26 Mayıs 2014 Pazartesi

Dagor Dagorath (Savaşların Savaşı) - Birinci Bölüm: Dünyanın Karanlık Düşmanı

Dagor Dagorath – Savaşların Savaşı Birinci Bölüm: Dünyanın Karanlık Düşmanı

    Karanlığın ardında bir kıpırtı oldu. Elbereth’in yarattığı yıldızların önüne bir karaltı geçti. Zamansız Boşluk derin bir gürültüyle titredi. Valar’ın on beşincisi, Melkor Bauglir Gece Kapısı’na doğru ilerliyordu. Boşluk’un onda bıraktığı her türlü acıyı ve ızdırabı bir kenara atmıştı artık. Canına tak etmişti tüm bunlar. Artık hiçbir korku hissetmiyordu. İntikam istiyordu sadece. Onu tekrar Boşluk’a atmaktan daha büyük ne yapabilirlerdi ki?
    Gece Kapısı karanlığın ortasında parlıyordu. Ardından gökyüzü görünüyor, zaman zaman Arien’in taşıdığı güneşin ışıkları vuruyordu Zamansız Boşluk’a. Bu Melkor’u deli ediyordu. Devasa sütunlarının etrafı sanki kristallerle döşenmişti Gece Kapısı’nın. Yer yer parlıyorlardı Boşluk’un ötesinden yansıyan yıldızların ışığıyla. Heybetle yükseliyordu kapı hiçliğin ortasında. Devasa kapı kemeri Melkor’un Arda’da gördüğü ya da diktiği en büyük dağlardan bile daha yüksekteydi. Üstü korkutucu bir karanlıkta kaplıydı, parlaklığından ardındaki yıldızlar seçilemiyordu. Kapının her iki tarafında birer Maia bekliyordu, güçlü mü güçlüydü ikisi de. Eönwë’den kudretli değillerdi ama ikisi bir oldu mu yılmak bilmezlerdi.
    Karanlıkların efendisi süzüldü karanlıkta, aniden saldırdı. Kudretli olsalar da bir Vala’ya denk değillerdi. Eärendil’e ya da Valar’a haber veremeden düştü iki Maiar. Acı içinde bağıramadan ellerini kollarını bağladı Melkor Bauglir. Öylece dikildi Gece Kapısı’nın karşısında, nasıl geçebileceğini düşünerek baktı. Gözlerini kapattı ve düşmüş bütün hizmetkarlarını çağırdı hizmetine. Düşen her türlü Maiar’ı, öldürülen herbir kurdu, yok edilen tüm Balrogları… Ruhları süzülüp bir bir geçtiler Zamansız Boşluk’un ötesine. Birkaç tanesi hariç tabi, gücünü tamamen kaybedenler gibi.
    Güçle doldu Melkor, öfkeyle. Işığı gördükçe canı acıyor, bir bir geçmiş canlanıyordu gözünün önünde.
    Ve böylece saldırdı karanlığın orduları tüm güçleriyle. Gece Kapısı’nı geçip gittiklerinde Arda önlerinde uzanıyordu artık, tüm güzelliğiyle. Eärendil hızla gitti Valar’a doğru. Haber verecekti bir köpeğin efendisine koşması gibi. Silmarilleri umursamıyordu artık karanlıkların efendisi.
    Melkor Bauglir Arda’ya baktı, baktı ve büyük bir öfkeyle doldu içten içe. Orta-Dünya’nın kuzeyindeki boşluğa geldiler Melkor ve hizmetkarları. Eskiden Angband’ın olduğu yere yakın sayılırlardı. Balrogları etrafını çevirmişti, ruhlar dolanıyordı kumların, toprağın, yeşilliklerin üzerinde. Gothmog eğildi karanlık efendinin önünde, tüm balroglar takip etti onu ve diğer ruhlar da eğildiler, yavaş yavaş kurt formlarını aldılar ya da kimisi vampire dönüştü bir kez daha. Hepsi Melkor’un adını haykırdı.
    Maiar’ı aynen Ainur’un Şarkısı’ndan sonra olduğu gibi etrafındaydı terkar ama bir kişi eksikti. Mairon. Gorthaur. Elflerin Sauron dedikleri, Maiar’ın içinde en kudretlilerden olan. Melkor’un varisi. Melkor elini havaya kaldırdı. Adını söyledi Sauron’un. En güçlü hizmetkarı yenilmişti, o çok kıymet verdiği yüzüğü olmadan tekrar bedenleşemezdi… Tabii ki Melkor müdahale etmezse.
    Toprak sarsıldı, rüzgarlar uçuşturdu tozları bir yana. Uğultu yükseldi, alçaldı, yükseldi, alçaldı tüm kuzey boyunca. Melkor’un birkaç metre ötesinde bir ışık belirdi, karnalıkla sarmalanmış bir halde. Tozu toprağı birbine kattı. Fırtına hızla geldi geçti ve Sauron bir kez daha bedenine kavuştu. Efendisine baktı İkinci ve Üçüncü Çağ’ın karanlıklar efendisi. Binlerce yıl önce kaybettiği efendisinin önünde eğildi. “Kalk Yüzüklerin Efendisi.” dedi Melkor ona. “İntikam vakti geldi.”
    “Nasıl emredersiniz efendim.” dedi Sauron ona. Yavaşça kalktı. Zırhı üzerindeydi ama o korkutucu miğferini takmıyordu. Kılıcı belindeydi ama eskisi kadar güçlü hissetmiyordu. İçi öfkeyle doldu efendisi gibi. Melkor bakındı etrafına. O sırada başka bir ruhun çağrısını işitti kulaklarında. Sauron da bunu duymuştu. “Efendim, bu Bilge Curumo.” diyerek fısıltının sahibini tanıttı. “Bir zamanlar Valar’a sadıktı ama sonradan sizin yolunuzu tercih etti.”
    Melkor onu tanıyordu, zamanında tarafına çekmeye çalıştı ama Curumo buna razı olmamıştı. Aulë’nin Maia’sıydı ama karanlık sonunda onu da yutmuştu. Melkor onun da bedenine kavuşmasına yardım etti ve Bilge Saruman dizleri önüne çöktü. “Size hizmet için yaşıyorum Melkor Bauglir.”
    Melkor gülümsedi ilk defa. Ellerini kaldırdığında artık her şeyin zamanının geldiğini de anlamıştı. Daha önce hiç yapmadığı bir şeyi yapmanın vaktiydi artık. Ölüleri geri getirmenin…
    Aradan çok geçmeden Melkor yarattıklarının arasında en kudretlisine bakıyordu. Kara Ancagalon’a. Valinor’un düzlüklerine gidip Valar’la hesaplaşma vaktini emindi ki, o da bekliyordu. Tüm ejderhalar birer birer geri döndüler. Tüm katledilen insanlar, orklar, troller, cüceler toplaştılar bir yana. Ordugahlarını kurdular, silahlandılar. Bağırışları çağırışları duyuldu her bir yanda. Melkor Maiar’ıyla birlikte dağın yükseklerinden bakıyordu onlara. Milyonları bulan ordusuna. Artık hazırlardı.
    Güneş bir kez daha doğduğunda, kulaklarında Manwë’nin sesini işitti Melkor. “Kardeşim. Bunu yapma. Vazgeç ki seni affedebilelim. Kan dökmenin, vahşetin, hala çözüm olmadığını anlayamadın mı?” Diğer Valar’ın seslerini de duydu Melkor. “Yapma bunu…” Melkor öyle bir sinirle haykırdı ki, dağın tepesine doğru döndü tüm gözler:
    “BEN MELKOR BAUGLIR’İM! VALAR’IN EN KUDRETLİSİ! SULIMO MANWE’NİN ÖNÜNDE DİZ ÇÖKMEMİ Mİ BEKLİYORSUNUZ?! O APTALIN ÖNÜNDE? EĞER ERU HER ŞEYİN BABASI O APTALIN ÖNÜNDE EĞİLECEĞİME İNANIYORSA YANILIYORDUR! ASLA DİZ ÇÖKMEYECEĞİM BEN! ONLARDAN İNTİKAMIMI ALACAĞIM! BENİ AĞAŞĞI GÖRMENİN İNTİKAMINI! HİÇBİRİ BENDEN KUDRETLİ DEĞİL AMA BENDEN ONLARIN ÖNÜNDE EĞİLMEM BEKLENİYOR! O LANET OLASI TULKAS ZAMANINDA YETİŞMESE ONLARI ALT ETMİŞTİM!AMA ŞİMDİ İNTİKAM ZAMANI! VALAR’IN ŞAMPİYONU BİLE DURDURAMAYACAK BENİ!”
    Melkor bir an için sakinleşti ve bakışlarını gökyüzüne çevirdi. Bir iki adım attı topal bacağıyla. Sonra durdu. Önce yere, sonra tekrar gökyüzüne baktı. “Neden benim ezgimi reddettin Eru Her Şeyin Babası?” İleride toplanan cüce ordusuna baktı nefret ve horgörüyle. “Neden benim yaptığım işleri yok sayıp da Aulë’nin bu çirkin şeyleri yaratmasına izin verdin? Neden hep ben hor görülen oldum, aralarında en kudretli ben olduğum halde? Neden Manwë kral oldu ha, Her Şeyin Babası? Kudreti benimkine yaklaşamazken bile… Neden ben hep yalnız bırakıldım?! Çocukların bu yüzden acı çektiler ey Eru Ilûvatar! Onlardan nefret etmemin sebebi Sulimo Manwe’dir! Ve sensin!” Melkor acı acı bakmaya devam etti gökyüzüne. Yüzünde hala kartalların açtığı yaranın izi sızlıyordu. Elleri silmarillerin acısıyla kavruluyordu, topal bacağı Ringil’in kesiği yüzünden yanıyordu. Binlerce yıl sonra bile. “Şimdi benimle konuşmuyorsun bile ha? Ezgine saygı göstermediğim için mi? Ya o Aulë kendi kafasına göre kendi çocuklarını yaratırken o niye affedildi?!”
    Acı dolu bir kahkaha attı. “En başından beri benim kötü olmamı istiyordun değil mi? Asla o kardeşim olarak düşündüğün Manwe kadar kıymetli olmadım senin için. Ben sadece karanlıktım. Işığı yok etmeye çalışacak karanlık. Belki de seni biraz eğlendirebilmişimdir. Sonuçta beni kötü olmam için yarattın değil mi? Uğruna savaşılacak bir şeyi olmasını istedin Düşüncenin Evlatları’nın ve Çocukları’nın. Bir şeyden nefret etmelerini istedin… Beni bu yüzden mi yarattın? Tek var olma amacım kötülük mü? Kıskançlık mı? Yalan mı? Asla sahip olamayacaklarımı arzulamak mı? Öyle olsun ey Eru! İstediğini alacaksın. Sevgili çocuklarına acı çektirmeye devam edeceğim. Daha önce onların ellerinden ışığı aldım. Yok ettim çok sevdikleri ışıklarını. Şimdi de aynısını yapacağım! Ateşin Kalbi’ni sökeceğim gökyüzünden! İzle ve gör. O çok sevdiğin Valar’ın önümde diz çöküp merhamet için yakarışlarını…”
    Balrogları çevresinde toplanmaya başladı Melkor’un. Herbiri nefretle bakıyordu gökyüzüne, aslında nefret ettikleri Melkor’du. Onları bu hale o getirmişti. Orkları elflerden dönüştüren oydu. Balrogları güzeller güzeli ateş ruhu hallerinden bu zebanilere dönüştüren oydu. Ama aslında hepsi derinden derinden yaratacılarından nefret ediyorlardı. “Günlerin Başlangıcı’nda sadece tek bir ateş ruhu bana katılmadı.” dedi balroglarına. Eski Melkor olmadığını hepsi görebiliyordu. Eski Melkor korkaktı, kalesinden çıkmaya bile acizdi. Fingolfin bağıra bağıra meydan okuduğunda bile Angband önlerinde, dışarı çıkmaya tereddüt etmişti. Oysa tek eliyle binleri yere serebilecekken oturup beklemişti Angband’da. Şimdi ise gözleri çok farklı bakıyordu. Yerden miğferini aldı ve başına geçirdi. Grond’unu kaldırdı ve sımsıkı sardı silmarillerin deli gibi yaktığı kara elleriyle. “Sadece tek bir ruh safını benle bir tutmadı.” Eliyle güneşi işaret etti. Ateşin Kalbi’ni. Vasá’yı. “İşte ona bakıyorsunuz zebanilerim. Arien’e. Güneşin Taşıyıcısı’na! Onu yok edeceğiz ve bir kez daha Valar ve Çocuklar’ın çok sevdikleri ışığı ellerinden alacağız.” Melkor bir zamanlar ışığa nasıl da özlem duyduğunu hatırlayıp iç geçirdi. Şimdi tek dileği o çok sevdiği şeyi yok etmekti. O deli gibi kıskandığı şeyi.
    Gözlerini yukarı dikti son defa Melkor. “Bu senin suçun. Başkasının değil.”
    İşte o gün Güneş’e saldırdı Melkor ve ordusu. Balroglar sardılar Arien’in etrafını ve Melkor bizzat indirdi grond’u Arien’in güzeller güzeli bedenine. Arien çığlık attığı vakit tüm dünya sessizliğe ve karanlığa boğuldu. Herbir yanda hayat durdu. Herkes başını gökyüzüne çevirdi. Herkesin içi dev bir korkuyla kaplandı. Bir anda ışık kaybolmuştu ortadan.
    Derler ki Arien öldüğü zaman Eärendil Valar’la konuşuyordu ve Mandos’un Salonları’ndan bir bir serbest bırakılıyordu ölenler. İnsanlar da geri geliyordu, cüceler de ayaklanıyordu, entler de köklerinden kurtulup ayağa kalkıyorlardı.
    Melkor ve ordusu çok geçmeden Ay’a da saldırdılar. Parçalara ayırdılar zavalla Tilion’u. Ay’ı yok ettiler ve son ışığı da söküp aldılar böylece. Arda son karanlığını böylece yaşamaya başladı. Yıldızların ikinci devri hüküm sürüyordu göklerin ardında.
    Karanlığın ordusu Valinor’un düzlüklerine indi ve Melkor bağırdı Taniquetil’e doğru:
    “EY MANWE SULIMO! EY ARDA’NIN YÜCE KRALI! O DAĞDAN İNMENİN VAKTİ GELMEDİ Mİ ARTIK?” Sesi o kadar güçlü çıkmıştı ki, Orta-Dünya’nın kıyılarından bile duyulduğu söylenir. “YOKSA HALA BENİMLE KARŞILAŞMAYA KORKUYOR MUSUN? NASIL BİR KRAL ÇIKIP DA ÜLKESİNİ BİZZAT SAVUNMAZ? NASIL BİR KRAL ÜLKESİNİN SAVUNMASINI GÜREŞMEYİ SEVEN APTALLARA BIRAKIR DA DAĞINDA SAKLANIR? SENLE BENİM KUDRETİMİZ EŞİT DEĞİL Mİ SÖZDE? ÇIKSANA KARŞIMA!”
    İşte o anda denir ki, Manwë tahtından inmiştir sonunda ve Melkor’un milyonlarca kişilik ordusunun önüne sadece on dört kişi çıkar.

    On dört Valar.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder