31 Temmuz 2014 Perşembe

Dagor Dagorath (Savaşların Savaşı) - Beşinci Bölüm: Batı'nın İnsanları

Beşinci Bölüm: Batı’nın İnsanları

    Yeni gelenleri gördüklerinde Aragorn yanlarına gitmeden evvel kara kılıçlı bir adam aralarından ayrılarak ormana döndü. Aragorn, yanında oğlu Eldarion’la birlikte yanlarına gitti ve selam verdi. Atalarıyla tanıştığını fark ettiğinde tuhaf hissetmeden geri durmadı ve Edain’in Üç Hanedanı’nın liderlerine ve Numenor soyunun başı Tuor’a bakarak gururlandı. Onlara kendini tanıttı Aragorn ve Edain’in Üç Hanedanı’nın ordularının toplandığı yere işaret etti. “Sanırım oradakileri benden iyi tanıyorsunuz efendim.”
    “Güçlü, kudretli Edain’in askerlerini tanımamak mümkün mü?” dedi Huor. Kuşkusuz, Aragorn da bunu biliyordu ki, İlk Çağ’ın insanlarının kudreti elflerle bile yarışabilecek kadar çoktu. Aragorn onlara hizmet etmekten onur duyardı. Beşi de ordularının kamplarına doğru giderken Aragorn oğluyla birlikte kendi kampına döndü. Birleşmiş Krallık’ın sancakları herbir yanda ışıl ışıl yıldızların ve meşalelerin ışığıyla birlikte parlarken Kraliçe Arwen Aragorn’un yanına geldi. Aragorn biraz gergin görünüyordu ve heyecanlıydı doğal olarak. “Uyandığımızdan beri çok zaman geçti ve şimdi burada ordumla son bir savaşa doğru gidiyorum, yanıbaşımda atalarım ve kaybettiğim dostlarımla beraber at süreceğim.”
    “Rahatla.” dedi Arwen şefkatle ve omzunu sıvazladı. Eldarion gülümserken ayağa kalktı ve ilerisini işaret etti. “Baba, gelenler var.” Aragorn tekrar ormanın bittiği yere bakarken kalbi sıkıştı. Gondor sancakları mıydı gördükleri? Yoksa gözleri kendisiyle oyun mu oynuyordu? Ya da bir büyü tarafından aldatılıyor muydu? Tüm Gondor ve Arnor ordularının burada olduğunu düşünmüştü nedense. Öyle bir hataya kapılmıştı ama anlaşılan son değildi bu. Gelenleri selamladı bir kez daha borular öter ve kuşlar kaçınırken. En önde yürüyen adamlar tanıdık gelmişti ona ama hangi Gondor kralı olduğunu nereden bilebilirdi Aragorn? Belki Eldarion’un torunlarından biri bile olabilirdi karşılarındaki.
    “Selam olsun Gondor ve Arnor’un kralı Aragorn’a!” diye seslendi en öndeki adam. Orduları durup kamp kurmaya başlarken iki adam Aragorn ve Eldarion’a doğru yaklaştılar. Heybetlilerdi. Soldaki adam Aragorn’un şu ana dek gördüğü en uzun İnsan’dı ve yanındaki adam da en yakışıklarınından ve yapılılarından olabilirlerdi. Dúnedain olduklarına kuşku yoktu. Aragorn atalarından birine bakmanın verdiği kıvançla saygıyla eğildi adamlar yanlarına kadar gelene dek. “Ve onun oğlu Kral Eldarion’a da selam olsun!” dedi sağdaki adam. Siyah saçları ve sakalları, meşalelerin ışığıyla birlikte oynaşıyordu sanki karanlık içinde.
    İyice yaklaştıklarında Aragorn’un gözleri faltaşı gibi alçaldı ve olduğu yerde donakaldı.
    “Hakkında çok güzel şeyler duydum.” dedi sağdaki adam. Başıyla ufak bir selam verdi. “İnsanların kalplerinin benimkinden daha güçlü olabileceğini bilmek beni çok mutlu etti. Senin gibi sağlam bir kalbe sahip birinin halkımıza kral olmasını uzaklardan kıvançla ve mutlulukla seyrettik babamla beraber.”
    “Öyle.” dedi soldaki adam. “Kesinlikle öyle. Dúnedain’a yaraşır bir kralsın.”
    “Elendil!” diyebildi Aragorn. Derhal eğiliverdi atası Elendil ve Isildur’un önünde. Gondor’un ve Arnor’un krallarının gülümsediğini hissedebiliyordu. Elendil kalkması için omzuna dokundu. “Kırılan kılıç onarılmış ve taçsız olan kral olmuş yeniden.” Aragorn o sırada Narsil’in Elendil’in belinde asılı durduğunu fark etti ve güzel kılıcının asıl sahibinin yanında olduğunu idrak edince kalbi ferahladı. “Hoş geldiniz!” diyebildi sadece. Yutkundu. Elendil kolunu uzattı ve Aragorn da karşılık verdi buna ve dirseğine yakın bir yerden atasının kolunu kavradı ve parlayan gözlerine mutlulukla baktı. “Sizi burada görmek büyük bir onur.”
    “O onur bize ait.” dedi Isıildur ve birkaç adım atmaya başladığında Elendil, Aragorn ve Eldarion onu takip ettiler. “Kardeşim Anarion nerede kaldı acaba?” diye merak etti Isildur. Elendil bilmediğini belirten bir ifade takındı. “Gelecektir. Batı’nın İnsanları’nın hepsi toplanıyor.” Durakladı ve tanımadığı sancaklara bakarken buldu kendini. “Bunlar…” Aragorn gülümsedi. “Atalarımızın sancakları.” dedi. “Edain’in Üç Hanesi’nin, Birinci Çağ’ın kahraman insanlarının sancakları.”
    “Túrin Turambar buralarda mı acaba?” diye sordu Eldarion merakla. O da Aragorn kadar uzundu. Sakalları gürdü ama hepsinden de genç gösteriyordu. “Ya da Beren’i görebilmemiz mümkün olabilecek mi?”
    “Hepsini zaman gösterecek.” dedi Elendil. “Gelin, bana hikayeleriniz anlatın şimdi.”

    Uzun süre söyleştiler ateş başında. Isildur, Arwen’den Elrond’a dair şeyleri dinlerken vicdan azabını gizlemedi. O gün, Kıyamet Dağı’nda Ñoldor beyini hayal kırıklığına uğratmıştı ama ona rağmen bir İnsan’ın bunları tersine yapabildiğine ve Yüzük’e direnebildiğini öğrendiğinde mutlu olduğunu da gizlememişti. “Pek çok hatalar yaptım.” dedi kederle başını sallarken.
    “İnsan olmanın gereği bu.” dedi Aragorn. “İnsanların kalpleri karanlığa yakındır. Elfler gibi değiliz ki.”
    Isildur ona hak verdiğini belirten bir şekilde salladı başını. “Yüzük’ü yok edenin Buçukluklar olduğuna inanmak güç.”
    “Ben onların görevlerini tamamlayabileceğine hep inandım.” dedi Aragorn ateşin ısısı yüzüne vururken. “Onlardan başka Yüzük’e bu kadar dayanabilecek varlıklar olduğunu sanmıyorum Orta-Dünya’da.”

    O sırada karanlığın içinden, bu defa arkasında ordular olmayan, iki şekil çıkageldi. Karanlık yüzünden yüzlerini ayırt etmekte güçlük çekiliyordu. Vakur ve gururlu adımlar atıyorlardı. Ordular kamp kurmuş, kamp ateşlerinin başında kah içkilerini yudumlarken, kah güzel hikayeler eşliğinde kahkaha atarken bir bir geçti ikisi de onları. Kralların kamplarını arıyorlardı sanki ama daha çok nereye gittiklerini tam olarak bilmeden yürüyorlardı. Biri babasını arıyordu içten içe. Diğeri ona eşlik ediyordu, onu asla bırakmama sözü vermişti ne de olsa. Çok da uzakta olmayan bir yerde dört adamın ve elf güzelliğinde bir insanın ateş başında oturduklarını gördü. Adamlar krallara yaraşır kıyafet ve zırhlarla süslenmişlerdi. Soylu oldukları açıktı. Kadın adamlardan birinin omzuna başını dayamış, uzun zamandır onun hasretini çekiyormuş gibi görünüyordu. Koyu bir sohbetin eşliğindeydiler. Elbette adamlardan hiçbiri karanlık kıyafetler içindeki adamın babası değildi. Aslında böyle krallar da görmemişti adam daha önce. İnsan oldukları belliydi ama insanların beyleri ne zamandır taç giyiyorlardı? Adam dünyadan göçüp gittiğinde ne bir insan kralı olmuştu, ne de insanlar Ñoldor’un hizmetinden çıkmayı akıllarına getirmişlerdi. Kudretli elf beylerine yardımcı olabilmek için canla başla mücadele ederlerdi.
    Kadın adamın elini sıktı ve kukuletasının ardında gizlenen büyüleyici gözleri bir an için adamınkiyle buluştu. “Onu bulacağız.” der gibi bakıyordu kadın. Neden sonra adam düşüncelerini anlamış gibi baktı ona. Kadın da ekledi. “Anneni de öyle.” Sesi bir fısıltıdan fazlası değildi ama adamın yüreğine su serpilmişti.
    Çimenlerin ardında, kızaran etlerin ve içkilerin keskin kokuları ve ateşlerin arasında çıtır çıtır yanan odun sesleri eşliğinde ilerlemeye devam etti adam ve kadın. El eleydiler. Birbirlerini bırakmayı akıllarından bile geçirmiyorlardı aslında. Kamp ateşinin başında, kahkahalarla gülen adamların yanından geçtiler. Ama kadının başını omzuna dayadığı adam onları fark etti ve ayağa kalkarak onları durdurdu. “Siz kimsiniz?” dedi. Orduların arasından böyle gizemli kişilerin geçmesinden kuşkulanmıştı doğal olarak. Kadın da ayağa kalktı ve onlara doğru geldi.
    Adam kukuletasını çıkardı. Yüzü sanki tıraş edilmiş gibiydi ama insan olduğu belli oluyordu. Kadın kukuletasını çıkarmakta tereddüt etti ama kral inceleyen gözlerle ona bakmayı sürdürdü. “Düşmanın casusları mısınız yoksa?”
    Gülümsedi adam. “İnan dostum bizler düşmanın casusları olabilecek son kişileriz.” Sevdiği kadına doğru döndü. Başını salladı bir defa. Kadın biraz tereddüt etse de elleri kukuletasına gitti ve yavaşça çıkardı başından. Saçlarını geriye doğru attı ve simsiyah saçlar omzundan aşağı doğru zerafetle indi.
    Aragorn da Arwen de küçük dillerini yutmuşçasına bakakaldılar kadına. Yavaş yavaş tüm bakışlar onlardan tarafa döndü. Elendil, Isildur ve Eldarion da ayağa kalktılar. Kadına bakabiliyorlardı sadece. Gözleri en parlak silmariller kadar güzeldi sanki. Teni bembeyazdı, Varda’nın bir kopyası duruyordu sanki karşılarında. Yüzünün güzelliğini tarif edecek kelime yoktu, silmarilleri tarif edecek kelimeler olmadığı gibi. Aragorn o an karşısındakinin kimler olduğunu kavramıştı.
    “Ben Beren.” dedi adam gülümseyerek.
    “Ve ben de Luthien Tinúviel.” dedi kadın ince bir gülümseme dudaklarını süslerken.
    Aragorn ve Arwen gülümseyebildiler şoklarının ilk devresini atlattıklarında. Aragorn’un onların hikayesine dair zaman söylediği şarkılar geldi akıllarına. Küçüklüğünde ezberlediği şarkılar, Arwen için söylediği şarkılar. Arwen’in güzelliği Luthien’inkiyle yarışamıyordu bile. Maia kanı yüzünden gözleri sanki Ağaçların Işığı’yla parlıyordu Luthien’in. Zerafet akıyordu duruşundan sanki. Sesi ise bir bülbülinki kadar güzeldi cidden de. Tüm gözler onlara dönmüştü.
    “Sizler sanırım soyumuzu taşıyan insanlarsınız.”
    “Öyleyiz.” dedi Aragorn elini uzatarak. “Ben Aragorn. Bu da eşim Arwen.”
    Beren gülümseyerek elini sıktı Aragorn’un. “Şarkımızın yeniden vücut bulmuş hali gibisiniz.” dedi. “Arwen’in elf olduğunu anlamak oldukça kolay.”
    “Doğrudur.” dedi Arwen. “Ancak insanların yolunu seçtim. Ben bir yarı-elfim. Babam Elrond, Elwing ve Eärendil’in oğluydu. Elwing ise oğlunuz Dior ve Nimloth’un kızıydı. Babam, onu büyüten Ñoldor beylerinin yolundan giderek bir elf olmayı seçti, kardeşi ise insanların ilk kralı Elros Tar-Minyatur oldu. Annemse Galadriel’in kızı Celebrian’dır.”
    Bu sefer şaşırma sırası Beren ve Luthien’deydi. Silmaril hırsızının kaşları yukarı kalkmıştı. “Dior’a tahmin ettiğinden de çok benziyorsun Arwen. Valar bize oğlumuzun acı sonunu anlatmıştı.”
    “Akraba kıyımı.” dedi Arwen kederle. “Ama o ikincisiydi. Babam ve kardeşi üçüncüsünde ellerine düştüler Fëanor oğullarının ama onların sevgiyle yetiştirdiklerini söyler babam onları. Elf olmayı seçmesinde büyük etkenler oldukları şüphesiz. O yüzden Fingon’un oğlu Gil-galad’a hizmet etmeye devam etti.”
    Az daha “Huzur içinde yatsınlar.” diyecekti Beren ama onların da hayata döndürüldüklerini biliyordu. “Annemi ve babamı ararken, kanımdan başkalarını bulmak beni mutlu etti. Onları nerede bulabileceğimi biliyor musunuz?”
    Edain sancaklarını işaret etti Aragorn. Beren başını salladı. “Ateşinizi paylaşmak için geri döneceğim Kral Aragorn.”
    “Döneceğiz.” dedi Luthien onun elini tutarken. “İçimde şarkımızın notaları sizin hikayenizle tamamlanıyormuş gibi bir his var.” dedi. “Hikayemizi duymuşsunuzdur belki.”
    “Sizin şarkınızı çok defa söyledim leydim.” dedi Aragorn. “Hikayeniz Orta-Dünya’nın dört bir köşesinde bilinir.”
    Veda etti Beren ve Luthien böylece. Aragorn içinin sımsıcak olduğunu, kalbine bir ferahlığın yayıldığını hissetti. Bunca kahramanı, efsanevi insanı, elfi görmek onu mutlu etmişti. Arwen’le birlikte ateşin başına döndüler ve Morgoth’un haykırışları ve meydan okuması eşliğinde son yemeklerini yediler.
    Artık o korkunç ses bile korkutamıyordu kimseyi. Herkes umutla dolmak için bir şeyler buluyorlardı gönüllerinde. Ve Güçlerin Savaşı’nda bizzat Düşman’la güreşen Tulkas’ın da orada olacağını biliyorlardı. Hikayelerdeki kudretli mi kudretli elf beylerinin de orada olacağını biliyorlardı. Sauron’dan bile kudretli olan Eönwë’nin orduların en önünde Arien’in intikamı için kılıç savuracağını biliyorlardı. Belki Kutlu Eärendil bile gelirdi göklerden silmariliyle birlikte. Eldar’ın yüce beyleriyle, efsanevi cücelerle ve İlk Çağ’ın kudretli insanlarıyla savaşacaklardı böylece.
    O sırada Faramir, Éowyn ve Theoden’i gördü Aragorn. Savaş vaktinin başlangıcını haber vereceklerdi anlaşılan. “Morgoth’un orduları Valinor’un düzlüklerinde toplanıyorlar.” dedi Theoden. Sarı saçları, gür sakalıyla hiç olmadığı kadar cesur görünüyordu Rohan Kralı. Yanıbaşında Ithilien’in Prensi ve Prensesi gururla bakıyorlardı Morgoth’un sesinin geldiği yere. O sırada arkalarından birinin ayak seslerini duydular. Aragorn o tarafa baktı ve gelen adamı tanımadığını fark etti. Üzerindeki zırhın sancağını da tanımıyordu. Selam verdi. “Selam olsun Kral Theoden ve Kral Elessar’a!” dedi adam. “Valar’ın Morgoth’la karşılaşmak için Valmar’dan Valinor Düzlükleri’ne indiği haberini aldık. Bekleniyoruz. Savaş vakti yaklaşıyor.”
    Bir şekilde hepsine tanıdık gelmişti bu adam. Aragorn başını salladı. “O halde at sürmenin vakti geldi.” Adam da karşılık olarak başını salladı.
    Tam arkasına dönüp gidecekken Aragorn onu durdurdu. “Siz kimsiniz?”
    Adam döndü arkasına ve gülümsedi. “Angmar’ın kralı, Elendil’in sancak beyi Er-Murazor’um.” dedi, yüzündeki gülümseme silinmemişti. “Beni bir zamanların Angmar’ın Cadı-kralı olarak da tanıyor olabilirsiniz.”
    Éowyn’in, Faramir’in, Theoden’in, Aragorn’un ve Arwen’in yüzündeki ifadeler görülmeye değerdi. Éowyn hayalet görmüşten beterdi. Theoden sanki tekrar ölüyordu Pelennor Çayırları’nda. Aragorn şaşkınlıkla bakakalmıştı.

    “Tabii o sıralar Sauron’un iradesinin kölesiydim.” diye ekledi. Sonra yere tükürdü. “O yüzüğü kabul ettiğim güne lanet olsun. Ama şimdi Sauron’la hesaplaşmamın vakti geldi.” Arkasına dönüp tekrar yürürken, hepsi arkasından bakıyorlardı şaşkınlık içinde. Angmar’ın kralı tekrar durdu ve arkasına döndü. “Size çektirdiğim sıkıntılar için de üzgünüm elbette. Sanırım birinizi öldürmüştüm.” Duraksadı. “Ve biriniz de beni öldürmüştü.” Tekrar duraksadı. “Bunlar binlerce yıl önceydi tabi.” Theoden ve Éowyn tek kelime edemediler ve Angmar’ın kralı kahkaha atmamak için kendini zor tutarak arkasına döndü ve yürümeye devam etti.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder