30 Temmuz 2014 Çarşamba

Dagor Dagorath (Savaşların Savaşı) - Dördüncü Bölüm: Kaderin Efendisi - Birinci Kısım

   Dördüncü Bölüm: Kaderin Efendisi - Birinci Kısım

    Gözlerini açtığında kendini bir ormanın ortasında buldu Túrin. Önce ayağa kalkamadı. Sadece etrafını saran ağaçların dallarının arasından gökyüzüne baktı. Gece, güneş görmeyen bir mağara kadar karanlıktı. Ay yoktu gökyüzünde bugün. Yıldızlar puslu bir göğün ardında Túrin’i selamlarcasına parlıyordu.
    Ormanın kokusu burnuna geldi, çimenlerin ve meyvelerin kokusu. Üzerinde yattığı toprak yumuşak ve rahattı. En başta kalkmak istemedi Túrin. Dünya ona şu haliyle güzel geliyordu ama birdenbire her şeyi hatırladı. Ani bir acı saplandı yüreğine, midesine. Acıyla vuruldu ve anında ayakta kalktı iki büklüm olarak. Belinde kılıcını görünce şaşırdı. Gözlerini ovuşturdu, sonra doğruldu olduğu yerde.
    Önce yaşananlara anlam veremedi. Zihnini bunun için zorlarken tüylerini ürperten bir çığlık duydu. Acı içinde haykırıyordu çığlığın sahibi. Bir kadına aitti sanki ses. Hemen ardından bir erkeğin haykırışları duyuldu. Sanki rüzgarın bizzat içindeydi tüm sesler. Túrin nereden geldiğini ayırt edemiyordu çığlıkların. Kalbinin karardığını hissetti. Bir hüzün kapladı içini. Bu kadar kederli sesler hatırlamıyordu daha önce.
    Eli karnına gitti önce. Gurthang’ın delip geçmesi gereken karnına. Hiçbir şey yoktu. İyiydi. Kana dair en ufak bir iz bile yoktu. Ama nasıl hayattaydı? Bilemiyordu Turambar Túrin.
    Önce etrafına bakındı ve bu ormanları tanımadığını fark etti. Beleriand’ın düzlüklerini, ormanlarını iyi bilirdi. Buralar daha önce gördüğü hiçbir yere benzemiyordu sanki. Belki de hafızasının kendini yanılttığını düşünerek ilerlemeye başladı. Kederliydi hâlâ. Glaurung’un devasa cesedini ya da Niníel’in narin bedenini görebileceğini düşünerek ilerlemeye koyuldu. “Niya hayattayım ben?” diye fısıldadı olduğu yerde durarak. “Ve nerelerdeyim?”
    “Valinor’dasın Turambar Túrin, ey Húrin’in oğlu!” dedi pez bir ses, Túrin gene nereden geldiğini ayırt edemedi sesin. Eli kılıcına uzansa da içinden bir ses etrafta düşman olmadığını söylüyordu ama tedbiri elden bırakmadı ve Gurthang’ı kınından çıkarırken, kara kılıcın asil sesi ormanın derinliklerinde çınladı. “Kimsin? Çık karşıma!”
    Karanlığın içinden kara kukuletalı bir adam çıkageldi. Görünüşü aksini haykırsa da Túrin içten içe bu karanlık adamın düşman olmadığını biliyordu. Kılıcını yere indirdi ve adamın bir şeyler söylemesini bekldi. Adam onu çok bekletmedi. “Ölümsüz Topraklar’dasın Húrin’in oğlu.” dedi. “Ve bir sebepten dolayı hayata döndürüldün. Son yaklaştı.”
    “Neyin sonu?” diye sordu Túrin. Adama doğru bir adım attı. “Ve sen kimsin?”
    “Son. O büyük Son.” dedi. “Savaşların Savaşı ve Ilûvatar Çocukları’nın intikam günü.”
    Túrin şaşakaldı olduğu yerde. “Dagor Dagorath?” diye tekrarladı Sindar dilinde. “Öyleyse sen…”
    “Mandos.” dedi adam, yüzü hala görünmüyordu karanlığın ardında. Túrin şu an Ay’ın nerelerde olduğunu merak ediyordu. Adam sanki düşüncelerini duymuş gibi konuştu. “Ay ve Güneş de yoklar artık. Yok edildiler Karanlık Olan tarafından. Işık bir kez daha alındı Arda’nın canlılarının ellerinden. Ve sen Túrin, Húrin’in oğlu, intikamı alacak olan kişisin.”
    Vala Mandos’un kim olduğunu bir şekilde biliyordu Túrin ve Dagor Dagorath da çocukluğunda anlatılan yatak vakti öykülerinden biriymiş gibi geliyordu. Belki de Doriath’taki zamanlarında Kral Thingol’den dinlediği hikayelerden biriydi. Mandos’un adı da oralarda geçmişti. “Morgoth’tan intikamı ben mi alacağım?”
    “İstemez miydin?” dedi Mandos. “Bu senin kaderin.” Elini yana açıp birazcık sağa çekildi. “Morgoth’un en çok acı çektirdikleridir belki de Húrin ve onun soyu. Morgoth’tan alınacak bir intikam en çok da Húrin’in oğluna yakışmaz mı? Húrin’in Çocukları’nın intikamı…” Karanlıklar içinden beş kişi daha belirdi sessizlik içinde. Túrin tekrar şaşırdı ve kılıcını kaldırıverdi. Ama yıldızışığı altında yüzleri az da olsa aydınlanınca adeta dizlerinin ve dirseklerinin bağı çözüldü. Kılıcı yana düşüverdi ve gözlerinden yaşlar döküldü.
    Karanlıklar içinden beş kişi çıkmıştı. Babası Húrin, hiç olmadığı kadar bilge ve güçlü gözüküyordu o zırhların içinde. Efsanevi baltası kınından sarkıyor, zırhlı elleri bir kadının elini tutuyordu. Simsiyah saçları ve vakur duruşuyla yıldızlar altında başı dik bir şekilde yürüyordu Morwen. Gözleri yaşlıydı ama ağlamıyordu katiyen. Morwen daima güçlü olmuştu ve olmaya da devam edecekti. Ama yaklaştı oğluna sessizce. Kocasının elini bıraktı ve gri kıyafetleri yıldız ışığını savururken dört bir yana oğlunun yüzünden tuttu iki elleriyle. “Biricik oğlum!” diyebildi sadece. Sarıldılar o anda güçlüce. Túrin ağladığını biliyordu. Gözyaşları annesinin omzunu ıslatıyordu. Amcası Huor ve kuzeni Tuor’u o vakit gördü, annesinin omzu üzerinden. Bir de onlara sarıldı annesinden kopabildiği vakit. Sonra da babasına sarıldı güçlüce. “Gün yeniden doğacak.” dedi babası, oğluna sarıldığında, Sayısız Gözyaşı Savaşı’nda esir düşmeden evvel yetmiş defa tekrarladığı gibi. “Buna eminim Atar.”
     Ve sıra geldi beşinci insana. Varda’nın bir yıldızı misali parlıyordu Niennor Niníel ormanın içinde. Gözleri yaşlı, sarı saçları hiç olmadıkları kadar güzeldi. “Selam olsun ey iki kez sevdiğim!” dedi çatallı bir sesle. Sanki zar zor konuşuyordu. Biraz daha konuşsa gözyaşlarına boğulacak gibiydi. Yanakları birkaç yaşla ıslanırken Túrin sarıldı kardeşine. Sonra Mandos’a baktı. “Aradan ne kadar zaman geçti?”
    “Sizin zaman hesabınızla bunun cevabını vermek zor.” dedi Mandos. “Elfler için bile çok uzun bir zaman geçti. Çağları geride bıraktık, binlerce yıl… Belki de onbinlerce yıl… Ama Morgoth siz göçüp gittikten sonra yenildi, Boşluk’a atıldı.” Sonra onlara kısaca olanlardan bahsetti. İnsanların soyunun nasıl da Numenor’dan devam ettiğine, onların Sauron’la savaşına ve Üçüncü Çağ’a dair kısa bir öykü anlattı onlara. “Ve Morgoth geri döndü, ölüler bir bir ayaklanıyor ve Savaşların Savaşı’nın vakti geldi.”
    Mandos onları İnsan ordularının toplandığı yere götürdü. Edain’in Üç Hanesi’nin sancaklarıyla, Gondor’un ve Arnor’un güçlü insanlarıyla, Rohan’ın süvarileriyle, Angmar’ın kudretli askerleriyle dolup taşıyordu her yer. Hala eksikler olduğu Mandos ama yavaş yavaş hazır olacaklarını söyledi.
    Tepelerin ve dağların ardından bir haykırış duydular. Korkunç bir ses meydan okuyordu sanki tüm dünyaya. Bu sesin kime ait olduğunu hemen hemen anlamıştı herkes. “Şimdi gitmem gerek.” dedi Mandos ve bir anda ortadan kayboldu.
    Túrin neden sonra ailesine veda etti ve onları büyük ordularla baş başa bırakıp ormana daldı tekrar. Bunu neden yaptığını bilmiyordu ya da gitmesi gereken yeri nasıl bulacağından da emin değildi ama içinden bunu yapmak gelmişti.
    Ormanda epey gezindikten sonra karaltıların içinde birinin hareket ettiğini fark etti ve o yöne doğru seslendi. Burada hiç ork ya da lanetli başka bir varlık bulamayacağını anladığı için kalbi az da olsa ferahtı Túrin’in. Önündeki büyük savaştan önce biraz huzur bulmaya ihtiyacı vardı ama ilerideki şeklin de kim olduğunu merak etmişti.
    Grimsi, yeşilimsi bir pelerinle kukuleta giyiyordu ve belinde bir kılıç vardı. Cüce ya da elf olmadığı belli olduğundan yüzünde bir sakal olduğunu görmek şaşırtmamıştı Túrin’i ama adam bir elfin gözlerini ve yüzünü taşıyordu sanki. Gülümsedi adam hafifçe. “Fırtına öncesi buralarda birinin bulmayı beklemezdim.” dedi.
    “Ben de öyle.” diye karşılık verdi Túrin. “Bu karanlığın içinde ne yapıyorsun öyle?”
    “Bulmam gerekenler var.” dedi adam. “Ya sen?”
    “Benim de biraz huzur bulmam gerekiyor.”
    Bu kez bir çığlık kesti sohbetlerini. Tiz bir çığlık. İnsanın kalbini sıkıştıran, gözlerinin dolmasına sebep olan bir çığlık. “Ah Arien’in çığlıkları çağlar boyu bırakmayacak rüzgarın peşini sanırım.” dedi adam. Başını hüzünle iki yana salladı. Bu sefer çığlık sesini bir adamın haykırışları takip etti. “Ve Tilion asla yılmayacak anlaşılan.” Túrin bu rutine alıştığını sanıyordu ama Ay ve Güneş’in yakarışlarını her duyduğunda ruhu ürperiyordu. Bu sefer beklenmedik bir ses duydular. Morgoth’un meydan okuyuşunu. Sanki yanıbaşlarında konuşuyordu Valar’la. Bağırıyordu tüm gücüyle.
    “Bak hele sen şu korkağa.” dedi adam. “Sanırsın ki çağlar önce bir Vala değildi de, Ainur’dan biri olduğunun farkına yeni vardı.” Bir an durdu ve bakışları gökyüzünden Túrin’e döndü. “Sence onu yenebilecek miyiz?”
    Túrin dudak büktü. “Bilemiyorum.” Başını eğip kınındaki Gurthang’a baktı. “Ama onun çığlıklarını duymadan ölmeyeceğim. Öleceğimi de sanmıyorum.”
    Adam güldü. “Ben de öyle. İnsanların ateşli kalbi, cücelerin inadı ve elflerin kudreti bizlerle.”
    “Onların da ejderhaları varmış sanırım.” dedi Túrin. Ölenlerin arasında Glaurung’un da dirildiğini biliyordu. “Hepsi uçamasa da hala tehlikeliler.”
    Bir rüzgar esti güçlüce. Çığlıklar bir kez daha duyuldu. “Tüm ejderhaların bir şekilde öldürüldüğünü duymuştum.” dedi adam. “Çocukken öyle hikayeler anlatıldı bana. Yiğit Fingon’un nasıl da atlı askerleriyle Glaurung’u Angband’a kadar kovaladıklarını duymuştum. Ve nasıl yiğit bir adamın onun böğrüne kara kılıcını saplayıp siyah, zehirli kanını akıttığını.” Adam gülümsedi ve gözleriyle Túrin’in kılıcını işaret etti.
    “Sanırım bu kılıcı tanıyorsun.” dedi Túrin ve kınından çıkardı Gurthang’ı. “Ölümdemiri.” dedi yıldızların altında daha da karanlık gözüken kılıca. “Morgoth kılıcın geldiğini göremeyecek bile.”
    “Umarım da öyle olur dostum.” dedi adam. “Túrin Turambar’la tanışmak daima bir zevktir.” diyerek selam verdi ve arkasına döndü. “Savaş meydanında birlikte kılıç sallayacağımız için oldukça heyacanlıyım.” dedi omzunun üzerinden. Yavaşça uzaklaşmaya başladığında Túrin arkasından seslendi. “Bana adını söylemedin?”
    Adam duraksadı ve omzunun üzerinden bakarak gülümsedi. “Ben, Kutlu Eärendil’inin ve güzeller güzeli Elwing’in oğlu Elros Tar-Minyatur. Numenor’un ilk kralı.”
    Túrin bir akrabasını bulduğunu fark ederek sevindi. “Tuor seninle karşılacağımı bilse eminim selamlarını yollardı.” diyerek güldü. “Yolun açık olsun Elros.”
    “Senin de öyle Turambar. Büyükbabama selamlarımı iletirsin.”
    “Seve seve.” dedi Túrin ve Elros Tar-Minyatur karanlıkların içinde gözden kayboldu. Túrin de artık vaktin geldiğini düşünerek geri dönmeye karar verdi.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder