığında gördüler ki, Gandalf ve Eönwë geri dönmüşlerdi. Gandalf önünde eğildi elflerin ve Hobbitlere baktı. “Sizi görmek isteyenler var.” dedi gülümseyerek. Frodo da, Bilbo da en başta anlam veremediler ama ona rağmen ayağa kalktılar. Neşeyle uğurlandıktan sonra Eönwë ve Gandalf’ın peşine takıldılar.
    “Bizi kim görmek istiyor Gandalf?” diye sordu Frodo, yanında Bilbo duruyordu, yaşlı Hobbit koluna girmişti Frodo’nun. Yeşilliklerle dolu bir ormanın içine girmek üzerelerdi, şehir artlarında kayboluyordu.
    “Dünya’nın Güçleri sevgili Frodo.” dedi Gandalf, bunu nasıl basitleştirebileceğini bilmiyordu. “Valar.”
     Frodo bir an için diyecek hiçbir şey bulamıyordu. Gandalf’ın şaka yaptığını sandı. “Dünyanın Güçleri mi?” Güldü. “Hadi ama Gandalf, bizi kimin görmek istediğini merak ediyorum.”
    Birkaç adım önlerinde yürüyen Eönwë omzunun üstünden bakarak seslendi Frodo’ya. “Olórin yalan söylemiyor küçük dostum. Valar ve Valier, Hüküm Çemberi’nde toplanmış Sauron’u yenen Hobbit’le ve onun amcasıyla tanışmayı arzuluyorlar.”
    Frodo şok geçirmiş gibi baktı Eönwë’ye. Maia gülümsüyordu ama çok uzatmadan önüne baktı ve adımlarına devam etti. “Bizi neden görmek istesinler ki?” diye sordu Frodo şaşkın şaşkın.
    “Eminim bir sebepleri vardır evladım.” dedi Bilbo, Orta-Dünya’dan ayrılmadan evvel bezgin gelen sesine canlılık gelmişti adeta. Yaşlı Hobbit sanki hayat buluyordu Aman’da.
    “Elbette var.” dedi Gandalf. “Morgoth yenildiğinden beri, Sauron Orta-Dünya’nın ve özgür halkların baş belası oldu. Neden öyle düşündüğünü bilmiyoruz ama Valar’ın müdahale etmeyeceğini sanıyordu. Eğer Valinor’dan tekrar bir ordu çıksaydı yola, çok kan dökülecekti. Sen bunu önlemeyi başardın Frodo. Valar’ın müdahalesine gerek kalmadan Sauron’un yenilmesine olanak tanıdın. Tek Yüzük’e karşı inanılmaz bir bağışıklık sergiledin.”
    “Koskoca Valar bizi görmek istiyor ha… Acaba kaç yaşındalar merak ediyorum.”
    “Sana kısa bir öykü anlatayım Frodo. Elfler bile çok şey bilmezler bunun hakkında. Dünyanın yaratılışı yani.”
    Frodo’nun gözleri parladı bir an için. Bilbo dikkat kesildi ve Eönwë bile arkasına bakıp gülümsedi. Geniş çimenliğin içinden geçen yol kenarında pek çok ağaçla gölgelenirken ve bulutlar yavaşça güneşin önünü kapatırken Gandalf başladı anlatmaya: “Önce Eru vardı. Tek Olan. Ilûvatar derler adına Arda’da. Önce Ainur’u yarattı. Kutsal Olanlar’ı.”
    Gandalf bir bir Antik Çağlar’ı anlatırken Frodo ve Bilbo dinlediler dikkatle. Frodo zaman zaman sorular sordu ve Valar hakkında pek çok şey öğrendi. Onların adını duyarlardı zaman zaman. Elfler Elbereth’ten bahsederdi ya da Manwë derlerdi. Melkor’un adını çok duyduğunu hatırlamıyordu ama Legolas’ın Balrog’tan; “Morgoth’un Balrog’u” diye bahsettiğini duymuştu. “Antik dünyanın iblisi” dedikleri Balrog demek ki Gandalf’la aynı ırktandı. Üstelik ondan sadece bir tane de yoktu demek zamanında. Gandalf silmarillerden bahsetmeyi de ihmal etmedi. Frodo’nun aklına hemen birkaç yıl öncesi geldi. Üçüncü Çağ’ın sonları. Sam’le birlikte Kıyamet Dağı’na giderlerken bir kayaya yaslanmış dinleniyorlardı ve Sam başını kaldırıp gözleri gökyüzünü yakaladığında, Mordor’un o zehirli göğünde süzülen bulutların arasında tek bir yıldız görmüştü.
    Yalnız başına süzülen, sanki kederli bir yıldızdı. O kadar kara bulutların ardında parlıyordu tek başına. Sanki tek başına bırakılmıştı. Bir amaç uğruna. Ama yaydığı ışık o kadar safti ki, o kadar kudretliydi ki, aldırış etmiyordu Sauron’un karanlığına. Işığı Kıyamet Dağı’nın etrafındaki sisi bile aşıp yeryüzüne değiyor, Samwise Gamgee’nin umutlarını bir şekilde ayakta tutuyordu.
    Gandalf silmarillerin kaderini anlatmıştı. Biri yeryüzünün bağrına, biri denizlere, biri de gökyüzüne gitmişti. O yıldız belki de Kutlu Eärendil’in yolladığı bir selamdı Sam’e. Onlara yollarına devam etmelerini sağlayan umudu ve gücü veren belki de o kutsal mücevherin ışığıydı, Eärendil’in güzel kalbindeki ateşti. Belki en sonunda her şey gelip çatıp Fëanor’un bu eşi benzeri olmayan mücevherlerine gelip dayanmıştı… Kim bilir?
    Aradan ne kadar zaman geçtiğini hatırlamıyordu Frodo ama ilk hatırladığı şey Hüküm Çemberi’nin dev kapılarıydı. Kapılar aralandı ağır ağır Eönwë’nin çağrısı üzerine. Pez bir ses bırakıyorlardı geride her saniye açıldıkları süre içinde. İçerisi karanlık gibiydi ya da dışarısı ayın ışığıyla fazlaca aydınlanıyordu. Elbereth’in güzel yıldızlarıyla süslenmiş gökyüzüne baktı Frodo. Derin bir nefes aldı ve Maiar’ın en kudretlilerinin arkasından, biricik amcasıyla birlikte Valar’ı görmek için içeri girdi.
    Görüntü soluğunu kesmeye yetmişti…
    “Hoş geldiniz.” dediğinde Manwë, Frodo’nun dili tutuldu ve konuşamadı. Sadece yürüdü ortaya doğru. Tahtlarında oturan Valar’a bakıyordu bir yandan. Kudretlerine hayran oluyordu. Yüzleri mükemmeldi. Elflerden de güzel… Elflerin öyle güzel yüzleri olurdu ki. Pürüzsüzdü, ne yaşlıydı ne de genç. Yaşlarını söylemek mümkün değildi. Sanki sonsuzluğu yansıtırdı en mükemmel sanat eseriymiş gibi. Ama Valar’ın güzelliğini anlatmaya hiçbir sanatçının gücünün yetmeyeceğine emindi Frodo. Manwë mavilerin arasına gizlenmiş bir şekilde, vakarla oturuyordu tahtında. Yüzünde ince bir gülümseme vardı ve geniş bir hoşnutluğun izleri.
    Varda, Frodo’nun bugüne kadar gördüğü her şeyden daha güzeldi. Gökteki yıldızları yapan Elbereth, Frodo’nun dilinin tutulmasının en büyük sebebiydi belki de. Masmavi, gri geçişlere sahip güzeller güzeli elbisesi iniyordu omzundan aşağı, tam bir mükemmeliyetle. Saçlarının siyahlığı o kadar mükemmeldi ki, sanki oraya yıldızları koysanız, gökyüzünün ta kendisi olur, tek başına aydınlatırdı koca dünyayı. ‘Acaba Yıldızların Işığı ne kadar güzeldi?’ diye düşündü Frodo. Gandalf ona Yıldızların Işığı’nı anlatmıştı. ‘Eğer bundan daha güzellerse, hiçbir ölümlünün kalbi buna dayanmaz…’ Belki de Valar bu yüzden İnsanları ya da Cüceleri çağırmamıştı Aman’a.
    Tulkas, güçlü mü güçlü Tulkas, altın saçlarıyla ve hafif bir gülümsemeyle bakıyordu Hobbitlere. Frodo bir an için bu kadar güçlüyse neden Sauron’a müdahele etmediğini düşünürken buldu kendini. Ama sonra bu düşünceleri kafasından saldı. Gandalf bile neredeyse Sauron’un gücüne denk bir güce sahipti ama o onunla direkt savaşmak yerine insanların kalplerine umut saçmayı, onlara bir araya getirmeyi, onlara savaşarak Sauron’u yenebileceklerini göstermeyi seçmişti. Direkt olarak olaya müdahil olmamış, İnsanların ve diğer halkların birlikte Düşman’ı yenebilmelerini sağlamıştı. Sadece Balrog’la bizzat dövüşmüştü, çünkü onlar Morgoth’un hizmetkarlarıydı ve Sauron’un onlardan birine bile sahip olması kesinlikle akıl almaz kötü sonuçlara sebep olurdu.
    Yavanna’nın güzelliği yarışırdı Varda’nınkiyle. Yeşiller içinedeki güzel elbisesi, gördüğü en güzel ormanlardan daha yeşil ve etkileyici yeşil gözleri, kestanemsi kızılımsı saçlarıyla oturuyordu tahtında. O da gülüyordu hafifçe. Frodo Mandos hariç hepsinin gülümsediğini o sırada fark etmişti. Mandos nedense korkutucuydu biraz. Karanlıklar içinde gibiydi, gizemliydi. Ona nedense Aragorn’la ilk tanıştıklarındaki halini getirdi aklına. Aragorn da kapişonuna ve karanlıklara bürünüp gölgelerin içinde izlemeyi seçmişti Frodo’yu Sıçrayan Midilli Hanı’nda.
    Gandalf ve Eönwë saygıyla eğildikten sonra Frodo ve Bilbo da aynı şeyi yaptılar.
    “Sizleri burada ağırlamak çok güzel Üçüncü Çağ’ın kahramanları.” dedi Manwë neşeyle. “Kahramanlıklarınızı hikayesi inanın bizlere bile ulaştı, ki bu yüzden sizleri Aman’da, bizimle birlikte yaşamanız için davet ettik. Bilbo Baggins’in yaptığı hizmetlerin ya da Frodo Baggins’in Yüzük’e karşı gösterdiği direncin, yol boyunca gösterdiği cesaretin ödülsüz kalmasını istemedik. Davetimizi kabul edip gelmeniz bizi çok memnun etti. Burada, Yüce Elflerle birlikte çok güzel bir hayatınız olmasını diliyorum.”
    Frodo da Bilbo da konuşamadılar. Bunun üzerine Manwë’nin sadece gülümsemesi genişledi. “Konuşmaktan çekinmeyin. Bir dileğiniz varsa söylemekten geri durmayın. Özgürce konuşabilirsiniz.”
    “Eminim oldukça etkilendiler, efendim.” dedi Gandalf Hobbitlere bakarak. Gülümsemesi hiç değişmeyecekti sanki. Frodo o gülümseme sayesinde biraz rahatladığını hissetti.
    “Yüzük’e uzun süre direnc gösterdiğim doğru yüce Manwë Sulimo, ancak ben de en sonunda onun büyüsüne ve çekiciliğine kapıldım ve onu kendim için arzuladım. Eğer Sam olmasaydı belki de sizler Sauron’u durdurmak için harekete geçmek zorunda kalacaktınız.”
    “Hayır.” dedi Varda gülümseyerek. Sesi ince ince dolaştı tüm Çember’i. O kadar melodik ve hoştu ki… Frodo Yüce Elflerin şarkılarının güzel olduğunu sanırdı, oldukça yanıldığını o an fark etti. “Yüzük’ü aylarca taşıdın üzerinde Frodo. Hatta öncesinde yıllarca onunla birlikte kaldın. Tam onu yok etmek üzereyken büyüsüne kapıldığın için suçlama kendini. Senin ve Sam’in oraya kadar gidebilmesi bile büyük bir mucize. Neyse ki Eärendil sizi izliyordu. Samwise, Mordor’da geçirdiğiniz gecelerden birinde onu görmüş olmalı. Kutsal mücevherlerin ışığı yardımcı oldu size. Ancak cesaretiniz olmasa yapılan her şey boşa gidebilirdi.”
    Valar’la uzunca konuştular küçük Hobbitler. Bizzat onlardan Sauron’un hikayesinin tamamını öğrendi ve uzun bir süre boyunca Aman’da nerede kalıp neler yapabileceğini anlattı Valar ona. Anlaşılan bu küçük Hobbit’e ilgi duymuştu Arda’nın Güçleri. Morgoth’un en büyük hizmetkarlarından biri olan Gorthaur Sauron’u yenen bu küçük Hobbit’e.

    En sonunda Hüküm Çemberi’nin kapısından çıkıp parlak gökyüzüne bakan Frodo, şunları söyleyebilmişti: “Shire’ın yeşil ormanları aşkına, az önce cidden Valar’la mı konuştuk biz?”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder