Altıncı Bölüm: Yüzüklerin Efendisi
Valinor Düzlükleri önlerinde uzanırken ve
orklar canla başla kamplarını kurmaya çalışırken İlk Çağ’ın Karanlıklar
Efendisi tepede ayakta duruyor ve sadece gökyüzüne bakıyordu. Sauron onun
planlar yaptığını düşünüyordu. Tek farkı bu defa Angband’da ya Utumno’daki gibi
karanlıklar içindeki bir odada kara tahtında oturmuyor, karanlık bir gökyüzünün
altında ayakta duruyordu. Ama bu sefer bunu sorun edeceğini sanmıyordu Sauron.
Değişmişti Melkor Bauglir, hem de olabileceğinin en iyi halindeydi şu an.
Üstadını yalnız bırakıp kamp yerlerini denetlemek için ayrıldı onun yanından
Sauron. Bedenine uzun zamandır sahip değildi. Numenor batıp gittiğinden beri.
Hatta ruhuna bile sahip değildi belki de Yüzük’ü yok edildiğinden bu yana.
Ork ordularının artçıları girdi ilk önce
görüş açısına. Efendisinin elflerden işkencelerle yarattığı iğrenç ve acınası
varlıklardı ama sayılarını ancak milyonlarla ifade etmek mümkündü. Sadece
orklara güvenmiyorlardı elbette. Sauron buradan bile ejderhaların atası
Glaurung’u görebiliyordu. Heybetle yürüyordu ordunun arasında. Balroglar ateş
çemberleri misali ordunun en uçlarında duruyor ve adeta gözcülük yapıyorlardı.
Kara Ancalagon çok yükseklerde uçuyor, yanındaki ejderhalarıyla beraber sanki
efendilerini korumak istermişçesine daire çizerek uçuyorlardı. Yıldızlara yakın
uçuyor olmalıydı Ancalagon, büyüklüğünü ayırt etmek buradan bile mümkün olsa da
çok uzaktaydı. Diğer ejderhalar ordunun sağ tarafındaki genişlikte
dinleniyorlardı. Üçüncü Çağ’da yaşayan iki ejderhayı ayırt etmişti Sauron’un
gözleri. Biri Rohan’a cehennem olan Scatha, bir diğeri Erebor’un felaketi
Smaug. Kızıl renkleriyle yıldız ışığının altında düzlükler boyunca uzanmışlardı
boylu boylu boyunca. Ah ne kadar da kudretli gözüküyordu karanlığın ordusu.
Işığın geri kalanını yutmak istermişçesine güçlü görünüyorlardı. İlk Çağ
orkları nispeten kuvvetliydi, üstelik Sauron’un ve Saruman’ın da urukları
vardı. Troller vardı ve daha nice çeşit korkunç güçte yaratık. Kurtlar vardı,
vampirler… Balroglar ve ejderhalar ordunun sadece ağır toplarıydı ve
yaratacakları dehşeti düşündükçe Saruon intikam duygusuyla yanıp tutuşuyordu.
Adım adım ilerledi ordu boyunca. Orklar kah
selam veriyor, kah yerlere kadar eğiliyorlardı Yüzüklerin Efendisi’nin
karşısında. Sadık nazgûllarının olmamasına üzülüyordu elbette ama Khamûl buralardaydı.
O korkutucu siyah gölge halinde olmasa, doğunun insanları Melkor’un
yanlarındaki yerlerini almışlardı. Smaug’a doğru gitti Sauron. Ejderhanın yeri
titreterek heybetle doğrulduğunu gördü. Göz göze geldiler. Smaug heybetle
baktı. Keskin gözleri, mavi bir alev olmuş yanıyordu. “Selam olsun Yüzüklerin
Efendisi’ne.”
“Ve selam olsun Erebor’un felaketine.” diye
karşılık verdi Sauron. “Eski heybetinde olduğunu görmek güzel.” Ejderha fazla
hareket etmedi ve hafifçe güldü. Ama bu hafif gülüş bile yerin titremesine
sebep oluyordu.
“Ama sen eskisi kadar korkutucu görünmüyorsun.”
Başıyla tepeyi işaret etti Sauron.
“Efendimiz etrafteyken o biraz zor.”
“Haklısın elbette.” dedi ejderha.
“Erebor’dayken benimle iletişim kurmanı bekledim.”
“Biliyorum.” diye itiraf etti Üçüncü Çağ’ın
karanlıklar efendisi. “Gücümü toplamam gerekiyordu. Ama daha tam toplayamadan
Ak Divan’ın müdahelesiyle karşılaştım, ki sen de oklanmışsın.”
Sinirle gerildi kanatları Smaug’un. “Kara
ufak bir okun beni öldürebileceğini kim bilebilirdi ki?”
“Ufak bir buçukluğun beni yenebileceğine
kim inanırdı asıl?” diye karşılık verdi Sauron. İronik bir andı elbette. “Şimdi
intikam vakti.”
Smaug parlak gözleriyle orduya göz
gezdirdi. “Kudretli bir liderin eşliğinde, kudretli bir ordu… Kibirlenmenin
anlamı yok ama ateşimizin karşısında durabileceklerini sanmıyorum.”
“Göreceğiz.” dedi Sauron. “Milyonların
karşısında durabilecek bir orduları var mı göreceğiz.”
Sauron onun yanından ayrıldı ve ordunun
arasında dolaşmaya devam etti. Kamp ateşlerinin arasında, yıldız ışığının
altında, pis kokuların ve derin bir korku ve nefretin içinden yürüdü Sauron.
Bağırış çağırış içinde, zamanın kumlarının arasında dolaşıyordu sanki Sauron.
Lanetler ediyordu başına gelenlere. Gondor’un insanlarına, Valar’a,
buçukluklara, Gandalf’a ve yenilmesinde rol oynayan herkese. Ork kokuları
arasında ve troll bağırışlarının içinde Saruman’ı buldu. Ak büyücü Üçüncü
Çağ’ın bininci yılından beri benimsediği görünümündeydi tekrar. Saruman hafifçe
eğildi Sauron’un önünde. “Bir emir var mı?”
Başını iki yana salladı Sauron. “Valar
sessiz. On beşi birden.” diye yanıt verdi Sauron. “Sanki düşünceleriyle
konuşuyorlar. Daha önce yaptıkları gibi.” Kadim Günler’e dair anılar geldi
akıllarına. İkisi de Aulë’nin Maia’sıydı zamanında. Sauron en baştan beri
Melkor’un hizmetindeydi elbette. Gizliden de olsa. Taa Ainur müziğini icra
ederken Eru’nun yanıbaşında, Melkor’un ezgisine kulak vermişti Mairon adını
taşırken daha. Onun ezgisinin etkisinde kalmıştı. En baştan beri amacı orada
hayal ettiklerini gerçekleştirebilmekti. En başta bunu o ezginin yaratıcısıyla
beraber yapabileceğini düşünmüştü ama Valar engel olmuştu. Eönwë tüm gücüyle
gelmişti batıdan. Sonra bunu kendi başına yapmayı denemişti. Valar’ın bir Vala
olmadığı için ona müdahele etmeyeceğini düşünerek. En fazla beş büyücüyü
yollamışlardı. Birini kendi safına çekmişti. Biri kendiliğinden ağaçlarla,
ormanlarla ilgilenmeye başlamıştı, ki tahminen Yavanna onu sadece o görev için
yollamıştı, diğer ikisi de doğuda kaybolmuş ve başarısız olmuşlardı. Başarılı
olan tek bir tanesi olmuştu.
“Manwë tahtından inecek denir bu günle
ilgili.” dedi Saruman. Sauron’la beraber durdular yan yana ve ordularına göz
gezdirdiler. “Tulkas ejderha alevinin tadına bakarken Melkor’la güreşebilecek
mi bakalım.” diye ekledi Sauron düşüncelere dalmış gibiydi. “Manwë de pişman
olacaktır indiğinden tahtına. Onu Boşluk’ta süzülürken göreceğim an için
sabırsızlanıyorum.”
“Hepimiz sabırsızlanıyoruz.” diye katıldı
ona Saruman.
Sauron pelerinin savurarak ileri adım
attığında. “Katıl bana dostum.”
Saruman başını salladı ve peşine düştü. “Eski
birkaç dostu tekrar görmek üzücü olacak.”
“Onları tekrar öldürmek diyorsun herhalde.”
“Olabilir.” dedi Saruman yanlarından orklar
koştururken. O kadar aceleleri vardı ki iki Maia’yı fark etmemişlerdi bile.
Saruman dikkatle baktı Sauron’a. “Seni bu halde görmeyeli ne kadar oldu?”
“Ağaçlar yok edildiğinden beri sanırım.”
dedi Sauron. “Gerçi ondan önce de ben efendimizi bekliyordum Angband’da.”
“Sonra çığlığını duydunuz.”
Başını salladı Sauron. “Balrogların uçuşu
görülmeye değerdi… Ve geri döndüğünde Melkor’un öfkesi. Silmariller elini
yakıyordu ama avcunu bir an için açmamıştı. Sonra tacının yapım emrini verdi.
Bizzat ben yaptım demirden tacını. Elbette silmarillere dokunmadım, zaten cüret
de edemezdim ama eğilerek sundum ona ve eline aldığında silmarillere uygun bir
taç olduğunu söyledi. Sonra birer birer yerleştirdi ve tacının ucuna taktı.
Kara tahtına oturdu ardından. O kadar karanlığın, kasvetin içinde parlıyordu
silmariller. İnanması güçtü Fëanor’un işlerinin şu an elimizde olması. Nasıl da
delirmiştir kim bilir. Efendimiz kara tahtında otururken, etrafındaki karanlık
delinmişti böylece ama Angband kötülüğünden en ufak bir şey kaybetmemişti. O
kasveti hala yorucuydu, karanlığı hala boğucuydu. Glaurung tahtı başında
duruyor, bizzat Melkor Bauglir’in elinden et yiyordu. Tahtın çevresi dev metal
sütunlarla, türlü türlü işkence aletleriyle ve karanlıkla çevriliydi.
Silmarille oluşturduğu tezatı görmeliydin Curumo. Ainur’un Müziği’nde bile
öylesine bir şey görmedim ben.”
Ancalagon’un kanat seslerini hatırladı
Sauron o an. Neden bu anının aklına geldiğini düşünürken sesi gerçekten
işittiğini fark etti ve devasa ejderhanın yüzlerce yıldızı kapatarak Melkor’un
yakınlarına bir yerlere indiğini gördü. Gece kadar karanlıktı Ancalagon.
Yıldızları kapatmasa görünmez bile olabilirdi bulutların ardından, onu ele
veren teş şey parlak gözleri olurdu. Göz bebekleri kum saatine benzer şekilde
kızıl kızıl parlıyordu. Devasa kanatları Melkor’u yutacakmış gibi görünüyordu.
Melkor ona dönmedi, düşünceleriyle hizmetkarlarına emir verebiliyordu, şu an
onunla konuştuğuna emindi Sauron, efendisini azıcık tanıyorsa. Kara Ancalagon
çok fazla durmadan, devasa bir fırtına çıkararak havalandı ve kanat sesleri
duyulmaz hale gelene dek yükseldi gökyüzünde. Hemen ardından boşlukta dinlenen
Smaug da yeri titretti ve fırtınayı bu sefer ters taraftan estirerek o da
yükseldi ejderhaların en kudretlisine doğru.
Savaş görkemli olacaktı. Şu ana değin görülmüş
en büyük savaş. Valinor’un yerle bir olacağına kuşkusu yoktu Sauron’un. Ama
savaş o kadar büyüktü ki, ne bir taktik, ne bir strateji, hiçbir şey işe yaramazdı.
Her şey askerlerde bitiyordu. En çok kimin ayakta kalacağına bağlıydı savaşın
sonucu. Komutanların ne kadar iyi liderler olduklarına, ne kadar iyi cesaret
verdiklerine bakıyordu her şey. Ya da orkların efendilerinden ne kadar
korktuklarına…
Yüzük’ü olmasa da kudretli hissediyordu
kendini Sauron. Çünkü efendisi sayesinde güçleniyordu ve o da hiç olmadığı kadar kudertliydi belki de.
Kadim Günler’de yaptığı gibi dağları oyacak kadar hem de.
Hemen ardından Sauron zihninde bir ses
işitti. “Hazırlanın.” dedi Melkor’un zihninden yankılanan sesi. “Vakit geldi,
Yüzüklerin Efendisi.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder