Bölüm 4: Elrond ve Hobbitler
Felagund Finrod
kardeşine büyük bir özlemle sarılırken, Aegnor, Angrod ve Orodreth de birer
birer sarıldılar Galadriel’e. Elrond ve Hobbitler neşeyle onları seyrediyor,
etraflarındaki Elfler’den neşeli sesler yükseliyordu. Eönwë onlara biraz zaman
tanıdıktan sonra Gandalf’a artık gitmeleri gerektiğini ve Valar’ın acil bir
rapor beklediğini söyledi. Böylece Maiar’ın en kudretlisi ve en bilgesi ayrıldı
aralarından. Kalabalık sessizleşirken ve Lorien’in Leydisi’nin yüzü ışıldarken
Eldar suskunlaştı bir kez daha. Kalabalık açıldı iki yana doğru ve Galadriel’in
güzelliğiyle karşılaştırılabilecek kadar güzel bir yüz belirdi aralarında.
Finarfin Hanedanı’nın altın sarısı saçlarını, Ñoldor’un asil bakışlarını ve
Leydi Galadriel’in tüm güzelliğini miras alan Celebrían belirmişti tüm yüzlerin
arasından. Elrond donup kaldığını hissetti. Onu görmeyi bekliyordu elbette,
biricik eşini. Caradhras yakınlarında esir düşüğ işkenceler gören ve
kurtarıldıktan sonra Aman’a gelen karısı, yaşadığı acıları unutamadığı için Aman’a
dönmek istemişti. Acı bir veda olmuştu ikisi için de, ama Celebrían ancak böyle
huzur bulabilirdi.
Yüzü
ışıldıyordu Aman’ın ölümsüzlüğüyle, Eldar’ın güzelliğiyle. Narin adımlarla
yürüyor, gülümsemesi hiç olmadığı kadar çok yakışıyordu yüzüne. Elrond sakinliğini
korudu her şeye rağmen. Eşine doğru yürüdü, önce elini tuttu, sonra sarıldı ama
Celebrían’a. Tüm özlemiyle.
Finarfin’in
evine gelene kadar doya doya özlem giderdiler uzun zamandır ayrı kalan Ñoldor.
Celebrían annesi, babası ve kocasına kavuşmanın mutluluğunu yaşadı.
“Demek biricik
Arwen’im bir insan olmayı seçti. Hem de kraliçeleri olarak.”
“Devir artık
insanların devri.” dedi Elrond. “Biz evimize döndük.”
“Evimiz… Bundan
binlerce yıl önce.” diye söze başladı Galadriel. “Fëanor tüm Ñoldor’u toplayıp
ateşli bir konuşma yaptığında herkese yaptığı gibi benim de kalbimi
titretmişti. Ona karşı bir sevgi beslemiyordum, ama Orta-Dünya’da
edinebileceğimiz toprakları, o düzlükleri, o ormanları arzulamıştım. Evimiz
aslen orasıydı diye düşünüyordum. Yemin falan etmedim elbette ama Valar’a ben
de kızgındım. Biricik kralımızı kurban vermiştik, ilk katledilen elf olmuştu
Yüce Kral Finwë. Yanıldık mı hala emin değilim ama oralar bir zamanlar evimizdi
kuşkusuz.”
“Ben orada
doğdum.” dedi Elrond. “Ona rağmen orada devrimizin bittiği açıktı. Önemli olan
kötülüğü yenip dönmüş olmamız. Ki bunu da dostumuz Hobbitlere borçluyuz.”
Frodo ve Bilbo,
Elrond ve Galadriel’in huzurunda olmaya alışık Hobbitler olarak
değerlendirilebilirlerdi ancak Aman’da olmaya hala alışamadıkları rahatlıkla
söylenebilirdi. Üstüne üstlük bir de kral vardı odada, sessiz kalmayı tercih
ediyordu. Kızını görünce eski acıları su yüzüne çıkmıştı sanki. Kral Finarfin
uzaklara dalmış gitmişti.
Sohbeti
koyulaştırdılar. Eski günlerden çok bahsedilmedi. Aradan binlerce yıl geçse
bile pek çok acıyla doluydu o günler Galadriel ve Finarfin için. Elrond
Celebrían’a ayrıldığından bu yana olanları anlattı. Oğullarını, kızını.
Hobbitler maceralarıyla renk kattılar Finarfin’in salonlarına. Sohbetleri sürüp
giderken iki atlının sesi duyuldu dışarıdan ve çok geçmeden kapı açıldığında
gördüler ki, Gandalf ve Eönwë geri dönmüşlerdi. Gandalf önünde eğildi elflerin
ve Hobbitlere baktı. “Sizi görmek isteyenler var.” dedi gülümseyerek. Frodo da,
Bilbo da en başta anlam veremediler ama ona rağmen ayağa kalktılar. Neşeyle
uğurlandıktan sonra Eönwë ve Gandalf’ın peşine takıldılar.
“Bizi kim
görmek istiyor Gandalf?” diye sordu Frodo, yanında Bilbo duruyordu, yaşlı
Hobbit koluna girmişti Frodo’nun. Yeşilliklerle dolu bir ormanın içine girmek
üzerelerdi, şehir artlarında kayboluyordu.
“Dünya’nın
Güçleri sevgili Frodo.” dedi Gandalf, bunu nasıl basitleştirebileceğini
bilmiyordu. “Valar.”
Frodo bir an
için diyecek hiçbir şey bulamıyordu. Gandalf’ın şaka yaptığını sandı. “Dünyanın
Güçleri mi?” Güldü. “Hadi ama Gandalf, bizi kimin görmek istediğini merak
ediyorum.”
Birkaç adım
önlerinde yürüyen Eönwë omzunun üstünden bakarak seslendi Frodo’ya. “Olórin
yalan söylemiyor küçük dostum. Valar ve Valier, Hüküm Çemberi’nde toplanmış
Sauron’u yenen Hobbit’le ve onun amcasıyla tanışmayı arzuluyorlar.”
Frodo şok
geçirmiş gibi baktı Eönwë’ye. Maia gülümsüyordu ama çok uzatmadan önüne baktı
ve adımlarına devam etti. “Bizi neden görmek istesinler ki?” diye sordu Frodo
şaşkın şaşkın.
“Eminim bir
sebepleri vardır evladım.” dedi Bilbo, Orta-Dünya’dan ayrılmadan evvel bezgin
gelen sesine canlılık gelmişti adeta. Yaşlı Hobbit sanki hayat buluyordu
Aman’da.
“Elbette var.”
dedi Gandalf. “Morgoth yenildiğinden beri, Sauron Orta-Dünya’nın ve özgür
halkların baş belası oldu. Neden öyle düşündüğünü bilmiyoruz ama Valar’ın
müdahale etmeyeceğini sanıyordu. Eğer Valinor’dan tekrar bir ordu çıksaydı
yola, çok kan dökülecekti. Sen bunu önlemeyi başardın Frodo. Valar’ın
müdahalesine gerek kalmadan Sauron’un yenilmesine olanak tanıdın. Tek Yüzük’e
karşı inanılmaz bir bağışıklık sergiledin.”
“Koskoca Valar
bizi görmek istiyor ha… Acaba kaç yaşındalar merak ediyorum.”
“Sana kısa bir
öykü anlatayım Frodo. Elfler bile çok şey bilmezler bunun hakkında. Dünyanın
yaratılışı yani.”
Frodo’nun
gözleri parladı bir an için. Bilbo dikkat kesildi ve Eönwë bile arkasına bakıp
gülümsedi. Geniş çimenliğin içinden geçen yol kenarında pek çok ağaçla
gölgelenirken ve bulutlar yavaşça güneşin önünü kapatırken Gandalf başladı
anlatmaya: “Önce Eru vardı. Tek Olan. Ilûvatar derler adına Arda’da. Önce
Ainur’u yarattı. Kutsal Olanlar’ı.”
Gandalf bir bir
Antik Çağlar’ı anlatırken Frodo ve Bilbo dinlediler dikkatle. Frodo zaman zaman
sorular sordu ve Valar hakkında pek çok şey öğrendi. Onların adını duyarlardı
zaman zaman. Elfler Elbereth’ten bahsederdi ya da Manwë derlerdi. Melkor’un
adını çok duyduğunu hatırlamıyordu ama Legolas’ın Balrog’tan; “Morgoth’un
Balrog’u” diye bahsettiğini duymuştu. “Antik dünyanın iblisi” dedikleri Balrog
demek ki Gandalf’la aynı ırktandı. Üstelik ondan sadece bir tane de yoktu demek
zamanında. Gandalf silmarillerden bahsetmeyi de ihmal etmedi. Frodo’nun aklına
hemen birkaç yıl öncesi geldi. Üçüncü Çağ’ın sonları. Sam’le birlikte Kıyamet
Dağı’na giderlerken bir kayaya yaslanmış dinleniyorlardı ve Sam başını kaldırıp
gözleri gökyüzünü yakaladığında, Mordor’un o zehirli göğünde süzülen bulutların
arasında tek bir yıldız görmüştü.
Yalnız başına
süzülen, sanki kederli bir yıldızdı. O kadar kara bulutların ardında parlıyordu
tek başına. Sanki tek başına bırakılmıştı. Bir amaç uğruna. Ama yaydığı ışık o
kadar safti ki, o kadar kudretliydi ki, aldırış etmiyordu Sauron’un
karanlığına. Işığı Kıyamet Dağı’nın etrafındaki sisi bile aşıp yeryüzüne
değiyor, Samwise Gamgee’nin umutlarını bir şekilde ayakta tutuyordu.
Gandalf
silmarillerin kaderini anlatmıştı. Biri yeryüzünün bağrına, biri denizlere,
biri de gökyüzüne gitmişti. O yıldız belki de Kutlu Eärendil’in yolladığı bir
selamdı Sam’e. Onlara yollarına devam etmelerini sağlayan umudu ve gücü veren
belki de o kutsal mücevherin ışığıydı, Eärendil’in güzel kalbindeki ateşti.
Belki en sonunda her şey gelip çatıp Fëanor’un bu eşi benzeri olmayan
mücevherlerine gelip dayanmıştı… Kim bilir?
Aradan ne kadar
zaman geçtiğini hatırlamıyordu Frodo ama ilk hatırladığı şey Hüküm Çemberi’nin
dev kapılarıydı. Kapılar aralandı ağır ağır Eönwë’nin çağrısı üzerine. Pez bir
ses bırakıyorlardı geride her saniye açıldıkları süre içinde. İçerisi karanlık
gibiydi ya da dışarısı ayın ışığıyla fazlaca aydınlanıyordu. Elbereth’in güzel
yıldızlarıyla süslenmiş gökyüzüne baktı Frodo. Derin bir nefes aldı ve Maiar’ın
en kudretlilerinin arkasından, biricik amcasıyla birlikte Valar’ı görmek için
içeri girdi.
Görüntü
soluğunu kesmeye yetmişti…
“Hoş geldiniz.”
dediğinde Manwë, Frodo’nun dili tutuldu ve konuşamadı. Sadece yürüdü ortaya
doğru. Tahtlarında oturan Valar’a bakıyordu bir yandan. Kudretlerine hayran
oluyordu. Yüzleri mükemmeldi. Elflerden de güzel… Elflerin öyle güzel yüzleri
olurdu ki. Pürüzsüzdü, ne yaşlıydı ne de genç. Yaşlarını söylemek mümkün
değildi. Sanki sonsuzluğu yansıtırdı en mükemmel sanat eseriymiş gibi. Ama
Valar’ın güzelliğini anlatmaya hiçbir sanatçının gücünün yetmeyeceğine emindi
Frodo. Manwë mavilerin arasına gizlenmiş bir şekilde, vakarla oturuyordu
tahtında. Yüzünde ince bir gülümseme vardı ve geniş bir hoşnutluğun izleri.
Varda, Frodo’nun
bugüne kadar gördüğü her şeyden daha güzeldi. Gökteki yıldızları yapan
Elbereth, Frodo’nun dilinin tutulmasının en büyük sebebiydi belki de. Masmavi,
gri geçişlere sahip güzeller güzeli elbisesi iniyordu omzundan aşağı, tam bir
mükemmeliyetle. Saçlarının siyahlığı o kadar mükemmeldi ki, sanki oraya
yıldızları koysanız, gökyüzünün ta kendisi olur, tek başına aydınlatırdı koca
dünyayı. ‘Acaba Yıldızların Işığı ne kadar güzeldi?’ diye düşündü Frodo.
Gandalf ona Yıldızların Işığı’nı anlatmıştı. ‘Eğer bundan daha güzellerse,
hiçbir ölümlünün kalbi buna dayanmaz…’ Belki de Valar bu yüzden İnsanları ya da
Cüceleri çağırmamıştı Aman’a.
Tulkas, güçlü
mü güçlü Tulkas, altın saçlarıyla ve hafif bir gülümsemeyle bakıyordu
Hobbitlere. Frodo bir an için bu kadar güçlüyse neden Sauron’a müdahele
etmediğini düşünürken buldu kendini. Ama sonra bu düşünceleri kafasından saldı.
Gandalf bile neredeyse Sauron’un gücüne denk bir güce sahipti ama o onunla
direkt savaşmak yerine insanların kalplerine umut saçmayı, onlara bir araya
getirmeyi, onlara savaşarak Sauron’u yenebileceklerini göstermeyi seçmişti.
Direkt olarak olaya müdahil olmamış, İnsanların ve diğer halkların birlikte
Düşman’ı yenebilmelerini sağlamıştı. Sadece Balrog’la bizzat dövüşmüştü, çünkü
onlar Morgoth’un hizmetkarlarıydı ve Sauron’un onlardan birine bile sahip
olması kesinlikle akıl almaz kötü sonuçlara sebep olurdu.
Yavanna’nın
güzelliği yarışırdı Varda’nınkiyle. Yeşiller içinedeki güzel elbisesi, gördüğü
en güzel ormanlardan daha yeşil ve etkileyici yeşil gözleri, kestanemsi
kızılımsı saçlarıyla oturuyordu tahtında. O da gülüyordu hafifçe. Frodo Mandos
hariç hepsinin gülümsediğini o sırada fark etmişti. Mandos nedense korkutucuydu
biraz. Karanlıklar içinde gibiydi, gizemliydi. Ona nedense Aragorn’la ilk
tanıştıklarındaki halini getirdi aklına. Aragorn da kapişonuna ve karanlıklara
bürünüp gölgelerin içinde izlemeyi seçmişti Frodo’yu Sıçrayan Midilli Hanı’nda.
Gandalf ve
Eönwë saygıyla eğildikten sonra Frodo ve Bilbo da aynı şeyi yaptılar.
“Sizleri burada
ağırlamak çok güzel Üçüncü Çağ’ın kahramanları.” dedi Manwë neşeyle. “Kahramanlıklarınızı
hikayesi inanın bizlere bile ulaştı, ki bu yüzden sizleri Aman’da, bizimle
birlikte yaşamanız için davet ettik. Bilbo Baggins’in yaptığı hizmetlerin ya da
Frodo Baggins’in Yüzük’e karşı gösterdiği direncin, yol boyunca gösterdiği
cesaretin ödülsüz kalmasını istemedik. Davetimizi kabul edip gelmeniz bizi çok
memnun etti. Burada, Yüce Elflerle birlikte çok güzel bir hayatınız olmasını
diliyorum.”
Frodo da Bilbo
da konuşamadılar. Bunun üzerine Manwë’nin sadece gülümsemesi genişledi. “Konuşmaktan
çekinmeyin. Bir dileğiniz varsa söylemekten geri durmayın. Özgürce
konuşabilirsiniz.”
“Eminim oldukça etkilendiler, efendim.” dedi
Gandalf Hobbitlere bakarak. Gülümsemesi hiç değişmeyecekti sanki. Frodo o
gülümseme sayesinde biraz rahatladığını hissetti.
“Yüzük’e uzun
süre direnc gösterdiğim doğru yüce Manwë Sulimo, ancak ben de en sonunda onun
büyüsüne ve çekiciliğine kapıldım ve onu kendim için arzuladım. Eğer Sam
olmasaydı belki de sizler Sauron’u durdurmak için harekete geçmek zorunda
kalacaktınız.”
“Hayır.” dedi
Varda gülümseyerek. Sesi ince ince dolaştı tüm Çember’i. O kadar melodik ve
hoştu ki… Frodo Yüce Elflerin şarkılarının güzel olduğunu sanırdı, oldukça
yanıldığını o an fark etti. “Yüzük’ü aylarca taşıdın üzerinde Frodo. Hatta
öncesinde yıllarca onunla birlikte kaldın. Tam onu yok etmek üzereyken büyüsüne
kapıldığın için suçlama kendini. Senin ve Sam’in oraya kadar gidebilmesi bile
büyük bir mucize. Neyse ki Eärendil sizi izliyordu. Samwise, Mordor’da
geçirdiğiniz gecelerden birinde onu görmüş olmalı. Kutsal mücevherlerin ışığı
yardımcı oldu size. Ancak cesaretiniz olmasa yapılan her şey boşa gidebilirdi.”
Valar’la uzunca
konuştular küçük Hobbitler. Bizzat onlardan Sauron’un hikayesinin tamamını öğrendi
ve uzun bir süre boyunca Aman’da nerede kalıp neler yapabileceğini anlattı
Valar ona. Anlaşılan bu küçük Hobbit’e ilgi duymuştu Arda’nın Güçleri. Morgoth’un
en büyük hizmetkarlarından biri olan Gorthaur Sauron’u yenen bu küçük Hobbit’e.
En sonunda
Hüküm Çemberi’nin kapısından çıkıp parlak gökyüzüne bakan Frodo, şunları
söyleyebilmişti: “Shire’ın yeşil ormanları aşkına, az önce cidden Valar’la mı
konuştuk biz?”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder